Posts Tagged With: tekfir

Muhakkik Ebu’l Hasan’s-Subki ve Ibn Teymiyye

Muhakkik İmam Ebu’l-Hasan’s-Subki ‘Ed-Durretu’l-Mudie’ adlı eserinde derki:

“İbn Teymiyye, Allah’ın kitabı ile Peygamberin sünnetine tabi olduğunu, perdelerin arkasında kötü akidesini gizledikten, halkı –sözde- doğru yola davet edip cennete hidayet ettiğini belirttikten sonra, ittibadan(tabi olmaktan) sonra ibtida’a(bid’at) yoluna çıkmış, icmaa muhalefeti nedeniyle Müslümanlar cemaatinden ayrılmış; Zat-ı Mukaddes’te(Allah’ta) cismiyet ve terkib (birleşme) öldüğünü ve itikadınagöre birleşim olan Allah’ın cüz’iyete ihtiyacının muhal olmadığını ve hadis(sonradan oluşan) şeylerin Allahü Teala’nın zatına hulül (ve dühul) ettiğini ve Kuran hadis olup hiç yok iken Allah onunla tekellum etmiştir ve Allah konuşur, sükut eder, yarattığı mahlukata göre zatında irade sıfatı peyda olur demiştir. Daha ileri giderek birçok hadislerin(sonradan oluşanların) evveli yoktur, dediği kavlinden mahlukatın evveliyeti olmadığı da lazım gelmiş , dolaysiyle kadim olan Allah’ın sıfatını(kuran’ı) hadis ve hadis olan yaratığı kadim olarak –güya- isbat etmiştir. Halbuki bu her iki kavillerde hiçbirisinde işitilmemiş ve kendisi yetmiş üç taifeye ayrılmış olan bu ümmetin hiç bir fıkarsına da dahil olmamıştır. Gerçi İbn Teymiyye’nin itikat edip söylediği bütün meseleler çirkin bir küfürdür.

Kendisinden din usulünü telakki edip de bunların bidat olduğunu anlayanlar azınlıktadırlar. Onun bu bidatına halkı davet edenler de insanların en rezilleridirler. Onlarla bu bidatları hususunda münakaşa edilince inkar edip, iğrenç şeyden kaçtıkları gibi o konudan kaçıyorlar

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Şehid Abdullah A‘zam ve Tevessül

Hazreti Peygamber’i dualarda aracı kılmanın hükmü:

Bu hususta uyanık olun! Birçok genç, meseleyi bilemiyor. Peygamber’i Allah’a duada aracı yapmanın ne demek olduğunu idrak edemiyor.

Sen kendilerine: Peygamberin vesile edilmesini zikrettiğinde, onlar: “Vesile edinmek ne?” diye sorup duruyorlar.

Aslında Peygamber’i vesile etmenin ne demek olduğunu izah etmek gerekiyor. Peygamber’i vesile etmek, “Ey Allah’ım! Sen beni Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yüzü suyu hürmetine affet, onun vasıtası ile bana merhamet eyle!” şeklindeki dualardır.

Bu tür dualar kişiyi müşrik yapmaz. Çünkü yüce Mevla’nın katında Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in özel bir mevkiinin bulunduğunu kim inkâr edebilir? Bineanaleyh Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i aracı kılma şirk değildir.

[ “Fî Zilâli Sûreti’t-Tevbe” (Tevbe Süresinin Gölgesinde Cihad Dersleri), s.555]

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Vehhabi imami Useymin’den Allah’a cisim isnadı!!

usaymin cisim
El Useymîn Ibni Teymiyye’ye ait olan « El Wâsitiyya » eserinin serhinde soyle diyor :

« Allâh’in ru’yetullâh’i (cennette Onu görmeyi) inkar edenler için makul delillere gelince, soyle demisler : Eger Allâh kendini gösteriyorsa demek ki bir cisim olmasina mecburdur. Ve cisim Allâh için imkansizdir çünkü bu tesbih ve temsile bulastiriyor.
Onlara reddiye : Eger Allâhi görmek için bir cisim olmasina gerekiyorsa o zaman öyledir, ama kesinlikle mahlukatlarin cisimlerine benzemedigini biliyoruz çünkü Allâh kur’ânda soyle buyuruyor : { Leyse kemislihi sey’un, wa Huwas-semî`u’l-Basîr}

Bu sapığa Ahmed bin Hanbel’den (radiallahu anh) cevap:

1) « إن الأسماء مأخوذة من الشريعة واللغة، وأهل اللغة وضعوا هذا الاسم على ذي طولٍ وعرضٍ وسمكٍ وتركيبٍ وصورةٍ وتأليف والله تعالى خارج عن ذلك كله، فلم يجز أن يسمى جسمًا لخروجه عن معنى الجسمية، ولم يجىء في الشريعة »

Imâm Ebû’l-Fadl Et-Temîmîya ait « i’tikâdu’l Munâbel Ebî ‘Abdillâh Ahmed bin Hanbel, sayfa 45 » kitâb’inda rivayet ettigine göre, imâm Ahmed bin Hanbel Allâh’a cisim verenlere söyle diyerek redd ediyor :
«isimler seriattan ve (arapça) lugattan alinmistir , oysa lugatin uzmanlari cisim kelimesi uzunluk, genislik, kalinlik, bilesim ve resim sunan her seye verildigini belirtiyorlar. Ve Allâh bunlardan münezzehtir. Demek ki Ona cisim vermek yasaktir cünki ondan münezzehtir, ayrica bu ifade Allâh’in isimlerinden oldugunu belirtilmemistir »

https://islamkalesi.wordpress.com/2012/06/24/imam-ahmed-bin-hanbel-allah-cisim-degildir/ ]

2) وقال الإمام أحمد رضي الله عنه :”من قال الله جسم لا كالأجسام كفر” رواه عن الإمام أحمد أبو محمد البغدادي صاحب الخصال من الحنابلة كما رواه عن أبي محمد الحافظ الفقيه الزركشي في كتابه “تشنيف المسامع” المجلد 4 ص 684.

Imâm Ahmed Ibn Hanbel – radiyallâhu `anhu soyle buyurdu : ” kim ki Allâh cisimdir ama cisimler gibi degil derse kâfirdir ” .
[bunu nakleden : imâm Ahmed Ebû Muhammed El-Bagdâdî ‘ el hisâl minel hanâbila ” adli eserinde; imâm El-Hâfiz Ez-Zerkesî ” tesnîfu’l masâmi` ” adli eserinde cilt.4 sayfa 684]

Categories: Istiva/tevil, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

ez-Zehebi teberrük bahsinde şöyle bir mütalada bulunur:

“Ahmed bin Abdülmünim birçok defa bize nakletmiştir. O şöyle demektedir: “Ebû Cafer Saydalani yazılı olarak (kitabeten) Ebû Ali Haddad’tan, o da huzuren (yazılı değil sözlü) Ebû Naim el-Hafız’dan, o da Abdullah bin Cafer’den, o da Muhammed bin Asım’dan, o da Ebû Üsame’den, o Ubeydulah’tan, o Nafi’den, o da İbni Ömer’den nakletmiştir: (O, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’nin kabrine el sürmeyi mekruh görürdü) “Ben diyorum ki bu bir edepsizlik sayılacağı için mekruhtur.” Ahmed bin Hanbel’e Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kabrine el sürmek ve öpmenin hükmünden sorduklarında bunda bir beis olmadığını söylemiştir. Bunu oğlu Abdullah bin Hanbel rivayet etmiştir. Eğer, “Sahabe böyle bir şey yapmış mıdır” diye sorulacak olursa şöyle cevap vermek mümkündür: “Sahabeyi Kiram onu hayattayken görmüş ve yeteri kadar beraber olmuşlardır. Ellerinden öpmüş, abdest suyunu kapışmış ve hac yaptığı zaman onun saçlarını bölüşmüşlerdi. Burnunu temizlediği zaman çıkanları birisi elleriyle yakalayarak yüzlerine bile sürmüşlerdi. Onun kabrine sürekli gelerek, saygıyla el sürmek ve öpmek arzusu, bizlere böyle bir imkân nasip olmadığı içindir. Görülmüyor mu ki sabit el-Benani “Bu eller Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’nün ellerine dokunmuştur” dediğinde, Enes bin Malik onun ellerini öpüp nasıl başına koymaktadır. Bu gibi işler sadece ve sadece Allah resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’ne olan muhabbetin taşkınlığından kaynaklanmaktadır. Zira her Müslüman Allah’ı ve resulü’nü kendisinden, evlatlarından, tüm insanlardan, malından, cennetten ve hurilerden daha fazla sevmek ile yükümlüdür. Hatta her bir mümin Hz. Ebûbekir ve Hz Ömer’i kendilerinden daha fazla severler. Nerede kaldı peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-.Bize aktarıldı ki Cindar, Bika dağı tarafında ikamet etmekteydi. Orada bir adamın Hz. Ebûbekir-radıyallâhu anh-’a hakaret edip sövdüğünü işitmişti. Bunun üzerine derhal kılıcını sıyırarak o adamın yanına gitmiş ve boynunu vurmuştu. Eğer kendine ya da babasına sövüldüğünü işitseydi elbette ki o adamın kanını dökmeyi mübah kabul etmezdi. Sahabeyi kiramın, nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbetlerinin taşkınlığından dolayı “Sana secde edelim mi?” diye sormalarının sebebi iyi anlaşılmalıdır. O -sallallahu aleyhi ve sellem- “hayır” diye cevaplamıştı ama eğer ki izin verseydi hepsi ona ibadet için değil, tazim için secde edeceklerdi. Aynı Yusuf -aleyhisselâm-’ın kardeşlerinin Yusuf’a secdesi gibi. Bir Müslüman, nebi –sallallahu aleyhi ve sellem-’nin kabrine secde edecek olsa bile bu şekilde değerlendirilmelidir. Secde eden kişi elbette haram işleyip asi bir günahkâr olur. Ama tekfir edilmemelidir. Bunu söylemek ile böyle bir secdenin yasak olmadığını kastetmiyoruz. Kabirlere doğru kılınan namazlarda aynı böyledir.”

[Ez-Zehebi “Mucemu’ş-Şuyuh” 1/73–4 ]

Categories: Teberrük | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Müslümanları şirkle itham edenler.

şirkle itham 1
Hafız Ebu Ya’lâ el-Mavsılî’nin Müsned’inde şöyle bir hadîs zikredilir :

Bize Muhammed İbn Merzûk’un… Huzeyfe İbn el-Yemmân (r.a.) dan rivayetine göre; Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi vesellam) şöyle buyurdu :

Sizin için en çok endîşe ettiğim kişi; Kur’an’ı okuyan, Kur’an’ın güzelliği üzerinde görülen ve İslâm’ın yardımcısı olan, fakat Allah’ın dilediği zaman bundan uzaklaşan ve onu arkasına atan, komşusunun üzerine kılıçla yürüyüp/saldırıp onu ŞIRK ILE ITHAM eden kişidir.

Ben : Ey Allah’ın peygamberi, bu ikiden hangisi şirke daha lâyıktır; saldıranmı yoksa saldırılanmı(şirkle itham edilen)? diye sordum.

Bilakis, saldiran (şirkle itham eden), buyurdu.

Ibn Kesir Araf suresinin tefsirinde naklediyor. Ve hadis Ceyyidtir diyor.

Categories: Müşrik-Mümin farkı, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yahudilerin tevessülü(Peygamberimizin hayatindan önce)

Imam kurtubi tefsiri, bakara 89

Imam kurtubi tefsiri, bakara 89

Yahudilerde araci olarak Peygamber – aleyhi’s-salatu ve’s-selam –

Bi Hakki Muhammed(sav), Peygamber Efendimiz(sav)’in hakki için, bu cümle yahudiler için bile zafer vermistir, Kur’an bunu güzel kelimeleriyle kanitliyor:

Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkar ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkarcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkar ettiler. Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun. (Sure-i Bakara, 89)

1. Imam Kurtubî

imam Kurtubî bu gelenek ile ilgili, ibni Abbâs’in sözlerini aktariyor:

قال ابن عباس : كانت يهود خيبر تقاتل غطفان فلما التقوا هزمت يهود , فعادت يهود بهذا الدعاء وقالوا : إنا نسألك بحق النبي الأمي الذي وعدتنا أن تخرجه لنا في آخر الزمان إلا تنصرنا عليهم . قال : فكانوا إذا التقوا دعوا بهذا الدعاء فهزموا غطفان , فلما بعث النبي صلى الله عليه وسلم كفروا , فأنزل الله تعالى : ” وكانوا من قبل يستفتحون على الذين كفروا ” أي بك يا محمد

Hayber yahudileri, sikca Gatafan kabilesiyle savasiyorlardi. Savasin sonunda yahudiler kaybettiler. Yahudiler tekrar saldirdiklarinda, su sekilde duâ ettiler:”(Ey Allahim), Bize ahir zamanda gönderecegini söz verdigin, ümmî olan peygamberin(sav) hürmetine, bize onlara karsi yardim et.” Ibbni Abbâs sunu ekliyor: her düsmanlariyla karsilastiklarinda bu sekilde dua ettiler, ve Gatafan kabilesini yendiler. Ama peygamberimiz(sav) geldiginde, onu inkar ettiler. O zaman yüce Allah bu ayeti indirdi: “Ve önceden kendileri düsmana karsi zafer için dua ettiklerinde(Son peygamber, Muhammed(sav) ve ona inen kuran’in vesilesiyle),” bu senin vesilen ile ya Muhammed (sav).

[Kurtubi El Camiul Ahkamul Kur’an, bakara 89 tefsirinde]

2. Mahmud Alusî

وكانوا من قبل يستفتحون على الذين كفروا نزلت في بني قريظة والنضير كانوا يستفتحون على الأوس والخزرج برسول الله صلى الله عليه وآله وسلم قبل مبعثه قاله ابن عباس وقتادة والمعنى يطلبون من الله تعالى أن ينصرهم به على المشركين كما روى السدي أنهم كانوا إذا اشتد الحرب بينهم وبين المشركين أخرجوا التوراة ووضعوا أيديهم على موضع ذكر النبي صلى الله عليه وآله وسلم وقالوا:اللهم إنا نسألك بحق نبيك الذي وعدتنا أن تبعثه في آخر الزمان أن تنصرنا اليوم على عدونا فينصرون فلما جاءهم ما عرفوا كفروا به كنى عن الكتاب المتقدم بما عرفوا لأن معرفة من أنزل عليه معرفة له ووجه الدلالة من هذه الآية ظاهر فإن الله سبحانه أقر استفتاح اليهود بالرسول ولم ينكره عليهم وإنما ذمهم على الكفر والجحود بعد إذ شاهدوا بركة الاستفتاح بالنبي صلى الله عليه وآله وسلم .

Bu ayet Beni Kureyze ve Beni Nadir hakkinda inmistir, onlar Evs ve Khazraj’a karsi zafer için dua ediyordular, bu peygamber efendimiz(sav)’in peygamberliginden öncedir. Ibni Abbas ve Katâde, ayni gerçek için ifade verdi. Mânasi: Müsriklere karsi zafer için, o(peygamberimiz sav)’nun vesilesiyle, Allah’a duâ ettiler. Es-Sudiyy: Onlar ve müsrikler arasinda savas var iken, tevrati açtilar ve ellerini peygamberin(sav) yazildigi yere bastilar ve duâ ettiler: “Ey Allahim, biz sana, bize gonderecegini söz

verdigin ahir zaman peygamberinin vesilesiyle duâ ediyoruz; bize bugun düsmanlarimiza karsi zafer ver.” Ve bu duadan sonra savasi yendiler.

[Mahmud Alûsî, Rûhul mânî(1:320) ]

3. Imam Celalettin Mahallî ve Celalettin Suyûtî

Yahudiler su sekilde dua ediyordular:

“Ey Allahim, bize, ahir zaman peygamberinin vesilesiyle zafer ver”

[ Mahallî ve Suyûtî, Tefsir ul Celaleyn(s.14) ]

4. Imam ibni Kesir

Dedi ki:

Yahudiler, Arap müsrklerini yenmek için, Muhammedin(sav) vesilesiyle dua ediyordular.

[Ibni kesir, Tefsir ül, Kuranül azîm]

5.Imam Suyûtî

Imam Suyûtî, Ibni Abbas’in yetkisiyle 2 gelenek anlatiyor:

Beni Kureyzenin ve Beni Nadirin yahudileri, peygamber efendimiz(sav)’den once kafirlere karsi zafer için dua ederdiler: “Ey Allahim, ümmî olan peygamberin vesilesiyle, bize zafer nasib eyle.” Ve onlar muzaffer oldular.

Medinenin yahudileri, peygamberin(sav) gelmesinden once, kafir arap(kabileleriyle)– Esad Gatafan, Cüheyne ve Uzra – savaslarinda, onlara karsi zafer için Allah’in Resûlunu çagirirdilar. Derdiler ki: Ey Allahim, Ya Rabbim, gelecek peygamberin(sav) ve kitabin hakki için, bizi onlara karsi muzaffer eyle.

[Suyûtî, ad-Durr-ul-manthūr (1:88) ]
Benzer rivayetlerin kaynakları:

1. Abdullah bin Muslim bin Kuteybe, Tefsir Garibil Kuran,sayfa 58)

2. Ibn Cerir Taberi, Camiul Beyan, 1:325

3. Begavi, Mealimut tenzil, 1:93

4. Ebu’l Fazl al mibadi, Keşf’ul esrar ve uddetul ebrar, 1:272

5. Ibn’ul Cevzi, Ilm’it Tefsir, 1:114

6. Mucahid bin Cubeyr, Tefsir, 1:83

7. Beydavi, Tefsir, 1:122

8. Nesefi, el-Medarik, 2:61

9. Hazin, Lubebut tevil fi meani’t tenzil, 1:65

10.Ebu Hayyan Endelusi, Tefsirul Bahril muhit, 1:303

11. Ibrahim bin Ömer Bikai, Nezmud derar fi tenasubil ayet ves suver, 2:37-7

12. Abdurrahman Hasan Huseyin, Camiul beyan fi tefsiril Kuran, 1:23

13. Abu Suud Amadi, Mezeyel Kuranul kerim, 1:128

14.Ismail Hakki, Ruhul Beyan,1:179

15.Suleyman bin Ömer, el Futuhatul aliyye, 1:77-8

16. Şevkani, Fethul Kadir, 1:112

17.Muhammed Reşid Reza,tefsirul Menar, 1:381

18. Ibn Cuzey, Kitabul Taşhil li ulumit tenzil, 1:53

19.  Hatib Şurbini, es Siracul munir, 1:76

20. Zuhayli, et Tefsirul Munir, 1:219-20

21. Tentavi Cevher, el Cevahir fi tefsiril Kuranul kerim, 1:96

Following traditionists and biographers also narrated the same tradition:

22. Hakim, el Mustedrek, 2:263

23. Acurri, eş-şeriat, 446-8

24. Beyhaki, delailun nubuvve, 2:76-7

25.Ebu Nuaym , delailun nubuvve, 44-5

26. Ibn Kesir, el bidaye ven nihaye, 2:274-5

Categories: Istigase, Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mevlid (alimler)

Seyyiduna Abbas Ebu Leheb’i ölümünden 1 yıl sonra rüyasında gördüğünü anlatır. Onu çok kötü bir halde görür ve o şu açıklamayı yapar:
‘Sizden ayrıldığımdan beri, pazartesileri hafiflemesi dışında azabım hiç dinmedi.’
Azabı ne sebeple pazartesileri azalıyordu? Seyyiduna Abbas’ın açıklamasına göre:
‘Hakikaten the Peygamber(sallAllahu aleyhi vesellem) pazartesi günü doğmuştu. Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe onu müjdelemişti ve o sevinçle cariyesini azad etti. Bu nedenle Allah her pazartesi azabını hafifletir.’ (Feth ul Bari Şer ul Buhari 9:145)

Ulema bundan şu sonucu çıkarmıştır; bir kafir bile Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in doğumunu kutladığı halde ödüllendiriliyor ve (sevaptan)mahrum edilmiyorsa, nasıl olur da bir müslüman (doğumu kutlarsa) mahrum edilebilir.

Muhammed bin Abdul Vehhab Necdi’nin oğlu Ibn Cevzi’den raferansla şöyle yazar:
‘Eğer kafir olan, hakkında Kur’an’da bir sure indirilen Ebu Leheb’in durumu Peygamber(sallAllahu Aleyhi ve sellem)’in Milat gecesinde mutlu olmaktan dolayı ödüllendirilmek ise, Milat’ı kutlayan muvahhid müslümanın durumu ne olacaktır?’
(Muktesar Siret’ur Rasul 13) 

Muhaddis Ibn Cevzi

“Rebi ul Evvel’in birinci gününden itibaren, saygıdeğer Harameyn halkı, Mısır; Yemen; Suriye Doğu ve Batıdaki tüm Arap şehirleri Mevlid un Nebi(sallAllahu aleyhi ve sellem) meclisini kutlarlar. İçerisindeki en harika olaylar, Mevlid (mucizelerinin) okunması ve dinlenilmesidir. Ve bu (toplanma) dolayısı ile büyük sevap ve büyük başarı kazanırlar.”
(El Milad un Nebi, 58)

Imam Ebu Şama, Imam Nevevi’nin Şeyhi

“Bizim zamanımızda Arbal şehrinde başlamış mükemmel yeni ameller arasında Mevlid un Nebi’nin yıldönümünde sadaka vermek, ve görkem ve mutluluk sergilemektir. (Bu mükemmel bir ameldir) çünkü, fakire yardım etmenin yanında ayrıca kalplerde Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem) için (bulunan) sevgi, ihtişam ve saygıyı da gözler önüne serer ve Allah’a, Peygamberini alemlere rahmet olarak göndermesinin şükrüdür.
(El Bais Ala Inkar ul Bid’at vel Havadis s.13)


Imam El Hafiz Sehevi 

“Bütün büyük şehirlerde Müslümanlar daima Mevlid ayını o gecelerde büyük toplanmalar arttırılmış sadaka ve iyi amellerle kutladılar. Özellikle doğum zamanında zuhur eden olaylar, bu toplantıların konusudur.”

(Sübl ul Hüda 1:439)

Imam Celaluddin Suyuti

“Şuna inanıyorum ki, Milad amelleri; insanların toplanması; Kur’an okunması ve Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in biyografisinin ve doğumu esnasında ortaya çıkan işaretlerin anlatılması, Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem) için olan saygı ve sevginin ve doğumundaki mutluluğun gösterilmesini yüklendiklerinden dolayı mükafatı hak eden bid’at-ı hasene(güzel bir yenilik)dir.” (Husn ul Maksad Fi Amel il Mevlid Fi’l Havi li’l Fetava 1:189)

Imam Kastalani,

“Müslümanlar doğum ayını daima Rebi ul Evvel’de toplanarak kutlamışlardır. Gecelerinde sadaka ve iyi amelleri arttırırlar, özellikle, bu toplanmalarda onun doğumunu anlatarak Allah’ın rahmetini kazanırlar. Milad toplanmasının bereket getirdiği, özellikle sene boyunca barışı garantilediği ispatlanmıştır. Allah, Milad’ı bayram gibi kutlayan kişinin üzerine lütfunu ve cömertliğini yağdırsın ve (bunu yaparken de) kalbinde (muhalefet) hastalığı olan kişiye bela (getirir).”

(Al Muwaahib ud Duniya 1:27)

 

 

Hafiz Ebu Zar’a El Iraki

“ Milad’ın Mustehab ya da Mekruh olup olmadığı ve (bu konuda) örnek alınabilecek kaynaklar veya uygulamalar olup olmadığı soruldu. Şöyle cevapladı: ‘Yemek dağıtmak her zaman Mustehab’dır öyle ise Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in nurunun Rebi ul Evvel ayında ortaya çıkışının mutluluğu ile birleşince nasıl(harika) olacaktır. Selef bunu yaptı mı bilmiyoruz, ama sırf biz bilmiyoruz diye bidat ya da mekruh olduğunu göstermez.  Doğrusu, Selef’te olmayan birçok mustehab ameller vardır, gerçekten bazıları vacibdir! ” (Tasnif ul Azan of Şeyh Muhammed bin Sıddık s.136)

Imam Ibn Hajar Makki

“ Çevremizde görülen Milad ve zikir toplanmaları genellikle iyiye dayanır, çünkü sadaka, zikr, Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’e selat ve selam içerirler.”
(Fetava Hadisiye s.129)

Molla Ali Kari

“ Tüm ülkelerdeki şüyuh ve ulemanın hepsi bir şekilde Milad toplanmalarına saygı duyar öyle ki, hiç bir tanesi, katılmayı reddetmez. Katılmalarının sebebi bereket elde etmektir.”
(El Mevrid er Rava)

Imam Nasiruddin ( BaBin Tabah olarak tanınır)

“ Bir adam, Milad gecesinde sadaka verir ve ahireti hatırlatan sahih hadislerin anılmasını organize ederse ve tüm bunlar Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in doğumunun sevinci içerisinde yapılırsa, cevazından(caiz olduğundan) hiç şüphe yoktur. Bunları iyi niyetle yapan her kişiye mükafat vardır.”
(Subl ul Huda 1:144)

Imam Cemal uddin El Katani

“  Peygamber(SallAllahu aleyhi ve sellem)’in doğduğu gün son derece şerefli, mubarek ve itibarlıdır. Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem), ona uyan herkes için kurtuluştur. Her kim onun gelişine sevindiğini belirtirse, kendisini cehennem azabından korumuş olur. Sonuç olarak, bu durumlarda sevincini ifade etmek ve gücü yettiği kadar harcamak oldukça uygundur. ”
(Subl ul Huda 1:144)

Şeyh Abdul Hak  Muhaddis-i  Dehlvi

“ İslam cemaati, Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in doğum ayında her zaman toplanmalarla kutlama yapmıştır. Gecelerinde sadaka verirler ve mutluluklarını gösterilrler ve özellikle doğum esnasında zuhur eden olayları yad ederler. ”
(Ma Sabata min esSunnet s.106)

Şah Valiullah Muhaddis-i  Dehlvi

“ Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in doğum gününde Mekke-i Muazzama’da bir Milad toplantısına katıldım. İnsanlar Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’e hayır dua ediyor ve doğumu esnasında zuhur eden olayları anıyorlardı. O anda o cemaatin üzerine nur yağdığını gördüm. O nuru fiziksel bir gözle mi yoksa ruhsal bir gözle mi gördüm bilmiyorum. Dikkatlice baktığımda o nurun, bu tip toplanmalara katılmaları emredilmiş olan meleklerde olduğu bana aşikar oldu. Ayrıca Allah’ın rahmetinin de meleklerle birlikte indiğini gördüm.” (Fuyuz ul Harameyn 80,81)

Başka bir yerde, saygıdeğer babası Şah Abdur Rahim Dehlvi’den alıntı yapar:

“ Her sene Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in Miladı dolayısı ile yiyecek hazırlardım. Her nasılsa, bir sene yemek hazırlayamadım, dolayısıyla Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in Milad’ının sevinci içerisinde sadece kavrulmuş nohut dağıttım. O gece rüyamda Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’i gördüm. Oldukça mutlu göründü ve önünde o kavrulmuş nohutlar vardı.” (Ed Dar-us Samin 40)

Mevlana Abdul Hayy Lahnevi

‘ Milad toplanmalarının adi bir bidat olduğunu iddia edenler, şeriata aykırı hareket ediyorlar.”
Ve toplanma için bir gün ve tarih belirtme ile ilgili;

“  Milat toplanmaları hernezaman düzenlenirse bunun için bir mükafat vardır. Harameyn Basra, Suriye, Yemen ve diğer ülkelerdeki insanlar insanlar, Rebi-ül evvel’in ayını gördüklerinde, sevinçlerini sergiler ve Milad toplanmaları düzenler ve mevlüt dinler ve okurlar. Daha da ötesi, bu ülkelerde Rebül Evvel dışında da böyle Milad toplanmaları yapılır. Dolayısı ile, kişi, Milad toplanmalarının mükafatının sadece Rebi-ül Evvel ayında olduğu fikrine kapılmamalıdır. ” (Fetva Abdul Hayy 2:283)

Hacu Imdadullah Muhacir Mekki

“ Tüm Harameyn halkı Mevlid’i kutlar. Bu bizim için yeterli delildir. Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in anılması nasıl kınanabilir? Ancak insanların icat ettikleri aşırılıklar, yapmamalıdırlar. ” (Shamaaim Imdaadiya 87,88)

Hacı Sahib kendi uygumasını da açıklar:

“ Bu faqeer (fakir) uygulaması şudur ki, o sadece Milad toplanmasına katılmakla kalmaz, ayrıca onu bir bereket vesilesi olarak görerek kendisi her yıl bir toplantı düzenler ve içerisinde neşe ve keyif ve haz duyar. ”(Feyzla Haft Masla p9)

Mufti Mazharullah Mucedidi

“ Milad’ın okunması, sahih hadislere dayalı olduğundan ve mubarek 12. gündeki tören, hiçbir yasaklanmış amel içermediğinden dolayı ikisi de caizdir. Onlara caiz değildir demek, şeriatten delil gerektirir. Muhaliflerin ona karşı ne delilleri vardır? Sadece bu şekilde Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in sahabeleri kutlamadığı ya da tören düzenlemediği için caiz değildir demek delil olamaz. Caiz bir iş, sırf (daha önce) yapılmadı diye yasak hale gelmez. ” (Fetva Mazhari 435,436)

Allame Muhammed Siddik Hasan Han Bhopali

“ Her gün Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in zikrini yapamayan bir kimsenin haftada ya da ayda bir gün oturup zikr yapacağını ve biyografisini okuyacağını adamasında ne kötülük vardır? Ve daha sonra ayrıca Rebi-ül Evvel’in günlerini boş geçirmez ve sahihliği ispatlanmış hadisleri de okur. ”

(Eş Şamama tu’l Ğabriya min Hayr il Mevlid el Bariyya 5)

Categories: Mevlid | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Islam Alimlerinin Allahu Teala’nın hadis’e(sonradan olan şeylere) benzememesinde ittifakları

Ehl-i sünnet taifesinden Şafiî, Hanefî, Mâlikî ve faziletli Hanbelî tâifeleriyle diğer âlimler, Allah tebareke Ve teâlânm, cihetten, cismiyetten sınırlanmaktan, mekândan ve mahlûkata benzemek-ten münezzeh olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

EBU’L-MEÂLİ İMAMÜ’L-HARAMEYN «LÜMAÜ’L-EDİLLE» ADLI KİTABINDAKİ, «ALLAHÜ TEÂLÂ’NIN HÂDİSLERE (SONRADAN YARATILANLARA) BENZEMEKTEN MÜNEZZEH OLDUĞUNA DAİR KELÂMI İLE MEZKÛR KİTABIN ŞÂRİHİ (ONU ŞERH EDEN) ŞEREFUDDİN B. ET-TELEMSÂNİ’NİN SÖZLERİ
Ebu’l-Meâlî İmamü’l-Harameyn, (LumaüT-Edille fî Kavaîd-i Eh- li’s-Sünne) adlı eserinde diyor ki: Rab (Allah subhanehû ve teâlâ), cihetlerle (yönlerle) tahsis edilmekten, cihetlerle sınırlı olan vasıflandırmalardan münezzehtir. Fikirler onu sınırlandıramaz, mekânlar onu içine alamaz, ölçülere girmez, sınır ve ölçülerin tahdidinden (sınırlamalarından) yücedir. Çünkü kendisine mahsus ciheti olan her şey, o ciheti işgal edicidir (yani mekan tutar). Mekânı kabul eden her şey, cevherle (en küçük yapı birimi, atom) mülâkatı (alakayı) ve ayrılmayı kabul eder. Hâlbuki birleşme ve ayrılmayı kabul eden her şey, cevherler gibi hadistir (sonradan yaratılmıştır).

Şeyh Şerefuddin b. et-Telemsâni mezkûr «LümâüT-Edille» adlı kitâbın şerhinde bu konuya ait uzun beyanda bulunup der ki: Allahü Teâlâ’ya cihet isbat etmek için, Kur’ân’da, hadîs kitaplarında geçen müteşabihlerle delil getirenin reddine icmalen cevap şudur:

<<Şeriat, ancak akla dayanarak sabit olur, akıl onun ölçüsüdür, öyle ise aklı tekzib edecek (yalanlayacak) şey, Şeriat’ta varid olması (bulunması) tasavvur olunamaz (yani düşünülemez bile). Çünkü akıl, Şeriat’ın şahididir. Eğer, Şeriat aklın düşündüğüne muhalif bir şey getirseydi, Şeriat ile aklın ahkâmları her ikisi de birden bâtıl olacaktı (çünkü ikisi de birbirlerini tekzib ederlerdi).

Sadeddin et-Teftazanî «Şerhü’l-Makasıd» adlı kitabında şöyle der: Allahü Teâlâ’ya hakikî cismiyet, mekân olduğuna hükmeden kimseler, yalan ve kuşkulu kıyaslardan lâzım gelen neticeler, müteşabih olan Kur’ân âyetleri ve hadislerin zahirî mânâları üzere mezheplerini kurmuşlardır. Vehmi kıyasdan olan delillerinden, meselâ, demişler ki:

<<Mevcut olan her şey, ya cisimdir veya bir cismin içinde bulunur (yani sıfat olur). Allahü Teâlâ ise, başkasına ihtiyacı muhal olduğundan dolayı, bir cismin içinde bulunması da muhaldir, öyle ise, Allahü Teâlâ cisim olduğu muhakkaktır.

Yine dedikleri gibi: «Her varlık ya mütehayyizdir (bir mekândır) veya kendisi bir yerin içindedir». Yukarıda beyan olunduğu üzere, bir şeye muhtaç olması muhal olduğu için bir mütehayyizin içinde bulunması da muhaldir, öyle ise, kendisi mütehayyizdir.

Yine dedikleri gibi: «Allahü Teâlâ’ya cihet, yön olduğuna dair delil: Vacib Teâlâ, ya bu âlemle muttasıldır (bitişiktir)’ veya munfasıldır (ayrıdır). Muttasıl olsun, munfasıl olsun, illâ bu âlemin bir cihetindedir.»
Yine kendisine cihetin isbatı için demişler ki: «Vacib Teâlâ (Allah), ya bu âleme dahildir. Ki, o zaman mütehayyizdir veya bu âlemin dışındadır. Ki, o zaman bu âlemin bir cihetinde bulunur, öyle ise bu âlemin bir cihetinde bulunuyor ve bu karşıt önermeler sahih olup zarurî (bedihî-yani anlaşılması için belli bir tasavvura gerek duymayan açık manalar) olan önermeler kısmına münhasırdırlar» diye iddia ederler.

Bu kıyasla ilgili delillerin ibtali için cevabımız şudur ki: Getirdikleri bu deliller menedilir (reddedilir). Nasıl sahih olsunlar ki, delillerindeki önermeler, mantık ilmindeki munfasıl önermelerine muhalif olup mânâ itibariyle önermeler, karşıtları veya karşıtına eşit olan ikinci önermelerden müteşekkil değillerdir. Bununla beraber, akıllı kimseler, Allah cisim ve cihet olmadığına dair ittifak ederek şöyle bir kıyası delil getirmişlerdir. Mevcut olan her şey, ya cisimdir veya bir cisme dayanır veya ne cisim, ne de bir cisme dayanır. Mücessime tâifesı ile Allah’a cihet iddia eden tâifelerin yukarıda beyanları geçen önermelerinin taksimatı ve önermelerin iki kısma münhasır olan iddialan da vehimden (kuşkudan) meydana gelen yalan hükümlerdendir. Delillerinde geçen önermelerinin bedihî oldukları dâvâları da, ya inat ve mükebberelerine binaen ve yahut birçok kuşkulu önermeler zaruriyat (bedihiyat) önermelere benzeyişlerinden ileri gelmiştir.
İkincisi, yâni Allah’a cisim, tehayyüz (bir yerde yerleşme), cihet (yön) olduğuna zahiren delâlet eden müteşabih âyet ve hadîslerden oluşan delilleri ise, âyetlerden:

«Onlar (îslâm’a girmeyenler), illâ Allah’ın, buluttan gölgeler içinde meleklerle birlikte kendilerine gelivermesine ve işlerinin bitirilivermesine mi bakıyorlar? Halbuki, (bütün) işler Allah’a döndürülür.» (Bakara sûresi, âyet: 210); «Rahmân (Allah) Arş’ı istiva etti.» (Tâhâ sûresi, âyet: 5); «Ancak yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı bakîdir.» (Rahman sûresi, âyet: 27); «Kim ululuk hevesine düşerse, (bilsin ki) bütün ululuk Allah’ındır. Güzel kelimeler ancak O’na yükselir.» (Fatır sûresi, âyet: 10)f, «Gerçek sana (ey Resûlüm) biat edenler, ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli, onların elleri üstündedir» (Fetih sûresi, âyet: 10), «And olsun ki biz sana diğer bir zamanda (ey Mûsâ) annene vahyolunacak şeyi ilham ettiğimiz vakitte de lütfetmiş ve kendisine onu tabuta koy da denize (Nil nehrine) at Deniz de onu sahile atıversin ki, Benim ve onun düşmanı olan biri alacak diye (emreylemiştik)| Sana karşı (ey Mûsâ) gözümün önünde yetiştirilmen için kendimden bir sevgi bırakmıştım.» (Tâhâ sûresi, âyet: 37, 38, 39), «Ey İblis! İki elimle (yani bizzat) yarattığıma secde etmekten seni hangi rşey menetti?» (Saad sûresi, âyet: 75); «Müşrikler, Allah’ı hak (ye lâyık) olduğu şekilde takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü (Kürre-i) arz topdan (ancak) O’nun kabzasıdır. Gökler de O’nun sağ eliyle (toplanıp) dürülmüşlerdir» (Zümer sûresi, âyet: 67); «O gün (azap günü) her nefis, «Allah yanında işlediğim taksiratlardan dolayı vay hasret (ve nedamet) ime. Hakikat ben, (O’nun diniyle, kitabıyla) eğlenenlerdendim.» diyecektir (Zümer sûresi, âyet: 56). Bu âyetlere benzer başka âyetler de vardır.

Müteşabih hadîsler ise, Peygamber aleyhissalâtü vesselâm’m bir cariyeden, «Allah nerededir?» diye sorduğu suale, cariye «Göktedir» diye cevap verdi. Resûlullah onun bu dediğini inkâr etmeyip İslâmiyetine hüküm vermiştir. «Gerçekten Allahü Teâlâ, her gecenin üçte biri geçerken dünya semasma iner…», «Allah, Âdem’i şekline göre yarattı.», «Cebbar (Kahredici Allah) ayağım cehenneme koyar…», «Allah, evliyasına gülüyor», «Sadaka Rahman’ın (Allah’ın) ayasına düşer…» ve daha başka hadîsler de vardır.
Cevap: Bu naklî müteşabih âyet ve hadîsler ile duyulan zannî deliller, aklî ve kesin delillere karşı oldukları için zahiren onlardan anlaşılan mânâlara göre olmadıklarına katî olarak hükmedilir. Hatâdan en selâmetli yol ve Kur’ân-ı Kerim’in, «Halbuki müteşabih âyetin te’vilini, ancak Allah bilir…» (Âl-i İmran sûresi, âyet: 7) meâlindeki istisna mânâsını ifade eden, (illallah) ancak Allah kelimesinin üzerine yapılan vakfa münasip olmak üzere, müteşabihleri tefsir etmeyip Allah’a havale etmektir. Veyahut tefsir kitaplarıyla, hadîs şerhlerinde beyan olunduğu üzere bu hususta en kuvvetli yol ve mezkûr âyette, «Ancak Allah ve ilimde çok kuvvetli olanlar, (müteşabihin mânâsını) bilir.» diye geçen atfa dayanarak aklî delillere münasip ve olgun bir şekilde te’vil edilirler.

Eğer denilse ki, gerçek din olarak Allahü Teâlâ’ya mekân ve cihet olmadığı için, niçin semavî kitaplar ile hadîs-i nebevilerin çoğunda sayılamayacak kadar tahayyüz ve cihete işaret edilmiş; hiçbirisinde açıkça bunların olmadıklarına değinilmemiştir? Nitekim, Allah’ın varlığına, birliğine, ilmine, kudretine, kıyametin hakikatına ve cisimlerin haşrolacaklarından birçok yerde tekrar tekrar bahsedip gayet te’kit etmişlerdir. Halbuki Allah’a cihet ve mekân olmadığına dair tahkik ve te’kit ile bahsetmeleri daha lâyıktır. Çünkü, muhtelif din ve görüşler olduğu hâlde, akıllı kimselerin yaradılışında olduğu gibi duâ edilirken semaya (göğe) doğru teveccüh edilir (yönelir) ve eller göğe doğru yükselir.

Bu itiraza şöyle cevap verilmiş: Avam tabakasının akılları, Allah’ı cihetten tenzih etmeye ermediği, hattâ bir cihette olmayan herhangi bir şeyin olmadığına cezm ettikleri için, zahiren teşbihe ve Sânî’in (Allah’ın) en şerefli cihette bulunmasına delâlet eden sözlerle onlara hitab edilmesi daha münasip, ıslahlarına daha yakın, onları doğru yola çağırmaya daha lâyıktır. Bununla birlikte, Allah’ın, hâdis olan,şeylerin alâmetinden kesin olarak münezzeh olduğuna dair, (Kur’ân’da ve hadîs-i şeriflerde) dikkatli uyarı ve işaretler vardır. Akıllı kimselerin duâ esnasıda yüzlerini göğe karşı kaldırmaları, Allah’ın gökte olduğunu itikad ettikleri için olmayıp belki gök, duânm kıblesi olduğu içindir. Çünkü hayırların, bereketlerin, nurların ve yağmurların yukarıdan inmeleri beklenilmektedir.
Burada Îmamu’l-Harameyn’in dedikleri sona erdi.

Bazı âlimler, bu itiraza cevaben demişler ki: Yukarıya doğru el ve baş kaldırmakta, Allahü Teâlâ’nın bir cihette olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Bu sabit bir hakikattir. Çünkü, Müslümanlar namazda Kabe’ye yönelmekle emrolunmuşlar; halbuki Allah, Kâbe cihetinde değildir, namaz esnasında, secde edecekleri yere bakmakla emrolunmuşlar; halbuki Allah yerde de değildir. Keza… Secdeye kapanmalarında alınlarını, yüzlerini yere koymak emrolunmuş; halbuki o yer altında değildir. Belki bu hareketler, mücerred bir şekilde Allah’a ibâdet etmek ve O’ndan korkmak içindir. İşte duada ellerin yukarıya kaldırılması ve göğe doğru yönelmesinin sebebi de budur.

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s. 113-117]

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

ÎBN ŞÂKİR’İN «TARİH»İNİN YİRMİNCİ CÜZÜNDE İBN TEYMİYYE HAKKINDA ZİKRETTİĞİ ŞEYLER

Şimdi İbn Şâkir’in «Tarih»inin yirminci cüzünde dediği sözlere gelelim. Diyor ki: 705 yılının Receb ayının sekizinde, Beyaz Köşk’te Sultan Yardımcısı’nm huzurunda, kadılar ile fâkihlerden müteşekkil bir heyet kuruldu. Akidesi hususunda İbn Teymiyye sorguya çekildi. Akidesinden olan bazı hususları beyan etti. Sonra Vasıtiye adlı akide eseri mecliste okundu. Hakkında birçok mubahase vâki oldu.

Kitabın birçok bahisleri okunmak üzere ikinci bir toplantıya ertelendi. Daha sonra Receb aynım onikinci Cuma günü tekrar toplandılar. O mecliste Safiyüddin de hazır bulunuyordu. İbn Teymiyye ile kitabı hakkında müzakere ettikten sonra Kemâlüddin el-Zemlikânî’nin İbn Teymiyye ile münazara etmesine ittifak ederek hepsi de buna razı oldu.

MÜNAZARADA KEMALÜDDÎN’İN İBN TEYMİYYE’Yİ SUSTURMASI

Şüphesiz o mecliste Kemalüddin münazarada İbn Teymiyye’yi mağlûp etti ve öldürülmekten korktuğu için, kendisinin Şafii mezhebinden olduğuna ve İmam Şafiî’nin itikad ettiği şeyi itikad ettiğine dair hazır bulunanları tanık olarak gösterdi. Böylece kendisinden razı olup toplantıdakiler dağıldı. Fakat îbn Teymiyye’nin arkadaşları, o mecliste hocalarının haklı olduğunu ve hakkın kendisinde olduğunu halka açıkladılar. Dolayısıyle Kadı Celâlüddin el-Kazvinî’nin huzuruna onları ve şeyhleri olan îbn Teymiyye’yi çıkardılar.

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s.397-398]

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Istiva hakkinda

Büyük muhaddis İmam-ı Dârekutnî’nin çağdaşı olan el-Hafız Ebû Hafs b. Şahin demiş ki: İki sâlih adam olan Câfer b. Muhammed ve Ahmed b. Hanbel, birçok kötü arkadaşlarının belâsına çarpılmışlardır. El-Hafız Ebül-Kasım b. Asâkir (Tebyinu kazıbi’l-müf- teri fimâ nüsibe ilâ-İmam Ebi’l-Hasani’l-Eş’arî) adlı kitabında bunu Hafız Ebu’l-Hasan’a isnad ederek demiş ki: Rafızîler, Câferi Sâdık b. Muhammed el-Bakır’ın onlardan berî olduğu birçok çirkin meseleleri kendisine isnad ettiler. Keza Ahmed b. Hanbel’in de, bâzı talebe ve tâbileri, Allah’ın cisim olduğu mânâsında birçok bâtıl sözü kendisine isnad etmişlerdir. Halbuki, Ahmed b. Hanbel bu sözlerden uzaktır. Şüphesiz îmam Ahmed ile ilk tâbilerinin, Kur’ân ve hadîste geçen birçok muhal tâbirleri, te’vil ettiklerini gösteren rivâyetler sabit olmuştur.

Takiyyüddin el-Husani, «Def u’ş-şübhe men teşebbehe ve temerrede ve nesebe zâlike ile’l-İmam Ahmed» adlı kitabında, açıkça der ki:
îmam Ahmed, Kur’ân-ı Kerim’deki
«Rabbin geldi» (Fecr sûresi, âyet: 22)
meâlinde olan âyetin hakikî mânâsının,
«Rabbin emri geldi» demek olduğunu söylemektedir.

Kadı Ebû Ya’lâ ise şöyle der:
îmam Ahmed, bu âyetten maksadın, Rabbin kudreti ve emri olduğunu söyler. Nitekim Allahü Teâlâ bunu,
«O kâfirler, Rabbinin emrinin gelmesini bekliyorlar» (Nahl sûresi, âyet: 33)
âyeti ile beyan eylemiştir. îlk âyet mutlak olup ondan mukayyed bir mânâ irade edildiğine işaret ediyor ve bu tâbirin üslubu, Kur’ân, hadîs, icma-i ümmet âlimlerinin kelâmında çokça geçer. Çünkü ilk âyetin zahirinden nakil anlaşılmaktadır. Nakil ise, Allah sübhanehu hakkında caiz değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘in, «Rabbim gecenin bir kısmında, dünya göğüne iner», buyurduğu hadîsin durumu da buna benzer; te’vil edilir. Bunu açıkça îmam Evzaî ile îmam Mâlik de söylemişlerdir. Çünkü intikal ve nakil, hâdis (yaratılmış) sıfatlardır. Azîz ve yüce Allah, zâtını hâdis sıfatlardan tenzih etmiştir.

Bu müteşabih âyete ve hadise benzeyip te’vili lâzım olan âyetlerden biri de Allahü Teâlâ’nm, «Allah, Arş üzerine istiva etti» âyet-i celîlesidir. Avam tabakasından biri, bunun mânâsını sorarsa, «Allah’ın, Arş üzerine istivası (istilâsı) malûmdur. Keyfiyeti ise (istilânın ne şekilde olduğu), bizce meçhuldür.

İbn Vehb demiştir ki:

“Biz İmam Malik’in yanında idik. Bir adam geldi ve: “Ey Ebu Abdullah! Rahman’ın Arş’a istivası nasıldır?” dedi. İmam Malik (r.a.) başını eğdi, buram buram terlemeye başladı ve dedi ki: “Rahman Arş’a istiva etti. Tıpkı nefsini vasfettiği gibi. Bu bakımdan “nasıl” diye sorulmaz. Çünkü “nasıl” ondan aldırılmıştır. Sen bid’at sahibi birisin. Çıkarın onu.”
(Beyhaki sahih bir isnadla İbn Vehb’ten rivayet etmiştir ve Yahya bin Yahya’dan da rivayet etmiştir ve lafızları şöyledir: ”istiva mechul değildir, keyfiyetin ALLAH U TEÂLÂ’YA isnadı akıl işi değildir, ona iman vacibtir, ondan sormak da BİDATTİR.”)
Gördüğünüz gibi bu rivayetlerde keyfiyet var da bilinmiyor değil KEYFİYET YOKTUR..!

Ona (istivaya) iman etmek vacip olup, ondan sual edilmesi, bid’attır diye kendisine cevap verilir. İmam Rebîa ancak bu şekilde cevap vermiş, talebesi Mâlik de, bu hususta, ona mütabaat etmiştir. Zira avam tabakası, Arapça olan istiva kelimesinden, zahire göre hâdis (sonradan olan) sıfatlardan olduğunu anlıyorlar. Halbuki Allah sübhanehu ve Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de «O’nun bir benzeri yoktur. O, hakkıyle işiten, kemâliyle görendir» (Şurâ sûresi, âyet: 11), diye kendini o sıfatlardan tenzih eylemiştir. Demek ki, Allah’ı zerre kadar bir şeye benzetmek, Kur’ân’a inanmamak demektir; Bundan küfür lâzım gelir.

İmamlar, mezkûr âyetteki, istivânın mânâsını sormanın bid’at olduğunun sebebini şöyle açıklamışlardır:
Fıkıh ve diğer bâzı ilimlere mensup olan birçok kimseler, müteşabih olmayan âyet ve hadîslerin mânâlarını idrak edemiyorlar; müteşabihlerin mânâlarını nasıl idrak edecekler? Müteşabih âyet ve hadîslerin mânâlarını ancak Allah sübhanehu bilir. Kur’ân ve hadîsler, âzîz ve yüce olan Allah’ı, yakışmayan sıfatlardan tenzih etmekle dolup taşmaktadır.
Allah’ın bir ismi de Kuddûs’tür (hissin duyduğu şeylerden münezzeh ve Zat-ı Bârisi noksan sıfatlardan beridir) . Bu ismin mânâsında, Allah’ın noksan sıfatlardan çok tenzih edilmesi ve teşbihi (benzetmeyi) hayale getirilmemesi işareti vardır. Allahü Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de, «(Ya Muhammedi) de ki: Allah, birdir, Her şey O’na muhtaçtır. Doğurmuş değil, doğurulmuş da değildir; O’na hiçbir kimse eş olmuş da değildir.» meâlen buyurduğu âyetlerde de, bu işaret vardır. Çünkü bu âyetlerden Allah’ın cinsiyet, cüz’iyet ve daha başka noksan sıfatlardan münezzeh olduğu anlaşılır.

İmam Ahmed, «Hadîsleri nakil olundukları gibi nakledin», diye buyuruyordu. Talebeleri, İbrahim el-Harbî, Ebû Davud ve Esrem gibi büyük tâbiin ve muhakkik âlimlerden olan Ebu’l-Hüseyin el-Münadi, Ebu’l-Hasan el-Temimî ile Ebu Muhammed Rızkullah b. Abdülvahhab ve bu mezhebin direklerini teşkil eden diğer âlimler, İmam Ahmed’in sözlerine göre hareket edip, kendisi Abbasî halifesinin işkencesine uğramadan önce ve daha sonra söylediği sözlere uydular. Zamanının halifesinin emri üzere kamçıyla dövülürken de, «(Allah ve Resûlü tarafından) denilmeyen sözü (Kur’ân mahluktur, sözünü) nasıl diyeyim?» derdi. Kur’ân-ı Kerim’de geçen mezkûr istiva kelimesinin mânâsı için «İstivânın mânâsı, Allah’ın irade eylediği gibidir.» diyordu, öyle ise, istivânın mânâsı hakkında Allah’ın sıfât-ı zatiyesi veya sıfât-ı fiiliyesindendir veya istivâ kelimesinin zahirine göre (oturmak) mânâsınadır, diye Ahmed b. Hanbel’den rivayet eden kimsenin ona iftira edip, aziz ve yüce Allah’ı kâinata benzetmek mânâsını ifade eden ve sarahaten küfür olan şeyleri ona isnad edenin muhasebesi Allahü Teâlâ’ya aittir. Çünkü ona, isnad edilen, Allah hakkındaki bu tür sözler, bizzat Allah’ın kendini o şeylerden tenzih eylediğine muhaliftir. Allah sapıkların söylediklerinden uzaktır.

EBU HAMID BIN MERZUK,BERA’ATÜ’L-EŞ’ARIYYIN, SAYFA 31-33

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.