Posts Tagged With: makale

Sahabenin Sünnetin Yazımına Verdiği Önem.

Peygamber (SAV.)’in hadis yazımına müsaade etmesi üzerine bir çok sahabî gerek Peygamber zamanında gerek Pey­gamber sonrası dönemde hadis yazımına büyük önem vermiş­tir. Bu işi, hadisleri muhafaza etmek ve talepte bulunsun, bu­lunmasın bütün insanlara hadisleri ulaştırmak amacıyla yap­mışlardır.

Bu mübarek kuşağın gayretleri ve yazdığı sahifeler, sünne­tin tedvini konusundaki ilk esası ve H. ikinci ve üçüncü asırda tasnif edilen cami’, müsned, sünen ve diğer sünnet mecmuları-nın İlk nüvesini oluşturmuştur. Bu sahifelerden bazı örnekler sunmak yerinde olur.

1. Ebu Hureyre {r.a.) şöyle der: “İbni Amr hariç Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün ashabından hiçkimse benim kadar hadis toplamış değildir. Zira o yazıyor, ben ise yazmıyordum.[1]

Abdullah b. Amr b. As (r.a.) Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün ha­dislerinden belli bir kısmını “es-Sâdıka” ismini vediği bir sahife-de toplamıştı. Bu sahife onun nezdinde sahip olduğu en değerli şey idi.[2]

2. Ebu Tufeyl’in aktardığına göre, Hz. Ali’ye sorulur: Allah Rasûlü diğer insanlardan ayn olarak size herhangi özel bir be-yanda bulundu mu? Hz. Ali cevaben: “Allah Rasûlü kılıcımın şu mahfazasındakiier hariç diğer insanlardan ayrı olarak bize özel bir beyanda bulunmadı.” deyip içinde şunların yazılı olduğu bir sahife çıkardı: “Allah’tan başkası için adakta bulunanlara Allah lanet etsin, arazi işaretlerini çalanlara Allah lanet etsin, anne-babastna lanet okuyana Allah lanet etsin, herhangi bir suçluyu (muhdis) koruyup banndırana Allah lanet etsin.[3]

Bazı rivayetler, Hz. Ali’nin fıkhî görüş ve fetvalannın çok erken bir dönemde -belki de kendisi daha hayatta iken- tedvin edildiğini göstermektedir. İbni Ebi Müleyke şöyle der: “İbni Ab-bas’a mektup yazıp bana bir şeyler yazmasını istedim… O da Hz. Ali’nin verdiği hükümleri (kaza) istetip ondan bir şeyler yazmaya başladı.[4]

Hz. Ali’nin fıkhî görüşlerini içeren bir başka mecmua da oğ­lu Hasan’ın yanında bulunuyordu. Abdurrahman b. Ebi Leyla şöyle der: “Hasan b. Ali’ye Hz. Ali’nin muhayyerlik hakkındaki görüşlerini sordum. O da parçalar halinde bir kitap istetti. Geti­rilen bu parçalardan san bir sahife çıkardı. Bu sahifede Hz. Ali’nin muhayyerlik hakkındaki görüşleri yazılıydı.[5]

Hucr b. Adiy b. Cebele’nin yanında üçüncü bir mecmua­nın olduğu da bilinmektedir.[6]

3. Enes (r.a.) Hz. Ebubekir (r.a.)’in kendisini Bahreyn’e gönderdiğinde şöyle bir mektup yazdığını belirtir: “Bismillahir rarırnanirrahîm, Bu mektup, Allah Rasûlü (SAV.)’nün müslümanlara farz kıldığı zekat farizasına dairdir.[7]

4. Taberânî’nin rivayetine göre Hz. Ebubekir, içinde hadisi şeriflerin zikredildiği bir mektubu {kitab) Amr b. As’a yazmış­tır.[8]

5. Amir b. Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) der ki: Kölem Nafi’ aracılığıyla Cabir b.  Semure’ye bir mektup gönderip Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğu şeyleri bana bildirmesini iste­dim. O da bana: “Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden şöyle dediğini duydum… diye yazdı [9]

6. Nafi’ b. Cübeyr der ki: Mervan b. Hakem insanlara hi­tapta bulunup Mekke’yi ve onun hürmetinden bahsetti. Bunun üzerie Râfi’ b. Hadîc (r.a.) kendisine seslenip şöyle dedi: “Şayet Mekke haram bir bölge ise bilmiş olun, ki Medine de Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün haram ilan ettiği bir bölgedir. Nitekim bu husus yanımızda bulunan havlânî bir deri üzerine yazılıdır.[10]

7. Abdullah b. Ömer (r.a.), risalelerinde Peygamber (SAV)’in hadislerini yazmaktaydı.[11]

8. Ebi Osman (r.a.) der ki: Utbe b. Farkad’la birlikte Azer­baycan’da bulunuyorduk. Ömer, ona Peygamber (S.A.V.)’den aktardığı bazı şeyler yazmıştı. Yazdıklarından biri de şuydu: “Al­lah Rasûlü (S.A.V.) şöyle buyurdu:  “Dünyada ipeği, sadece ahirette ondan nasibi olmayanlar giyebilir.[12]

9. Ebu Ubeyde Amir b. el-Cerrah, Hz. Ömer’e mektup gönderir. Hz. Ömer de cevabında şunları yazar: “Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: Mevlâsı olmayanın mevlâsı Allah ve Rasûlü’dür.[13]

10. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ömer (r.a.) Peygamber (SAV.)’in zekatla ilgili hadislerini tek bir sahifede toplamıştır. Nitekim Nafi’ bunları birkaç kez İbni Ömer’den okumuştur.[14]

11. Fatıma binti Kays’ın bildirdiğine göre Ebu Seleme ken­disinde bulunan bazı hadisleri yazıya aktarmıştır. Muhammed b. Amir, Ebu Seleme’nin Fatma binti Kays hakkında şöyle dedi­ğini rivayet eder: “Ben bu hadisleri onun ağzından dinleyip ya­zıya aktardım. O (Fatıma) dedi ki: Ben bir adamın yanında dim.[15]

12. Muaviye,   müminlerin annesi Hz. Aişe’ye şunu yazar: “Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğun şeyleri bana yaz.” Hz. Aişe de cevabında şunları yazdı.[16]

13. Muaviye, Muğire b. Şu’be’ye mektup yazıp Peygamber (S.A.V.)’in bazı hadislerini yazmasını ister. Muğire de yazıp gönderir.[17]

14. Muğire, Mervan’a bir mektup yazıp içinde Peygambe­rin bazı hadislerini zikreder.[18]

15. Numan b. Beşir, Peygamberin bazı hadislerine yer ver­diği bir mektup yazıp Kays b. Heysem’e gönderir.[19]

16. Ömer, Ebu Musa el-Eşarî’ye gönderdiği bir mektupta sabah ve öğle namazlarında uzun süreleri (Tivâlu’l-Mufassa!) okumasını salık verir.[20]

17. Ebu Eyyûb el-Ensârî, kardeşinin oğluna bazı hadisleri yazıp gönderir. Bunu İmam Ahmed, Müsned’de şöyle nakleder: Ebu Eyyûb el-Ensârî’nin kardeşinin oğlu bana şunu nakletti.

Ebu Eyyûb, kendisine yazdığı mektupta Allah Rasûlü’nden şöy­le duyduğunu haber verdi.[21]

18. Ebubekir es-Sakafî, Sicistan’da kadı olan oğluna gön­derdiği mektupta yargı (Jcazd)ya ilişkin bazı hadislere yer verir.[22]

19. Useyd b. Hudeyr el-Ensârî (r.a.), Peygmber (S.A.V.)’in bazı hadislerini Ebubekir, Ömer ve Osman’ın verdiği bazı hü­kümleri {kaza) yazıp Mervan b. Hakem’e gönderdi.[23]

20. Cabir b. Semure (r.a.), Peygamber (S.A.V.)’in bazı ha­dislerini yazıp onları Amir b. Sa’d b. Ebi Vakkas’ın talebi üze­rine ona gönderir.[24]

21. Zeyd b. Erkam (r.a.), Peygamber (S.A.V.)’in bazı ha­dislerini yazıp Enes b. Malik (r.a.)’e gönderir.[25]

22. Zeyd. Sabit, Ömer b. el-Hattâb’ın talebi üzerine ona dedenin (mirastan alacağı pay) durumuyla ilgili bir mektup yazar.[26]

23. Semure b. Cundeb (r.a.) Allah Rasûlü’nün hadislerin­den  bazılarını toplayıp  oğlu Süleyman’a gönderir.  Nitekim imam Muhammed b. Sirîn bu risaleden övgüyle bahsedip şöyle der:  “Semure’nin oğluna gönderdiği mektupta çok ilim var­dır.[27]

24. Abdullah b. Ebi Evfâ, Allah Rasûlü’nün hadislerini ya­zıp Ömer b. Ubeydullah’a gönderir.[28]

25. Enes b. Malik (r.a.) çocuklarını ilmi yazmaya teşvik ederdi. Sumâme b. Abdullah’ın belirttiğine göre Enes, çocuklarina şöyle derdi: “İlmi, yazıyla kayıt altına alınız.[29] Hatta Enes’in şöyle dediği nakledilir; “Biz, yazmayanların ilmini, ilim saymazdık.[30] Bu durum sahabe kuşağında alim sayılan herke­sin ilim yazımına önem verdiğini açıkça göstermektedir.

Enes, oğluna İtbân b. Malik’in hadisini yazmasını emreder. Enes b.’Malik der ki: “Bana, Mahmud b. er-Rebî’, İtbân b. Ma-lik’ten rivayette bulundu. Mahmud b. er-Rebî’ dedi ki: Me­dine’ye gelip İtbân’la karşılaştım. Ona şöyle dedim: Senden ba­na bir hadis ulaştı… Enes der ki: Bu hadis yani Enes’in Mahmud’tan, Mahmud’un da İtbân’dan duyduğu hadis- ho­şuma gitmişti. Oğluma ‘yaz’ dedim. O da yazdı.[31]

26. Zeyd b. Sabit, ferâiz konusunda kitap tasnif eden ilk ki­şidir. Cafer b. Burkan der ki: Zührî’nin şöyle dediğini duydum: Şayet Zeyd b. Sabit, ferâizi yazmasaydı onun insanlar arasın­dan kalktığını görürdün.[32] Kabîsa, kendisinden ferâizi nakletmiştir.[33]

27. Abdullah b. Abbas, öğrencilerini ilmi yazmaya teşvik ederdi. Vekî’, İkrime b. Ammâr’dan, o Yahya’dan, o da İbni Abbas’tan şunu nakleder: “İlmi yazıyla kayıt altına alınız.[34] Bazen de İbni Abbas’ın kendisi, öğrencileri için istinsahta bulu­nurdu. Hz. Ali’nin verdiği hükümleri (kaza) öğrencisi İbni Ebi Müleyke için bizzat kendisi yazmıştır.[35]

Kendi hadislerini yazıp öğrencilerine gönderdiğine dair ör­nekler pek çoktur.[36]

İbni Abbas, yazdıklarını insanlara okurdu. Ancak gözlerin­den rahatsızlandığı ve okumakta güçlük çektiği son dönemle­rinde başkasından kendi yazdıklarını okumasını isterdi.[37]

[1] Buharı, İlm, 39, hadis nr: 113; Ahmed, el-Müsned, 2/249; Tirmizî, Ihn, 12, hadis nr: 2805. Tirmizî, hadisin hasen ve sahîh olduğunu kaydeder.

 

[2] Bkz. İbni Sa’d, 4/8-9; Darimî, 1/137; Takyidu’l-İlm, 84; Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 3/58; Takyİd ve Siyer’de Mücahid’in şöyle dediği kayıtlıdır: Abdul­lah b. Amr b. As’ın yanına vardım. Serginin altında bulunan bir sahifayı çı­karmak istedim, beni engelledi. Sen beni bir şeyden alıkoymazdın, dedi­ğimde şu cevabı verdi: “Bu, ‘es-Sadıka’dır. Bunlar, aramızda hiçbir vasıta olmadan direkt Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğum şeylerdir. Bu sahife, Allah’ın Kitabı ve ei-Vaht adındaki arazim bana kalsın, dünyanın hiçbir şe­yine aldırış etmem.” el-Vaht, İbni Amr’a ait bir arazinin adı idi.

 

[3] Hadisi Buharî ve Müslim muhtelif lafızlarla rivayet etmiştir. Bkz. Müslim, Edâhî, 8, hadis nr: 5097

 

[4] Müslim, Mukaddime, hadis nr: 22; Hz. Ali’nin verdiği hükümler (kaza) için bkz. Darimî, 2/354; el-Mustedrek, 3/135

 

[5] Ahmed b. Hanbel, 1/104

 

[6] İbni Sa’d, 6/154

 

[7] Buharî, Zekat, 38, hadis nr: 1454

 

[8] e!-Mucemu’l-Kebir, 1/5

 

[9] Müslim, İmâre,  1, hadis nr: 4688; Müslim, Fezâil, 9, hadis nr: 5958; Ahmed, el-Müsned, 5/79

 

[10] Ahmed, el-Müsned, 1/141

 

[11] Örnek için bkz. Ahmed, el-Müsned, 2/45-90-152

 

[12] Ahmed,  e/-Müsned,   1/36, 1/50;  Müslim,  Libâs, 2,  hadis nr:  5380-82; Buharî, Libâs, 24, hadis nr: 5828

 

[13] Darekutnî, es-Sünen, 461  (Hind baskısı); Ahmed, e/-Müsned,  1/28-46; İbni Mace, Ferâiz, 9, hadis nr. 2737

 

[14] el-Emvâl, 393; İbni Renceveyh, 134b; Buharî, et-Tarihu’l-Kebîr, 1/218

 

[15] Müslim, Talâk, 6, hadis nr: 3685; Ahmed, el-Müsned, 6/413; İbni Sa’d, 8/2Ö0-201

 

[16] Ahmed, el-Müsned, 6/87; Humeydî, el-Müsned, 1/129; İbni Ebi Hayseme, et-Tarih, 3/44b

 

[17] Buharî, Ezan, 155, hadis nr: 844; Buharî, Daâvât, 18, hadis nr: 6330; Buharı, Kader,12, hadis nr: 6615; Buharî, Zekât, 53, hadis nr:   1477; Buharî, İ’tisâm, 3, hadis nr: 7292; Müslim, Akdiye, 5, hadis nr: 13-14; Müslim, Mesâcid, 26, hadis nr: 1337; Nesâî, 1/197; Ahmed, el-Müsned, 4/245-247-250-254

 

[18] Ahmed, el-Müsned, 4/94

 

[19] Ahmed, el-Müsned, 4/277

 

[20] Aynî, el-Binâye, 2/361’de şunları kaydeder: Hadisi Abdurrezzâk, el-Musannafta, İbni Şahin ve Tirmizî de kendi kitaplarında rivayet etmişler­dir.

 

[21] Ahmed, el-Müsned, 5/413

 

[22] Müslim, Akziye, 7, hadis nr: 4465; Ahmed, el-Müsned, 5/36

 

[23] Ahrned, elMusned, 4/326

 

[24] Müslim, İmâre, 2, hadis nr: 4688; Ahmed, el-Müsned, 5/89

 

[25] Ahmed, el-Müsned, 4/370-374; Tehzİbu’t-Tehzib, 3/394

 

[26] Dârekutnî, Sünen, 4/93-94

 

[27] Tehzibu’t-Tehzîb; Bkz. Ebu Dauud, Salât, 12, hadis nr: 452

 

[28] Buharî, Cihad, 22, hadis nr: 2818 / Cihad, 32, hadis nr: 2833 / Cihad, 112, hadis nr: 2965; Müslim, Cihad, 7, hadis nr: 5; Buharî, Temennî, 8, hadis nr: 7237

 

[29] İbni Ebi Hayseme, el-İIm, 137-138; İbni Sa’d, 7/1:14; er-Râmehurmuzî, 34b; Şerefu Ashabı ‘I-Hadis, 56b; Takyidu’l-İIm, 96

 

[30] Takyidu’1-İlm, 96; Şerefu Ashabı’1-Hadis, 56b, 57a

 

[31] Müslim, îmân,10, hadis nr: 148

 

[32] Siyr   A’lâmi’n-Nübelâ,   2/312;   Tarihu’l-Fesevî,   2/148b;   İbni   Asâkir, Tarihu Dimaşk, 5/558

 

[33] el-İlel, 1/236

 

[34] el-İlel, 421; Takyidu’1-İlm, 92; İbnî Ebi Hayseme, el-İIm, 144

 

[35] Müslim, Mukaddime, 4, hadis nr: 22

 

[36] Örnek için bkz. Ahmed, 1/224-248-294-308; el-Emvâl, 333-335; Buharı, Rehn, 6, hadis nr: 2514; Buharî, Şehâdât, 20, hadis nr: 2668

 

[37] Bkz. el-Kifaye, 263; Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 2/238; Tirmizî, el-İlel, 2/238 (Hind baskısı)

Kaynak: Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 101-107.

 

 

 

Categories: Dinimizin kaynakları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

“Tevessül Mes’elesinde Söylenen Asılsız Sözlerin İptâli” (1)

“Mahku’t-Tekavvul fî Meseleti’t-Tevessül”

-BİRİNCİ BÖLÜM-

Bütün hamdler Allah’a mahsûstur. Allah’ın salâtları ve selâmı da Efendimiz Allah’ın Resûlü Muhammed’in, âlinin ve Eshabının tamamı üzerine olsun.
Bundan sonra…
Şübhesiz biz görmekteyiz ki, Haşeviyye[1] tâifesi zaman zaman Ümmet’in tamamını, kabirleri ziyâretleri ve hayırlı kimselerle Allah’a tevessül etmeleri sebebiyle küfürle suçlamaya yeltenmektedir. Sanki Ümmet bununla (kabir ziyâreti ve tevessül ile) -hâşâ- putperestler olmaktadır. Bu yüzden Usûluddîn (akâid) imâmlarının tevessül hakkındaki görüşlerini zikretmek istedim. Çünki, tevhid ile putlara ibadet ederek şirke girmek arasını ayıracak salâhiyyet sahibi kimseler sadece onlardır. Bununla beraber, hakkı yerine geri çevirmek ve câhilleri engellemek içün, ilim ehline göre Kitâb ve Sünnet’teki değişik delâletleri serdetmeyi diledim.

Kullarını muvaffak kılacak olan sadece Allah Sübhânehû ve teâlâdır.
Allah celle celâlühû’dan yardım isteyerek şöyle diyorum: Şübhesiz ki ben burada, (Haşeviyye’nin) da’vetçilerini Ümmet-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ı şirke girmekle ithâm etmeye vesîle olan tevessül mes’elesi hakkında konuşmayı münâsib görüyorum. Ben bu bahsin kapısını çalmak istemezdim. Çünki hüccet ve delîl apaçık ortadayken bunun etrafında sonu gelmeyecek bir munâkaşa çıkardılar. Bu fitneyi ilk çıkaranın maksadı, Müslümanların malları hakkında verdiği hükmü, ‘müşriklerdir’ yaftasıyla onların kanları(nı akıtmak) temeline oturtması içün, mallarını(n alınmasını) mübâh kılmaktan başka bir şey değildir. Haşevîlerin tevhîde da’vetleri nasıl doğru olabilir?!..
Hâlbuki onlar, tevessül’ü inkâr etmelerinde Kitâb, Sünnet, Ümmet’in kuşaktan kuşağa intikâl eden ameli ve aklın hücceti/delîli karşısında mağlûb olan kimselerdir.

Kitâb’a gelince…
Onlardan (Kitâb’da geçen âyetlerden) birisi Allah teâlâ’nın ‘O’na varmaya vesîle arayınız’ âyetidir.
Vesîle, ma’nâsının umûmuyla, şahıslarla ve amellerle tevessül etmeyi de içine almaktadır. Hatta Şeriat’ta, tevessülden ilk akla gelen -iftirâcıların gevezeliğine rağmen- her ikisidir
Bu husûsta diri ile ölü arasındaki fark, ancak, öldükten sonra dirilmeyi inkâra götüren “rûhların (ölmekle) yok olması” i’tikâdı ve bu husûstaki Şer’î delîlleri inkâr etmeyi lâzım getiren “nefisten (rûhdân), bedenlerden ayrıldıktan sonra cüz’î idrâklerin yok olduğu” iddiâsı üzerinde tabîatlaşan kimseden sâdır olabilir.

Sözü edilen âyetteki vesîlenin şahıslarla tevessülü de içine almasına gelince… Bu, ne mücerred bir re’y iledir, ne de sadece lügat umûmundan alınma bir şeydir. Aksine o, Ömerü’l-Faruk radıyellâhu anhu’dan rivâyet edilmiştir ki, O, Abbâs radıyellâhu anhu ile yağmur duâsında tevessül ettikten sonra şöyle buyurmuştur: “Bu -vallâhi- Allah azze ve celle’ye bir vesîledir…’” Nitekim İbnu Abdi’l-Berr’in el-İstîâb’ında böyle gelmiştir.

Sünnet’e gelince…
Sünnet delîllerinden birisi,
Osman İbnu Huneyf radıyellâhu anhu’nun hadîsidir. O hadîste şöyle geçmektedir:
“Ey Muhammed!.. Şübhesiz ki ben seninle Rabbime yöneldim.”
Resûl sallellâhu aleyhi ve sellem a’mâya duâyı işte böyle öğretmiştir. Onda şahıs ile tevessül vardır. Onu zâhirinden çevirmek, sözleri nefsânî arzular ile yerlerinden tahrîf etmektir. A’mânın duâsının, Resûl salavâtullâhi aleyhi efendimizin duâsı ile kabûl edilmesi yahud da a’mânın (kendi) duâsıyla kabûl edilmesi ise rivâyette zikredilmemiştir. O yüzden bizim bununla işimiz yoktur. Aksine hüccet, Resûl aleyhisselâm’dan rivâyet edilen duânın ibâresidir. Bu hadîsin sahîh olduğuna dâir hadîs hâfızlarından bir topluluk açıkça ifâdeler kullanmışlardır. Nitekim ileride gelecektir.

Yine, Fâtımâ bintü Esed radıyellâhu anhâ hadîsinde şöyle gelmiştir:
“Nebîn ve benden evvelki peygamberlerin hakkıyla (senden istiyorum).”
Bu hadîsin Ravh İbnu Salâh’ın dışındaki râvîleri sağlam kimselerdir. Onun hakkında da Hâkim sağlam ve emniyet edilen bir kimsedir demiş, İbnu Hibbân O’nu es-Sikât isimli eserinde zikretmiştir. Bu hadîs de, dirilerle tevessül bâbında, dirilerle ölüler arasında hiçbir farkın bulunmadığına dâir bir nasstır. Bu, peygamberlerin rütbesiyle açık bir tevessüldür.

Ebû Saîd el-Hudrî radıyellâhu anhu hadîsinde;
“Ey Allah’ım!.. Şübhesiz ki ben senden, senden isteyenlerin hakkı içün istiyorum” ifâdesi geçmektedir.
Bu da ölü ve diri Müslümanların tamamıyla bir tevessüldür. Senedindeki İbnu’l-Muvaffak, (şeyhi) İbnu Merzûk’tan yaptığı rivâyette tek kalmamıştır. İbnu Merzûk ise Müslim’in râvîlerindendir. Tirmizî, senedinde Atıyye’nin bulunduğu birçok hadîsin hasen olduğuna hükmetmiştir. Nitekim ileride gelecektir. Ümmet’in, -diri olsun, ölü olsun- nebîler ve sâlihlerle tevessül etmek hususundaki âdeti, kuşaklar boyu devam edegelmiştir.

Hazreti Ömer radıyellâhu anhu’nun yağmur duâsında “şübhe yoktur ki biz, Sana Nebîmizin amcasıyla tevessül etmekteyiz” sözü, Sahâbe’nin Sahâbe’yle tevessül etmesine dâir (açık) bir nasstır. Bunda Abbâs radıyellâhu anhu’nun şahsıyla tevessül inşâsı[2] vardır. Bu cümlede haberin fâidesi[3] yoktur. Çünki Allah sübhânehû ve teâlâ tevessül edenlerin tevessülünü bilir. (Bu cümlede) -yine- haberin fâidesinin lâzımı[4] da yoktur. Zîrâ Allah teâlâ, tevessül edenlerin, tevessül etmelerini, kendilerinin bildiklerini de bilir. Böylece cümle, sadece şahıs ile tevessül inşâsı[5] içün olmaktadır.
“Biz tevessül ederdik’” sözünde yine birinci cümlede olan vardır.[6]
Üstelik Sahâbî’nin “biz şöyle yapardık” sözü, o ifâdeden evvelki vakit içün kabûl edilir. Böylece ma’nâ şu olmaktadır: Sahâbe radıyellâhu anhum Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’le hayatında ve refîk-i a’lâya kavuşmasından sonra, kıtlık senesine kadar tevessül ederlerdi. Bunu, aleyhissalâtü vesselâm efendimizin ölümünden evveliyle sınırlandırmak, nefsin arzusundan kaynaklanan bir sınırlandırmaktır ve delîlsiz bir şekilde hadîsin nassını tahrîb ve te’vîl etmektir.

Kim ki, peygamberlerle ölümlerinden sonra tevessül etmenin câiz olduğunu, Hazreti Ömer radıyellâhu anhu’nun yağmur duâsında Abbâs radıyellâhu anhu ile tevessül etmeye dönmesi sebebiyle inkâr etmeye kalkışırsa, muhâl olan bir şeye yeltenmiş, Ömer radıyellâhu anhu’ya, -söylemesi şöyle dursun- aklına bile gelmeyen bir şeyi nisbet etmiştir. Bu yüzden şu yapılan, sahîh ve açık bir sünneti re’y ile iptal etmeye teşebbüs etmekten başka bir şey değildir. Ömer radıyellâhu anhu’nun bu işi, başka bir şeyi değil, sadece ve sadece şunu göstermektedir: Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem ile tevessül etmek câiz olduğu gibi, Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in diri olan akrabalarıyla da tevessül etmek câizdir.. Hatta İbnu Abdi’l-Berr’in el-İstîâb’ında Ömer radıyellâhu anhu’nun Abbâs radıyellâhu anhu ile tevessülünün sebebi vardır. Orada şöyle denilmektedir:
“Şübhe yoktur ki yeryüzü, Ömer zamanında kıtlık senesinde şiddetli bir şekilde kurak olmuştu. Bu on beşinci sene idi. Ka’b dedi ki; ey mü’minlerin emîri! İsrâîloğullarına böyle bir şey isâbet ettiği zaman Nebîlerin yakınlarıyla yağmur duâsı yaparlardı. Bunun üzerine Ömer radıyellâhu anhu işte bu (Abbâs), Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in amcası ve babasının kardeşi ve Hâşimoğullarının efendisidir, dedi ve ona doğru yürüdü ve hâli ona şikâyet etti…”
Şimdi Ömer radıyellâhu anhu’nun Abbâs radıyellâhu anhu ile yağmur istemesinin Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in ölü olup, söylenileni duymamasından ve Allah teâlâ katında onun bir rütbesinin bulunmamasından olmadığı açığa çıkmış oldu mu?! Hâşâ… Bu sadece atılan bir iftirâdır.

Sahâbî Bilâl İbnu Hâris radıyellâhu anhu’nun Hazreti Ömer radıyellâhu anhu zamanında kıtlık günlerinde Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in kabrine gelmesi hakkındaki Mâlikü’d-Dâr hadîsi (ve ondaki) ‘Ya Resûlellâh!.. Ümmetin içün yağmur iste, zîrâ şübhesiz ki onlar helâk oldular’ demesi, Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in rü’yâda ona gelip de, ‘Ömer’e git ve O’na selâm söyle ve haber ver ki, onlara yağmur yağdırılacak’ sözü, hiçbir inkâr bulunmaksızın Sahâbe radıyellâhu anhum’un Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm ile ölümünden sonra tevessül ettiği hakkında açık bir nasstır. Hadîs, -Fethu’l-Bârî’de de geçtiği gibi- İbnu Ebî Şeybe’nin sahîh bir senedle rivâyet ettiği hadîslerdendir.[7] Bu, refîk-i a’lâya kavuştuktan (ölüp cennete gittikten) sonra Nebi sallellâhu aleyhi ve sellem ile tevessül etmeyi câiz görmeyenlerin belini kıran bir rivâyettir.

Aynı şekilde, Osman İbnu Huneyf radıyellâhu anhu’nun zikri geçen hâcet duâsını Osman İbnu Affân radıyellâhu anhu’nun yanındaki ihtiyâc sâhibi birisine öğretmek hakkındaki hadîsi de böyledir. Onda, -hiçbir kimsenin inkârı olmaksızın- Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’le, vefâtından sonra tevessül etmek vardır. Hadîsi Taberânî sahîh bulmuş ve O’nu (Taberânî’yi) Ebû’l-Hasen el-Heysemî Mecmâu’z-Zevâid’de ikrâr etmiştir (doğrulamıştır). Nitekim ileride gelecektir.
Büyük muhaddis Muhammed Âbid es-Sindî, husûsî (olarak tevessül mes’elesi hakkında yazdığı) bir cüzde, bu mevzû’da gelen hadîsleri ve eserleri (Sahâbî söz ve fiillerini) toplamış, (hasta gönüllere) şifâ vermiş ve yeterli olmuştur.
Ümmet’in bu husûstaki kuşaklar boyu birbi-rine intikal eden ameline gelince…
Onu sayıp dökmek (çok olmaları yüzünden) zor olan şeylerdendir. Bu mes’elede husûsî kitâblar vardır.

Ahmed İbnu Hanbel’in Ebû Bekir el-Mervezî’nin rivâyeti olan el-Menâsik’inde Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’le tevessül etme(si) vardır.
Hanbelî âlimlerinin büyüklerinden Ebu’l-Vefâ İbnu Ukayl’in et-Tezkire’sinde yer alan aleyhissalâtü vesselâm ile tevessül etmek hakkındaki ifâdeleri anlatmak uzun sürer. Bu ibâreyi, es-Seyfü’s-Sakîl’e yazdığımız Tekmîle’mizde zikrettik.

İmâm Şafiî’nin Ebû Hanîfe ile tevessül etmesi, Hatîb’in Târîh’inin başlarında sahîh bir senedle zikredilmiştir.[8]

Hâfız Abdülğanî el-Makdisî el-Hanbelî’nin doktorları âciz bırakan bir hastalık içün şifâ bulmak maksadıyla Ahmed İbnu Hanbel’in kabrine do-kunması, Hâfız Ziyâ el-Makdisî el-Hanbelî’nin mezkûr şeyhinden işiterek yazdığı el-Hikâyâtü’l-Mensûre’sinde anlatılmaktadır.[9] Kitâb, Zâhiriyyetü’d-Dımeşk’de müellifin hattıyla korunmaktadır. Bunlar (-Hâşâ-) kabre ibâdet eden kimseler midirler?!..

MAKALE: Muhammed Zâhid el-Kevserî (Rahimehullah)
……………………………………………………….
DİPNOTLAR:
[1] Haşeviyye: Nassların zâhirlerini, Hâricî bedevîliği, câhilliği ve ahmaklığı ile teşbîhe ve tecsîme, yani Allah’a şekil ve cisim yakıştırmaya basamak yapan sapıklar sürüsü.
Bu ‘Haşevîlik’ sıfatını, Allah’ın sıfatlarını inkâr edenlerin de şunlar içün kullanması, onları ma’sûm kılmaz. Çoğu zaman bu iki kullanmayı -aralarındaki büyük farka rağmen- kasden karıştırırlar ve câhilleri kandırmakta basamak yaparlar. Oysa bu ve bu gibi husûslarda, Ehl-i Sünnet, bazı nassların zâhirini, başka bazı nasslar yüzünden, göründüğü gibi değil de -hakîkatine îmân etmekle beraber- nasslar çerçevesinde te’vîl ederek Şâri’in kasdettiği ma’nâyı yakalarlar; Sıfatları inkâr edenler ise, mücerred aklî ve mantıkî mülâhazalarla ölçüsüz ve asılsız te’vîllere saparlar ve asıl ma’nâyı ortadan kaldırırlar veya ondan uzaklaşırlar.
[2] {للها ُهَمِحَر}/‘rahimehullâh’ cümlesindeki {َمِحَر}/‘rahime’ kelimesi aslında mâzî bir fiil ve ‘rahmet etti’ ma’nâsında ‘haber’ olmakla beraber, ‘rahmet etsin’ ma’nâsında ‘inşâ’/‘kurmak’/ ‘yapmak’ talebidir. Dolayısıyla ma’nâsı ‘Allah ona rahmet etti’ haberi değil, ‘Allah ona rahmet etsin’ inşâsıdır. Burada da ‘Sana Nebîmizin amcasıyla tevessül etmekteyiz’ ifâdesi Allah’a bir ‘haber vermek’ değil, ‘tevessülümüzü kabûl et’ inşâsıdır, düâsıdır.
[3] Haberin fâidesi (faydası), ‘muhâtaba bir hüküm kazandırmak, yani haber verenin, verdiği haberi, onu bilmeyene bildirmesi’dir. (Muhtasaru’l-Meânî: 37-38)
[4] Haberin fâidesinin lâzımı (haberin faydasından hiç ayrılmayan şey), ‘haber verenin, verdiği haberi kendisinin bildiğini, haber verdiği kimseye bildirmesi’dir. (Muhtasaru’l-Meânî:37-38 )
[5] Allah celle celâlühû’ya düâ edip O’ndan bir şey istemek.
[6] Yani bu bir haber vermek değil, tevessül inşâsıdır, düâsıdır.
[7] Tahrîci ileride gelecektir.
[8] Hatîb, Târîhu Bağdat (1/123)
[9] İmam Zehebî’nin Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ’sında Selef’ın tevessül amelini hiçbir zaman elden bırakmadığına dâir, birçok misâl var. Mağribli bir mü’mine bacımız üşenmemiş ondan bu husûstaki misâlleri derlemiş koca bir eser meydana getirmiş. İnşâellah ondan bir takımlarını ayrı bir yazıda aktaracağız. 

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.