Posts Tagged With: Akaid

Imam Beyhaki’nin Akidesi

İmam Beyhakî’nin (rahimehullah):

“Kişinin en azından bilmesi gereken şey; Allah u Teâlâ’nın istivası normal bir istiva gibi kıvrılmak, bir mekânda istikrar etmek (bulunmak) ve ya yarattığı herhangi bir şeye değmesi falan değildir! Lakin kendisinden haber verdiği gibi KEYFİYETSİZ bir şekilde Arş’a istiva etmiştir. ‘Eyne’siz, ‘Keyfe’siz (Nerededir’siz ve Nasıldır’sız). Bütün mahlûkatlarındanayrıdır.
O’nun ityanı (gelmesi) bir mekândan başka bir mekâna gelmek değildir. Allah u Teâlâ’nın mecîi (gelmesi) hareket etmek demek değildir. Nuzulu, nakil etmek demek değildir. Nefsuhu, cisim demek değildir. Vechuhu, yüzü (sureti) demek değildir. Yeduhu , aza demek değildir. Aynuhu, gözü-gözbebeği demek değildir. Muhakkak ki bunlar tevkifi olarak gelen sıfatlardır ve biz de bunu söyleriz (kabul ederiz), ancak bu sıfatlardan KEYFİYETİ nefyederiz. Allah u Teâlâ: [O’nun benzeri hiçbir şey yoktur] ve [Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir] ve [O’nun ismiyle isimlendirilen birisini biliyor musun?] buyurdu.”

[Beyhaki, El-İtikad ve’l Hidaye/1.cild/117.sayfa]

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Taberî ve ”Sonra Semâ’ya istivâ etti…” ayetinin tefsiri

“İstivâ” Arap kelâmında birçok manaya gelir. Onlardan

(Bir) tanesi: “Adamın gençlik yıllarının son bulması ve kuvvetlenmesi” manasıdır. İnsan böyle olduğu zaman, إِسْتَوَئ الرَّجُلُ=/”adam İstiva etti” denilir.

(İki): İstiva kelimesinin manalarından bir tanesi de bulunmuş olduğu hususda doğru hâle gelmesi ve düzelmesi demektir. Bir adamın işi eğri ve yamuk yumuk olduktan sonra düzelirse, إِسْتَوَي لِفُلَان أَمْرُهُ=/“işi falancıya istiva etti” denilir. “İstivâ” kelimesinin manalarından bir tanesi de “bir şeye bir iş ile yönelmek” demektir. Nitekim şöyle denilir: Bir insan bir insana iyilik ve ihsanda bulunduktan sonra, إِسْتَوَي فُلَانٌ عَلَي فُلَان بِمَا يَكْرَهُهُ وَ يَسُوئُهُ بَعْدَ الْاِحْسَانِ إِلَيْهِ “İstevâ fülanün ala fülanın bima yekrahuhu ve yesûühu ba’de’l-ihsâni ileyhi”/ “falancı falancıya hoşlanmadığı, kendisini kötü edecek bir şeyle, ona ihsanda bulunduktan sonra ikbal etti, yöneldi” demektir.

(Üç): İstivâ kelimesinin manalarından bir tanesi de “İhtiyâz” yani hayyizine/”içine almak”, yani “kaplamak” demektir. Nitekim, إِسْتَوَي فُلَانٌ عَلَي الْمَمْلَكَةِ = /”falancı memlekete istiva etti” yani onu ihtiva etti içine aldı ve zabtetti.

(Dört): İstivâ kelimesinin manalarından bir tanesi de عُلُوٌّ=/”Uluvv” ve اِرْتِفَاعٌ=/”İrtifa’”/”yüksekte olmak, yücelmek ve yükselmek” demektir. Bir insanın إِسْتَوَي فُلَانٌ عَلَي سَرِيرِهِ= /”falancı divanının üzerine çıktı” denilir. Bu ayeti celîleye bu manaların hangisi daha çok yakışıyor?. Yani bunların en evlâsı, ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ= ayeti celilesindeki İstivâ عَلَي عَلَيْهِنَّ واَرْتَفَعَ= /”üzerine çıktı ve yükseldi, kudretiyle onları tedbir etti; yani “on-ları yedi kat sema olarak yarattı” demektir. Arap kelamında, ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ = ayeti celîlesindeki İstivâ’nın “Uluvv” ve “İrtifa'” olduğunun anlaşılacağını inkar eden kimselere şaşılır, “Allah Teâla semanın üzerine yükseldi” demek, “önceden altındaydı da sonra üstüne yükseldi” manasına gelebilileceği endişesiyle böyle bir yanlış manadan kaçınmak için, buradaki İstivâ’nın İrtifa’/yükselme manasında olduğundan kaçınan kimselere şaşılır.

Bu kimse şu mahzurdan kaçar ama onu bilinmeyen ve hoş olmayan bir şekilde te’vîll eder. Sonra da bu kaçtığı şeye/mahzûra kendisi tutulur. Ona, sen, “İstevâ” akbele/ikbâl etti demektir. Allah Teâla, daha önce “İdbâr” mı etmişti?. Yani, önceden semaya arkasını mı dönmüştü de şimdi önünü döndü, ona yöneldi; bunu mu iddia ediyorsun? denilir. Eğer iddia ederse ki, “bu İkbâl, fiili bir İkbâl değildir. Fakat bu tedbiriyle yöneldi manasında bir ikbaldir” derse, ona şöyle denilir: Aynı şekilde de ki, “O’nun YÜKESLEMESI MÜLK VE SULTAN YÜKSELMESIDIR. BIR YERDEN BIR YERE INTIKAL VE BIR YERDEN AYRILMA YÜKSELMESI DEĞILDIR, MANEVI BIR YÜKSELMEDI.” O bu husuta ne şey söylerse, onun gibi bir şeyle ilzam edilir…”

[Tefsîr-i Taberî:1/428 (Mektebetü İbni Teymiyye-Kâhire)]

Görüyorsun ki, İbnü Cerîr “Arşın üzerine istivâyı orada oturmak ve yerleşmek manasında tefsir etmedi; aksine onun “mülkiyet ve sultanlık”/”hükümrânlık manasında bir yükselmek,” “mâlik olmak hükümranlığı altına almak manasında bir yükselmek” demek olduğunu anlattı.

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Vahhabilerin Feth’ul Bâri tercümesindeki inanilmaz tahrifati

Polen Yayınlarının (Selefi gecinen Vahhabi yayinevi) Feth-ul Bâri tercümesindeki tahrifatları bitmiyor!

14. cildin 459-460 sayfalarında (Tevhid Bölümü) “Yüce Allah’ın (c.c.) “Allah (c.c.) Her Şeyi İşiten ve Her Şeyi Görendir” Sözü” isimli baslığın açıklamasında/şerhinde söyle bir tercüme yapılmış

Öncelikle burada İmam Buhari’nin “Allah’ın her şeyi işiten ve gören olması” Onun ilim sahibi olması anlamındadır diyen Mutezile mensuplarına bir reddiye yaptığını belirtelim!

Açıklama:

“Yüce Allah’ın “Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir” sözü. “Ibni Battal söyle demiştir: “İmam Buhari’nin bu bölümden maksadı “Semî’un basîr” in manası, “âlim=çok bilen”dir diyenlere cevap ve reddiyedir. Ibni Battal söyle devam eder: Bu görüsü savunan kimsenin Allah’ı gökyüzünün yeşil olduğunu bilip, onu görmeyen körle ve insanların birtakım sesleri olduğu gibi bilip, bunu duymayan sağırla bir tutması gerekir. Şüphe yok ki işiten ve gören, kemal sıfatı açısından bunlardan birine sahipken, diğerinden mahrum olandan daha mükemmeldir.

Onun her şeyi işiten ve gören olması, çok bilen olmasına ilaveten daha fazla bir özellik ifade eder. Onun her şeyi işiten ve bilen olması, kulakla işitip, gözle görmesini gerektirir.Tıpkı alim olmasının ilimle biliyor olmasını gerektirdiği gibi. Onun her şeyi işiten ve gören olması ile kulak ve göz sahibi olması arasında hiçbir fark yoktur. Ibni Battal bu, kesin olarak ehl-i sünnetin benimsediği görüştür demiştir.“

Allah bu ümmeti sizin şerrinizden muhafaza etsin! Bu ümmetin arayış içindeki gençlerini Teşbih ve Tecsim sapıklığına sürüklemeniz, sizlere mahşer gününde tanık olarak yeter.

Alimlere attığınız iftiralar ise bu işin cabası!

Bikere burada Mutezile’ ye reddiyenin sebebi, onların Allah’ın Göz yada Kulak sahibi olmasını iddia etmelerinden dolayı değil, Görme ve İşitmesinin ilmi manasına geldiğini iddia etmelerindendir. Onun için tutup’ta bu meseleyi Kulak/Göz tartışmasına çekmenin bir anlamı yok! 

Orijinal Feth’ul Bâri’de (yani Arapça metinde) burada yazılanların hiçbiri geçmiyor. Orada gecen su:

“Onun her şeyi işiten ve duyan olması, Onun duyma (özelliği) ile her şeyi duyması, ve görme (özelliği) ile her şeyi görmesi manasındadır”

Yani Arapça metinde hiçbir yerde ne Kulak nede Göz kelimesi geçmekte, tam tersine hep“Sem=Duyma” ve “Basîr=İşitme” sözleri zikredilmekte.

Aslında bu mantığa göre, yukarıdaki misali’ de farklı tercüme etmeleri gerekirdi. Yani:

“Tıpkı alim olmasının ilimle biliyor olmasını gerektirdiği gibi.” degilde:

“Tıpkı alim olmasının BEYINLE biliyor olmasını gerektirdiği gibi.” Tövbe Hasa!

Simdi insan ister istemez soruyor bu mahalle müçtehitleri yetiştiren zevata: “Sizler hiçmi Allah’tan korkmuyorsunuz? Hiçmi bir hesap gününe inanmıyorsunuz? Allah’ı (c.c.) yaratılmışların vasıfları ve özellikleri ile nitelerken, ve insanların zihnine Rablerinin gerçek manada Göz, Kulak, El, Parmak, Baldır vs. gibi Organlara sahip olduğunu yerleştirirken, hiçimi korkmuyorsunuz? Bu nasıl bir hizmet anlayışıdır Allah aşkına?”

Tabiki daha bitmedi. Tahrifat devam ediyor, ve neresinden tutsak elimizde kalıyor!

“Onun her şeyi işiten ve gören olması ile kulak ve göz sahibi olması arasında hiçbir fark yoktur.”

Buda apacik bir iftiradan baska birsey degildir!

Orijinal metinde ise söyle geciyor:

“Onun her seyi isiten ve gören olmasi ile isitme ve görme sifatlarina sahip olmasi arasinda hicbir fark yoktur.” 

Göz ve Kulak, bir aractir/sebeptir. Allah (c.c.) ise, arac ve gereclere ihtiyaci olmayan Zât’dir. O’nu bu gibi yaratiklarin ihtiyac duydugu sebeplerden tenzih ederiz!

“Ibni Battal bu, kesin olarak ehl-i sünnetin benimsediği görüştür demiştir.“dedikleride, Ibni Battal bu son ve dogru aktardigimiz görüsü kast ederek Ehli Sünnetin görüsüdür demistir!”

Gelelim Imam Beyhakiye atilan iftiraya:

Kitapin devaminda (Feth’ul Bâri) söyle tercüme edilmis:

“Beyhaki, el-Esma ve’s-Sifat isimli eserinde söyle der: “es-Semi” kulagi olup, isitilme özelligi olan seyleri duyan, “el-Basir” görülebilen seyleri idrak ettigi bir göze sahip olan demektir. Bunlarin her ikisi Yüce Allah acisindan kendis zati ile kaim bir sifattir”

Asli ise söyledir:

“Beyhaki, el-Esma ve’s-Sifat isimli eserinde söyle der: “es-Semi” duyan olup, isitilme özelligi olan seyleri duyan, “el-Basir” görülebilen seyleri idrak eden demektir. Bunlarin her ikisi/hepsi Yüce Allah acisindan kendis zati ile kaim bir sifattir”

Devaminda söyle tercüme etmisler:

“Beyhaki bundan sonra  ebu Davud’un Müslimin şartini tasiyan güclü bir isnadla Ebu Yunustan naklettigi Ebu Hureyre hadisine yer verir.

Buna göre Ebu Hureyre Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem’in su ayeti okudugunu ifade etmistir: “Allah size mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasinda hükmettiginiz zaman adaletle hükmetenizi emreder. Allah size nekadar güzel ögütler veriyor. Süphesiz Allah her seyi isiten ve herseyi görendir.”

Ebu Hureyre bu ayeti okurken iki parmagini kullanmistir. Ebu Yunus, Ebu Hureyre bas parmagini kulagina sehadet parmagini gözünün üstüne koydu demistir. Beyhaki söyle der: O bu hareketiyle insandaki bulundugu yere isaret ederek Yüce Allah’in kulaginin ve gözünün var olduguna isaret etmek istemistir. Yine o, Allah’in kulaginin ve gözünün oldugunu vurgulamak istemis, bundan maksadin ilim ve bilgi olmadigina isaret etmek istemistir. Sayet böyle olsaydi, Ebu Hureyre kalbine isaret ederdi. Cünkü ilmin mahalli kalptir.”

Asli ise söyledir: 

“Beyhaki söyle der: O bu hareketiyle Yüce Allah’in Duyma ve Görme Sifatinin var olduguna isaret etmek istemiştir. Yine o, Allah’in duyan ve gören oldugunu vurgulamak istemiş, bundan maksadin ilim ve bilgi olmadigina isaret etmek istemistir. Sayet böyle olsaydi, Ebu Hureyre kalbine isaret ederdi. Cünkü ilmin mahalli kalptir.”

(bu mesele benim elimde bulunan Imam Beyhaki’nin El Esma ve’s-Sifat isimli kitabinin 209. cu sayfasinda anlatiliyor. Bu böyle degil diye iddia edenler zikrettigim kitap’in “Allah’in görme ve görülme sifatinin isbati” isimli basliga bakabilirler)

Son bir mesele daha, ki bu bölümü hic tercüme etmemisler (Orijinal Feth’de olmasina ragmen) ve ayni zamanda El Esma ve’s-Sifat’da olmasina ragmen:

“O (Ebu Hureyre) bununla Allah’in uzuvlari oldugunu kast etmemistir. Cünkü Allah (Subhane ve Teala) yaratiklarina benzemekten münezzehtir.”

Allah (c.c.) bu adamlari nasil biliyorsa öyle yapsin…

fethulbari1 fethulbari2

Categories: Tahrifler | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn Abdilber ve Akaid bahsi (1)

SELEFÎ-VEHHABÎLER İBN ABDİLBER’İN, KENDİ SAFLARINDA YÂNİ  MÜCESSİM AKİDESİ ÜZERE OLDUĞUNU İDDİA EDİYORLAR. BU KONUYA AÇIKLIK GETİRELİM İNŞAALLAH.

Şeyh İbn Abdilber, icmalen birçok meselede Ehlisünnet’e muvafıktır. Ona verilebilecek en güzel unvan; zahirî bir muhaddis ve gereğince derinlemesine akaid ilmi almamış olan bir fakihtir. Bu yüzden onun sözlerinde, Ehlisünnet’e uygun olan ve ya Ehlisünnet’e muhalif olan şeyler görebilirsiniz. Özellikle İstiva konusu ve Allah u Teâlâ’ya mekân isnad etme konusu ve bu konularla alakalı olan benzerî meselelerde. İbn Abdilber’in sözlerini okuyan kişi onun sözlerinde çelişkiler ve karışıklıklar görebilir fakat ona açıkça MUCESSİM diyemez ve de İbn Teymiyye ile tamamen uyumlu bir âlimdir diyemez. Bilakis İbn Teymiyye ile aslî konularda muhaliftirler. Örneğin; İbn Teymiyye: ”Allah u Teâlâ için ‘İNTİKAL’ fiilini kullanır”. İntikal demek; yani bir mekândan başka bir mekâna geçmek, buna misal; İbn Teymiyye’nin, Allah u Teâlâ’nın Arş’tan inip dünya semasına inmesi, sözü gibi. Bu konuda İbn Teymiyye ile İbn Abdilber muhaliftirler. Aynı şekilde İbn Teymiyye’ye zıt olarak, havadislerin (yaratılmışların) Allah u Teâlâ’nın zatına hulul ettiğini de İbn Abdilber söylemiyor. İbn Abdilber’in İstiva konusundaki sözü İbn Teymiyye ile muvafık olmayıp tamamen zıttır. Fakat ilk MUCESSİM’LER olan, Ebu Ya’la ve İbn Kudame’nin sözleriyle uygunluk gösterebilir. Genel olarak şunu söyleyebiliriz; bu tür akaid konularında İbn Abdilber’in sözleri çelişkili ve karışık sözlerdir ve bu sözlere itimad edilmez. Birazdan sözlerini sizlere nakledip aradaki karışıklık ve çelişkileri dile getireceğiz inşaALLAH.

İbn Abdilber hakkında en mükemmel ve en isabetli görüş; Allame Muhakkik Zahid el-Kevserî’nin görüşüdür. İbn Abdilber hakkında söylediklerini size özet olarak nakledeceğiz inşaALLAH: sözleri birbiriyle çelişkilidir ve sözleri bazı mucesimlerin sözleriyle karışmıştır. Çünkü İbn Abdilber, kendi bölgesinde bulunan diğer alimler gibi, sahih ve sağlam bir akide dersini öğrenmek için doğu ulemasına gidemedi. Onun bu durumu, İmam Ebi’l Velid el-Baci hariç, İbn Ebi Zeyd ve onun gibilerinin durumu gibidir. Onun sözlerindeki çelişkinin bulunması ve el-Bacî’nin kelamının düzgün ve sağlam olmasının sebebi budur. Şu genellemeyi yapabiliriz: İbn Abdilber, tam anlamıyla bir Mücessim değildir, ona kayıtsız bir şekilde Mücessim demek doğru değildir. Ondan sadır olan sözlerin hepsine göre kayıtlı bir şekilde Mücessim denebilir. Bu durum, birazdan da size açıklayacağımız İbn Abdilber’in ”et-Temhid” adlı kitabındaki sözlerinden zahiren anlaşılan durumdur.    Sözlerimizi destekleyici olarak İbn Abdilber’den bazı nakiller yapacağız inşaALLAH. İbn Abdilber’in sözlerinin çelişkili olduğu ve akaid konusunda kökleşmiş bir derin bilgiye sahip olmadığını dile getiren sözleri: Nuzul hadisinin şerhinde söylediği söz (3/277, İhyaut-Turas Baskısı) 276. sayfada İstiva’nın manası hakkında diyor ki: ”bir cemaatin dediğine göre burada, Allah u Teâlâ’nın yedi semalar üstündeki semada Arş’ın üstünde olduğuna dair delil vardır.” Sayfa 277’de ise; ”İstiva lugatta (sözlükte) bilinen ve açık olan bir şeydir. Bir şeyin üstünde olmak, ondan yüksekte olup yukarısında olmak ve oraya yerleşmek yani mekân edinmektir. …. Ebu Ömer: İstiva, yukarıda olup orayı mekân edinmektir.” Mutezile’ye cevaben ise şöyle demektedir: ”Mutezile’nin delili eğer bir mekânda olsaydı, mahlûkatların O’nda tesiri olurdu. Çünkü mekânın kendisini kuşattığı (ihata ettiği) ve mahlûkatların kendisini içine aldığı varlık gerekli ve bir mana ifade eden bir varlık değildir. Çünkü Allah u Teâla kendi yarattığı hiçbir şeye benzemez.”   (Burada İbn Abdilber’in bahsettiği mesele; Allah u Teâlâ vacib-ul vucudtur. Vacib-ul vucud olmazsa olmaz demektir. Bu durumda mekânın kendisini kuşattığı varlık vacib-ul vucud olamaz. İbn Abdilber’in sözünün manasını anlamayanlar için açıkladık)
Sonra şöyle demiştir: ”Müslümanlar demiş ki; bizden herhangi bir akıl sahibi mekânsız var olan bir varlığı tasavvur edemez. Çünkü bir mekânda olmayan yok demektir.”   Bu İbn Abdilber’in hatasıdır, Allah u Teâlâ’ya mekân isbat ediyor. Onun, İstiva istikrar (mekân edinmek) manasındadır demesi âlimlerin de belirttiği gibi hiçbir şekilde doğru olmayıp lugata da uygun değildir. Ama İbn Abdilber’in kabul etmediği ve İbn Teymiyye ile muhalif olduğu, mahlûkatların Allah u Teâlâ’nın zatına hulul etme, hal değiştirme ve Allah u Teâlâ’nın bir yerden bir yere intikal etme meselesini kabul etmemesi hak ehline Ehlisünnet’e uygundur. Bu da sayfa 280’de bulunmaktadır: ”İntikal (yer değiştirme) ve hal değiştirmesi, bu tür sözleri Allah u Teâlâ’ya kullanmak imkânsızdır.” Aynı şekilde İbn Abdilber’in, Allah u Teâlâ’nın cisim olmadığını ve hareket etmekten münezzeh olduğunu ”intikal”i kabul etmediğini söylediği sözleri de sahihtir. Aynı sayfada şöyle diyor: ”Allah u Teâlâ’nın cisim ve cevher (bölünmeyen en küçük yapı birimi) olmadığı kesinleştikten sonra, gelmesi ve yer değiştirmesi de gerekmez.”

Evet değerli kardeşlerim; çok kısa ve öz bir şekilde İbn Abdilber’in sözlerindeki çelişkileri görmeniz için yeterli birkaç delil. Lakin İbn Abdilber için kayıtsız bir şekilde MÜCESSİM denemez! İbn Abdilber’in Ehlisünnet’e muhalif olan sözleri kesinlikle yanlıştır ve kabul edilemez. Aynı şekilde İbn Teymiyye’nin etbaı (onun yolunda gidenler) olan Mücessimler kalkıp da İbn Abdilber’in sözlerini kendilerine delil olarak gösteremezler. Çünkü İbn Abdilber, birçok aslî meselelerde İbn Teymiyye’ye muhalefet etmiştir. Hareket ve yer değiştirme (intikal) gibi konularda Selefî-Vehhabîler’e ve onların şeyhi olan İbn Teymiyye’ye tamamen muhaliftir ve onlarla muvafık değildir. İbn Abdilber bu konularda çelişki ve karışıklık merkezidir. Allah’a şükürler olsun ki, İbn Abdilber’in bu konu dışındaki hemen hemen bütün sözleri Hak Ehli Ehlisünnet’e uygundur. Biz de âcizane, bu konu hakkında bildiğimiz kadarıyla cevap verdik. Siz de İbn Abdilber’in kitaplarını okursanız, bazen Ehlisünnet’e o kadar yakın olduğunu görürsünüz ki isteseniz dahi onu normal Ehlisünnet âlimlerinden ayırt edemezsiniz. Bazen de karışık ve çelişkili olarak görebilirsiniz onu, fakat ona direk ve kayıtsız bir şekilde Mücessim diyemezsiniz. Bu çelişkilerin de tek sebebi, Allame el-Kevserî’nin de buyurduğu gibi, İbn Abdilber’in akaid ilmindeki yetersizliği ve akaid ilmini itkan edememesindendir.

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Kurtubi, “Aliy” hakkında! (Bakara 255)

kurtubi bakara 255 kapak kurtubi bakara 255

Maliki alimlerinden Ebu Abdillah El Kurtubi (600-671 h/1204-1274 m) “Ayetul Kursi”ni tefsir ederken “El Aliy” (yüce) kelimesinin izahında diyor:

“O Alîydir.” Bununla kadrin ve konumun yüksekliği anlatılmak istenir. Me­kân itibariyle yükseklik değil. Çünkü yüce Allah mekân tutmaktan münez­zehtir.

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Allahu Tealaya bir yön izafe eden küfre düşer( Ibn Hacer el-Heytemi)

heytemi kapak1 heytemi sayfa1

Zekeriyya el-Ensarî’nin talebesi, hicrî 974 yılında vefat etmiş olan İmam Şihabuddin İbn Hacer el-Heytemî eş-Şafiî, Minhacu’l-Kavîm isimli eserinin 224. sahifesinde buyuruyor ki:

Biliniz ki el-Karafî ve başkaları eş-Şafi, Malik, Ahmed ve Ebu Hanife’den rivayet etmiştir ki, Allah onlardan razı olsun, her kim Allahu tealaya bir yön izafe eder yahut cisim isnad ederse, o küfre düşer. Ve onlar (bu ulema) böyle söylemekte haklıydı.

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Islam Alimlerinin Allahu Teala’nın hadis’e(sonradan olan şeylere) benzememesinde ittifakları

Ehl-i sünnet taifesinden Şafiî, Hanefî, Mâlikî ve faziletli Hanbelî tâifeleriyle diğer âlimler, Allah tebareke Ve teâlânm, cihetten, cismiyetten sınırlanmaktan, mekândan ve mahlûkata benzemek-ten münezzeh olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

EBU’L-MEÂLİ İMAMÜ’L-HARAMEYN «LÜMAÜ’L-EDİLLE» ADLI KİTABINDAKİ, «ALLAHÜ TEÂLÂ’NIN HÂDİSLERE (SONRADAN YARATILANLARA) BENZEMEKTEN MÜNEZZEH OLDUĞUNA DAİR KELÂMI İLE MEZKÛR KİTABIN ŞÂRİHİ (ONU ŞERH EDEN) ŞEREFUDDİN B. ET-TELEMSÂNİ’NİN SÖZLERİ
Ebu’l-Meâlî İmamü’l-Harameyn, (LumaüT-Edille fî Kavaîd-i Eh- li’s-Sünne) adlı eserinde diyor ki: Rab (Allah subhanehû ve teâlâ), cihetlerle (yönlerle) tahsis edilmekten, cihetlerle sınırlı olan vasıflandırmalardan münezzehtir. Fikirler onu sınırlandıramaz, mekânlar onu içine alamaz, ölçülere girmez, sınır ve ölçülerin tahdidinden (sınırlamalarından) yücedir. Çünkü kendisine mahsus ciheti olan her şey, o ciheti işgal edicidir (yani mekan tutar). Mekânı kabul eden her şey, cevherle (en küçük yapı birimi, atom) mülâkatı (alakayı) ve ayrılmayı kabul eder. Hâlbuki birleşme ve ayrılmayı kabul eden her şey, cevherler gibi hadistir (sonradan yaratılmıştır).

Şeyh Şerefuddin b. et-Telemsâni mezkûr «LümâüT-Edille» adlı kitâbın şerhinde bu konuya ait uzun beyanda bulunup der ki: Allahü Teâlâ’ya cihet isbat etmek için, Kur’ân’da, hadîs kitaplarında geçen müteşabihlerle delil getirenin reddine icmalen cevap şudur:

<<Şeriat, ancak akla dayanarak sabit olur, akıl onun ölçüsüdür, öyle ise aklı tekzib edecek (yalanlayacak) şey, Şeriat’ta varid olması (bulunması) tasavvur olunamaz (yani düşünülemez bile). Çünkü akıl, Şeriat’ın şahididir. Eğer, Şeriat aklın düşündüğüne muhalif bir şey getirseydi, Şeriat ile aklın ahkâmları her ikisi de birden bâtıl olacaktı (çünkü ikisi de birbirlerini tekzib ederlerdi).

Sadeddin et-Teftazanî «Şerhü’l-Makasıd» adlı kitabında şöyle der: Allahü Teâlâ’ya hakikî cismiyet, mekân olduğuna hükmeden kimseler, yalan ve kuşkulu kıyaslardan lâzım gelen neticeler, müteşabih olan Kur’ân âyetleri ve hadislerin zahirî mânâları üzere mezheplerini kurmuşlardır. Vehmi kıyasdan olan delillerinden, meselâ, demişler ki:

<<Mevcut olan her şey, ya cisimdir veya bir cismin içinde bulunur (yani sıfat olur). Allahü Teâlâ ise, başkasına ihtiyacı muhal olduğundan dolayı, bir cismin içinde bulunması da muhaldir, öyle ise, Allahü Teâlâ cisim olduğu muhakkaktır.

Yine dedikleri gibi: «Her varlık ya mütehayyizdir (bir mekândır) veya kendisi bir yerin içindedir». Yukarıda beyan olunduğu üzere, bir şeye muhtaç olması muhal olduğu için bir mütehayyizin içinde bulunması da muhaldir, öyle ise, kendisi mütehayyizdir.

Yine dedikleri gibi: «Allahü Teâlâ’ya cihet, yön olduğuna dair delil: Vacib Teâlâ, ya bu âlemle muttasıldır (bitişiktir)’ veya munfasıldır (ayrıdır). Muttasıl olsun, munfasıl olsun, illâ bu âlemin bir cihetindedir.»
Yine kendisine cihetin isbatı için demişler ki: «Vacib Teâlâ (Allah), ya bu âleme dahildir. Ki, o zaman mütehayyizdir veya bu âlemin dışındadır. Ki, o zaman bu âlemin bir cihetinde bulunur, öyle ise bu âlemin bir cihetinde bulunuyor ve bu karşıt önermeler sahih olup zarurî (bedihî-yani anlaşılması için belli bir tasavvura gerek duymayan açık manalar) olan önermeler kısmına münhasırdırlar» diye iddia ederler.

Bu kıyasla ilgili delillerin ibtali için cevabımız şudur ki: Getirdikleri bu deliller menedilir (reddedilir). Nasıl sahih olsunlar ki, delillerindeki önermeler, mantık ilmindeki munfasıl önermelerine muhalif olup mânâ itibariyle önermeler, karşıtları veya karşıtına eşit olan ikinci önermelerden müteşekkil değillerdir. Bununla beraber, akıllı kimseler, Allah cisim ve cihet olmadığına dair ittifak ederek şöyle bir kıyası delil getirmişlerdir. Mevcut olan her şey, ya cisimdir veya bir cisme dayanır veya ne cisim, ne de bir cisme dayanır. Mücessime tâifesı ile Allah’a cihet iddia eden tâifelerin yukarıda beyanları geçen önermelerinin taksimatı ve önermelerin iki kısma münhasır olan iddialan da vehimden (kuşkudan) meydana gelen yalan hükümlerdendir. Delillerinde geçen önermelerinin bedihî oldukları dâvâları da, ya inat ve mükebberelerine binaen ve yahut birçok kuşkulu önermeler zaruriyat (bedihiyat) önermelere benzeyişlerinden ileri gelmiştir.
İkincisi, yâni Allah’a cisim, tehayyüz (bir yerde yerleşme), cihet (yön) olduğuna zahiren delâlet eden müteşabih âyet ve hadîslerden oluşan delilleri ise, âyetlerden:

«Onlar (îslâm’a girmeyenler), illâ Allah’ın, buluttan gölgeler içinde meleklerle birlikte kendilerine gelivermesine ve işlerinin bitirilivermesine mi bakıyorlar? Halbuki, (bütün) işler Allah’a döndürülür.» (Bakara sûresi, âyet: 210); «Rahmân (Allah) Arş’ı istiva etti.» (Tâhâ sûresi, âyet: 5); «Ancak yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı bakîdir.» (Rahman sûresi, âyet: 27); «Kim ululuk hevesine düşerse, (bilsin ki) bütün ululuk Allah’ındır. Güzel kelimeler ancak O’na yükselir.» (Fatır sûresi, âyet: 10)f, «Gerçek sana (ey Resûlüm) biat edenler, ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli, onların elleri üstündedir» (Fetih sûresi, âyet: 10), «And olsun ki biz sana diğer bir zamanda (ey Mûsâ) annene vahyolunacak şeyi ilham ettiğimiz vakitte de lütfetmiş ve kendisine onu tabuta koy da denize (Nil nehrine) at Deniz de onu sahile atıversin ki, Benim ve onun düşmanı olan biri alacak diye (emreylemiştik)| Sana karşı (ey Mûsâ) gözümün önünde yetiştirilmen için kendimden bir sevgi bırakmıştım.» (Tâhâ sûresi, âyet: 37, 38, 39), «Ey İblis! İki elimle (yani bizzat) yarattığıma secde etmekten seni hangi rşey menetti?» (Saad sûresi, âyet: 75); «Müşrikler, Allah’ı hak (ye lâyık) olduğu şekilde takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü (Kürre-i) arz topdan (ancak) O’nun kabzasıdır. Gökler de O’nun sağ eliyle (toplanıp) dürülmüşlerdir» (Zümer sûresi, âyet: 67); «O gün (azap günü) her nefis, «Allah yanında işlediğim taksiratlardan dolayı vay hasret (ve nedamet) ime. Hakikat ben, (O’nun diniyle, kitabıyla) eğlenenlerdendim.» diyecektir (Zümer sûresi, âyet: 56). Bu âyetlere benzer başka âyetler de vardır.

Müteşabih hadîsler ise, Peygamber aleyhissalâtü vesselâm’m bir cariyeden, «Allah nerededir?» diye sorduğu suale, cariye «Göktedir» diye cevap verdi. Resûlullah onun bu dediğini inkâr etmeyip İslâmiyetine hüküm vermiştir. «Gerçekten Allahü Teâlâ, her gecenin üçte biri geçerken dünya semasma iner…», «Allah, Âdem’i şekline göre yarattı.», «Cebbar (Kahredici Allah) ayağım cehenneme koyar…», «Allah, evliyasına gülüyor», «Sadaka Rahman’ın (Allah’ın) ayasına düşer…» ve daha başka hadîsler de vardır.
Cevap: Bu naklî müteşabih âyet ve hadîsler ile duyulan zannî deliller, aklî ve kesin delillere karşı oldukları için zahiren onlardan anlaşılan mânâlara göre olmadıklarına katî olarak hükmedilir. Hatâdan en selâmetli yol ve Kur’ân-ı Kerim’in, «Halbuki müteşabih âyetin te’vilini, ancak Allah bilir…» (Âl-i İmran sûresi, âyet: 7) meâlindeki istisna mânâsını ifade eden, (illallah) ancak Allah kelimesinin üzerine yapılan vakfa münasip olmak üzere, müteşabihleri tefsir etmeyip Allah’a havale etmektir. Veyahut tefsir kitaplarıyla, hadîs şerhlerinde beyan olunduğu üzere bu hususta en kuvvetli yol ve mezkûr âyette, «Ancak Allah ve ilimde çok kuvvetli olanlar, (müteşabihin mânâsını) bilir.» diye geçen atfa dayanarak aklî delillere münasip ve olgun bir şekilde te’vil edilirler.

Eğer denilse ki, gerçek din olarak Allahü Teâlâ’ya mekân ve cihet olmadığı için, niçin semavî kitaplar ile hadîs-i nebevilerin çoğunda sayılamayacak kadar tahayyüz ve cihete işaret edilmiş; hiçbirisinde açıkça bunların olmadıklarına değinilmemiştir? Nitekim, Allah’ın varlığına, birliğine, ilmine, kudretine, kıyametin hakikatına ve cisimlerin haşrolacaklarından birçok yerde tekrar tekrar bahsedip gayet te’kit etmişlerdir. Halbuki Allah’a cihet ve mekân olmadığına dair tahkik ve te’kit ile bahsetmeleri daha lâyıktır. Çünkü, muhtelif din ve görüşler olduğu hâlde, akıllı kimselerin yaradılışında olduğu gibi duâ edilirken semaya (göğe) doğru teveccüh edilir (yönelir) ve eller göğe doğru yükselir.

Bu itiraza şöyle cevap verilmiş: Avam tabakasının akılları, Allah’ı cihetten tenzih etmeye ermediği, hattâ bir cihette olmayan herhangi bir şeyin olmadığına cezm ettikleri için, zahiren teşbihe ve Sânî’in (Allah’ın) en şerefli cihette bulunmasına delâlet eden sözlerle onlara hitab edilmesi daha münasip, ıslahlarına daha yakın, onları doğru yola çağırmaya daha lâyıktır. Bununla birlikte, Allah’ın, hâdis olan,şeylerin alâmetinden kesin olarak münezzeh olduğuna dair, (Kur’ân’da ve hadîs-i şeriflerde) dikkatli uyarı ve işaretler vardır. Akıllı kimselerin duâ esnasıda yüzlerini göğe karşı kaldırmaları, Allah’ın gökte olduğunu itikad ettikleri için olmayıp belki gök, duânm kıblesi olduğu içindir. Çünkü hayırların, bereketlerin, nurların ve yağmurların yukarıdan inmeleri beklenilmektedir.
Burada Îmamu’l-Harameyn’in dedikleri sona erdi.

Bazı âlimler, bu itiraza cevaben demişler ki: Yukarıya doğru el ve baş kaldırmakta, Allahü Teâlâ’nın bir cihette olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Bu sabit bir hakikattir. Çünkü, Müslümanlar namazda Kabe’ye yönelmekle emrolunmuşlar; halbuki Allah, Kâbe cihetinde değildir, namaz esnasında, secde edecekleri yere bakmakla emrolunmuşlar; halbuki Allah yerde de değildir. Keza… Secdeye kapanmalarında alınlarını, yüzlerini yere koymak emrolunmuş; halbuki o yer altında değildir. Belki bu hareketler, mücerred bir şekilde Allah’a ibâdet etmek ve O’ndan korkmak içindir. İşte duada ellerin yukarıya kaldırılması ve göğe doğru yönelmesinin sebebi de budur.

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s. 113-117]

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir kimsenin, müçtehid derecesine vasıl olabilmssi için gereken vasıflar!

Bir kimsenin, müçtehid derecesine vasıl olabilmssi için şu vasıflara sahip olması gerekir:

1. Kur’an’a ait bilgileri, Kur’an’m bütün mâ­nâlarım ve vecihlerini bilmelidir. Kur’an’m ahkâ­ma taallûk eden âyetlerinin lügat ve ıstılah mâ­nâlarını bilmelidir, Kitab’ın hâs-âmm mücmel-müfesser, nasih-mensuh, hakikat – mecaz, sarih – ki­naye, zahir, nass ve muhkem gibi bütün kısımla­rını bilmelidir.

2. Hadis ilmini tamamen bilmek. Ahkâma ta­allûk eden hadislerin tevatür, meşhur ve âhad yol­larını; hadislerin metinlerini; bizlere ne suretle rivayet edildiğini; mânâlarının vecihlerini yani lügat ve ıstılah mânâlarını; Kitap’la müşterek elan har., âmra, mücmel, müteşabih; bütün kısım­ları lâyıkıyla bilmelidir.

3. Müçtehid, icmâ’ın varid olduğu yerleri bil­melidir ki, icmâa muhalif içtihadda bulunmasın.

4. Kıyas’m şartlarıyla, hükümleriyle ve kısımlarıyla vecihlerini, makbul veya merdut olan şekillerini, «Usûl» ilminde olduğu gibi bilmelidir.

İçtihadın şartları yukanda sayılanlardan iba­ret olmakla baraber, İslâm âleminde umum tara­fından kabul olunmuş ve yaşayan dört Ehl-i Sunnet Mezhebi’nden başka mezhep tesis olunmamış­tır. İslâm âlimleri, yeni mezhepler kurmak yerine, yaşayan dört Ehî-i Sünnet Mezhebi’nden birine ilntisap etmişler ve halkı da bunlardan birini tak­lide çağırmışlardır. Ayrıca mezhepleri birbirine eklemenin de yanlış olduğunu beyan ederek sa­kınmaya davat etmişlerdir.

Müçtehid derecesinde olmayan insanlar ise, bir müçtehidi taklid ederler. Çünkü, halkın vazi­fesi müçtehidlerin sözü ile amel etmektir; kitap, sünnet vs sahabenin sözleriyle değil. Zira halk, ki­tabın ve sünnetin delâlet ettikleri mânâları, hü­kümleri, nâsih ve mensuh gibi meseleleri anlaya­maz.
Müçtehidler, bunları halktan daha güzel an­lar ve hüküm olarak çıkarırlar.

Bu hususta «Müç­tehid, bu âyeti veya hadisi görmemiş olabilir» şek­linde bir söz de söylenemez. Çünkü bir kimse âyet ve hadisleri, sahabenin sözlerini bilmiyorsa, zaten müçtehid değildir.

Buradan çıkan netice şudur ki; bir mesebde, müçtehidin içtihadı ve fakihin fetvası; o hususta­ki bütün nass’ları bilmesine imkân olmayan halk için, nassa, yani âyet, hadis ve sahabe sözüne ter­cih edilir.

[Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid]

Categories: Ictihad/hüküm çıkarmak, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.