Posts Tagged With: Abdulvehhab

Vahhabilerin Feth’ul Bâri tercümesindeki inanilmaz tahrifati

Polen Yayınlarının (Selefi gecinen Vahhabi yayinevi) Feth-ul Bâri tercümesindeki tahrifatları bitmiyor!

14. cildin 459-460 sayfalarında (Tevhid Bölümü) “Yüce Allah’ın (c.c.) “Allah (c.c.) Her Şeyi İşiten ve Her Şeyi Görendir” Sözü” isimli baslığın açıklamasında/şerhinde söyle bir tercüme yapılmış

Öncelikle burada İmam Buhari’nin “Allah’ın her şeyi işiten ve gören olması” Onun ilim sahibi olması anlamındadır diyen Mutezile mensuplarına bir reddiye yaptığını belirtelim!

Açıklama:

“Yüce Allah’ın “Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir” sözü. “Ibni Battal söyle demiştir: “İmam Buhari’nin bu bölümden maksadı “Semî’un basîr” in manası, “âlim=çok bilen”dir diyenlere cevap ve reddiyedir. Ibni Battal söyle devam eder: Bu görüsü savunan kimsenin Allah’ı gökyüzünün yeşil olduğunu bilip, onu görmeyen körle ve insanların birtakım sesleri olduğu gibi bilip, bunu duymayan sağırla bir tutması gerekir. Şüphe yok ki işiten ve gören, kemal sıfatı açısından bunlardan birine sahipken, diğerinden mahrum olandan daha mükemmeldir.

Onun her şeyi işiten ve gören olması, çok bilen olmasına ilaveten daha fazla bir özellik ifade eder. Onun her şeyi işiten ve bilen olması, kulakla işitip, gözle görmesini gerektirir.Tıpkı alim olmasının ilimle biliyor olmasını gerektirdiği gibi. Onun her şeyi işiten ve gören olması ile kulak ve göz sahibi olması arasında hiçbir fark yoktur. Ibni Battal bu, kesin olarak ehl-i sünnetin benimsediği görüştür demiştir.“

Allah bu ümmeti sizin şerrinizden muhafaza etsin! Bu ümmetin arayış içindeki gençlerini Teşbih ve Tecsim sapıklığına sürüklemeniz, sizlere mahşer gününde tanık olarak yeter.

Alimlere attığınız iftiralar ise bu işin cabası!

Bikere burada Mutezile’ ye reddiyenin sebebi, onların Allah’ın Göz yada Kulak sahibi olmasını iddia etmelerinden dolayı değil, Görme ve İşitmesinin ilmi manasına geldiğini iddia etmelerindendir. Onun için tutup’ta bu meseleyi Kulak/Göz tartışmasına çekmenin bir anlamı yok! 

Orijinal Feth’ul Bâri’de (yani Arapça metinde) burada yazılanların hiçbiri geçmiyor. Orada gecen su:

“Onun her şeyi işiten ve duyan olması, Onun duyma (özelliği) ile her şeyi duyması, ve görme (özelliği) ile her şeyi görmesi manasındadır”

Yani Arapça metinde hiçbir yerde ne Kulak nede Göz kelimesi geçmekte, tam tersine hep“Sem=Duyma” ve “Basîr=İşitme” sözleri zikredilmekte.

Aslında bu mantığa göre, yukarıdaki misali’ de farklı tercüme etmeleri gerekirdi. Yani:

“Tıpkı alim olmasının ilimle biliyor olmasını gerektirdiği gibi.” degilde:

“Tıpkı alim olmasının BEYINLE biliyor olmasını gerektirdiği gibi.” Tövbe Hasa!

Simdi insan ister istemez soruyor bu mahalle müçtehitleri yetiştiren zevata: “Sizler hiçmi Allah’tan korkmuyorsunuz? Hiçmi bir hesap gününe inanmıyorsunuz? Allah’ı (c.c.) yaratılmışların vasıfları ve özellikleri ile nitelerken, ve insanların zihnine Rablerinin gerçek manada Göz, Kulak, El, Parmak, Baldır vs. gibi Organlara sahip olduğunu yerleştirirken, hiçimi korkmuyorsunuz? Bu nasıl bir hizmet anlayışıdır Allah aşkına?”

Tabiki daha bitmedi. Tahrifat devam ediyor, ve neresinden tutsak elimizde kalıyor!

“Onun her şeyi işiten ve gören olması ile kulak ve göz sahibi olması arasında hiçbir fark yoktur.”

Buda apacik bir iftiradan baska birsey degildir!

Orijinal metinde ise söyle geciyor:

“Onun her seyi isiten ve gören olmasi ile isitme ve görme sifatlarina sahip olmasi arasinda hicbir fark yoktur.” 

Göz ve Kulak, bir aractir/sebeptir. Allah (c.c.) ise, arac ve gereclere ihtiyaci olmayan Zât’dir. O’nu bu gibi yaratiklarin ihtiyac duydugu sebeplerden tenzih ederiz!

“Ibni Battal bu, kesin olarak ehl-i sünnetin benimsediği görüştür demiştir.“dedikleride, Ibni Battal bu son ve dogru aktardigimiz görüsü kast ederek Ehli Sünnetin görüsüdür demistir!”

Gelelim Imam Beyhakiye atilan iftiraya:

Kitapin devaminda (Feth’ul Bâri) söyle tercüme edilmis:

“Beyhaki, el-Esma ve’s-Sifat isimli eserinde söyle der: “es-Semi” kulagi olup, isitilme özelligi olan seyleri duyan, “el-Basir” görülebilen seyleri idrak ettigi bir göze sahip olan demektir. Bunlarin her ikisi Yüce Allah acisindan kendis zati ile kaim bir sifattir”

Asli ise söyledir:

“Beyhaki, el-Esma ve’s-Sifat isimli eserinde söyle der: “es-Semi” duyan olup, isitilme özelligi olan seyleri duyan, “el-Basir” görülebilen seyleri idrak eden demektir. Bunlarin her ikisi/hepsi Yüce Allah acisindan kendis zati ile kaim bir sifattir”

Devaminda söyle tercüme etmisler:

“Beyhaki bundan sonra  ebu Davud’un Müslimin şartini tasiyan güclü bir isnadla Ebu Yunustan naklettigi Ebu Hureyre hadisine yer verir.

Buna göre Ebu Hureyre Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem’in su ayeti okudugunu ifade etmistir: “Allah size mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasinda hükmettiginiz zaman adaletle hükmetenizi emreder. Allah size nekadar güzel ögütler veriyor. Süphesiz Allah her seyi isiten ve herseyi görendir.”

Ebu Hureyre bu ayeti okurken iki parmagini kullanmistir. Ebu Yunus, Ebu Hureyre bas parmagini kulagina sehadet parmagini gözünün üstüne koydu demistir. Beyhaki söyle der: O bu hareketiyle insandaki bulundugu yere isaret ederek Yüce Allah’in kulaginin ve gözünün var olduguna isaret etmek istemistir. Yine o, Allah’in kulaginin ve gözünün oldugunu vurgulamak istemis, bundan maksadin ilim ve bilgi olmadigina isaret etmek istemistir. Sayet böyle olsaydi, Ebu Hureyre kalbine isaret ederdi. Cünkü ilmin mahalli kalptir.”

Asli ise söyledir: 

“Beyhaki söyle der: O bu hareketiyle Yüce Allah’in Duyma ve Görme Sifatinin var olduguna isaret etmek istemiştir. Yine o, Allah’in duyan ve gören oldugunu vurgulamak istemiş, bundan maksadin ilim ve bilgi olmadigina isaret etmek istemistir. Sayet böyle olsaydi, Ebu Hureyre kalbine isaret ederdi. Cünkü ilmin mahalli kalptir.”

(bu mesele benim elimde bulunan Imam Beyhaki’nin El Esma ve’s-Sifat isimli kitabinin 209. cu sayfasinda anlatiliyor. Bu böyle degil diye iddia edenler zikrettigim kitap’in “Allah’in görme ve görülme sifatinin isbati” isimli basliga bakabilirler)

Son bir mesele daha, ki bu bölümü hic tercüme etmemisler (Orijinal Feth’de olmasina ragmen) ve ayni zamanda El Esma ve’s-Sifat’da olmasina ragmen:

“O (Ebu Hureyre) bununla Allah’in uzuvlari oldugunu kast etmemistir. Cünkü Allah (Subhane ve Teala) yaratiklarina benzemekten münezzehtir.”

Allah (c.c.) bu adamlari nasil biliyorsa öyle yapsin…

fethulbari1 fethulbari2

Categories: Tahrifler | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Muhammed bin Abdülvahhab’ın naklettiği kabir ehline ait kerametler

Ümmetin âlimleri, selefi salihinden -radıyallâhu anhum- bazı zatların vefatlarından sonra vuku bulan kerametlerini aktarmışlardır. Bu olaylar, gözleriyle gören güvenilir insanlardan güvenilir başka insanların rivayet etmeleriyle bizlere ulaştırılmıştır. Merhum Şeyh Muhammed bin Abdülvahhab’ın ‘Muhammed bin Suud” üniversitesi yayınları arasında ‘tüm eserleri’ başlığı altında yayınlanan “Ahkâmu Temenni’l-Mevt” adlı eserinde naklettiği bazı kerametleri burada aktarmak istiyoruz.
Kabir ehlinin namaz kılması:

Ahmed bin Affan’ın Hammad’tan onun da Sabit’ten rivayet ettiğine göre Sabit şöyle demiştir: “Allah’ım! Eğer birisine kabirde namaz kılma imkânı verdiysen bana da o imkânı ver” diye dua etmişti. Ebû Naim’in, Cabir’den yaptığı bir nakilde anlattığına göre Cabir: “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki; yanımda Hamid et-Tavil de vardı. Sabit el-bennani’yi kabrine koymuş, kabrin üstünü tuğlayla örmüştük. O esnada bir tuğla düşmüş ve mezarın içini görebilmiştim; o kabrinde namaz kılıyordu.”

 

Kabir ehlinin Kur’an okuması:

Ebû Naim ve İbni Cerir’in, İbrahim bin el-Mihlebi ‘den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: “Bana seher vakti gezinen bazı kimseler
anlattı ki: “Cebbane’de Sabit ei-Benani’nin kabrine uğradığımızda oradan gelen kuran sesleri işittik.” Tirmizi’nin ‘hasen ‘ senetle İbni Abbas -radıyallahu anh-‘t an nakletmiştir:
“Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in ashabından bazıları bir gün çadırlarını farkında olmadan bir kabrin üzerine kurmuşlardı. O gün bir sesin Mülk suresini sonuna dek okuduğunu işittiler. Gelip bu haberi Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e haber verdiklerinde 0:
“O sure, onu kabir azabından koruyan ve kurtarandır ” diye cevap vermişlerdi. Nesai ve Hakim’in Hz. Ayşe -radıyallahu anha- ‘den naklettiğine göre o şöyle demektedir: “Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurmuştur

“Uyuduğumda kendimi cennette gördüm. -Nesai, “cennete girdim ” ifadesini aktarmaktadır- Kur ‘an okuyan birisinin sesini duydum
ve “bu kimdir ” diye sordum. Bana “Harise bin Numan ” diye cevap verdiler. Sonra Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“İyilik böyledir, iyilik böyledir, iyilik böyledir. ” buyurdular. Harise, annesine herkesten iyi davranıyordu.

İbni Ebi Dünya, Hasan’dan rivayet eder: “Bize şu haber ulaştı ki; “Bir insan Kur’an’ı ezberlemeye kalkar ve ezberleyemeden ölürse
hafızlar, onun hafız olmaları için kabirde memur edilir ki kıyamet günü o da hafız olanlarla haşrolunsun.”

Kabir ehlinin birbirini ziyaretleri:

İbni Ebi Şeybe, İbni Sirin’den rivayet eder. O şöyle derdi: “Kişi öldüğünde güzel kefenlenmelidir. Zira onlar kefenliyken birbirlerini
ziyaret etmektedirler” İbni Ebi Üsame “Müsned”inde bu manada ‘Merfu ‘ senetle başka bir rivayette bulunmuştur. Oradaki ifadeler şu şekildedir: “Kabirlerinde birbirlerini ziyaret için yarışırlar.”  “Sizden bir kimse kardeşini defnedeceği zaman güzelce kefensin ” şeklinde bir hadis nakleder İmam Müslim. Tirmizi, İbni Mace, Muhammed bin Yahya el-Hemedani’de “Sahih”inde Ebu Katade’den ‘merfu ‘ olarak şöyle rivayet etmişlerdir:”Sizden bir kimse kardeşini defnedeceği zaman güzelce kefenlesin Zira onlar kabir/erinde birbirlerini ziyaret ederler. ”

Bir ölü vasıtasıyla berzah alemine bir şey göndermek: 

İbni Ebi Dünya, Raşid bin Sa’d’tan ‘la be ‘se bih ‘ bir senetle rivayet etmiştir: “Bir adamın karısı vefat etmişti. Rüyasında bazı vefat
etmiş kadınları görmüş, aralarında hanımını görememişti. Onlara karısından sormuş, onlarda: “siz onun kefenini eksik yapmışsınız. Bu
yüzden bizimle gezinmeye utanıyor” diye cevap vermişlerdi. Uykudan kalkınca Nebi -sallallahu aleyhi ve selllem-‘ e giderek durumu anlatmış O -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Güvenilir bir yol var mı bir bakın ” diye buyurmuştu. Ensar’dan ölümü yakında beklenen bir kimseye durum anlatılmış o da: “Eğer birkimse ölüye bir şey ulaştırabiliyorsa ben ulaştırırım” diye cevap vermişti.`O zat vefat edince onun kefenine hanımına iletmesi için, içinde zaferarı otu olan iki elbise koymuşlardı. Adam, rüyasında, hanımını yolladığı elbiselerle diğer kadınların arasında gezerken görmüştü. İbni Cevzi, Muhammed bin Yusuf el-Fereyabi’den rüyasında, kefeni yüzünden annesinin sıkıntı çektiğini gören kadının kıssasını nakleder. Kadının ölen annesi, kızının rüyasına girmiş ve: “bana bir kefen alın ve falan kadın buraya gelecek onunla bana gönderin” demişti. ‘ Ne yapacakları hususunda kendisine danıştıklarını aktaran Muhammed bin Yusuf el-Fereyabi şöyle anlatır: “Onlara: “Onlar kefen/eri içinde birbirlerini ziyaret ederler” hadisini hatırlatarak bir k efen almalan gerektiğini söyledim.” Kefeni verin dediği kadın, kızın annesinin söylediği zamanda vefat etmiş, akrabaları da kefeni onun yanına koymuşlardı.”


Kabiriere inen nur:

İbni Ebi Dünya, Ebu Üsame’nin arkadaşı Ebu Galib’ten şöyle bir rivayet yapar: “Şam’da ölümü yaklaşan bir genç amcasına: “öldüğümde
eğer Allah beni annerne havale ederse annem bana nasıl muamele eder?”diye sormuştu. Amcası: “vallahi o seni cennete atar” diye cevap vermiş, genç: “vallahi Allah, benim annemden daha merhametlidir” diye karşılık vermişti. Bir süre sonra çocuk vefat etmişti. Bende defnederken amcası ile onun kabrine inmiştim. Kabrinde tuğla örerken bir tuğla düşmüş. Düşen tuğladan kurtulmak için amcası geri sıçrayarak kuıtulabilmişti. “Durumun nedir” diye sorduğumda, düşen tuğla yüzünden açılan boşluktan içerisini gören amcası: “kabrinin içi nur dolmuş ve göz alabildiğine geniş” diye karşılık vermişti.

Ebu Davud ve diğerleri Hz. Ayşe’den rivayet eder: “Necaşi vefat ettiği zaman kendi aramızda “kabrinin üstünden nur hiç gitmeyecek
galiba” diye konuşurduk”

İbni Asakir tarihinde Abdurrahman bin Amare’den rivayet edilir. O şöyle anlatmaktadır: “Ahnef bin Kays’ın cenazesinde hazır bulundum.
Kabrine inenler arasındayım. Kabrini düzenlerken kabrinin göz alabildiğine geniş olduğunu gördüm. Arkadaşlarıma olanı gösterdiğİrnde
kimse benim gördüğümü görememişti.”

İbrahim el-Hanefı’den nakledilir: “Mahan el-Hanefı kapısının önünde asılarak idam edilmişti. Biz geceleri onun yanında bir nur görürdük.”

[Mefahim, Seyyid Alevi el Maliki, s.288-291]
Kabirdekilerin bu hallerine karşı çıkan şahıslar acaba Muhammed  b. Abulvehhaba ne dicekler!!

 

Categories: Ölüler işitir-Ruh ölmez | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

“Ihtilaflı” olan tevessül hakkında bir açıklama

Tevessül meselesinde tartışılan ihtilaflı taraf, birisinin kendi amellerinin dışında, bir şahsı vesile etmesi ile alakalıdır. Mesela “Allah’ım! Ben sana peygamberin Muhammed Mustafa’yı vesile ediyorum, ya da Ebubekir’i, Ömer’i, Osman’ı, Ali’yi vesile ediyorum” demesi caiz midir değil midir diye ihtilaf edilmiştir. Bazıları işte bu çeşit tevessülü caiz görmemiştir.

Bizce, burada görünüşte bir ihtilaf vardır; durum sadece şeklîdir. Zira tevessül, nihayetinde bir insanın amelleriyle tevessül etmesi anlamına gelir. Bu çeşit tevessülü de anlattığımız gibi herkes kabul etmiştir. Meseleyi, inat ve ön yargıyla değerlendirme âdeti bir kenara bırakılırsa, Müslümanlara şirk ve sapkınlık ithamıyla saldırmaya sebep olan her şeyin kendiliğinden ortadan kalktığı görülecektir.

Birazdan açıkça anlaşılacaktır ki bir şahıs ile tevessül eden kimse, aslında onun yapmış olduğu amelleri vesile edinmektedir. Bir kimse birisini vesile ediniyorsa; onun salahına, velayetine ve faziletine olan hüsnü zannından kaynaklanan bir sevgiden dolayıdır. Yani bu kişinin Allah’ı sevdiği ve onun yolunda çalıştığını ya da:
يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ
“Allah onları sever, onlarda Allah’ı” (Maide 54) ayeti kerimesinde işaret edilen, Allah’ı seven ve Allah’ın da kendisini sevdiği bir kul olduğuna olan inancından dolayı onunla Allah’a tevessül etmektedir.

Dikkatli düşünüldüğünde, vesile edilen şahsa karşı duyulan bu muhabbet ve güvenin, onun işlediği salih ameller yüzünden olduğu anlaşılır. Yani tevessül eden kişi, tevessül ettiğinde sanki şöyle demiş olmaktadır: “Allah’ım! Ben falan kişinin seni sevdiğine senin için amel edip yolunda çalıştığına inanıyorum. İnanıyorum ki sende onu seviyorsun ve ondan razısın. İşte bunun için onu seviyor ve ona olan muhabbetimden dolayı şöyle şöyle yapmanı istiyorum.”

Tevessül eden kişi, yaptığı ile bunu demek istemiştir. Ama yerde ve göklerde olan her şeyi, gözlerin görmediği, kalplerde gizli olanları bilen Allah’tan hiçbir şeyin gizli olmadıklarını da bilirler. Bu yüzden çoğu zaman, böyle uzun uzadıya ifadeler kullanmadan, kısaca “onu vesile ediyorum” demekle yetinirler.

Bir kimsenin “Allah’ım! senin peygamberini vesile kılıyorum” demesi ile “Allah’ım! Senin peygamberine olan sevgimi sana vesile kılıyorum” demek arasında hiçbir fark yoktur. Zira ilk ifadeyi de söylemesi de sadece peygambere olan iman ve muhabbeti sebebiyledir. Bu muhabbet olmasa zaten onu vesile kılmazdı. İşte evliyullahı vesile edinmek, aynen peygamberlerle yapılan bu tevessül gibidir.

Bu anlattıklarımız vesile edinme konusundaki ihtilafın sadece sureta bir ihtilaf olduğunu ve hakiki olmadığını göstermektedir. Bu durumda, bu tefrika ve oluşan suni düşmanlıklara, vesile yolunu tutan kimseleri küfürle ve dinden çıkmakla itham etmeyi gerektirecek hiçbir mahal kalmamaktadır
سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ
“Allah’ım seni tenzih ederim bu büyük bir iftiradır” (Nur 16)

[Seyyid Alevi el Maliki, Mefahim]

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Şehid Abdullah A‘zam ve Tevessül

Hazreti Peygamber’i dualarda aracı kılmanın hükmü:

Bu hususta uyanık olun! Birçok genç, meseleyi bilemiyor. Peygamber’i Allah’a duada aracı yapmanın ne demek olduğunu idrak edemiyor.

Sen kendilerine: Peygamberin vesile edilmesini zikrettiğinde, onlar: “Vesile edinmek ne?” diye sorup duruyorlar.

Aslında Peygamber’i vesile etmenin ne demek olduğunu izah etmek gerekiyor. Peygamber’i vesile etmek, “Ey Allah’ım! Sen beni Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yüzü suyu hürmetine affet, onun vasıtası ile bana merhamet eyle!” şeklindeki dualardır.

Bu tür dualar kişiyi müşrik yapmaz. Çünkü yüce Mevla’nın katında Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in özel bir mevkiinin bulunduğunu kim inkâr edebilir? Bineanaleyh Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i aracı kılma şirk değildir.

[ “Fî Zilâli Sûreti’t-Tevbe” (Tevbe Süresinin Gölgesinde Cihad Dersleri), s.555]

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn Abdilber ve Akaid bahsi (3+4)

Tevil’in nerede yapılacağını bilmeyen mücessim cahiller, Allah bilir şimdi İbn Abdilber için de SIFAT İPTALCİSİ diyecekler!

İbn Abdilber:

”Allah u Teâlâ güler sözünün manası, yani bu durumda( ikisini cennete koyarak) kuluna merhamet eder. Allah u Teâlâ kulunu şefkat, merhamet, rahmet ve rahatlıkla karşılar. Allah güler sözü mecazi manadadır.”
Kaynak: (et-Temhid/18.cild/345.sayfa)

———————————————————

İBN ABDİLBER (rahimehullah) TAM BU NOKTADA SELEFÎ-VEHHABİLERİN ASIL GÖRÜŞÜ OLAN MÜCESSİM VE MÜŞEBBİHELİĞİ ANLATIYOR VE SELEFÎ-VEHHABİLERİN EHLİSÜNNETE SIFAT İPTALCİSİ DEDİKLERİ SÖZÜNE REDDİYE OLARAK ŞUNLARI NAKLEDİYOR.

Ebu Ömer dedi ki:
Ehlisünnet âlimleri, Kuran-ı Kerim ve Sünnette geçen bütün sıfatları kabul etme, iman etme ve hakiki manası üzere olup mecâz olmadığı konusunda icma etmişlerdir.

Ancak, bu âlimler keyfiyet isnad etmezler ve hiçbir sıfatı sınırlamazlar!

Ama bidat ehli, Cehmiyye ve Mutezile’nin hepsi ve haricilerin hepsi sıfatları inkâr eder ve hiçbir sıfatı hakikati üzerine hamletmezler. Bu sıfatları kabul edenlerin müşebbih olduklarını zannederler. Bunlar; sıfatları kabul edip, isnad edenlerin yanında mabudu nefyedenler olarak tanımlanırlar. Doğru olan, Allah’ın kitabının ve Resulünün de (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetinin söylediğini söyleyenlerdir. Onlar da Ehlisünnet vel cemaat imamlarıdır. Allah’a şükürler olsun.

Harmele bin Yahya rivayet etti dedi ki: Abdullah bin Vehb’i duydum diyordu ki; Malik bin Enes’i duydum şöyle diyordu: ”Kim ki Rabbi’ni şöyle vasıflarla vasıflarsa
Örneğin; [Yahudîler, «Allah’ın eli bağlıdır,» dediler.] bu ayeti okuyup eliyle boynuna işaret ederse ve diğer bir ayet-i kerime olan [O, her şeyi işitir ve görür.] deyip kulaklarına ve gözlerine ve ya bedeninden herhangi bir yerine işaret ederse, o işaret ettiği yeri kesilir. Çünkü o Allah’ı kendi nefsine benzetmiş olur.

Kaynak: (et-Temhid/18.cild/346-347.sayfa)

Ibn Abdilber ve akaid bahsinin önceki bölümleri:
1) https://islamkalesi.wordpress.com/2013/07/28/ibn-abdilber-ve-akaid-bahsi-1/
2
https://islamkalesi.wordpress.com/2013/08/11/ibn-abdilber-ve-akaid-bahsi2/

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ölülere Kuran-ı Kerim’in sevabı ulaşır mı?

Kuran-ı Kerim’in ölüler için okunup, ruhlarına hediye edilmesi eğer sevap maksatlı olup bu iş karşılığında KARÎ’ (yani okuyan) para istemiyorsa; Hac ve Orucun sevabının ulaştığı gibi Kuran-ı Kerim’in de sevabı ölüye ulaşır.
İTİRAZCI:   ”Bu tür bir şeyi seleften kimse yapmadı ve Resulullah da (sallallahu aleyhi vesellem) onları böyle bir amele yönlendirmedi” derse Cevap: Bu soruyu soran kişi; Hac, Oruç ve Dua’nın sevabının ölüye ula…şacağına inanıyorsa ona şöyle denir: ”Bu ibadetlerin sevabı ile Kuran-ı Kerim’in sevabı arasındaki fark nedir? Ve selefin böyle bir uygulama yapmadıkları aleyhimizde bir delil olamaz! Peki, böylesi genel-umum bir olumsuzluk hükmünü (yani ölüye Kuran-ı Kerim’in sevabı ulaşmaz hükmünü) neye göre veriyorsunuz?”
İTİRAZ: Eğer cevaben derlerse: ”Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onları, ölülerine oruç tutmaya, hac yapıp sadaka vermeye yönlendirdi lakin Kuran-ı Kerim okumaya teşvik ettirdiğine dair bir nakil gelmemiştir”
CEVAP: Biz de deriz: ”Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara direk teşvik amaçlı bunları emretmedi, bilakis bu sorular soruldu diye cevaben onara şöyle, böyle yapmalarını buyurdu. Bir tanesi ölüsüne HAC yapmak için sordu ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona izin vermiştir. Başka birisi Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) ölüsü için ORUÇ tutabilir miyim diye sordu ve Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem) ona izin verdi. Bununla beraber dikkat edilecek nokta şudur! Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem)  bu soruyu soranların dışındakilere bu ibadetleri ölüleri için yasaklamadı, Ümmet-i Muhammed’ten olan herkes kendi ölüsü için Oruç tutabilir ve Hac yapabilir. Aynı şekilde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)  ORUÇ ile HAC dışındaki ibadetlere bir yasak getirmedi. Madem ortada umumî ve ya hususî bir yasak yoksa! O zaman, imsak ve niyetten ibaret olan orucun sevabının ölüye ulaşması ile zikir ve Kuran-ı Kerim kıraatinin sevabının ölüye ulaşması arasında ne fark vardır?

(Akidet-ut Tahaviyye Şerhi/ Ebul İzz el-HanefÎ/ Elbanî tahkikli)

Categories: Ölüye amellerin hediye ve arz edilmesi, Kabirde kuran okumak | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Nebi sallallahu aleyhi vesellem in kabrini ziyaret edenin yapacağı zikirler

Merakil Felah bi İmdadil Fettah(sefaat)(isaretli)
Hanefi fukahasından Ebul ihlas Eş Şurunbulali Nebi sallallahu aleyhi vesellem in kabrini ziyaret edenin yapacağı zikirleri anlatıyor ;

وقد قال الله تعالى: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً }, وقد جِئناك ظالمين لأنفسنا, مستغفرين لذنوبنا, فاشفَعْ لنا إلى ربك, واسأله أن يُمِيتَنا على سنّتِك, وأن يَحشُرَنا في زُمْرتِك, وأن يُوْرِدَنا حَوْضَك, وأن يُسقِيَنا بكأسِك غيرَ خَزَايَا ولا نَدامى, الشفاعة الشفاعة الشفاعة يا رسولَ الله – يقولها ثلاثا – { رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْأِيمَانِ وَلا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ }, وتُبلِّغه سلامَ من أوْصاك به فتقول : السلام عليك يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ, يتشفَّع بك إلى ربك فاشفَعْ له وللمسلمين

Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar ederek geldik. Bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzere vefat ettirip zümrende haşretmesini havzuna kavuşturmasını utanç ve pişmalık olmadan kasenle içirmesini iste. Şefaat Şefaat Şefaat Ya Rasulullallah.Bunu üç defa der.
Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin (Haşr 10)
sonra kendisiyle selam gönderenlerin selamını ileterek dersin ki ; Filan oğlu filanın sana selamı var Ey Allahın Rasulu senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor ona ve müslümanlara şefaat et.

[Ebu İshak Eş Şurunbulali : Merakil Felah bi İmdadil Fettah ]

Categories: Istigase, Kabir ziyareti, Tevessül, Şefaat | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mevlid(Mekke Muftusu Zeyni Dehlan)

zeyni dehlankapak(mevlid) zeyni dehlansayfa(mevlid)
Mekkenin müftüsü, Ahmad ibn Zeyni Dehlan “es siyer en nebeviyye” kitabında, Mevlidi kutlama hakkında bir bölüm yazmıştır :

İnsanların alışkanlığındandır ki, O’nun (peygamber sallallahü aleyhi vesellem) Yüce doğum hikayesini duyunca, O’nu onurlandırmak için ağağıya kalkarlar. Bu hareket Pergamberi sallallahu aleyhi vesellem)övmek için iyi bir harekettir, ve bu nice âlimler tarafından uygulanmıştır. Misal de geçtiği gibi.
eş siyer’da Halebi şöyle dedi : bazılarına göre imam es Subki kendi döneminin çoğu alimleriyle bir araya gelmiştir, bu sırada bir şair Pergamberimizi (sallallahü aleyhi vesellem) öven es sarsarı’nın ezgisini söylemeye başladı.

İmam ee Subki ve orada bulunan bütün insanlar ayağıya kaltı ve huzur verici bir ortam oldu.
Mevlidi kutlamak anmak ve bunun için insanları toplamak iyi bir ameldir,iştir.

Categories: Mevlid | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mevlid(devamı)

İmam Celaleddin Suyûtî(Rahimuhullah), Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutlamak, neden vefatına üzülmekten önce geldiğini anlatıyor (aynı günde vefat edip, doğmuştur):

Peygamber Efemdimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumu bizim için bir lütuftur, vefatıda bizim için üzücüdür. Şeriat lütuf verildiğinde sevinip Allah’a şükretmemizi emrediyor, belaya da sabredip gizlememizi emrediyor. Bunun için şeriat bize bir çocuğun doğumunda akika kurbanını kesmemizi emrediyor, bu Allah’a şükretmemizin bir işaretidir. Fakat ölümde bir kurban kesme emri yoktur, hatta yas tutmak bile caiz değildir. Bundan dolayı şeriattın emri üzere, bir müslüman Rebiül Evvel ayında, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumuna sevinmesi lazım. [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 54-55]

Şeyhülislam ve muhaddis, İbni Hacer Askalanî

Şeyhülislam ve muhaddis, İbni Hacer Askalanî’ye, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğum gününde onu anmak hakkında ne düşündüğünü sordular, şu şekilde cevap verdi:

Peygamber Efendimizi (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğum gününde anmak, ilk üç asrın takva sahibi müslümanlarının yapmadığı bir icattır. Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) anılması, salih ve batıl özellikler taşıyabilir. Eğer Peygamberiz (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) anıldığında, salih ve şer’an uygun bir şekilde anılır, ve batıl bir şekilde anılmazsa, bu noktalara dikkat edilirse, o zaman bu icat, takdire değer bir icattır, bu noktalara dikkat edilmezse, o zaman bu takdir edilmez bir icattır. Bu konuda bir sahih hadis dikkatimi çekti: Peygamberimiz(sav) bir gün medineye gitti, ve orada yahudilerin, Muharrem ayının 10’unda oruç tuttuklarını gördü’ [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 63] [Birdahaki sayfada devam ediyor]

Ve onlara niye oruç tuttuklarini sordu, onlar da: “Allah bu günde firavunu boğdu ve Musa’yı (aleyhi’s-selam) kurtardı, Allah’a şükretmek için bu günde oruç tutuyoruz” dediler. Bu bize, belirli bir günde, Allah’ın bizlere verdiği nimet ve bizleri bir beladan kurtardığından dolayı, o günde bunu kutlamanın caiz olduğunu gösterir. Kuran okuyarak, oruç tutarak veya sadaka vererek kutlanılır. Böyle bir gün (aşûre) kutlanırda Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumu kutlanmaz mı? Buraya bakarak aşûre gününü kutlamanın caiz olduğunu görüyoruz, yukarıdaki olayı görmezden gelenler aşûreyi kutlamanın caiz olmadığını sanarlar, bazıları da bu günü yılın başka bir gününe taşıdılar. [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 64]

Başka bir hadise bakarak mevlidin caiz olduğunu gördüm (yukarıdaki, aşure hakkındaki hadisten başka). Beyhaki’de, Enes’in (radiallahu anhu) naklettiği hadiste, Peygamberimiz (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) buyurduki: “Peygamberimiz kendisine peygamberlik geldikten sonra, kendisi için bir akika kurbanı kesti”. Dedesi Abdulmuttalib, doğumundan 7 gün sonra bir akika kurbanı kestiği söyleniyor, ve akika tekrarlanmaz. Bundan dolayı Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) kurbanı kesmesinin nedeni şükürdür, ümmetinin şerefi içindir. Bizimde onun doğumunu kutlamamız önerilmiştir, O’nun doğumuna şükretemek için, kardeşlerimize yedirerek, salih amel işleyerek ve sevinerek. Bu hadis önceden bahsedilen hadisi doğruluyor (Pazartesi peygamberimizin doğum günüdür ve peygamberlik yıldönümüdür). [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 64-65]

İmam Şemseddin ed-Dimeşkî şöyle yazdı:

Ebu Leheb’in cehennem azabı her Pazartesi günü hafifletirler, çünki o Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutladı ve o günlerde kölesi olan Sevbe’yi (radiallahu anh) azad etti. Ebu Leheb’in ebedî kalacağı yer cehennem olmasına rağmen, ve Tebbet sûresi onun hakkında inmesine rağmen, onun azabı her Pazartesi günü hafifletiliyor. Buraya bakınız ve ömrü Peygamberimizi överek geçen bir müminin durumunu düşününüz. [ Mevridu’s-Sadi Fi Mevlidi’l-Hadi, İmam ed-Dimeşkî ve ayrıca İmam Suyuti’nin Hassanu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 66]

Rebiülevvel’in Bereketi, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) hürmetinedir, bu ümmet ne kadar salatü selam getirir ve sadaka verirse, okadar mükafaatlandırırlar. [ Fatawa al Azizi 1:123]

Molla Aliyyu’l-Kari (rahimehullah), Şerhu’l-Miskat’ın yazarı ve hanefi âlimi:

Allah şöyle buyurdu: Aranıza sizden olan bir resul geldi(9:128), burada Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) aramıza geldiği günü kutlamaya bir işaret var, bunun için bu günde Allah’a şükür etmek için zikretmek gerek. Mübah olan semâ ve çalgı muhabbetten dolayı Mevlid’in bir parçası olabilir, bunun hiçbir sakıncası yoktur. [Molla Ali Kari, Al Mawlid an Nabi, s. 17]

Büyük müfessir ve sufi İsmail Hakkı (rahimehullah) buyurdu ki:

Mevlid-i şerifi kutlamak, Peygamberimize (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) en büyük övgü/muhabbet gösterme sekillerinden birisidir, caiz olmayan durumlardan sakınıldığı müddetçe. İmam Suyûtî (rahimehullah) buyurdu ki: Peygamberimiz’in doğum yıldönümünde sevinmek bizim için müstehabtır. [Rûhul beyan tefsiri, Cild 9, s. 52]

Mevlana Abdulhay Luknevi (rahimehullah) buyurdu ki:

Eğer Ebu Leheb gibi bir kafir, Peygamberimizim (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutladığı için ödüllendiriliyorsa, o zaman Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutlayıp onun için sevinen bir müslümanın makamı tabiki yüksek olur, İbn Cevzi ve Şeyh Muhaddis Hak Delvi’nin bahsettiği gibi. [Abdulhay, Mecmua el fetavâ, Cild 2, s. 282]

Categories: Mevlid | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Tahrifler!

Bid’atçılar, Eş’âri ile diğer İslam alimlerinin kitaplarına, sayılamayacak kadar çok şeyleri gizlice ilave etmişlerdir. Mesela: İmam İbn Cerir et-Taberi’nin İsrâ/79. ayete yaptığı tefsir yerine kapalı bir ifade kullanarak ondan tecsim anlaşılan bir tabiri sokmuşlardır. Hindistan’da basılmış İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’âri’nin El-İbane adlı eserine, teşbihi [Allahü teâlâyı mahlukata benzetmeyi] ifade eden şeyleri (**); Kurtubi’nin En’am/18. ayetine yaptığı tefsire ilave yapıp ondan teşbih anlaşılan tabirleri dercetmişlerdir. Mezkur tefsiri mütalaa eden kimse, ibarede çelişki olduğunu anlayacaktır. Teymiyyeciler de, Alusi’nin tefsirine çok şeyler ilave etmişlerdir. Hele kendini meşhur selefi diye lakaplandıran Münir Ağa’nın tabettiği tefsirde… Kendisi birçok kitap tabetmiş ve kitaplarda birçok fâsid yorumlarda bulunmuştur. Alusi’nin tefsirine gizlice soktuğu en önemli ibaresi, Maide/35. ayetin tefsirindedir. Orada söylediği uzun sözü mütalaa eden sonun evvelini nakzettiğini [çeliştiğini] anlar. Teşbih inancını, Seyyid Abdülkadir Geylâni’nin Gunye adlı eserine de gizlice sokmuşlardır.
Ulemanın eserlerinden sözlerini silip, tahrif etmişlerdir. Bu hususta Tacü’s-Sübki Tabakat kitabının cerh ve ta’dil kaidesinin altında, Basralı Ahmed b. Salih’in hal tercümesi bahsinde şöyle der: (…) Zamanımızdaki bazı Mücessime taifelerinin durumları o safhaya varmışdır ki, Nevevi’nin Sahih-i Müslim’e yazdığı şerhdeki müteşabih hadisler hakkındaki ibaresini şerhten çıkarıp yazmamışlardır. Zira, Nevevi’nin akidesi Eş’âriye akidesidir. Demek ki, bu kâtip Nevevi’nin inancından hoşlanmayıp müellifin dediğini yazmayı hazmedememiştir. Bence bu, büyük günahlardandır. Çünkü bu durum, şeriatı tahrif etmek, İslam alimlerinin eserlerine ve halkın ellerindeki İslami kitaplara karşı bir itimatsızlıktır ve itimatsızlık kapısını açmaktır. Allahü teâlâ böyle yapanı kötüleyip utandırsın! Öyle yapan kimsenin, Nevevi’nin şerhini yazmaya ve şerhin de ona ihtiyacı yoktu. Burada Tacü’s-Sübki’nin dedikleri sona erdi.
Ben de şunu derim ki: Alimlerin eserlerinden sözlerini silme bayrağını bu zamanda elinde tutan kimse Mecelletü’l-Menar’ın sahibidir. Yaptığı hataların bazıları şunlardır: Hocalarımızın hocası olan Muhaddis Falih ez-Zahiri, nakil eylediği (Encehu’l-mesai fi sıfati-yi’s-sâmi’ ve’l-vâi) adlı eserinin Ahkâmü’l-Mesâcid bahsinde, daha kitabı basılmadan önce, Muğni b. Kudametü’l-Hanbeli’den, ölen ve hayatta kalan evliyâ ve salih zatlardan tevessülün mübah olduğuna dair “İslamiyetin her dört mezheb sahipleri ittifak etmişlerdir” diye nakletmiştir. Bu (el-Menar) kitabını tabedince kitapta yazılı bu nakli yazmayıp içinden çıkardı. Ulemanın kelâmını tahrif etmesi, onlara iftira edip yermesi, kendi arzusuna ve İbni Teymiyyecilerin arzularına uygun olmayan meseleleri ve hadisleri kendi mecellesinde ve yorumlarında tahrif etmesi sayılamayacak kadar çoktur…

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.97-98.]

(**) Bu konuda E. Sifil şu tespiti yapmış: “Geçmiş alimlerin birer emanet olarak bizlere bıraktığı eserleri üzerinde kafamıza göre oynamalar yapmak kelimenin tam anlamıyla bir “hıyanet”tir ve bu hıyaneti kim ne maksatla işlemiş olursa olsun, bunu mazur görmek ve göstermek mümkün değildir…Yine benzeri bir tahrif, İmam el-Eş’ârî’nin “el-İbâne”sinde yapılmıştır. Bu eserin dört ayrı yazma nüshası karşılaştırılarak yapılan Dâru’l-Ensâra baskısında Allahü Teâlâ’nın Arş’a istivası meselesinde tenzih akidesine tam anlamıyla uygun tarzdaki bir paragraf, diğer baskılarda görülmemektedir.”

Categories: Tahrifler | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.