Posts Tagged With: hadisler

Ibn Teymiyye ve arş’ın yaratılmamış olması! (2)

2. MİNHACU-S SUNNE NEBEVİYYE:

O kitapta geçen bir tane ibaresi aynen şöyledir:
فإن قلتم لنا قد قلتم بقيام الحوادث بالرب قلنا لكم نعم وهذا قولنا الذي دل عليه الشرع والعقل

Tercümesi: “Eğer bize derseniz: ‘Siz hadislerin (mahlûkatların) Rabb-ul Alemin’in zatında kaim olduğunu söylediniz.’ Biz de deriz: ‘Evet bu, bizim akıl ve şeraitin delalet ettiği görüşümüzdür

(((DEĞERLİ KARDEŞLERİM; MAHLÛKATLARIN RABB-UL ALEMİN’İN ZATINDA KAİM OLMASI DEMEK: YANİ ALLAH U TEALA KENDİ ZATINA SONRADAN OLAN (YARATILMIŞ) SIFATLAR KABUL EDER. ÖRNEĞİN; BİZ BİR ŞEYİ BİLMİYORUZ CAHİLİZ, SONRA OKUYA OKUYA ONU ÖĞRENİR İLİM ELDE EDERİZ.
ALLAH U TEALA BU SIFATLARDAN MÜNEZZEHTİR !!! )))

-> ŞUNA DA DİKKATİNİZİ ÇEKEYİM; İBN TEYMİYYE BU BİZİM SÖZÜMÜZDÜR DİYOR VE BU İNANÇ KÜFÜR GEREKTİREN BİR İNANÇTIR. İBN TEYMİYYE SEVERLER, BUNU BİLDİKLERİ İÇİN BU İBAREYİ TAHRİF ETMİŞLERDİR.
(KULNA: DERİZ) dediği ibareyi, (KALU: DERLER) diye değiştirmişlerdir.

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn Teymiyye ve arş’ın yaratılmamış olması! (1)

IMAM-I KEŞMİRÎ İBN TEYMİYYE’NİN ŞÖYLE DEDİĞİNİ NAKLEDİYOR:

“İbn Teymiyye’nin dediğinin zıddına; cumhur-ul ulemaya göre, arş hadistir (yani yaratılmıştır).
Muhakkak ki İbn Teymiyye, Arşın kadim (yani yaratılmamış) olduğu görüşündedir. Bu kadimliğe de KİDEM-İ NEVÎ adını vermiştir.”

İmam KEŞMİRÎ (rahimehullah) kelamına da İbn Kayyim’in Nuniyye’sinden birkaç beyitle devam ediyor:

Allah u Teâlâ vardı ve hiçbir varlık yoktu ** Subhanehu O’nun şanı yücedir.

Allah kendisi dışındaki her şeyi yaratmıştır ** Rabbimiz mahlûkatlarla beraber değildi.

Biz sapıkların dediği gibi demiyoruz ** O zındık ve yunan mantığının sahibi gibi.

Bu gördüğümüz kâinatın ve ruhların ebedî **Olacağını ve fâni olmadıklarını. (demişti)

İmam KEŞMİRİ (rahimehullah) bu şiire cevaben şu manada bir beyit yazar:
“Bu kâinatın ebedi olduğunu söyleyip de dinden çıkan kişi İBN SİNA’DIR. Kâinat yok olup bitmeyecek dedi. İbn Teymiyye de Arş’ın yaratılmamış olduğunu ve ezelden beridir Allah u Teâlâ ile beraber var olduğunu söylemiştir.

İBN SİNÂ ile İBN TEYMİYYE’NİN bu durumda aralarındaki fark nedir?

(İMAM-I KEŞMİRİ/FEYD-UL BARİ ŞERHU SAHİH BUHARİ/6.CİLD/304.SAYFA)

1: “MUVAFEKATU SARİH-İL MAKULİ Lİ SAHİH-İL AKLİ/DER U TEARUD-İL AKLİ VE’N NAKLİ”

O kitapta geçen ibare aynen şöyledir:
وأما أكثر أهل الحديث ومن وافقهم فإنهم لا يجعلون النوع حادثاً، بل قديماً، ويفرقون بين حدوث النوع وحدوث الفرد من أفراده

Tercümesi: Ehli hadisin çoğunluğu ve onlara muvafık olanlar; bir şeyin nevini hadis kılmazlar (yani yaratılmış olarak kabul etmezler). Bilakis! Nev’i kadim (yaratılmamış/ ezeli) kabul ederler. Onlar, nevin hadis olmasıyla ferdlerin hadis olması arasında farkların olduğunu söylediler.

(((DİKKAT EDİN! İBN TEYMİYYE, KENDİ GÖRÜŞÜNÜ NAKLEDERKEN İLLA BAŞKALARI DİYORMUŞ GİBİ YAPIYOR/ HÂLBUKİ NE EHLİ HADİS’TEN NE DE ONLARA MUVAFIK OLANLARDAN HİÇBİR KİMSE BÖYLE BİR İDDİADA BULUNMAMIŞTIR. İBN SİNA BÖYLE DEMİŞTİR O DA İMAM-I GAZZALİ VE DİĞER ULEMA TARAFINDAN TEKFİR EDİLMİŞTİR! )))

*İbn Teymiyye aynı kitabında rezalet dolu sözler sarf eder. O sözleri okuduktan sonra bir insan, Allah’ın verdiği bu aklı bu kadar mı rezil eder? Diye soracaksınız kendi kendinize!

O sözleri aynen şöyledir:
فمن أين في القرآن ما يدل دلالة ظاهرة علي أن كل متحرك محدث أو ممكن؟ وأن الحركة لا تقوم إلا بحادث أو ممكن؟ وأن ما قامت به الحوادث لم يخل منها؟ وأن ما لا يخلو من الحوادث فهو حادث؟ وأين في القرآن امتناع حوادث لا أول لها؟

Tercümesi:
Kuran-ı Kerim’in neresinde
1. Bütün hareket eden her şeyin cisim ve mümkünatlardan olduğu,
2. Ve hareket etmenin sadece cisimlere ve mümkünatlar kaim olduğu
3. Hadislerin kaim olduğu şeyin illa hadis olacağı,
4. Kendi zatında hadislerden boş olmayan (yani sonradan bir sıfat kazanan) illa hadis olacağı,
5. “VE KURANIN NERESİNDE HADİSLERİN (YARATILMIŞLARIN) İLLA BİR BAŞLANGICI OLACAK”
Diye Apaçık ve tam bir şekilde delalet eden bir söz yazıyor?

((Son noktayı tekrar okuyun, ibn teymiyye yaratılmışların illa bir başlangıcı olmak zorunda
mı? Diye soruyor! AKILDAN BU KADAR ÇOK YOKSUN!))

Bütün bu sözleri soran İbn Teymiyye! Bize bu sorunun cevabını verebilir mi?
-Ferdleri hadis olmasıyla beraber nevi kadim olan bir varlığı bize Kuran-ı Kerim’de göstersin bakalım!

 

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Şeyhin bağımsız tasarruf yetkisinin olmaması

Bir rivayette, Allah Teala’nın “sen sevdiğini hidayete erdiremezsin”(kassas 56) ayeti hakkında, Ebu Hüreyre(radiallahü anh) şöyle demiştir: “Bu ayet Peygamber Efendimiz’in(sallallahü aleyhi vesellem) amcası Ebu Talib’in İslam’a girmesini istemesi üzerine inmiştir”(Tirmizi tefsir, 3188)

Hadisten çıkan netice: Şeyhin bağımsız tasarruf yetkisinin olmaması

Bazı bilgisiz kimseler hata ederek feyzin şeyhlerin elinde olduğuna inanırlar. Bu hadis, bu yanlış fikri düzeltmektedir. Peygamber Efendimiz’in(sallallahü aleyhi vesellem) yetkisi olmadığı yerde, diğerlerinin yetkilerinin olduğu nasıl düşünülebilir? Şeyhin gerçek işi dini yönden faydalı olmaktır. Fakat bu mutlak faydalı olma yetkisi elinde değildir. Bu iş şeyhin elinde değilse, dünyevi işler devamlı onun elinde nasıl olabilir.

Pek çok cahil bu yanlış fikre düşmektedir. Bundan Allah’a sığınırız. Ayrıca böyle durumda olan pek çok cahil, ehlullahin büyün kainatın sahibi olduğuna inanmaktadır. Nassin yol göstermesiyle bunun ıslahı gerekir ve mümkündür.

[Şeyh Eşref Ali Tânevî, Hadislerle tasavvuf, s.60]

Categories: Tasavvuf | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Sünnetin delil oluşu(1)

Allah Teâlâ’mn Kitabı, sünnetin delil oluşunu kesin olarak ifade eden pek çok âyet-i kerîmeyle doludur.

Bu âyet-i kerîmeler, birkaç gruba ayrılmaktadır. Bazen bir âyet-i kerîme, birden fazla gruba ait olabilmektedir. Biz, burada beş gru­bu zikretmekle yetineceğiz.

Birinci Grup Âyetler:

Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman etmenin vâcib olduğunu gösteren âyet-i kerîmelerdir.

Burada Hz. Peygamber’e imanla anlatılmak istenen, O’nun pey­gamberliğini ve Kur’ân’da zikri geçsin veya geçmesin, O’nun Allah katından getirdiği bütün şeyleri tasdik ve kabul etmektir. Yine Hz. Peygamber’e uymamanın ve hükmüne rıza göstermemenin imanla bağdaşamayacağını ifade eden âyet-i kerîmeler de bu gruba girer.

Şimdi ilgili âyet-i kerîmeleri ve ulemânın yaptığı bazı açıklama­ları sunuyoruz:

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberi’ne, indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a (tam manâsıyla) iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını ve kıyamet gününü inkâr ederse, tam manâsıyla sapıtmıştır.”[1]

“Artık Allah’a, Rasûlü’ne ve indirdiğimiz nâra (Kur’ân’a) iman edin, Allah, yaptıklarınızdan tamamen haberdardır,’[2]

“Rasûlüm de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben, sizin hepinize ge­len, Allah’ın peygamberiyim. O Allah ki, yer ve göklerin tasarrufu O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Onun için Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî Peygambere iman edin ve o Peygambere uyun ki, doğru yolu bulaşınız.’[3]

Kâd-ı Iyâz (544/1149), demiştir ki: “Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’e iman, kesin bir farzdır. İman ancak O’nunla tamam olur ve İslâm ancak O’nunla sıhhat bulur,”[4] Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Kim Allah’a ve Rasûlü’ne iman etmezse bilsin ki muhakkak biz, kâfirler için tutuşmuş bir ateş hazırladık.”[5]

Allah Teâlâ, yine buyurur ki: “(Ey Rasûlüm) Gerçekten biz, seni (ümmetine) şâhid (Cennetle) müjdeleyici (Cehennemle) korkutucu bir peygamber olarak gönderdik ki siz insanlar, Allah’a ve Peygamberine iman edesiniz. Rasûlü’ne yardım edip O’nu yüceliksiniz ve sabah aksam Allah’ı teşbih edesiniz.”[6]

 Allah Teâlâ, buyurur: “Mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden, sonra imanlarında asla şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar, gerçekten sâdık kimselerdir.”[7]

Bir başka âyet: “Mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlü’ne gönül­den iman etmiş kimselerdir. Onlar, o Peygamber’le toplu bir iş üzerinde bulundukları vakit, O’ndan izin isteyip O da izin vermedikçe bırakıp gitmezler. (Rasûlüm) Şu, senden izin isteyenler, hakikaten Allah’a ve Rasûlü’ne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağış dile; Allah çok mağfiret edici ve merhametlidir.”[8]

İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, kendisine ve Rasûlü’ne imanı, diğer bütün amellerin başlangıcı ve kâmil imanın kaynağı yapmıştır. Bir kul, Allah’a iman edip de Rasûlü’ne iman et­mese, imanı tamam ve sahih olmaz. Hatta kabul görmez. “[9] 

İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) ise şöyle demektedir: “Al­lah Teâlâ, Ashâb-ı Kirâm’ın, Hz. Peygamber’le toplu bir işteyken on­dan izin almadan herhangi bir yola ve yere gitmemelerini, imanın gereklerinden kılınca, O’nun izni olmaksızın, ilmî bir mezhebe ve hükme gitmemeleri, daha öncelikli olarak imanın bir gereği olmakta­dır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in böyle bir konudaki izni ise getirdiği va­hiy ve sünnetin o şeye izin verdiğini göstermesi ile bilinmektedir.”[10]

Allah Teâlâ, buyurur: “Güçsüz durumda bulunanlar, hasta olanlar ve infak edecek bir şey bulamayanlar, Allah ve Rasûlü’ne sadâkatlerini korudukları takdirde kendilerine, cihaddan geri kal­dıkları için bir günah yoktur. İyilik sahiplerini ayıplamaya bir yol yoktur. Allah Gafur ve Rahlm’dir.”[11]

Ebû Süleyman el-Hattâbî (388/998), demiştir ki: “Âyet ve ha­dislerde geçen nasihat, kendisi için nasihat yapılan ve samimiyet gösterilen kimse için hayır düşünüldüğünü ifade eden bir kelimedir. Nasihata tek bir mânâ vermek, doğru ve mümkün değildir. Nasihatın lügat mânâsı, ihlâs ve samimiyettir.

Buna göre Allah Teâlâ için nasihat, O’nun birliğine doğru bir şekilde itikad etmek, O’nu lâyık sıfatlarla vasfetmek, hakkında caiz olmayan şeylerden tenzih etmek, sevdiği şeylere rağbet, gazablandığı şeylerden nefret ve ibâdetinde ihlâs üzere hareket etmektir.

Allah’ın Kitabı için nasihat; ona iman, onunla amel, güzel oku­mak, kıraati anında huşu üzere olmak, onu yüceltmek, onu anlamak ve hükümlerine vâkıf olmak, haddi aşanların hevâlarına göre yo­rumlarından ve dinsizlerin hücumlarından onu korumaktır. Allah’ın Rasûlü için nasihat ise O’nun peygamberliğini tasdik etmek, emir ve yasaklarında kendisine var güçle itaat etmektir.”

 Ebû Bekir el-Acurî, demiştir ki: ‘Allah’ın Rasûlü için nasihat, O’nu desteklemek, kendisine yardım etmek, hayatta ve vefat ettikten sonra himaye etmek; sünneti öğrenip savunarak, halk arasında yaya­rak, yüce ahlâkı ve güzel edebiyle ahlâklanarak O’na ait şeyleri ihya etmektir.”

Ebû İbrahim İshak et-Tûcîbî (Ö.352 h.), demiştir ki: “Rasûlullah (s.a.v) için nasihat, getirdiklerini tasdik, sünnetini tatbik, onu yaymak ve buna teşvik, Allah’a, Kitabı’na, Rasûlü’ne, O’nun sünneti­ne ve onunla amele davet etmektir.”[12]

Allah Teâlâ, buyurur ki: “Onlara: Allah’ın indirdiğine ve Rasû­lü’ne gelin,’ denildiği zaman, münafıkların, kibirlenerek senden yüz çevirdiklerini görürsün.”‘[13]

 Yine Allah Teâlâ, buyurur: “(Bazı İnsanlar) Allah’a ve Rasû­lü’ne inandık ve itaat ettik diyorlar, sonra da içlerinden bir grup yüz çeviriyor. Onlar gerçekten mü’min değillerdir.”
“Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldıklarında, içlerinden bir kısmının yüz çevirip döndüğünü gö­rürsün!”
“Ama eğer (Allah ve Rasûlü’nün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise itaat içinde gelip boyun eğerler.”
“Bunların kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Rasûlü’nün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, gerçekten onlar zâlim kimseler­dir.”
“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldık­ları vakit, mü’minlerin sözü, ancak: ‘Dinledik ve itaat ettik,’ demele­ridir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir.”
“Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan içtenlikle korkar ve O’na isyandan sakınırsa, işte onlar, saadeti ele geçiren kimseler­dir.”
“Bir de münafıklar, kendilerine emrettiğin zaman, muhakkak (savaşa ve hicrete) çıkacaklarına dair en kuvvetli yeminler ettiler. (Ey Rasûlüm, onlara) de ki: Yalan yere yemin etmeyin. Sizden istenen hâlis bir itaattir. Muhakkak Allah, bütün yaptıklarınızdan haber­dardır. ”
“(Ey Rasûlüm) de ki: Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz Peygambere düşen tebliğ, size düşen de itaat etmektir. Eğer O’na itaat ederseniz hidâyete erersiniz; Peygam­bere düşen, sadece hakkı açıkça tebliğ etmektir.”[14]
 

İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, bu âyet-i kerîmelerde insanlara, onların aralarında hüküm vermesi için Rasûlullah (s.a.v)’a davet edilmelerinin, aslında, Allah’ın hükmüne bir davet olduğunu bildirmiştir. Çünkü aralarında hakem, Allah’ın Rasûlü’dür. Allah farz kıldığı için O’nun Rasûlü’nün hükmüne tes­lim oldukları zaman hakikatte onlar, Allah’ın hükmüne teslim olmuş olacaklardır.”[15]

Allah Teâlâ, buyurur: “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek ve kadına, kendi işlerinden dolayı Allah’ın ve Peygamberin hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur. Kim, Al­lah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse açık bir şekilde sapıtmış olur.”[16]

İbn Kayyım (751/1350), demiştir ki: “Allah Teâlâ, bir mü’min için Allah ve Rasûlü’nün hükmünden sonra başka şeyi seçme hakkı­nın bulunmadığını, böyle bir tutum içine girenin, apaçık sapıtacağı­nı haber vermiştir.”[17]

Allah Teâlâ, buyurur: “Hayır, Rabbine yemin olsun ki, araların­da çıkan bir anlaşmazlıkta seni hakem yapıp sonra da verdiğin hü­kümden, içlerinden hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manâsıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[18]

İbn Kayyım el-Cevziyye, demiştir ki: “Allah Teâlâ, kullarının (büyük-küçük) aralarında çıkan her anlaşmazlıkta, Rasûlü’nü hakem yapmadıkça mü’min olamayacaklarına zâtı üzerine yemin etti. İmanlarının kabulü için sadece O’nu hakem seçmeyi yeterli bul­mayıp verdiği karar ve hükümlerden, içlerinde herhangi bir darlık ve sıkıntının bulunmamasını ileri sürdü. Bununla da yetinmeyip veri­len hükme tam teslimiyetle boyun eğmelerini istedi.”[19]

İmanı Şafiî (r.h) demiştir ki: “En doğrusunu Allah bilir, bize ulaşan haberlere göre bu âyet-i kerîme, Zübeyr b. Avvam (r.a) ile arazi konusunda çekişmeye giren bir adam hakkında nazil olmuştur. Davayı, Hz. Peygamber’e götürdüklerinde, Allah Rasûlü, Zübeyr’in (r.h) lehine hüküm vermiştir. Verilen hüküm, Rasûlullah’a ait bir uy­gulama olup Kur’ân’da, buna dair bir âyet yoktur, Allah en iyisini bilir, Kur’ân da bu anlattığıma delâlet etmektedir. Çünkü bu konuda Kur’ân’da bir hüküm olsaydı, ilgili âyetler bulunurdu.”[20][

İmam Şafiî (r.h), özetle şunu demek istiyor: Âyet-i kerîme’nin nüzulüne sebep olan hadisedeki hüküm, Allah’ın Kitabı’nda açıkça mevcut değildir. Hüküm, Allah Rasûlü’ne aittir. Çünkü bulunmuş ol­saydı imansızlık, Kitab’ın hükmünü reddedişlerinden ve ona teslim olmayışlarından olur, Rasûlullah’m hakem seçilmeyişinden, hükmü­ne teslim olmayışından ve karara karşı iç sıkıntısından kaynaklan­mazdı. Bu durumda zahiren şöyle denilirdi: “Rabbine yemin olsun ki onlar, Kitab’ın hükmünü kabul edip ona teslim olmadıkça, iman et­miş olmazlar.” Böyle bir ifade bulunmadığına göre bu hükmün, Rasûlullah’a ait olduğu anlaşılır.


[1] Nisa, 136.

[2] Teğâbün, 8.

[3] A’raf, 158.

[4] Kâd-ı lyaz,Şifâ, II. 1.

[5] Fetih, 13.

[6] Fetih, 8-9.

[7] Hucurât, 15.

[8] Nûr, 62.

[9]Şafiî, risale, 75.

[10] İbn Kayyım, İ’lamu’l-Muvakkiîn, I, 58.

[11] Tevbe, 91.

[12] Bu rivayetler için bkz. Şifu, tahkikli baskı, II. 71 vd.

[13] Nisa, 61.

[14]Nûr, 47-54.

[15] Şafiî, Risale, 84.

[16]Ahzab, 36.

[17]İbn Kayyım, Î’lâmu’l-Muvakkiîn, I. 57.

[18]Nisa, 65.

[19] İbn Kayyım, a.g.e., I. 57.

[20] Şafiî, Risale, 83.

Categories: Dinimizin kaynakları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Kurtubi ve Nüzul Hadisi

Al-i imran 17, Kurtubi tefsiri:

Yüce Allah’ın: “Ve seherlerde Allah’tan mağfiret dileyenlerdir” buyruğunun anlamı hususunda farklı açıklamalar yapılmıştır.

Enes b. Malik der ki: Burada sözü geçenler, Allah’tan mağfiret dileyenler­dir. Katade ise, sözü geçenler namaz kılanlardır, demektedir.

Derim ki: Bu görüşler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü bunlar hem na­maz kılarlar, hem Allah’tan mağfiret isterler. Özellikle “seher vakti”nin söz konusu edilmesi duanın vakti olması ve isteklerin karşılanma ihtimali yük­sek bir zaman olmasıdır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yüce Allah’ın Hz. Yakub’un çocuk­larına söylediğini naklettiği: “Sizin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim” (Yu­suf, 12/98) buyruğunu açıklamak üzere şöyle buyurur: “Yakub onların bu mağfiret isteklerini seher vaktine erteledi.” Bu hadisi Tirmizî rivayet etmiş­tir.İleride gelecektir.

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) da Hz. Cebrail’e: “Gecenin hangi vaktinde yapılan dua kabule şayandır?” diye sorunca Hz. Cebrail: Bilemiyorum, şu kadar var ki Arş seher vaktinde sarsılır” diye cevap verdi.

“Seher” denildiği gibi “sehr” de denilir. ez-Zeccâc der ki: “Seher” gece­nin geçip ikinci fecrin çıktığı vakte kadarki zamandır. İbn Zeyd ise, bu va­kit gecenin sonuncu altıda biridir, demektedir.

Derim ki: Bundan daha sahih olanı, hadis imamlarının Ebu Hureyre’den naklettikleri şu hadis-i şeriftir: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki: “Aziz ve celil olan Allah, her gece gecenin ilk üçte biri geçince dünya semasına iner ve der ki: Ben melik olanım. Ben melik olanım. Var mı Bana dua eden? Ben de onun duasını kabul edeyim. Var mı Benden dilekte bulunan? Ben de ona istediği­ni vereyim? Benden mağfiret isteyen var mı? Ben de ona mağfiret edeyim. Ve bu tan yeri ağarıncaya kadar böyle devam eder, gider.” Müslim’in bir rivaye­tinde ise “sabah fecr ağarıncaya kadar” şeklindedir. Lafız Müslim’indir.

Bu buyruğun TE’VILI hakkında farklı görüşler vardır. Buna dair yapılan açık­lamaların en uygunu Nesâî’nin Kitabında müfesser olarak gelen şu rivayet­tir: Ebu Hureyre ile Ebu Said’den (Allah ikisinden de razı olsun) rivayete gö­re şöyle demişlerdir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki: “Şüphesiz aziz ve celil olan Allah gecenin ilk yarısı geçinceye kadar mühlet verir. Sonra bir MÜNÂDIYE emrederek şöyle der: Dua eden var mı? Duası kabul olunacak. Mağfiret isteyen var mı? Ona mağfiret olunacak. İstekte bulunan var mı? İstediği ona verile­cek.”

Ebu Muhammed Abdulhak bunun sahih olduğunu ifade etmiştir. İş­te bu hadisteki ifadeler bir önceki hadisteki müşkilliği kaldırmakta ve her tür­lü ihtimali açıklamaktadır. Birinci hadisteki ifadeler muzafın hazfedilmesi ka-bilindendir. Yani Rabbimizin meleği iner ve der ki… anlamındadır. Yine bu­radaki “iner” kelimesi “indirilir” şeklinde de rivayet edilmiştir ki, bu da bi­zim sözünü ettiğimiz hususa açıklık getirmektedir.

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ölülere sağ olanların haberi gelirmi?

Onbirinci Soru: Kabirdeki bir ölünün yakınına veya uzağına başka bir ölü defnedildiğinde kabirdeki ölü onu tanır mı ve dünyadaki diğer olup biten şeyler hakkında, yeni gelen ölüye soru sorar mı?

Cevap: Evet. Bunun hakkında hadisler varid olmuştur. Bu hadislerden bazıları:
İbni Ebid Dünya’nın, Ebiz Zübeyr’den onun da Cabir’den rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ölülerinizin kefenlerini güzel seçin. Çünkü onlar kefenlerinden dolayı övünürler ve kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler.”

İbni Mübarek, Ebu Eyyüb’den mevkuf olarak rivayet ettiği ve Taberani’nin buna benzer Rasululah’a merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sağ olanların amelleri ölülere gösterilir. İyilik görürlerse sevinirler ve rahatlarlar. Eğer kötülük görürlerse Allah’ım onlara hidayet ver derler.” Bu rivayette defnedilenlerin onların yakınında veya uzağında olduğuna dair bir kayıt yoktur. Fakat sadece yakınlarında defnedilenleri duyabilmeleri de mümkündür.

İbni Ebid Dünya şöyle rivayet etti: “Osman İbni Abdullah, Said İbni Cübeyr’e şu soruyu sordu: “Ölülere sağ olanların haberi gelir mi? Said İbni Cübeyr: “Evet” dedi. Bir kişi öldüğünde yakın akrabalarının haberlerini diğer ölülere ulaştırır. Mezardaki kişi haberler hayır ise sevinir, şer ise üzülür. (Bu hadisi Tirmizi, Taberani, Enes İbni Malik’ten Rasulullah’a merfu olarak rivayet etmişlerdir).

Buhari’nin tarihinde Numan İbni Beşir’den Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kabirlerde bulunan kardeşlerinize eziyet etme hususunda Allah’tan korkun. Çünkü amelleriniz onlara gösterilir.” Hakim rivayet etti ve sahih dedi).

“Kabirler” kitabında İbni Ebid Dünya şöyle rivayet etmiştir. Yahya b. Abdurrahman b. Ebi Lebibe o da babasından o da dedesinden şöyle rivayet etmişlerdir: “Bişr İbni Berra b. Ma’rur öldüğünde annesi ona çok üzüldü ve Rasulullah’a (s.a.v.) annesi şöyle dedi: “Beni Seleme’den ölenler olarak ölüler birbirini tanır mı ki ben Bişr’e selam göndereyim?” Rasulullah (s.a.v.) ona: “Evet ey Bişr’in annesi! Kuşların birbirini tanıdıkları gibi onlar da birbirini tanırlar.” Bunun üzerine Beni Seleme’den bir kişi ölüm döşeğine düşse Bişr’in annesi ona gidip Bişr’e selam söyle derdi. Taberani başka bir yoldan şöyle rivayet etti: “Bişr’in annesi, Ka’b İbni Malik ölüm döşeğine düştüğü zaman ona gelip: “Bişr’e selam söyle” dedi. Bu rivayet Ebu Lebibe’nin rivayetini desteklemektedir.

Sufyan İbni Uyeyne, Amr İbni Dinar’dan o da Ubeyd İbni Umeyr’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kabir ehli sağ olanların haberlerini beklerler. Bir kişi öldüğünde ona gelirler ve: “Filanın durumu nasıl?” diye sorralar. O da: “Salih bir kişidir” diye cevap verir. “Peki falan kişi ne yaptı?” derler. O da: “O size gelmedi mi?” der. Onlar: “Hayır bize gelmedi” derler. O da: “Biz Allah’A aidiz ve ona döneceğiz” dedikten sonra: “Demekki bu bizim yolumuzdan başka bir yola gitti” derler. Bu rivayet Ubeyd İbni Umeyr’in sözüdür. Ubeyd İbnü Umeyr; tabiin alimlerinin en büyüklerinden birisidir. Ona ulaşan senet sahihtir. Bu gibi kişiler kendi görüşlerinden birşey söylemezler. Bu rivayet mürsel hükmündedir.

Nesei’ni Ebu Hureyre’den Rasulullah’a merfu olarak rivayet ettiğibuna benzer bir rivayeti vardır. Bu rivayetin sonunda şöyle bir ibare vardır. “Onlar yeni ölen kişiye: “Filan kişi ne haldedir?” diye sorduklarında yeni kişi: “O daha size gelmedi mi?” diye sorunca onlar: “Hayır” deyince,yeni ölen kişi: “Demekki o cehenneme gitti” der. İbni Mübarek’in Ebu Eyyüb’den Rasulullah’a merfu olan buna benzer bir rivayeti vardır.

Taberani Ebu Eyyüb’den şöyle rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Mü’min kişi ölünce salih kullar bu kişiyi müjdeleyici bir kişinin karşılandığ gibi karşılarlar ve birbirine onu rahat ettirelim derler. Sonra ona: “Filan erkek ne yaptı? Filan kız ne yaptı? Evlendi mi? diye sorarlar. Fakat ondan önce ölmüş olan bir kişi hakkında sorduklarında; “O cehenneme gitti” der.”[1]
(1) Taberani Kebir’de ve el-Evsat’ta zayıf senetle rivayet etti. (Mecma ez-Zevaid, İbni Hacer el-Heytemi).

Bir rivayetlerden anlaşılıyorki ölülerin ruhu birbirleriyle buluşurlar ve konuşurlar. Fakat bu, dünyadaki buluştukları gibi değildir. Çünkü Berzah hayatı (kabir hayatı) dünya hayatına benzemez. Dolayısıyla orada olan olaylar dünyadikelere benzemez. Alah daha iyi bilir.

[Ibn Hacer Askalani, Kabir Alemi]

Categories: Ölüye amellerin hediye ve arz edilmesi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Sünnetin önemi

Enes b. Malik anlatır: “Biz yaklaşık altmış kişi idik, Peygamberin yanında otururduk, o bize hadis anlatırdı. Kendi özel ihtiyacı için gittiğinde biz o hadisi aramızda müzakere ederdik, kalkana kadar o hadis kalbirnize yerleşirdi.
[el-Lüma, s. 142]

İbn-i Mes’ud der ki: “Hadisi müzakere edin! Zira hadisin dirilişi (zihinlerde kalıcılığı) onu müzakere etmekten geçer.”
[Dârîmi]

Hz. Ali şöyle der: “Hadisi müzakere edin! Şayet müzakere etmezseniz hadis uçup gider.”[el-Müstedrek]

Sahabiler işte bu şekilde hadislerin yılmaz bekçileri oldular.

Tabiin de hadislere bir o kadar ihtimam göstermiştir.
Bakın Ata ne der:
“Biz Cabir b. Abdullah’ın yanında iken bize hadis söylerdi. Biz oradan kalkarken o hadisi müzakere ederdik. Ebu Zubeyr hepimizden çabuk ezberlerdi.”[Dârîmi]

Tabiinden Ebu-I Aliye şöyle der:
“Peygamberin bir hadisini duysan hemen ezberle!”[Dârîmi]

İbrahim b. Alkame de şöyle der:
“Hadisleri müzakere edin! Çünkü müzakere onun hayatıdır.”
[Dârîmi]

Bu değerli Sahabe ve Tabiin nesli hadisleri sadece müzakere etmekle kalmadılar, aynı zamanda hadis öğrenmek için nice uzun mesafeler katettiler. Örneğin Cabir b. Abdullah (radıyallahu anh)’ın, Abdullah b. Uneys (radıyallahu anh)’den başka hiç kimsenin hıfz etmemiş olduğu bir hadisi öğrenmek için bir aylık yol kat edip Şam’a gittiği, Ebu Eyyub ei-Ensari’nin de Medine’den Mısır’a, Ukbe b. Amır’in yanına giderek hadis dinlediği sonra da hiç beklemeksizin hemen bineğine binip tekrar Medine’ye döndüğü malumdur.
[Rıhle s. 18.]

Tabiin’den Said b. Museyyeb şöyle der: “Ben bir hadisi öğrenmek için gece gündüz nice yollar katettim.”
[el-Cami’ l/94]

kaynak: Peygambersiz bir din?, Alâeddin Palevî, s. 14

Categories: Dinimizin kaynakları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Müslim, imam Buhari’nin ayağını öpmeye izin istiyor!

alin opme

Ahmed bin Hamdal el Kesâr Müslim bin Haccac(rah) yani İmam Müslim(ra)’i İmam Buharî (ra)’nin avlusuna girdiğini gördüğünü söyledi ve girdikten sonra İmam Buharî(ra)’nin alnını öptü, bundan sonra ayağını öpebilmek için izin istedi, ondan sonra dedi ki, Ey öğretmenler öğretmeni,hadisçilerin üstadı ve hadis tahriçlerinde büyük alim”

[El Bidaye ven Nihaye(11/33), Mektebe el Ma’rif, Beirut, Lübnan]

-İmam Zehebi(ra) Kitap: Siyir El Elâm en Nubela, Çıld 3, s. 3343, İmam Buharînin biografisi altında, biografi no:4969, Bait Al Afkaar Ad Dawliya, Lübnan Yıl: 2004

Ayak öpme caiz olmasaydı, Imam Müslim gibi biri bunun yapmak icin izin istemezdi!

Categories: ahlak,edep ve benzeri konular | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Müslümanları şirkle itham edenler.

şirkle itham 1
Hafız Ebu Ya’lâ el-Mavsılî’nin Müsned’inde şöyle bir hadîs zikredilir :

Bize Muhammed İbn Merzûk’un… Huzeyfe İbn el-Yemmân (r.a.) dan rivayetine göre; Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi vesellam) şöyle buyurdu :

Sizin için en çok endîşe ettiğim kişi; Kur’an’ı okuyan, Kur’an’ın güzelliği üzerinde görülen ve İslâm’ın yardımcısı olan, fakat Allah’ın dilediği zaman bundan uzaklaşan ve onu arkasına atan, komşusunun üzerine kılıçla yürüyüp/saldırıp onu ŞIRK ILE ITHAM eden kişidir.

Ben : Ey Allah’ın peygamberi, bu ikiden hangisi şirke daha lâyıktır; saldıranmı yoksa saldırılanmı(şirkle itham edilen)? diye sordum.

Bilakis, saldiran (şirkle itham eden), buyurdu.

Ibn Kesir Araf suresinin tefsirinde naklediyor. Ve hadis Ceyyidtir diyor.

Categories: Müşrik-Mümin farkı, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Sahabenin Sünnetin Yazımına Verdiği Önem.

Peygamber (SAV.)’in hadis yazımına müsaade etmesi üzerine bir çok sahabî gerek Peygamber zamanında gerek Pey­gamber sonrası dönemde hadis yazımına büyük önem vermiş­tir. Bu işi, hadisleri muhafaza etmek ve talepte bulunsun, bu­lunmasın bütün insanlara hadisleri ulaştırmak amacıyla yap­mışlardır.

Bu mübarek kuşağın gayretleri ve yazdığı sahifeler, sünne­tin tedvini konusundaki ilk esası ve H. ikinci ve üçüncü asırda tasnif edilen cami’, müsned, sünen ve diğer sünnet mecmuları-nın İlk nüvesini oluşturmuştur. Bu sahifelerden bazı örnekler sunmak yerinde olur.

1. Ebu Hureyre {r.a.) şöyle der: “İbni Amr hariç Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün ashabından hiçkimse benim kadar hadis toplamış değildir. Zira o yazıyor, ben ise yazmıyordum.[1]

Abdullah b. Amr b. As (r.a.) Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün ha­dislerinden belli bir kısmını “es-Sâdıka” ismini vediği bir sahife-de toplamıştı. Bu sahife onun nezdinde sahip olduğu en değerli şey idi.[2]

2. Ebu Tufeyl’in aktardığına göre, Hz. Ali’ye sorulur: Allah Rasûlü diğer insanlardan ayn olarak size herhangi özel bir be-yanda bulundu mu? Hz. Ali cevaben: “Allah Rasûlü kılıcımın şu mahfazasındakiier hariç diğer insanlardan ayrı olarak bize özel bir beyanda bulunmadı.” deyip içinde şunların yazılı olduğu bir sahife çıkardı: “Allah’tan başkası için adakta bulunanlara Allah lanet etsin, arazi işaretlerini çalanlara Allah lanet etsin, anne-babastna lanet okuyana Allah lanet etsin, herhangi bir suçluyu (muhdis) koruyup banndırana Allah lanet etsin.[3]

Bazı rivayetler, Hz. Ali’nin fıkhî görüş ve fetvalannın çok erken bir dönemde -belki de kendisi daha hayatta iken- tedvin edildiğini göstermektedir. İbni Ebi Müleyke şöyle der: “İbni Ab-bas’a mektup yazıp bana bir şeyler yazmasını istedim… O da Hz. Ali’nin verdiği hükümleri (kaza) istetip ondan bir şeyler yazmaya başladı.[4]

Hz. Ali’nin fıkhî görüşlerini içeren bir başka mecmua da oğ­lu Hasan’ın yanında bulunuyordu. Abdurrahman b. Ebi Leyla şöyle der: “Hasan b. Ali’ye Hz. Ali’nin muhayyerlik hakkındaki görüşlerini sordum. O da parçalar halinde bir kitap istetti. Geti­rilen bu parçalardan san bir sahife çıkardı. Bu sahifede Hz. Ali’nin muhayyerlik hakkındaki görüşleri yazılıydı.[5]

Hucr b. Adiy b. Cebele’nin yanında üçüncü bir mecmua­nın olduğu da bilinmektedir.[6]

3. Enes (r.a.) Hz. Ebubekir (r.a.)’in kendisini Bahreyn’e gönderdiğinde şöyle bir mektup yazdığını belirtir: “Bismillahir rarırnanirrahîm, Bu mektup, Allah Rasûlü (SAV.)’nün müslümanlara farz kıldığı zekat farizasına dairdir.[7]

4. Taberânî’nin rivayetine göre Hz. Ebubekir, içinde hadisi şeriflerin zikredildiği bir mektubu {kitab) Amr b. As’a yazmış­tır.[8]

5. Amir b. Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) der ki: Kölem Nafi’ aracılığıyla Cabir b.  Semure’ye bir mektup gönderip Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğu şeyleri bana bildirmesini iste­dim. O da bana: “Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden şöyle dediğini duydum… diye yazdı [9]

6. Nafi’ b. Cübeyr der ki: Mervan b. Hakem insanlara hi­tapta bulunup Mekke’yi ve onun hürmetinden bahsetti. Bunun üzerie Râfi’ b. Hadîc (r.a.) kendisine seslenip şöyle dedi: “Şayet Mekke haram bir bölge ise bilmiş olun, ki Medine de Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün haram ilan ettiği bir bölgedir. Nitekim bu husus yanımızda bulunan havlânî bir deri üzerine yazılıdır.[10]

7. Abdullah b. Ömer (r.a.), risalelerinde Peygamber (SAV)’in hadislerini yazmaktaydı.[11]

8. Ebi Osman (r.a.) der ki: Utbe b. Farkad’la birlikte Azer­baycan’da bulunuyorduk. Ömer, ona Peygamber (S.A.V.)’den aktardığı bazı şeyler yazmıştı. Yazdıklarından biri de şuydu: “Al­lah Rasûlü (S.A.V.) şöyle buyurdu:  “Dünyada ipeği, sadece ahirette ondan nasibi olmayanlar giyebilir.[12]

9. Ebu Ubeyde Amir b. el-Cerrah, Hz. Ömer’e mektup gönderir. Hz. Ömer de cevabında şunları yazar: “Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: Mevlâsı olmayanın mevlâsı Allah ve Rasûlü’dür.[13]

10. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ömer (r.a.) Peygamber (SAV.)’in zekatla ilgili hadislerini tek bir sahifede toplamıştır. Nitekim Nafi’ bunları birkaç kez İbni Ömer’den okumuştur.[14]

11. Fatıma binti Kays’ın bildirdiğine göre Ebu Seleme ken­disinde bulunan bazı hadisleri yazıya aktarmıştır. Muhammed b. Amir, Ebu Seleme’nin Fatma binti Kays hakkında şöyle dedi­ğini rivayet eder: “Ben bu hadisleri onun ağzından dinleyip ya­zıya aktardım. O (Fatıma) dedi ki: Ben bir adamın yanında dim.[15]

12. Muaviye,   müminlerin annesi Hz. Aişe’ye şunu yazar: “Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğun şeyleri bana yaz.” Hz. Aişe de cevabında şunları yazdı.[16]

13. Muaviye, Muğire b. Şu’be’ye mektup yazıp Peygamber (S.A.V.)’in bazı hadislerini yazmasını ister. Muğire de yazıp gönderir.[17]

14. Muğire, Mervan’a bir mektup yazıp içinde Peygambe­rin bazı hadislerini zikreder.[18]

15. Numan b. Beşir, Peygamberin bazı hadislerine yer ver­diği bir mektup yazıp Kays b. Heysem’e gönderir.[19]

16. Ömer, Ebu Musa el-Eşarî’ye gönderdiği bir mektupta sabah ve öğle namazlarında uzun süreleri (Tivâlu’l-Mufassa!) okumasını salık verir.[20]

17. Ebu Eyyûb el-Ensârî, kardeşinin oğluna bazı hadisleri yazıp gönderir. Bunu İmam Ahmed, Müsned’de şöyle nakleder: Ebu Eyyûb el-Ensârî’nin kardeşinin oğlu bana şunu nakletti.

Ebu Eyyûb, kendisine yazdığı mektupta Allah Rasûlü’nden şöy­le duyduğunu haber verdi.[21]

18. Ebubekir es-Sakafî, Sicistan’da kadı olan oğluna gön­derdiği mektupta yargı (Jcazd)ya ilişkin bazı hadislere yer verir.[22]

19. Useyd b. Hudeyr el-Ensârî (r.a.), Peygmber (S.A.V.)’in bazı hadislerini Ebubekir, Ömer ve Osman’ın verdiği bazı hü­kümleri {kaza) yazıp Mervan b. Hakem’e gönderdi.[23]

20. Cabir b. Semure (r.a.), Peygamber (S.A.V.)’in bazı ha­dislerini yazıp onları Amir b. Sa’d b. Ebi Vakkas’ın talebi üze­rine ona gönderir.[24]

21. Zeyd b. Erkam (r.a.), Peygamber (S.A.V.)’in bazı ha­dislerini yazıp Enes b. Malik (r.a.)’e gönderir.[25]

22. Zeyd. Sabit, Ömer b. el-Hattâb’ın talebi üzerine ona dedenin (mirastan alacağı pay) durumuyla ilgili bir mektup yazar.[26]

23. Semure b. Cundeb (r.a.) Allah Rasûlü’nün hadislerin­den  bazılarını toplayıp  oğlu Süleyman’a gönderir.  Nitekim imam Muhammed b. Sirîn bu risaleden övgüyle bahsedip şöyle der:  “Semure’nin oğluna gönderdiği mektupta çok ilim var­dır.[27]

24. Abdullah b. Ebi Evfâ, Allah Rasûlü’nün hadislerini ya­zıp Ömer b. Ubeydullah’a gönderir.[28]

25. Enes b. Malik (r.a.) çocuklarını ilmi yazmaya teşvik ederdi. Sumâme b. Abdullah’ın belirttiğine göre Enes, çocuklarina şöyle derdi: “İlmi, yazıyla kayıt altına alınız.[29] Hatta Enes’in şöyle dediği nakledilir; “Biz, yazmayanların ilmini, ilim saymazdık.[30] Bu durum sahabe kuşağında alim sayılan herke­sin ilim yazımına önem verdiğini açıkça göstermektedir.

Enes, oğluna İtbân b. Malik’in hadisini yazmasını emreder. Enes b.’Malik der ki: “Bana, Mahmud b. er-Rebî’, İtbân b. Ma-lik’ten rivayette bulundu. Mahmud b. er-Rebî’ dedi ki: Me­dine’ye gelip İtbân’la karşılaştım. Ona şöyle dedim: Senden ba­na bir hadis ulaştı… Enes der ki: Bu hadis yani Enes’in Mahmud’tan, Mahmud’un da İtbân’dan duyduğu hadis- ho­şuma gitmişti. Oğluma ‘yaz’ dedim. O da yazdı.[31]

26. Zeyd b. Sabit, ferâiz konusunda kitap tasnif eden ilk ki­şidir. Cafer b. Burkan der ki: Zührî’nin şöyle dediğini duydum: Şayet Zeyd b. Sabit, ferâizi yazmasaydı onun insanlar arasın­dan kalktığını görürdün.[32] Kabîsa, kendisinden ferâizi nakletmiştir.[33]

27. Abdullah b. Abbas, öğrencilerini ilmi yazmaya teşvik ederdi. Vekî’, İkrime b. Ammâr’dan, o Yahya’dan, o da İbni Abbas’tan şunu nakleder: “İlmi yazıyla kayıt altına alınız.[34] Bazen de İbni Abbas’ın kendisi, öğrencileri için istinsahta bulu­nurdu. Hz. Ali’nin verdiği hükümleri (kaza) öğrencisi İbni Ebi Müleyke için bizzat kendisi yazmıştır.[35]

Kendi hadislerini yazıp öğrencilerine gönderdiğine dair ör­nekler pek çoktur.[36]

İbni Abbas, yazdıklarını insanlara okurdu. Ancak gözlerin­den rahatsızlandığı ve okumakta güçlük çektiği son dönemle­rinde başkasından kendi yazdıklarını okumasını isterdi.[37]

[1] Buharı, İlm, 39, hadis nr: 113; Ahmed, el-Müsned, 2/249; Tirmizî, Ihn, 12, hadis nr: 2805. Tirmizî, hadisin hasen ve sahîh olduğunu kaydeder.

 

[2] Bkz. İbni Sa’d, 4/8-9; Darimî, 1/137; Takyidu’l-İlm, 84; Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 3/58; Takyİd ve Siyer’de Mücahid’in şöyle dediği kayıtlıdır: Abdul­lah b. Amr b. As’ın yanına vardım. Serginin altında bulunan bir sahifayı çı­karmak istedim, beni engelledi. Sen beni bir şeyden alıkoymazdın, dedi­ğimde şu cevabı verdi: “Bu, ‘es-Sadıka’dır. Bunlar, aramızda hiçbir vasıta olmadan direkt Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğum şeylerdir. Bu sahife, Allah’ın Kitabı ve ei-Vaht adındaki arazim bana kalsın, dünyanın hiçbir şe­yine aldırış etmem.” el-Vaht, İbni Amr’a ait bir arazinin adı idi.

 

[3] Hadisi Buharî ve Müslim muhtelif lafızlarla rivayet etmiştir. Bkz. Müslim, Edâhî, 8, hadis nr: 5097

 

[4] Müslim, Mukaddime, hadis nr: 22; Hz. Ali’nin verdiği hükümler (kaza) için bkz. Darimî, 2/354; el-Mustedrek, 3/135

 

[5] Ahmed b. Hanbel, 1/104

 

[6] İbni Sa’d, 6/154

 

[7] Buharî, Zekat, 38, hadis nr: 1454

 

[8] e!-Mucemu’l-Kebir, 1/5

 

[9] Müslim, İmâre,  1, hadis nr: 4688; Müslim, Fezâil, 9, hadis nr: 5958; Ahmed, el-Müsned, 5/79

 

[10] Ahmed, el-Müsned, 1/141

 

[11] Örnek için bkz. Ahmed, el-Müsned, 2/45-90-152

 

[12] Ahmed,  e/-Müsned,   1/36, 1/50;  Müslim,  Libâs, 2,  hadis nr:  5380-82; Buharî, Libâs, 24, hadis nr: 5828

 

[13] Darekutnî, es-Sünen, 461  (Hind baskısı); Ahmed, e/-Müsned,  1/28-46; İbni Mace, Ferâiz, 9, hadis nr. 2737

 

[14] el-Emvâl, 393; İbni Renceveyh, 134b; Buharî, et-Tarihu’l-Kebîr, 1/218

 

[15] Müslim, Talâk, 6, hadis nr: 3685; Ahmed, el-Müsned, 6/413; İbni Sa’d, 8/2Ö0-201

 

[16] Ahmed, el-Müsned, 6/87; Humeydî, el-Müsned, 1/129; İbni Ebi Hayseme, et-Tarih, 3/44b

 

[17] Buharî, Ezan, 155, hadis nr: 844; Buharî, Daâvât, 18, hadis nr: 6330; Buharı, Kader,12, hadis nr: 6615; Buharî, Zekât, 53, hadis nr:   1477; Buharî, İ’tisâm, 3, hadis nr: 7292; Müslim, Akdiye, 5, hadis nr: 13-14; Müslim, Mesâcid, 26, hadis nr: 1337; Nesâî, 1/197; Ahmed, el-Müsned, 4/245-247-250-254

 

[18] Ahmed, el-Müsned, 4/94

 

[19] Ahmed, el-Müsned, 4/277

 

[20] Aynî, el-Binâye, 2/361’de şunları kaydeder: Hadisi Abdurrezzâk, el-Musannafta, İbni Şahin ve Tirmizî de kendi kitaplarında rivayet etmişler­dir.

 

[21] Ahmed, el-Müsned, 5/413

 

[22] Müslim, Akziye, 7, hadis nr: 4465; Ahmed, el-Müsned, 5/36

 

[23] Ahrned, elMusned, 4/326

 

[24] Müslim, İmâre, 2, hadis nr: 4688; Ahmed, el-Müsned, 5/89

 

[25] Ahmed, el-Müsned, 4/370-374; Tehzİbu’t-Tehzib, 3/394

 

[26] Dârekutnî, Sünen, 4/93-94

 

[27] Tehzibu’t-Tehzîb; Bkz. Ebu Dauud, Salât, 12, hadis nr: 452

 

[28] Buharî, Cihad, 22, hadis nr: 2818 / Cihad, 32, hadis nr: 2833 / Cihad, 112, hadis nr: 2965; Müslim, Cihad, 7, hadis nr: 5; Buharî, Temennî, 8, hadis nr: 7237

 

[29] İbni Ebi Hayseme, el-İIm, 137-138; İbni Sa’d, 7/1:14; er-Râmehurmuzî, 34b; Şerefu Ashabı ‘I-Hadis, 56b; Takyidu’l-İIm, 96

 

[30] Takyidu’1-İlm, 96; Şerefu Ashabı’1-Hadis, 56b, 57a

 

[31] Müslim, îmân,10, hadis nr: 148

 

[32] Siyr   A’lâmi’n-Nübelâ,   2/312;   Tarihu’l-Fesevî,   2/148b;   İbni   Asâkir, Tarihu Dimaşk, 5/558

 

[33] el-İlel, 1/236

 

[34] el-İlel, 421; Takyidu’1-İlm, 92; İbnî Ebi Hayseme, el-İIm, 144

 

[35] Müslim, Mukaddime, 4, hadis nr: 22

 

[36] Örnek için bkz. Ahmed, 1/224-248-294-308; el-Emvâl, 333-335; Buharı, Rehn, 6, hadis nr: 2514; Buharî, Şehâdât, 20, hadis nr: 2668

 

[37] Bkz. el-Kifaye, 263; Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 2/238; Tirmizî, el-İlel, 2/238 (Hind baskısı)

Kaynak: Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 101-107.

 

 

 

Categories: Dinimizin kaynakları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.