Posts Tagged With: kevseri

“O’nun vech’inden başka her şey helak olacaktır”(Kasas, 28/88).

“O’nun vech’inden başka her şey helak olacaktır”(Kasas, 28/88).

Bu ayet-i kerimenin zahir manası, arşın, bütün mekan ve cihetlerin ve bunların içinde olan varlıkla­rın fena bulacağı ve yok olacağını gerektirir. O zaman Allah Teala ise mekan ve cihetten münezzeh olduğu için baki ka­lacaktır. Ayetin manası bu olduğuna göre, Allah Teala’nın şu anda bir cihette olması mümteni’dir. Aksi takdirde, cihet fe­na bulduğu zaman, O’nun zatının da bir değişim geçirmesi
lazım gelir.

[Fahreddin er-Razi ,Esasu’t-takdis fi ilmi’l-kelam,s.54]

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yusuf Nehahani (vehhabiler ve Teymiyye hakkında)

Birinci uyarı!

Bu kitabın “Giriş”kısmı ve sekiz kısmından her biri, tek başına IBNI TEYMIYYE ve Vehhabi taifesinin bid’atını reddetmeye yeterlidir.
En az anlayışı ve insafı bulunan bir müslüman, bunu mütalea etse, Resulüllah’ın ve diğer büyüklerin kabirlerini ziyareti ve büyüklerden meded dilemeyi yasaklamakta bu fırkanın açık bir sapıklık içinde bulunduğunu bilir. Hele bu ziyaret ve istiğase peygamberlerin efendisi için yapılacak olursa!

Girişin ve beş kısmın içindeki birçok nakli ve akli deliller ve dört mezhebin ilim adamlarından islam önderlerine ait sözler, bu hususun
meşru olduğunu isbatlamaya ve IBNI TEYMIYYE’YI reddetmeye yeterlidir.

Ey benim şu kitabımı okuyan kimse! Şayet sen, dört mezhebden bir kimse değil de, ibni Teymiyye’nin bid’atlerini sızdıran bir kimse isen, bundaki delil ve bürhanlar sana bir kanaat veremez. Müslümanların imamlarından ve bu yüce dini himaye için uğraşanlardan yapılan pek çok nakiller, sende bir tesir yapmaz. Bu takdirde sen, dalalette olanların en ileride bulunanı ve şerlilerin öncüsü oldun demektir. Bu hal sende devam edecek olursa, Allah korusun, bir gün küfre düşmenden korkulur.

Biz, bu günkü haline bakarak, her ne kadar senin küfrüne hüküm vermiyorsak da, bu durumun kalbinin zulmetlerle dolduğuna ve nurlardan boşaldığına delalet eder. Bunda şüphemiz yoktur.

Peygamber (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
“Günahlar, küfrün kılavuzudur”.


Vehhabiler de ayrı bir durumdadır. Bu taifenin iyileşmesinden ve felahından ümit kesilmiştir. Şüphe yoktur ki, günahların en çirkini, dinde bid’at yolunu tutmaktır. Allahü Teala’ nın en küçük bir hidayet takdir ettiği ve bu kitabı mütalea için kalp gözünde azıcık bir nur halk edeceği bir müslümanın; daha sonra IBN TEYMIYYE’NIN  bid’atının şeytanın işinden olduğunda ve iman ehlini hileye düşüreceği vesveselerin en çirkinlerinden bulunduğunda, bir şüphesi kalacağını sanmıyorum.

[Yusuf Nebhani,Şevâhidü’l-Hak, sayfa 38]

 

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn Teymiyye’nin Allahı Arş’ oturtması ve yaninda peygamberimize yer bırakması !!

nehr mad
Ebu Hayyan el-Endülüsi “Nehr” adlı tefsir kitabında Allahü Teala’nın “Kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır”(bakara 255) buyurduğu ayet-i celilenin manasındaki demecinin sureti:

Şüphesiz cağdaşımız Ahmed b. Teymiyye’nin kendi el yazısıyla yazdığı “Kitabü’l- Arş” adlı kitabinda şöyle görüp okudum:

“gercekten Allah, Kürsü üzerinde OTURUYOR, O’nunla beraber oturacak kadar bir yer de Resulullah’a(sav) bırakmıştır”. Bu kitabı meydana çıkarmak için, et-Tac Muhammed b. Ali b. Abdülhak şöyle bir yöntem kullanmıştır: Güya, kendisinin de bu hususta aynı fikirde olduğunu Ibn Teymiyye’ye açıklamış ve o şekilde elinden kitabi almış. Biz de bu konuyu oradan okuduk.

—————————

Bu keşf ez zunun adli eserin 2. cildi 1438.sayfasinda ve Beraat’ul Eşariyyin eserin 403-404. sayfadada gecmektedir.

Zahid el Kevseri:

“es_Seyf-us-Sakil” üzerine yaptığı tefsirinde(s. 85), Ez-Zahid el-Kevseri İbn Teymiyye’nin bu sözlerinin atlanmasının(söylenmemesinden bahsediyor) mantığını açıklayarak, şöyle söyledi:

es-Sa’de nin editörü, Printing House bana onu çok çirkin bulduğunu ve islam düşmanları onu kullanmasın diye metinden çıkardığını söyledi. Ondan sonra eksiğini telafi etmek için ve müslümanlara olan samimiyetinden dolayı, benden onu buraya kaydetmemi istedi

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Kevseri’ye atılan iftiralar!!(1)


Hainlerin nasil iftira attiklarini,Osman Akyildiz(allah ondan razi olsun) yazmis oldugu bir yazi sayesinde, görecez insallah!! yaziyi bölerek kaynaklarin(kitaptaki sayfalar) resimleriyle birlikte paylasacaz!

1.Bölüm!

Bazı internet sitelerinde meydanı boş gören cühelâ takımı asrımızın büyük âlimi Muhammed Zahid el-Kevserî rahimehullah’a iftiralar atan yazılar neşrediyorlar. Bu müfteriler iftirala

rını desteklemek için kaynak göstermekten de çekinmiyorlar. “Ne de olsa kimse gidip kaynaklara bakmaz” diye düşünen müfteriler, bakalım yalan ve iftiraları açığa çıkınca ne yapacaklar? İmam Kevserî’nin yerle bir ettiği son asırdaki mücessime ve müşebbihe artıkları, günümüzde mevcut cehalet ortamından faydalanarak, insanları Kevseri’nin eserlerinden uzak tutmak maksadıyla işbu iftiraları atmaktadırlar. Çünkü Kevseri’nin eserleri çağdaş Mücessime fırkasını son derece rahatsız edici, susturucu ve müdellel bir mahiyete sahiptirler. Önce Arab dünyasından Kevseri’ye dair yazılmış iftira dolu bir yazı, Türkiye’deki Mücessime fırkası mensuplarınca tercüme edilmiş ve birtakım sitelerde neşredilmiştir,[1] bundan sonra da çeşitli internet sitelerinde dolaşır olmuştur. İşte bir internet sitesinde yayınlanan bir yazı ve attığı iftiralara cevaplarımız:

İmam Kevseri Büyük Sahâbî Enes İbnü Malik’e ‘Bunak’ mı Dedi???

Müfterî: “Zahid el-Kevseri’nin Makâlâtında sahabe hakkında söylediği sözler ile başlayalım mı? El-Kevseri, Peygamber sav’in sahabelerine dil uzatan, hakaret eden birisidir; büyük sahabi Enes İbni Malik (ra)’e “bunak” diyor. Büyük sahabi Enes’in fıkıh bilmediğini, fakih olmadığını iddia ediyor (et-Te’nib, s.117; et-Terhib, s.332)”
“Enes, en çok hadis rivayet eden sahabelerdendir. En alim ve en fakih olan sahabelerdendir. Bütün ümmet bunda ittifak etmistir. Oysa Kevseri kalkmış Enes’e “bunak” diyor, “fakih değildi” diyor. Selef imamları da der ki; eğer sahabelere dil uzatan birini görürseniz bilin ki, o, bid’at ehlidir, sapıktır. Allah Rasulü de (s.a.v), sahabelere dil uzatanlara la’net etmiştir.

CEVÂB:

“Bunak” ne demektir? [“BUNAMAK: Çağatay (lehçesi) –lâzim- bön, yani şaşkın ve sersem olmak. Bunamak; ihtiyarlayıp, ma’tûh (aklı kıt) ve fertût (Bunak’ın Fârîsîcesi) olmak, ateh (akıl noksanlığı) getirmek, fersûdeleşmek (eskimek, aşınmak, yıpranmak, Lüğat-i Nâcî) ”Hüseyin Kâzım Kadri Bey, Türk Lüğatı:2/800]
Enes radıyallahu anhu’ya “bunak” diyene de, İmam Kevserî’ye bu iftirayı atana da Allah celle celâlühû adaletiyle muâmele etsin. Meydanı boş bulunca nasıl da Kevserî’ye iftira atıyorsunuz. Siz hitâb ettiğiniz câhil kitlenin verilen kaynakları okuyamayacağını, ufak tefek okuyanların da maslahat icabı iftiraya sessiz kalacağını nasılsa biliyorsunuz. Ama biz belki iyi niyetli birinin işine yarar maksadıyla o kaynakların basılmış halini ve bir kısmını tercümeleriyle vereceğiz:
Kevseri, Te’nîb (s.117)’de şöyle diyor:
“Enes yaşlılığı zamanında rıdh’ı/belli olan paydan başka bir mal vermeyi rivâyet etmekte tek kalmıştır. Nitekim O, Katade rivâyetinde deve sidiklerini içme rivayetinde ve Uranilerin cezalandırılması hikayesini rivâyet etmekte tek kalmıştı. Ebû Hanîfe’nin görüşünden biri de Sahabe âdil (Allah celle celâlühû’dan korkan, dindar ve yalan söylemeyen) kimseler ise de okur-yazar olmamaktan kaynaklanan zabtı az olmak ve yaşlılık gibi şeylerden masum değillerdir. Rivâyetlerin çelişmesi halinde, yanılmış olmak zan mahallinden uzak kalmak için, Sahabe’nin fakih olanının rivâyeti fakih olmayanının rivayetine, yaşlı olmayanın rivayeti de yaşlı olanın rivayetine, tercîh edilir.” (Bkz. Resim 1(soldaki resim))

Kevserî, et-Terhîb, s.332’de de Yemânî’nin et-Tenkîl’inde “Kevseri Enes radıyallahu anhu’ya ve Hişâm İbni Urveye tanetmekle haddi aştı.. Hatta O’na yalan isnad etti.” şeklindeki sözü münasebetiyle şöyle diyor:
“Bu sözü, Onun/Yemânî’nin, yolunda olduğu da’vâda en açık iftirâları söylemekten (bile) kaçınmayacağının en açık delillerindendir. Çünki bu, iki tarafıyla da diğer iftirâları gibi apaçık bir batıldır. Zîrâ benim Enes radıyallahu anhu hakkında en çok yaptığım, Ebû Hanîfe’nin mezhebinin O’nun rivayetlerinden bazılarını seçmek olduğunu nakletmektir. Bu da ilim sahiblerinin kitablarında meşhûrdur. Bunda Enes’e bir ilişme yoktur. Yaşın büyük olması yaşayacak olanlar için kaçınılamayacak bir husustur. Yaşlılık, kişinin hafızasını gençlik zamanında olduğu gibi bırakmasa da Allahın nimetlerindendir…” (Bkz. Resim-2(sagdaki resim))
Bu sözlerden ‘bunak’ sözünü anlayabilmek için harbi bunak veya hâin bir iftirâcı olmak gerekmez mi?
Evet, biz dahî, Enes ve Ebû Hureyre de dâhil olmak üzere Sa hâbeye dil uzatan alçakların bid’at çı ve mel’ûn olduğuna inanıyor, ilâ ve olarak da Allahın laneti onların ve yalancı iftirâcıların üzerine olsun, diyoruz. Aynı zamanda kasıdlı olarak Mü’minleri kandıranlara da.

Categories: Tahrifler | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Rey ve İçtihad

 

Hanefi Fıkhı’nın Esasları: Rey ve İçtihad

 

TAKDİM 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Hamd, her türlü övgüye layık olan Allah’a mahsustur.

Salat ve selam, peygamberlerin efendisi ve sonuncusu Hz. Muhammed’e, O’nun yakınlarına, arkadaşlarına ve onlara uyanlara olsun.

Allah’ın bir lütfu olarak değerli hocamız araştırıcı, muhaddis, fakih, usülcü ve çağımızın nadir eleştiricisi, Osmanlı imparatorluğu son devir Şeyhulislam Vekili Muhammed Zahid el-Kevserî’nin «Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum» (Iraklıların Fıkıh ve Hadisleri) adlı bu eserini 1970 yılında neşretmiştim.

İlim adamlarınca uzun bir zamandan beri aranmakta olan böyle bir kitabı kaleme alan değerli hocamız el-Kevserî’ye Allah rahmet etsin, onu ve ilim ehlini mükafatlandırsın.

Bu eser, ilim adamları katında layık olduğu yeri almış, çok beğenilmiş ve faydalanılmıştır. Merhum el-Kevserî’nin bütün eserleri ve makaleleri için bunlar söylenebilir. Yani onun bütün eserleri ilmî inceleme ve geniş araştırmalara dayandığı için çok yararlı kitaplardır, her yerde ilim adamlarının elinden, düşmez. Merhum’un bu nitelikleri taşıyan kitaplarının başında «Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum» adlı elimizdeki eseri gelir.

A.Ü. İlahiyat Fakültesi mensuplanndan değerli kardeşlerim Abdulkadir Şener ve M. Cemal Sofuoğlu’nun bu kitabı Türkçeye, yani üstadımız el-Kevserî’nin ana diline çevirmeye karar verdiklerini öğrendim. Bu beni son derecede sevindirdi; çünkü bu tercüme, Türk ilim ve irfanına hızmetin ötesinde, yakın kültür tarihinin yetiştirdiği şahsiyetleri yeni nesillere tanıtmak bakımından çok önemlidir. İşte yazanmız Muhammed Zahid el-Kevserî, asırlar boyu İslam aleminin ilim ve irfan merkezi olan îstanbul’un yetiştirdiği alimler zincirinin son halkalarından biridir.

Türkçeye çevirilen bu değerli eserin İslamî ilimlerle uğraşan Türk gençlerine faydalı olmasmı ümid ediyorum. Bu vesileyle Türkiye’nin ilmî faaliyetlere hız vererek, İslam Alemindeki eski şerefli yerini almasını Allah’dan diliyorum.

Ayrıca bu değerli eseri Türkçeye kazandıran sayın mütercimlere teşekkür ve takdirlerimi sunuyor, kendilerine Allah’tan başarılar diliyor ve onu, layık olduğu şekilde güzel bir baskı ile neşretmelerini rica ediyorum.

Allah ilim yolunda çalışanlara yardımcı olsun.

3 Zilhicce 1399 (1980), Riyad
Abdulfettah Ebû Gudde
GİRİŞ

Hamd, fakihlerin mertebelerini İslam Dinine yapmış oldukları hizmette gösterdikleri himmete uygun olarak yücelten Allahadır. Salat ve Selam, nebilerin sonuncusu, müttakilerin dayanağı, İslam toplumunu karanlıktan aydınlığa ve nura kavuşturan Hz. Muhammed’e, O’nun al ve ashabına olsun.

Büyük hukukçu ve Muhaddis Abdullah b. Yusuf ez-Zeyla’î’nin «Nasbu’r-Raye lî-Tahrîci Ahâdisi’l-Hidâye» adlı eseri ahkam hadisleri konusunda gerçekten benzeri olmayan bir kitaptır; çünkü yazarı, araştırmada bir an bile boş durmamış, bu uğurda her türlü engeli aşmış, büyük küçük demeden yitiğini kimde ve nerede bulduysa almış, yorulmadan ve bıkmadan gece gündüz bütün gücünü harcayarak ilme hizmet etmiştir.

Bu büyük samimiyet ve derin araştırma sayesinde meydana getirdiği eser, bilginler katında benzerleri arasında layık olduğu yeri almıştır.

Gerçek odur ki, Zeyla’î, bu eserinde herhangi bir araştırıcı için bu konuda tamamlanması gereken bir eksiklik bırakmamıştır. İslam hukukçularının kendi içtihad ve görüşlerinde dayanmış oldukları hadisleri, fıkıh kitaplarındaki bölümlere göre ele almış, incelemiş, kaynaklarını göstererek tenkidini yapmıştır.

Yazarımız kadar tarafsız ve insaflı olan pek az kimse vardır. Öyle ki herhangi bir zümrenin benimsediği hadislerle yetinmemiş, muarızlarının delillerini de kaydederek, bunların leh ve aleyhinde belirtilmesi gereken hususları büyük bir titizlikle açıklamıştır. Mezheplerin, dayanmış oldukları ahkam hadisleri konusunda diğer eser yazanlar ise, böyle bir tarafsızlık gösterememişlerdir. Onlar, ya araştırmada kusurlu davranmışlar, ya da indî görüşlerinin peşinden gitmişlerdir. Oysa araştırmada kusurlu davranmak, delili kuvvetli olan meseleyi delilsiz bir duruma düşürür, indî görüşlerin peşinden gitmek ise, İslam’ın kabul etmediği bir taassuptur.

Delilleri incelerken, ilim adamının basiretini bağlayan en tehlikeli şey mezhep taassubudur; çünkü taassup, zayıfı kuvvetli, kuvvetliyi zayıf; güçlü delili güçsüz, güçsüz delili de güçlü gösterir. Bu ise din konusunda Allah’tan ve ahiret günü bunun hesabını vermekten korkan bir kişinin yapacağı şey değildir.

İslam hukukçusu, kendinden bilgin ve böyle ciddî bir hadisçi ile karşılaşınca nefsinin hevasına esir olmamalı ve böylesine eşsiz bir ilim adamına sımsıkı sarılmalıdır.

İşte Zeyla’î, bu nitelikleri hakkiyle kendisinde toplamıştır. Bu itibarla kendinden sonraki tahrîcle uğraşan alimler ona başvurmak zorunda kalmışlardır. Mesela: Bedrü’d-Dîn ez-Zerkeşî (1), İbn Mulakkin (2), İbn Hacer ve diğer meşhur alimler tarafından yazılan bu tür eserleri Zeyla’î’ninkilerle karşılaştırırsanız sözümüzün doğruluğunu görürsünüz. Hatta daha ileri giderek onlardaki mezhep taassubu bir yana bırakılırsa, tamamen Zeyla’î’nin eserlerinin taklidi olduklarını söyleyebilirsiniz.

Zeyla’î’nin bu eserinde Hanefîler, imamlarının delil olarak kullandıkları ahkam hadislerini bulurlar. Malikîler İbn Abdi’l-Berr’in «et-Temhîd» ve «el-İstizkar» adlı eserlerinde tahric ettiği rivayetler ve Abdu’l-Hakk’ın kitaplarında ele aldığı ahkam hadislerinin özetiyle karşılaşırlar. Şafiiler, Beyhakî’nin «Sünen» ve «el-Ma’rife» gibi eserlerinde tahric ettiği, Nevevî’nin «el-Hulasa», «el-Mecmu’» ve «Şerh-i Müslim» de zikrettiği, İbn Dakîk el-İyd’in «el-İlmâm» ve «Şerhu’l-Umde» adlı kitaplarında açıkladığı hadisleri görürler. Hanbeliler de İbnu’l-Cevzî’nin «et-Tahkik» ve İbn Abdi’l-Hadî’nin «Tenkîhu’t-Tahkik» adlı eserlerinde ve ahkam hadisleriyle ilgili diğer kitaplardaki önemli tenkidlerle yüzyüze gelirler.

Hatta araştırıcı, «Nasbu’r-Raye»de, Sahih hadis kitaplarında, sünenlerde, müsnedlerde, el-asar adını taşıyan kitaplarda ve diğer hadis kolleksiyonlarında bulunmayan, fakat İslam hukukçusu için çok önemli bir kaynak olan İbn Ebi Şeybe’nin «Musannef»i ile Abdurrazzak’ın «Musannef»i (3) gibi eserlerde yer alan ahkam hadislerini ilgili oldukları bölümlerde bulabilir.

Zeyla’înin bu kitabını övmekle kimsenin azmini kırmak, himmetini küçümsemek istemediğim gibi, Zeyla’î’den sonraki ilim adamlarının şayanı şükran olan çalışmalarını inkar etmek de istemiyorum. Sadece burada herkesin hakkını vermek, ilmi takdir etmek, Zeyla’î gibi bir alimin himmet ve gayretini itiraf etmek için bu satırları yazıyorum.

Zeyla’î, Hanefî hadisçilerinden olup, çağında ve çağından sonra bütün hukukçular arasında takdirle karşılanan bu eseri meydana getirmiştir. Bu kitabın sahifelerini karıştıran ve bölümlerinde yer alan hadisleri inceleyen kimse, Hanefîlerin bütün hukukî konularda hadis ve rivayetlere son derece önem verdiklerini anlar.

Buna rağmen yeryüzünde cehaletleri ya da taassupları dolayisiyle Hanefîler hakkında ileri-geri konuşanlar vardır. Bunlar bazan Hanefîlerin nass bulunmadığı vakitler re’ye göre içtihad yaptıklarını söylerler. Halbuki re’ysiz fıkıh olmaz.  Bazan da Hanefîlerin az hadis bildiklerim ileri sürerler. Oysa Hanefîlerin delil olarak kullandığı hadisler her tarafa yayılmıştır. Bir kısmı da, Hanefîlerin ictihad yaparken «İstihsan» metodunu kullandıklarını, bu metodla ictihad yapan kimsenin kendiliğinden hüküm koymuş olduğunu söylerler.

Hanefîlerin istihsan konusundaki görüşlerine vakıf olduktan sonra bu sözlerin doğruluk derecesi ne olabilir? Kıyası kabul edenler istihsanı nasıl reddederler? Hüküm yalnız Allah’ındır. Hz. Peygamber ise, sadece O’nun tebliğcisidir. İslam hukukçusunun yaptığı ise yalnız nassları kavramaktır. Fakih için hüküm koyuyor diyen kimse, fıkıh ve şeriatı anlamamış demektir. Hatta yanlış bir yola girmiştir…

İşte biz burada, bu tür sakat görüşlerin yerinde olmadığını belirtmeye çalışacağız. Ayrıca re’y, ictihad, Hanefîlerce benimsenen istihsan ve haberlerin kabul şartlarını, Kûfe’nin Kur’an ve Hadis ilimleriyle Arapça bilgisi, fıkıh ve fıkıh usulü bakımından işgal ettiği yeri, buranın doğu İslam ülkeleri için nurlu bir merkez haline gelmiş bulunduğunu ve bütün dünyaya ışık tuttuğunu, Irak Ekolünün diğer İslam hukuk ekollerinden üstün olduğunu, ilk İslamî çağlardan günümüze kadar hadis bilgisi yönünden zenginliğini, ince bir anlayışla mana denizine dalışını belirteceğiz. Bu gerçekleri bütün muarızlar da itiraf etmektedirler. Cerh ve Ta’dîl konusunda yazılmış olan eserler hakkında da kısa bir bilgi vereceğiz.

Bize Allah yeter. O, ne güzel vekildir!

DİPNOTLAR:

(1) Yazar burada ez-Zerkeşî’nin «Fethu’l-Aziz Âlâ Kitabi’l-Veciz» (ez-Zehebu’l-İbriz fî Tahrîci Ahâdisi Fethi’l-Aziz) adlı eserini kasdetmektedir. (Çev.)

(2) İbn Mulakkin, meşhur Şafiî alimlerindendir. Fıkıh, tarih ve hadis sahasında önemli eserleri vardır. 723-804 hicri tarihleri arasında yaşamıştır. Asıl adı Ömer b. Alî b. Ahmed’dir. Daha çok İbn Mulakkin künyesi ile tanınır. (Çev.)

(3) Abdu’r-Razzak’ın Musannefi 11 cild halinde Beyrutta Habiburrahman el-Azamî tahkikiyle basılmıştır. (Çev.)

RE’Y VE İÇTİHAD

Re’y konusunda bir kısım rivayetler vardır. Bunlardan bir kısmı, re’yin kötü, bir kısmı da iyi olduğunu anlatır. Kötü olan re’y kişinin kendi hevesine dayanan bir görüştür. İyi olan re’y ise, Kitab ve Sünnet’e kıyas yoluyla Sahabe, tabiun ve teba-i tabiîn fakihlerinin usulüne uygun olarak yeni bir olayın hükmünü nasstan çıkarmaktır. Bu konudaki rivayetlerin çoğunu el-Hatîbu’l-Bağdadî, «el-Fakîh ve’l-Mütefakkih»de zikretmiştir. İbn Abdi’l-Berr de bu rivayetleri, kaynaklarını inceleyerek nakletmiştir. (4) Bu konudaki kesin kanaat şudur: Sahabî, tabiî ve Teba-i tabiînin fakihleri yukarıda temas ettiğimiz manada re’yle ictihad yapmışlar; yani nasslara başvurarak yeni olayların hükmünü çıkarma yoluna gitmişlerdir ki bu, inkarı mümkün olmayan icmalardandır.

İmam Ebu Bekr er-Razî, (5) «el-Fusûl fi’l-Usul» adlı eserinde, re’yle ictihad bakımından Sahabî ve Tabiî fakihlerinin durumlarını anlattıktan sonra şöyle demektedir: «Nihayet fıkıh ve usulünü bilmeyen, selefin metodunu tanımayan, cehalete düşmekten sakınmayan, sahabîlere ve onların haleflerine aykırı bir şekilde nefsî arzularına uyan bir topluluk ortaya çıkmıştır.

«Kıyas ve yeni olayların hükümlerini ortaya koymak için ictihad yapmayı ilk inkar eden İbrahim en-Nazzam’dır. O, bu konuda bilgisizliği yüzünden ve tehevvüre kapılarak, kıyasla ictihad yaptıkları için sahabîlere dil uzatmış, onlara uygunsuz şeyler nisbet ederek, Allah’ın onları nitelediği ve övdüğü şeyin zıddı ile vasıflandırmıştır.

«Sonra Bağdadlı kelamcılardan bir kısmı bu görüşe uymuş, ancak Nazzam gibi selefi yermemiş ve kınamamışlardır. Yine de aşırı gittikleri taraflar olmuştur. Selefe dil uzatmamakla birlikte ictihad ve kıyas konusundaki sözleri onları daha da kötü bir iş işlemeye sevketmiştir; çünkü onlara göre sahabilerin ictihadları kesin bir hüküm vermek için değil, bir kısım yeni olaylarla ilgili hasım tarafları sulh etmekten ibarettir. Bu suretle onlar, görüşlerini böyle bir cehaletle süslemişler ve sanki Nazzam’ın selefi hatalı bulmakla içine düştüğü çirkin durumdan kurtulmuşlardır!

«Daha sonra Davud b. Ali adında cahil biri çıkmış, her iki tarafın ne söylediğini anlamadan onlara uymuş; kısmen Nazzam’ın, kısmen de kıyası reddeden Bağdadlı kelamcıların sözlerini benimseyerek kıyas ve ictihadı reddetmek için deliller getirmiştir. Bununla birlikte o, aklî delillerin hepsini kabul etmemiş, din ilimlerinde aklın hiçbir rolü olmadığını sanarak kendisini hayvan mertebesine indirmiştir.» (6)

Ebubekr er-Razî böylece, rey ve kıyasın delil oluşunu şüpheye mahal vermeyecek şekilde ispat etmeye çalışmıştır.

Bu anlamda rey’le ictihad bütün İslam hukukçularının övünmeye layık bir niteliği olup derin bir anlayış ve kavrayışı ifade eder. Bunun içindir ki İbn Kuteybe, «Kitabü’l-Ma’arif»inde «rey taraftarları» başlığı altında fakihleri zikreder ve Evzaî, Süfyan Sevri ve Malik b. Enes’i bunlar arasında sayar. Yine Hafız Muhammed b. el-Haris el-Huşenî, «Kudatu Kurtuba» adlı eserinde imam Malik’in öğrencilerini rey tarafları olarak gösterir. Hafız Ebu’l-Velîd b. el-Faradî ise «Tarîhu Ulema’i’l-Endelus» adlı kitabında aynı ifadeyi kullanır.

Hafız Ebu’l-Velid el-Bacî de el-Muvatta’ şerhinde «ed-Dau’l-Udal» hadisini açıklarken imam Malik’den nakledilenleri reddetmiş ve İbn Abdi’l-Berr’in, «imam Malik’in rey taraftarı taleblerinden (yani fakihlerden) hiç birisi böyle bir şey rivayet etmemiştir» ifadesini kullandığını söylemiştir. (7) Bu konuda daha fazla örnek vermeye gerek yoktur.

Bundan da anlaşılıyor ki re’yi kötüleyen rivayetler, fıkıhta indî görüşlerin bir değer taşımayacağını, insanlık tarihi boyunca ardı arkası gelmeyecek yeni olayların Kitab ve Sünnet nass’larına kıyas yoluyla çözümlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Kısaca, bu rivayetlerin kötülediği re’y, şer’î delillerin reddettiği, nefsî arzuların mahsulü olan indî görüşlerdir.

Hanefîlerin re’y taraftarları diye isimlendirilmesi ise; ancak hüküm çıkarırken re’yi çok iyi kullanmalarından ileri gelmiştir. Nerede olursa olsun, ister Irak’ta, ister Medine’de, fıkhın bulunduğu her yerde re’y de bulunacaktır. İslam hukukçularının hepsi sadece ellerindeki delillere göre, ictihadın şartlarında ihtilaf etmişlerdir. Kitab, Sünnet, İcma’ ve Kıyası kabulde ve sadece bunlardan biriyle yetinmeme konusunda ittifak etmişlerdir. A’meş’in dediği gibi, hadisçiler nakilci olup, eczacı gibidirler. Fakihler ise tabip hükmündedirler. Bu itibarla fakih olmayan bir hadis ravîsi fetva vermeğe kalkışırsa gülünç duruma düşer. er-Ramehurmuzî, «el-Muhaddisu’l-Fasıl» da, İbnu’l-Cevzî «Telbîsu İblîs» ve «Ahbaru’l-Hamka» da, el-Hatîbu’l-Bağdadî de «Kitabu’l-Fakih ve’l-Mütefakkih» de bunun misallerini vermişlerdir. -8- Burada hadis ekolünden söz etmeğe gerek yoktur.

Hanbelî bilginlerinden Süleyman b. Abdi’l-Kavî et-Tufî, Hanbelî usulüne dair yazdığı «Muhtasaru’r-Ravda» adlı eserin şerhinde şöyle der: «Bilesin ki re’y taraftarları sözü izafî bir şeydir. Hükümlerde re’y ile ictihad yapan herkese şamildir. Bütün İslam alimleri buna dahildir çünkü müctehidlerin hepsi ictihadlarında akıl ve re’ye başvurmadan yapamazlar. Doğruluğunda münakaşa edilmeyen «Tahkikul-Menat» ve «Tenkîhu’l-Menat» (9) gibi ictihad usullerini her müctehid kullanmıştır.

«Re’y taraftarları» deyimi «halk-ı Kur’an» meselesi (10) ortaya çıktıktan sonra raviler tarafından Iraklı’lara, yani Ebu Hanîfe ve ona tabi olan Kûfelilere ad olarak verilmiştir.

«Bazıları Ebu Hanîfe’ye dil uzatmada ileri gitmişlerdir. Ben ise vallahi Ebu Hanîfe’nin kendisine nisbet edilen şeylerden uzak olduğu kanaatindeyim ve onu bu gibi isnatlardan tenzih ederim. Kısaca, Ebu Hanîfe inat olsun diye hiç bir sünnete muhalefet etmemiştir. Sünnet konusunda muhalefet ettiği olmuşsa, ancak doğru gördüğü ve mevcut olan delillere dayanarak muhalefet etmiştir. Muhalifleri ona karşı pek insaflı davranmamışlardır. Ebu Hanîfe ise ictihadında yanılmış ise bir, isabet etmişse iki mükafat almıştır. Ona dil uzatanlar, ya hasedçilerdir, ya da ictihad yapılması gereken yerleri bilmeyenlerdir.

«Arkadaşlarımızdan Ebu’l-Verd’in «Usulu’d-Din» adlı kitabındaki ifadesine göre, Ahmed b. Hanbel de Ebu Hanîfeyi saygı ve övgü ile anmıştır.» Şihab İbn Hacer el-Mekkî eş-Şafiî «el-Hayratu’l-Hisan» adlı kitabında (s. 29), «Anlaşılmaktadır ki sonraki alimlerin Ebu Hanîfe ve talebeleri için «Re’y taraftarları» tabirini kullanmaları onları küçültmek için değildir. Bu, onların kendi görüşlerini, Sünnete ve Sahabilerin ictihad larına tercih ettiklerini söylemek gayesini de gütmez; çünkü Ebu Hanîfe ve talebeleri bu gibi durumlardan uzaktırlar.»

Daha sonra İbn Hacer el-Mekkî, Ebu Hanîfe ve arkadaşlarının fıkıhta takip ettikleri yolu açıklamış; onların önce Kitab, sonra Sünnet ve daha sonra da Sahabilerin fetvalarıyla ictihadda bulunduklarını belirtmiş ve bunun aksini zannedenleri reddetmiştir. Bir müctehid olan Ebu Hanîfe’yi tenkid eden güvenilir hadisçilerin bulunduğunu inkar edemeyiz. Bu hadisçiler Ebu Hanîfe ve arkadaşlarının kabul etmediği rivayetlerde bulunan illetlere dikkat etmedikleri için onun ve öğrencilerinin re’ye karşılık hadisi terkettiklerini zannetmişlerdir. Çoğunlukla bu hadisçiler, Ebu Hanîfe ve öğrencilerinin delillerden nasıl hüküm çıkardıklarım kavrayamamışlardır. Esasen bu, müctehidlerin görüşlerinin çok keskin oluşundan ve hadis nakledenlerin idraklerinin sathiliğinden ileri gelmiştir. Dolayisiyle hadisçiler re’ye karşılık rivayeti terkediyorlar diye fıkıhçıları tenkid etmişlerdir. Onların bu yersiz tenkidleri sadece kendilerine racidir.

İbn Hazm’e gelince o, kıyası toptan reddeder. Bu itibarla kıyası kabul eden diğer müctehidlerle Ebu Hanîfe ve arkadaşlarını ağır bir dille tenkid etmiştir. Kadı Ebu Bekr b. el-Arabî de «el-Avasım Mine’l-Kavasım»da İbn Hazm’i reddetme görevini üzerine almıştır, İbn Hazm’in kıyası tanımama konusunda elinde herhangi bir delili yoktur. Sadece o, kıyasın hüccet oluşu hususunda sahabilerden intikal eden şeyleri reddederken büyük bir pervasızlıkta ve kıyas aleyhinde varid olan birtakım zayıf rivayetleri sahih saymak cür’etinde bulunmuştur. (11)

Gariptir ki iyi bir alim olarak yetişmemiş olan, bir derginin sahibi (12) dergisini mezhepçilik propagandası için bir araç yapmıştır. Esasen onun savunduğu mezhebin ne olduğu da belli değil. Bundan 10 yıl önce o, «İslamda kolaylık ve genel yasama usulü» konusunda bir kitapçık yazmış, burada İbn Hazm’ın kıyas aleyhindeki görüşlerini, müctehid imamların metodlarına aykırı bir tarzda kıyası savunan, Kitab ve Sünnete uymasa bile kendi mezhebini maslahat esasına dayandıran bazı yazarlara (13) ait bir takım görüşleri toplamıştır. Bunlara dayanarak yine bir takım çelişik sonuçlar ortaya koymuştur ki, aklı başında bir kimse bunları söylemez. Bu tür davranışlar öküz altında buzağı aramaktan başka bir şey değildir.

İbn Hazm, kıyası reddederken Nuaym b. Hammad’ın rivayet ettiği bir hadise dayanmaktadır. Oysa Nuaym b. Hammad’ın bu rivayetine hadis tenkidçilerinin çoğu itibar etmemişlerdir. İbn Hazm ise bu durumu bilmemektedir. Halbuki doğudaki küçük hadisçiler bile meseleleri birbirlerine re’y ile kıyas etme hadisini bilirler. (14)

Ayrıca bu hadisin senedinde Harîz en-Nasibî vardır. Gerçi müctehidlik iddiasında bulunan İbn Hazm, «Harîz»i «Cerîr» okumaktadır. İbn Hazm’ın diğer bir delili de İbn Mace’de geçen «Sebaya’l-Umem» hadisidir. İbn Hazm bu hadisi de hasen olarak görür. Oysa senedleri arasında «Süveyd» vardır. Süveyd hakkında ise İbn Maîn, «kanı helaldir»; Ahmed b. Hanbel de «rivayet ettiği hadis kabul edilmez» demiştir. Hafız Şihab el-Busirî de «Misbahu’z-Zucace» de, onu tenkid ederken müsamahalı bir dil kullanmasına rağmen, zayıf olarak nitelemiştir.

Bu hadisin ravileri arasında bir de İbn Ebi’r-Rical vardır ki, Nesaî’ye göre hadisi kabul edilmez. Buhariye göre ise «münkeru’l-hadis»tir. (15)

İbn Hazm İslam hukukçularını, re’y ve hadis taraftarları olmak üzere ikiye ayırır. Aslında bu düşünce gerçek değildir. Bazı cahil nakilcilerin sözlerine dayanarak Ahmed b. Hanbel’in «Mihnet»inden sonra bir takım kimseler tarafından uydurulmuştur.

İbrahim en-Neha’î ve bazı arkadaşlarından rivayet edilen «re’y taraftarları sünnetin düşmanlarıdır.» sözü, itikadî konularda sahih sünnete muhalif olan re’y anlamındadır. Yani bu sözle fer’î hükümlerde ictihad etmek değil; haricîler, kaderîler ve müşebbihe gibi bid’at taraftarları kasdolunmaktadır. Bu sözü, başka türlü anlamak, onu tahrif etmektir. Uydurmacılar aksini düşünse bile bizzat en-Neha’î ve İbnu’l-Müseyyib fer’î meselelerde re’y ile ictihad yapmışlardır.

İbn Hazm, kıyas konusunda sahabilerden nakledilenlerin hepsini yalanlamağa çalışır. Bilhassa Hz. Ömer’den rivayet edilen hadisi, (16) doğru bulmaz. Oysa bu hadisi el-Hatîbu’l-Bağdadî ve diğerleri bir çok yolla ve bir birine yakın lafızlarla rivayet etmişlerdir. Diğer sahabilerden rivayet edilenler de böyledir.

el-Hatîbu’l-Bağdadî «el-Fakih ve’l-Mutefakkih» de (17) re’y ile ictihad konusundaki Mu’az hadisini rivayet ettikten sonra şöyle der: «el-Haris b. Amrin, «Bu hadis, Muaz’ın arkadaşlarından bir çok kimseden rivayet edilmiştir» demesi onun, meşhur olduğunu ve ravilerinin çokluğunu gösterir. Muaz’ın zühd ve takvası bilindiği gibi, arkadaşlarının dindar, güvenilir, zühd ve takva sahibi oldukları da açıktır. Ubade b. Nüsey bu hadisi Abdurrahman b. Ganm’den, o da Muaz’dan nakletmiştir. Bu senedde bir kopukluk yoktur. Ravileri güvenilir kimselerdir. Ayrıca alimler onu kabul etmişler ve delil olarak kullanmışlardır. Bu da gösterir ki bu hadis, alimler tarafından sahih olarak kabul edilmiştir. (18)

Buna benzer daha geniş açıklamalar Ebu Bekr er-Razî’nin «Fusûl»unde de vardır. er-Razî, «Kıyası tanımayanlar» (19) bölümünde bu konuyu ele almıştır. Biz burada sözü daha fazla uzatmak istemiyoruz. Zahirîler ve taraftarlarının aşırı tutumlarını reddeden rivayetler hakkında geniş bilgi için Ebu Bekr er-Razî’nin, el-Fusûl fi’l-Usul; el-Hatibu’l-Bağdadî’nin el-Fakih ve’l-Mütefakkih isimli eserlerine bakılabilir. Zahirîlerle taraftarlarını susturacak rivayetler bu eserlerde bulunabilir. (20) Sanırım burada bu kadarcık yeter.

DİPNOTLAR:

(4) el-Hatibu’l-Bağdadî, el-Faklh ve’l-Mütefakkih, s. 187-216; Hafız İbn Abdi’l-Berr, Câmi’u Beyâni’l-İlim ve Fad-lihi, 11/55-78, 133-150.

(5) Cassas diye meşhurdur. 305-370/917-980 yılları arasında yaşamıştır. İleride Hanefî muhaddisleri bölümünde hal tercümesi verilecektir. «el-Fusûl fi’l-Usûl» adlı eseri, konusunda çok önemlidir. Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye’de iki yazma nüshası vardır. (Prof. Dr. Hüseyin ATAY, Dâru’l-Kütüb’de üç yazmasının bulunduğundan söz etmektedir. Bkz. İslâm Hukuk Felsefesi giriş kısmı, İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1978, S. 82 (Çev.)

(6) İmam Ebû Bekr er-Râzî, burada Nazzam’ın durumunu nezaket çerçevesinde kısaca belirtmiştir. Biz, Nazzam’ı ve görüşlerini bir kaç kelimeyle açıklamak istiyoruz.
Tam adı Ebû Ishâk İbrahim b. Seyyar en-Nazzam’dır. Mû’tezile büyüklerinden Ebû’l-Huzeyl el-Allâf’ın kız kardeşinin oğludur. Basra çarşısında boncuk dizip sattığı için kendisine Nazzâm (dizici) adı verilmiştir. İtizal perdesi altında zırdıklık yapanlardan biridir.

Ebû Mansûr el-Bağdadî, «el-Fark Beyne’l-Firak» adlı eserinde (S. 79-80), Nazzâmiye fırkasını anlatırken şöyle der: «Gençliğinde mecûsilerle ve «Tekâfuu’l-Edille» ye, yani her meselenin ve her hükmün lehinde ve aleyhinde eşit değerli delillerin bulunacağına inanan «Senevviyye» fırkası mensuplarıyle düşüp kalkmış, yaşlılık çağında da dinsiz filozoflarla arkadaşlık etmiştir. Sonra da mecûsilik inançları, felsefecilerin sapıklık ve şüpheciliklerini İslâm dinine sokmağa çalışmıştır. Brahmanların peygamberlik makamını inkâr etmeleri Nazzam’ın hoşuna gitmiş, fakat korktuğu için bu görüşü benimsediğini söyleyememiştir. Buna karşılık Kur’ân-ı Kerim’in nazım yönünden i’câzını ve ayın ikiye bölünmesi, Hz. Peygamberin elinde çakıl taşlarının teşbih etmesi, O’nun parmaklarının arasından su fışkırması gibi mucizeleri inkâr ederek, nübüvveti de inkâr derecesine varmıştır.

Daha sonra İslâm’ın hukukî hükümlerini ağır görmeğe başlamış, fakat bunları da ortadan kaldırmak için cesaret gösterememiştir. Dolayısiyle bu hükümleri çıkarmak için hukukçuların baş vurdukları metodları reddetmiştir. Bu cümleden olmak üzere icma’, kıyas ve bir kısım mütevatir olmayan haberleri kabul etmemiştir.

Sahabîlerin fer’î meselelerde ictihad yapma konusunda icmâ’ ettiklerini görmüş ve onlara çirkin bir şekilde dil uzatmış, büyük sahâbîlerin fetvalarını tenkid etmiş, hem hadis, hem de rey taraftarlarını, Haricî, Şiî ve Neccâriye dahil, bütün fırkaları yermiştir.
Mu’tezilîlerin ekserisi Nazzam’ın dinsizliğinde birleşirler. Ona ancak kaderiyecilerden Câhız gibi pek az kimse uymuştur.

Bir çok Mu’tezilî büyükleri gibi kendi dayısı Ebû’l-Huzeyl de «er-Redd ala’n-Nazzâm» adlı eserinde onu tekfir etmiştir. Cübbâ’î ise Ebû Mansûr el-Bağdadî’nin zikrettiği meselelerde Nazzâm’ı tekfir etmiştir. Mu’tezilîlerden el-İskafî de Nazzâm’a bir reddiye yazmış ve bir çok görüşlerinde küfre gittiğini söylemiştir.

Ehl-i Sünnet eserlerine gelince, bunların da çoğunda Nazzâm’a hücum edilmiştir. Bu arada Ebû’l-Hasen el-Eş’arî, Nazzâm’ı tekfir konusunda üç kitap yazmıştır. Kalânisî, onun hakkında bir çok risale kaleme almıştır. Kâdî Ebû Bekr Bakkıllânî yazdığı büyük bir kitapta Nazzâm’ın usulünü tenkid etmiş ve özellikle «İkfâru’l-Müte’evvilîn» adlı eserinde «biz, burada Nazzam’m iç yüzünü ortaya koyacağız.» diyerek onun sapıklıklarını belirtmiştir. Ebû Mansûr el-Bağdadî de (S. 80-91), Nazzam’m boynunu vurduracak yirmi bir sapık görüşünü kaydetmiştir. Gazali de «el-Mustasfâ» da (C. II, S. 246-247), kıyas konusunu anlatırken Nazzâm’m sahabîlere dil uzattığını ve kıyası tanımadığını söylemiştir.

(7) el-Bâcî, el-Müntekâ, VII/300.

-8- Telbîsu İblîs, 111-113; Ahbâru’l-Hamkâ ve’l-Muğaffelîn. 115-127; el-Fakîh ve’l-Mütefakkih, 11/81-84.

(9) Bu metodları, yani «Tahkîku’l-Menât» ve «Tenkîhu’l-Menât» ve «Tahrîcu’l-Menât»ı burada açıklamakda fayda vardır.

Hanbelî hukukçularından İbn Kudâme el-Makdisî «Ravdatu’n-Nazır ve Cennetu’l-Munâzır» adlı eserinin kıyas bölümünün baş tarafında (Abdu’l-Kadir Bedrân haşiyeli baskı, II/ 229-234) şöyle der:

«Tahkîku’l-Menât» ikiye ayrılır:

1 — Küllî bir kaidenin üzerinde ittifak edilmesi veya bu kaide hakkında bir nas bulunması ve fer’i bir meselede müctehidin bir kurala uygun olarak ictihadda bulunmasıdır ki, böyle bir metoda baş vurulmasında ihtilâf bulunduğunu bilmiyoruz. Meselâ, ihramlı bir hacının bir yaban eşeği avlamasına ceza olarak bir sığır kurban etmesi gerekmektedir; Çünkü Kur’ân-ı Kerimde «onun, yabanî hayvanlardan öldürdüğü şeyin benzerini ceza olarak kurban etmesi gerekir.» (Mâide Sûresi, 95) buyurulmaktadır. Burada, cezada, öldürülen hayvanla kurban olarak kesilecek hayvan arasında benzerliğin bulunması gerekmektedir. Yaban eşeği ile sığır arasında cüsse itibariyle bir benzerlik bulunduğundan, sığır kurban edilmesi gerekmektedir. Bu meselede benzerlik bulunması nass ve icma’ ile sabittir. Sığırla yaban eşeği arasındaki benzerliğin tesbiti ise bu tür bir ictihaddır. Diğer bir misal Kıblenin tayinindeki ictihaddır. Bilinmektedir ki, namaz kılarken kıbleye dönmek nass ile sabittir, fakat kıblenin ne tarafta olduğunu tesbit ise ictihadla mümkündür. İmamın kim olabileceği, adaletin neden ibaret olduğu ve nafakalarda yeterli miktarların tesbiti gib” şeylerde «Tahkîku’l-Menât» adı verilen ictihad ile olur. Bu tür ictihadlara Tahkîku’l-Menât adı verilmiştir; çünkü aslında hüküm bellidir; fakat bu hükmün olaylara tatbiki, bazı emarelere dayanarak istidlal yoluyle olmaktadır.

2 — Bir hükmün illeti nass veya icma’ ile bilinmektedir. Müctehid sadece o illetin fer’î bir meselede bulunduğunu kendi ictihadiyle ortaya koymaktadır. Meselâ, Hz. Peygamber kedi hakkında «O, necis değildir; çünkü aranızda dolaşan hayvanlardandır.» buyurmuştur. Burada insanlar arasında dolaşmak, kedinin pis olmdığının illeti olarak belirtilmiştir. Müctehid kendi ictihadiyle fare gibi bir kısım haşerelerin de insanlar arasında dolaşmalarından dolayı temiz olduğuna hükmedebilir. Bu açık bir kıyas olup, kıyası inkâr edenler de bunu kabul ederler.

«Tahkîku’l-Menât»ın birinci çeşidi kıyas değildir ve bu ihtilafsız bir husustur. Kıyas ise ihtilaflı bir ictihad metodudur. «Tahkîku’l-Menât» her hukuk sisteminde zaruri olarak vardır; çünkü her şahsın adaleti ve şahısların yeterlilik dereceleri hakkında nass bulunamaz.

«Tenkîhu’l-Menât» ise, şâri’in hükmü bir sebebe izafe etmesidir. Dolayısiyle hükümde bir rolü olmayan bazı nitelikler bulunur ve hükmü genişletmek için bunlara itibar etmemek gerekir. Meselâ, bir bedevi arap, Hz. Peygambere gelip, «Mahvoldum, Ya Resûlallah» demiş, Hz. Peygamber ne yaptın?» diye sorduğunda, «oruçlu iken gündüzün eşimle münasebette bulundum» demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, «bir köle azad et» diye cevap vermiştir. Burada Hz. Peygambere müracaat eden şahsın, bedevi bir arap oluşunun hükümde bir rolü yoktur. Aynı durumda olan bir Türk veya başkası da aynı hükme tabi tutulur; çünkü hükmün sebebi, fiilin mükellef tarafından işlenmesidir; bedevi tarafından işlenmiş olması değil. Dolayısiyle teklifler bütün şahısları içine alır ve herhangi bir ramazanda bu şekilde orucu bozan kimselere de aynı hüküm uygulanır; çünkü bu hüküm için hadisenin cereyan ettiği ramazan değil; mutlak olarak ramazanda orucun bozulması esastır. Ayrıca oruçlu şahsın ramazanda gündüzün eşiyle münasebette bulunması da bu hüküm için bağlayıcı bir husus değildir. Zira bu münasebet zina şeklinde olursa oruca saygısızlık bakımından daha kötüdür. İşte bunlar, hükümde rolü olmayan kayıtları bir tarafa bırakarak hükmün sebebine dayanan kıyaslar için örneklerdir. Hüküm nass ile bilindikten sonra onun sebebini tayin etmekle ve «Tenkîhu’l-Menât» yoluyle yapılan böyle bir içtihadı, kıyası tanımayanların çoğu da kabul ederler.

«Tahrîcu’l-Menât» da, Şari’in herhangi bir konuda hükmü açıkça belirtmesi ve onun illetine işaret etmemiş olmasıdır. Meselâ, Buğday, arpa, tuz, altın, hurma ve gümüşde faizin yasaklanışı böyledir; çünkü Hz. Peygamber «altın altın ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, hurma hurma ile, tuz tuz ile, eşit ve peşin olmak üzere alınıp verilir. Bu sınıflar değiştiği takdirde istediğiniz şekilde alıp satabilirsiniz.» buyurmuştur.

Bu hadisi Müslim ve Ahmed b. Hanbel, Ubâde b. es-Sâmit yoluyle rivayet etmişlerdir.
Bu hükmün illetini çıkararak şöyle diyebiliriz: Buğdayda ölçüler cinsinden olduğu için faiz haram kılınmıştır. Aynı şekilde ölçü ile satılan pirinci de buna kıyas edip, kendi cinsiyle satıldığı takdirde fazlasının faiz ve haram olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu kıyasa dayanan ictihad, İslâm hukukçuları arasında ihtilâflara yol açmış olup ekseri alimler, bu tür kıyası muteber saydıkları halde Zahirîler gibi bir kısmı reddetmişlerdir.

(10) Bu mesele hakkında geniş bilgi için, bkz. et-Tehânevî, Kavaid fî Ulûmi’l-Hadis, Beyrut 1972, S. 361-380′de yer alan ve tarafımızdan yazılan 5 numaralı dipnot.
(Bu kısım Dr. Mücteba Uğur tarafından Türkçeye çevrilmiş ve «Halk-ı Kur’ân Meselesi, Râviler, Muhaddisler, Cerh ve Ta’dil Kitaplarına Tesiri» adı altında İlahiyat Fakültesi Dergisinde yayınlanmıştır (Cilt XX, Si 307-321). (Çev.)

(11) İbn Hazm’ın bu görüşünü eski ve yeni bilginlerden bir çoğu reddetmiştir. Bu konuda onu susturan en güzel eser Nâsihu’d-Din el-Hanbelî’nin «Akyisetu’r-Rasûl» adlı eseri ve bunun Alâu’d-Dîn Kiykeldî tarafından yapılan muhtasarıdır. Bu eserlerde, kıyasla amel edilebileceğini isbatlayan 150 kadar hadis vardır. Allah kısmet ederse bu iki eseri ilim erbabına sunacağız.

(12) Bu zat «Mecelletü’l-Menar» sahibi M. Reşid Rıza’dır. Burada işaret edilen kitabının adı «Yusru’l-İslâm ve Üsûlü’t-Teşri’î’l-Âmm» dır.

(13) M. Zahid el-Kevserî’nin «Makâlât»ında yer alan bu konu ile ilgili «Nazaru’l-Mer’i ilâ Şer’illah Mi’yâru dînihi», «Eseru’l-Urfi ve’l-Maslahati fî’l-Ahkâm» ve «Re’yu’n-Necm et-Tufî fi’l-Maslahati» adlı makalelerinde maslahat konusunda yeterli bilgi vardır.

(14) Z. el-Kevserî, Ebû Mansûr el-Bağdadî’nin «el-Fark beyne’l-Firak» adlı eseri için yazdığı mukaddimede (S. 5) şöyle der: «…Gariptir ki İbn Hazm, «el-İhkâm…» adlı eserinde (VII/113; VIII/25) kıyasın batıl olduğunu söylerken Nuaym b. Hammad tarafından rivayet edilen, «Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır, ümmetim için en büyük tehlike teşkil eden kimseler, olayları reyleriyle birbirine kıyas edip haramı helâl ve helâli haram kılanlardır.» hadisini delil olarak zikreder. Halbuki bu hadis doğudaki ve batıdaki hadis bilginlerinin çoğu tarafından kabul edilmemiştir.

Yahya b. Main’e bu hadis sorulduğunda asılsız olduğunu söylemiştir. «Nuaym b. Hammad’a ne dersin» denildiğinde; «o güvenilir bir ravidir» cevabını vermiştir. «Nasıl olur da güvenilir bir ravi asılsız bir hadisi rivayet eder?» sorusuna ise, «doğru zannetmiştir» diye karşılık vermiştir. el-Hatîbu’l-Bağdadî «Tarihu’l-Bağdad»ta (XIII/308), bu konuda geniş malûmat vermiştir.

(15) Buharî, «Bir ravî hakkında munkeru’l-hadîs dediğim zaman: bu, ondan hadis rivayet edilmez demektir.» der. Bkz. Abdu’l-Hay el-Laknevî, er-Ref’u ve’t-Tekmil fi’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, 129, 149, 150.

(16) Hz. Ömer’den rivayet edilen bu hadisi Ahmed b. Hanbel Müsned’de (1/21); Ebû Dâvud, Süneninin Kitâbu’s-Sıyam’ında (Bâbu’l-kuble li’s-Sâ’im, 11/418) şöyle rivayet ermişlerdir: «Ömer b. el-Hattab’dan, demiştir ki: «Oruçlu iken bir gün kendimi tutamadım; karımı öptüm. Sonra Hz. Peygamber’e gelip, «Bugün kötü bir iş yaptım, Yani oruçlu olduğum halde karımı öptüm» dedim. Hz. Peygamber, «Oruçlu iken ağzına su alır dökersen ne gerekir?» diye sordu; «Bir şey gerekmez» dedim. «Öyleyse bunun için de bir şey gerekmez» buyurdu.»

Şevkânî, Neylu’l-Evtar’da (IV/179) şöyle der: «İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve el-Hâkim «Bu hadisin, sahih olduğunu söylemişlerdir. Nesa’î de bu hadisi rivayet eder ve münker olduğunu söyler.»

Ahmed Şakir de İbn Hazm’ın «el-İhkâm»ında bu hadis vesilesiyle yazdığı dipnotta şöyle demiştir: Bu hadisin senedi sahihtir. el-Munzirî, Nesaî’ye atfederek münker olduğunu söylemiş ise de, Nesaî’de ben buna rastlamadım. Münker olması için bir sebep yoktur.»
Bu hadis hakkında daha geniş malûmat için bkz. el-Hatibu’l-Bağdadî, el-Fakîh ve’l-Mütefakkih, 1/92.

(17) el-Fakih ve’l-Mütefakkih, 1/189.

(18) Yani, bu hadisin zayıf olduğu farzedilse bile, ümmetin onu muteber olarak kabul etmesi sahih olduğunu gösterir. Daha geniş malûmat için bkz. el-Laknevî, el-Ecvibetu’l-Fâdıla, s. 228-238 de verdiğimiz ek bilgi.

(19) S. 14-17.

(20) Akyisetu’r-Resul (s. a.) adlı kitapta ve bizim bu kitapdaki önsöz ve dipnotlarımızda Zahirîleri susturacak bilgiler bulunmaktadır.

Categories: Dinimizin kaynakları, Hanefî Fıkhı’nın Esasları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ek bölüm

 

Hanefi Fıkhı’nın Esasları: Ek Bölüm

 

EK BÖLÜM

Büyük üstad Zahid el-Kevserî’nin Hind muhaddislerinin bazılarını veriş tarzına uygun olarak ben de günümüze kadarki muhaddislerden kısaca bahsetmekte fayda mülahaza ettim. Ancak, burada ölüm tarihleri değil, hadis ilmindeki eser ve şöhretlerini ön plâna aldım. (el-Benurî)

1 — Muhammed Hayyâtu’s-Şindî: 1163′de Medine’de ölmüştür.

2 — Haşim b. Abdi’l-Gafur es-Sindî: «Fâkihetu’l-Bustan» ve Tertîbu Sahîhi’l-Buhârî Âlâ Tertîbi’s-Sahabe» başta olmak üzere bir çok eseri vardır.

3 — Ebu’t-Tayyib es-Sindî (Ö. 1140 civarı): Şeyh Ebû’l-Hasan es-Sindî’nin çağdaşıdır, «el-Havası ala’l-Usûli’s-Sitte» adlı eserin müellifidir.

4 — Muhammed Muin es-Sindî (Ö. 1180): Şah Veliyyullah Dihlevî’nin talebelerinden. Yukarıda zikredilen Haşim b. Abdi’l-Gafur ve Muhammed Hayyat’ın hocalarındandır.

5 — Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (Ö. 1176): Hindistandaki yeni hadis hareketinin başı. Bazı önemli eserleri şunlardır:
1. Huccetullah el-Bâliğa,
2. İzâletü’l-Hafâ,
3. el-İnsaf (fî Beyanı Sebebi’l-İhtilâf),
4. Ikdu’l-Cîd,
5. el-Musaffa,
6. el-Musevvâ,
Son iki eser İmam Malik’in «el-Muvatta» ına şerh olarak yazılmıştır.
7. el-İrşad ilâ Mühimmâti İlmi’l-İsnâd,
8. Şerhu Terâcimi Sahihi’l-Buharî,
9. el-İntibah fî Selâsili Evliyâ’illah,
Bu eserin ikinci kısmı hadis ve fıkıh kitaplarındaki senedlerle ilgilidir ve hadis yönünden çok faydalıdır. Bu kısım basılmamıştır. Mekke’de Ubeydullah ed-Duyûbendî’nin yanında diğer eserleri gibi bunun da bir nüshası vardır. Eser, Duyubend muhaddisleri isnadiyle sona ermektedir.

6 — Muhammed Efdal es-Siyalkûtî: Şah Veliyyullah’ın hadis hocası ve muhaddis Abdullah b. Salim el-Basrî’nin talebesidir.

7 — Şah Abdu’l-Azîz b. eş-Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, (Ö. 1239): «Bustânu’l-Muhaddisîn» ve «el-Ucâletu’n-Nâfi’a» hadis sahasındaki mühim eserleridir. «et-Tuhfetu’l-İsnâ Aşeriyye» ise diğer meşhur bir eseridir.

8 — Senâullah el-Mazharî el-Fânîfeti: Şah Veliyyullah’ın talebesidir. Şah Abdulaziz ona «Zamanın Beyhakisi derdi.» Büyük bir tefsiri vardır. (Daha sonra Hindistan’da on cild halinde basılmıştır. Ahkâm hadisleri konusunda benzeri yoktur. «Menâru’l-Ahkâm» adlı eseri gayri matbudur. Daha başka telifatı vardır.

9 — Şah Abdu’l-Kadir b. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî. (Ö. 1230).

10 — Şah Refiu’d-Din b. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (Ö. 1233).

11 — Abdu’l-Hay ed-Dihlevî: Şah Abdu’l-Aziz’in seçkin talebesindendir.

12 — Muhammed İshak b. Binti’ş-Şah Abdi’l-Aziz ed-Dihlevî, (Ö. 1262): Hindistanın büyük hadisçilerindendir.

13 — Muhammed Yakub, (Ö. 1282): Muhammed İshak ed-Dihlevî’nin kardeşidir.

14 — Abdu’l-Kayyum b. Binti’ş-Şah Abbdi’l-Aziz ed-Dihlevî (Ö. 1299): Muhammed İshak’dan ilim tahsil etmiştir.

15 — Muhammed İsmail ed-Dihlevî, (Ö. 1246): İngilizlerle savaşırken şehid düşmüştür.

16 — Ahmed Ali es-Sihanfurî, (Ö. 1297): Buhârî üzerine değerli bir şerhi vardır,

17 — Muhammed Kasım en-Nanûtevî ed-Duyubendî, (Ö. 1297): Duyubend’de dinî ve ilmî bir kültür merkezi olan «Dâru’l-Ulûm» un kurucusudur. Kıymetli eserleri vardır.

18 — Reşid Ahmed el-Kenkûhî ed-Duyûbendî, (Ö. 1323): Değerli eserler yazmıştır.

19 — Muhammed Yakûb en-Nanûtevî ed-Duyûbendî, (Ö. 1300 takriben).

20 — Fahru’l-Hasan el-Kenkûhî ed-Duyubendî: Şeyh Kenkûhî’nin talebelerindendir. Sünen-i Ebi Davud üzerine güzel bir haşiyesi vardır.

21 — Ahmed Hasan el-Emrûhevî ed-Duyubendî: Şeyh Muhammed Kasım’ın talebelerindendir.

22 — Mahmud Hasan ed-Duyubendî, (Ö. 1339): Hind şeyhi olarak tanınır. Hadis, tefsir ve kelâm sahasında faydalı eserlerin müellifidir.

23 — Zahîr Ahsen en-Nimevî (1282-1322): Abdu’l-Hay el-Laknevî’nin talebesidir. «Asâru’s-Sunen»i ve hadisle ilgili daha başka eserleri vardır.

24 — Halil Ahmed es-Siharenfurî (Ö. 1346 Medine): «Bezlu’l-Mechûd fî Şerhi Süneni Ebi Dâvud» adlı hacimli bir eserin müellifidir. [1]

25 — Muhammed Enver el-Keşmirî ed-Duyubendî, (Ö. 1352): «Faslu’l-Hitab», «Neylü’l-Firkadeyn», Keşfü’s-Setr» ve «Feyzu’l-Bârî» gibi eserlerin müellifidir. Asrın imamı, büyük muhaddis gibi unvanların sahibidir.

26 — Muhammed Eşref Ali et-Tehânevî ed-Duyubendî, (Ö. 1362): «Ümmetin Hakimi» denir. 500′ün üzerinde eseri vardır.

27 — Hüseyin Ali el-Meyânvâlî, (Pencapda): Şeyh Kenkûhî’nin talebesi. Yaşının 80 civarında olduğunu zannediyorum. Allah uzun ömür versin.

28 — Şebbîr Ahmed el-Osmanî ed-Duyûbendî: «Fethu’l-Mülhim bi Şerhi Sahihi Müslim» adlı eserin müellifidir. Şimdi yaşı 60 civarındadır. Daphil’de İslâm Üniversitesinde hocadır.

29 — Hüseyin Ahmed: Duyubend’de Daru’l-Ulum’da hadis hocasıdır. Yaşı 60 civarındadır. Asrımızın hadisçilerindendir.

30 — Muhammed Kifayetu’llâh ed-Dihlevî: Hindistan müftüsü ve Dihlâ’da Eminiyye Medresesinde hadis hocasıdır. Yaşı 60 civarındadır.

31 — Abdu’l-Aziz el-Fencabî: «Etrâfu’l-Buhârî» adlı bir eseri vardır. «Hâşiyetü Tahrîci’z-Zeylâ’î» hac bahsine kadar gelmiştir. Hadis ve rical ile ilgili eserlerin tahkikiyle meşgul olmaktadır. Yaşı 60 civarındadır.

32 — Mehdî Hasan eş-Şahcikanfûrî: Yaşı 60 civarındadır. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin «el-Âsâr»ına şerh yazmıştır.

33 — Muhammed İdris el-Kandehlevî: «Mişkâtu’l-Mesâbih» şarihidir. Bu eser beş cilddir. Yaşı 80 civarındadır.

34 — Muhammed Zekeriyya el-Kandehlevî: Halen Si-hanfur’da Mazâhiru’l-Ulum medresesinde hadis hocasıdır. «Evcezu’l-Mesâlik fî Şerhi Muvattaı Mâlik» adlı eserin müellifidir. Yaşı 60 civarındadır.

35 — Ebû’l-Mehâsin Abdullah el-Haydarâbâdî, (Ö. 1387): «Zücâcetu’l-Mesâbîh» adlı beş büyük cildlik bir eseri vardır.

36 — Muhammed Yusuf el-Kandehlevî (1335-1384): Hind ve Pakistan Tebliğ Cemaati reisliği yapmıştır. «Hayatu’s-Sahabe» ve «Emânu’l-Ahbâr fî Şerhi Meâni’l Asar» adlı eserleri vardır. [2] (Not:Bu adam sahabilere dil uzatan ehl-i sünnet disi birisi)

37 — Muhammed Bedr Alem el-Mirtehî, (Ö. 1385): İmam Keşmirî’nin talebesidir. Hocasının «Feyzu’l-Bârî Âlâ Sahîhi’l-Buhârî» adlı dört cildlik eserini imlâ etmiştir. Orduca «Tercumânu’s-Sunne» adlı eseri vardır. Üç cild halinde basılmıştır.

38 — Zafer Ahmed el-Osmanî et-Tehanevî, (Doğumu 1310): Ali et-Tehanevî’nin kızkardeşinin oğludur. «İlâ’u’s-Sünen» adlı eseri yirmi cilddir. Hanefî fıkhında Ki-tab ve Sünnet’den delil getirmekte eşsizdir. Yaşı 80 civarındadır.

39 — Muhammed Yusuf el-Benûrî [3]: Enver el-Keşmirî’nin talebesidir. «Avârifu’s-Sünen» adlı eseri Sünen-i Tirmizî’nin şerhidir,

40 — Habîbu’r-Rahman el-Azamî: Tahkik ve telif olmak üzere bir çok eseri vardır. «Sunenu Sa’id b. Mansur», Abdullah b. Mubarek’in «Kitabu’z-Zühd»ü ve «Mus-nedu’l-Humeydî» bunlar arasındadır. Ayrıca Ahmed Muhammed Şakir’in «Musnedu Ahmed» için yazdığı taliklere notlar eklemiştir. Abdu’r-Razzak’ın «Musannef»ine talikler yazmıştır. Bütün bunlar onun ilmî gücüne delalet etmektedir. Yaşı 70 civarındadır.

4l — Muhammed Abdu’r-Reşîd en-Nu’mânî: Bir çok eseri vardır. «Ma Temussu ileyhi’l-Hace Limen Yutâli’u Suneni İbn Mâce», «Dirâsâtu’l-Lebib» üzerine talikleri, «Mukaddimetu’t-Talim» ve «Zebbü Zübâbâti’d-Dirâsât» en meşhurlarıdır. Eserleri sahasında otorite olduğunu göstermektedir. Yaşı 50′nin üzerindedir.

Buradaki tercüme-i hallerden 34-41, Şeyh Benurî’ye benim yaptığım ilâvelerdir. Hind ve Pakistan ulemasından elimde eseri bulunan daha bir çokları varsa da kütüphanemden uzakta olduğum için hepsini burada zikretmek imkânını bulamadım. (Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde).

DİPNOTLAR:

[1] Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde’ye Şeyh Benurî’nin 1390′da anlattığına göre kabri Bakiy mezarlığında Hz. Osman’ın kabrinin civarındadır. (Bu açıklama Ebû Gudde’nin ilâvelerindendir. Çev.)

[2] Hayâtu’s-Sahabe, «Hadislerle Müslümanlık» adiyle Türkçeye tercüme edilmiş ve yayınlanmıştır. Çev.

[3] Bu ek bölümdeki birden otuz üçe kadarki muhaddislerin hâl tercümelerini yazan bu zattır. Yaşı 70 civarındadır. Elinizdeki bu eserin dipnot ve ta’liklerinin bir kısmını yazan da odur. Çev.

 

BAŞVURULAN KAYNAKLAR

el-Bağdadî, Ebû-Mansur. el-Fark Beyne’l-Fırak, İzzet Attar baskısı, 1367.
el-Buharî, et-Tarîhu’s-Sağîr, Allahabad 1325
Ebû Davud, Sünen, M. M. Abdulhamid tahkiki, Kahire 1369
el-Gazzâlî, el-Mustasfâ, Bulak 1322.
el-Hatîbu’l-Bağdadî, el-Fakih ve’l-Mutefakkih, Riyad 1389.
_____ Tarîhu Bağdad, Kahire 1349.
el-Hazimî, Şurûtu’l-Eimmeti’l-Hamse, M. Zahid el-Kevserî tahkiki, Kahire 1357.
İbn Abdi’l-Berr el-Kurtubî, Câmi’u Beyani’l-İlm ve Fadlihî, Kahire 1346.
_____ et-Temhîd, Rabat 1387.
İbnu’l-Cevzî, Ahbâru’l-Hamkâ ve’l-Muğaffelîn, Bağdad 1386.
İbn Fehd el-Mekkî, Lahzu’l-Elhaz bi-Zeyli Tabakâtı’l-Huffaz Dimaşk 1347.
İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, Haydarabad 1325.
_____ Tevâlî et-Te’sîs, Bulak 1301. İbn Hazm, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, Kahire 1345.
İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Menâru’l-Munîf fi’s-Sahîh ve’d-Daîf, Beyrut 1370.
İbn Kudame, Ravdatu’n-Nâzır, Kahire 1342.
İbn Kuteybe, el-İhtilaf fil-Lafz ve’r-Radd ala’l-Cehmiyye, Kahire 1349.
İbn Receb, Zeylu Tabakâti’l-Hanâbile, es-Sunnetu’l-Muhammediye baskısı, 1372.
Kadî İyad, el-İlmâ’ ilâ Ma’rifeti Usûli’r-Rivâye ve Takyîdi’s-Semâ, Kahire 1389.
el-Kevserî, Muhammed Zahid, Bulûğu’l-Emanî fî Sîrati’l-İmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanî, Kahire 1355.
_____ Husnu’t-Tekâdî fî Sîrati’l-İmam Ebî Yusuf el-Kâdî, Kahire 1368.
_____ Makâlâtu’l-Kevserî, Kahire 1373.
_____ Risâletu Ebî Dâvûd fi Vasfı Kitabihi’s-Sunen, Kahire 1349.
_____ et-Tahrîru’l-Vecîz, Kahire 1360.
_____ Te’nîbu’l-Hatîb, Kahire 1361.
el-Kudsî Husamu’d-Dîn, İntikâdu’l-Muğnî ani’l-Hıfzı ve’l-Kitab, Dimaşk 1343.
el-Laknevî, Abdu’l-Hay, el-Ecvibetu’l-Fâdıle, Haleb 1384.
_____ er-Raf’u ve’t-Tekmîl fi’l-Cerhi ve’t-Ta’dîl, Beyrut 1389
en-Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâ’ vel-Lugât, Kahire, tarihsiz.
es-Sindî, Mes’ûd b. Şeybe, Mukaddimetu’t-Talîm, Karaçi, 1384.
es-Subkî, Tabakâtu’ş-Şafiiyye el-Kübrâ, Kahire 1342.
es-Suyutî, Tedrîbu’r-Râvî, Kahire 1379.
eş-Şevkânî, Neylu’l-Evtar, Kahire 1389.
et-Tehanevî, Zafer Ahmed, İncâ’u’l-Vatan ani’l-İzdirâ’ bi-İmami’z-Zeman, Karaçi 1389.
_____ Kavaid fî Ulûmi’l-Hadis, Beyrut 1370
et-Tufî, Bulbulu’r-Ravda, Riyad 1385.
ez-Zehebî, Cüz’ fi Menakıbi Ebî Hanîfe, Kahire, tarihsiz.
_____ Mîzanul’-İ’tidal, Kahire 1382.
ez-Zeyla’î, Nasbu’r-Râye li-Ahâdisi’l-Hidâye, Kahire 1357.
Zuyûlü Tezkirati’l-Huffaz (Zehebî’nin Tezkiratu’l-Huffaz’ına ait çeşitli zeyiller).

Categories: Hanefî Fıkhı’nın Esasları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

EBÛ HANÎFE’NİN ARKADAŞLARINDAN VE MEZHEBİNDEN BAZI BÜYÜK HAFIZ VE HADİSÇİLER

 

Hanefi Fıkhı’nın Esasları: Ebu Hanife’nin arkadaşlarından ve Hadisçiler

 

EBÛ HANÎFE’NİN ARKADAŞLARINDAN VE MEZHEBİNDEN BAZI BÜYÜK HAFIZ VE HADİSÇİLER

1 — İmam Züfer b. el-Hüzeyl el-Basrî (Ö. 158): İbn Hibban «es-Sikât» adlı eserinde hıfzının sağlamlığından bahsetmektedir. Ebû Hanîfe’nin seçkin arkadaşlarındandır. (45)

2 — Hafız İbrahim b. Tahmân el-Herevî (Ö. 163): Hal tercümesi «Tabakatü’l-Huffaz»da verilmiştir. Çok sahih hadis biliyordu.

3 — İmam el-Leys b. Sa’d (Ö. 175): Bir çok alim onu Hanefî saymış. Kadı Zekeriyya el-Ensârî «Şerhu’l-Buhârî»de onun Hanefî olduğunu kesinlikle belirtmiştir. İbn Ebi’l-Avvam, el-Leys’den Mekke’de Ebû Hanîfenin meclisine katıldığını senediyle nakletmiştir. Ebû Hanîfenin meclisine şöyle bir mesele getirilir:

Birisi, oğlunu bir çok masraf ederek evlendirmekte, oğlu ise karısını boşamaktadır. Ona cariye satın almakta, fakat o, bunu da azad etmektedir. Ne yapması gerektiğini Ebû Hanîfe’ye sorar. Ebû Hanîfe kendisine bir cariye satın almasını, sonra bu cariyeyi, mahrem yerlerini gören oğluna nikahlamasını tavsiye eder. Eğer oğlu, onu boşayacak olursa cariye memlûkesi olmak hasebiyle kendisine rücu eder. Eğer âzâd edecek olursa; onun, babasına ait cariyeyi âzâd etmesi caiz olmaz.

el-Leys, onun cevabının doğruluğuna, ve cevap vermedeki sür’atine hayret ettim, der. Halbuki el-Leys müctehid bir imam idi.

4 — İmam Hafız Kasım b. Ma’n el-Mes’ûdî (Ö. 175): Çok hadis ve şiir rivayet edenlerden olduğu gibi arapçayı ve fıkhı da en iyi bilenlerden idi. Muhammed b. Hasan ondan arapça ile ilgili sorular sorardı. Ebû Hanîfe’nin güzide arkadaşlarındandı. Hakkında Zehebî’nin «Tabakâtu’l-Huffâz»ı ile Hafız Kureşî’nin «el-Cevâhiru’l-Mudî’e»sinde malûmat vardır.

5 — Abdullah b. el-Mübarek (Ö. 181): Kitapları yirmi bin hadis ihtiva eder. İbn Mehdî onu Sevrî’den üstün tutardı. Yahya b. Adem, «küçük bir meseleyi araştırır, İbnu’l-Mubarek’in kitaplarında bulamazsam çok üzülürdüm.» der. Abdullah b. el-Mübarek, Ebû Hanîfe’nin hususî arkadaşlarından idi. Bazı raviler onun Ebû Hanîfe hakkında söylemediği sözler uydurmuşlardır. Bir çok alimin başkaları hakkında yaptığı gibi…

6 — İmam Ebû Yûsuf Yâkub b. İbrahim el-Kâdî (Ö. 182): Zehebî «Tabakâtu’l-Huffâz» da onu zikreder ve hâl tercümesini verir. (46)

İbn Cerir, «o, fakih idi, alimdi, hafızdı, hadis ezberlemekle ma’ruf idi. Muhaddise gelir, 50-60 hadis ezberler, sonra bunları halka yazdırırdı, çok hadis biliyordu» der. İbnü’l-Cevzî «Ahbâru’l-Huffâz»da, ondan önce İbn Hıbbân «es-Sikat»ta onu kuvvetli hafıza ile vasf ederler. «el-Emali» adlı eseri vardır. Bunun üç yüz cüz olduğu söylenir. (47)

7 — Yahya b. Zekeriyya b. Ebî Zaide (Ö. 183): Hafız ve sağlam fakih, Ebû Hanîfenin seçkin arkadaşlarından. Haltercümesi, Zehebî’nin «Tabakâtu’l-Huffâz»ı ile «el-Cevâhîru’l-Mudîe» de verilmiştir.

8 — İmam Muhammed b. Hasen eş-Şeybanî (Ö. 189): Çok hadis biliyordu. Hal tercümesi «Bulûğu’1-Emânî»de vardır. «el-Asar», «el-Muvatta» ve «el-Hucce Alâ Ehli’1-Medine» gibi eserleri vardır. Birçok kimseler takdir etmeseler de hadis ilminde büyük bir yeri vardır.

9 — Hafs b. Ğıyas el-Kâdî (Ö. 194): Ezberden dört bin hadis yazdırmıştır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

10 — Vekî’ b. el-Cerrah (Ö. 197): Zehebî’nin naklettiğine göre, Yahya; «Ondan üstün kimse görmedim, Ebû Hanîfe’nin kavli üzere fetva veriyordu.» demiştir. Ahmed b. Hanbel de «Vekî’in musannefatına sarılınız, ilim bakımından daha genişini, hıfz bakımından daha kuvvetlisini görmedim demiştir.»

11 — Yahya b. Said el-Kattan el-Basrî (Ö. 198): Cerh ve ta’dil imamıdır. Zehebî, Ebû Hanîfe’nin görüşüne göre fetva verdiğini söylemiştir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

12 — Hafız Hasan b. Ziyâd el-Luluî (Ö. 204): İbn Cüreyc’den on iki bin hadis almış idi. Bunlar bir fakihe yetecek kadardır. Yahya b. Âdem, «Ondan daha fakihini görmedim» demiştir. Bazı raviler bizzat Ebû Hanîfe hakkında olduğu gibi onun hakkında da bazı sözler uydurmaktan çekinmemişlerdir. (48)

13 — Hafız Mu’allâ b. Mansûr er-Râzî (Ö. 211): İmamlıkta fıkıh ve hadisi cem’etmişti. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

14 — Hafız Abdullah b. Dâvud el-Hureybî (Ö. 213): Fıkıh ve hadiste büyük bir imamdır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

15 — Ebû Abdirrahman el-Mukrî’ Abdullah b. Yezid el-Kûfî (Ö. 213): Ebû Hanîfe’den çok şey öğrenen bir âlimdir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

16 — Esed b. el-Furat el-Kayravânî (Ö. 213): Hadis ve fıkıhta Irak okulu ile Hicaz okulunu birleştirenlerdendir.

17 – Mekkî b. İbrahim el-Hanzalî (Ö. 215): Horasan şeyhidir. Ebû Hanîfe’den çok istifade eden bir bilgindir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

18 — Ebû Nu’aym el-Fadl b. Dükeyn (Ö. 219): Ebû Hanîfe’den çok şey öğrenenlerdendir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

19 — Muhammed b. Abdillah b. el-Musennâ el-Ensârî (Ö. 215): Buharî, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main gibi büyük muhaddislerin şeyhidir. Süleyman et-Teymî, Humeyd, İbn Avn, el-Cüreyrî, İbn Güreye ve İbn Arûbe gibi büyük muhaddislerden ilim tahsil etmiştir. Buhâri, Ahmed b. Hanbel, Yahya Bundâr, İsmail Semûye, Ebû Hatim, ismail el-Kâdî ve Ebû Müslim el-Keccî gibi bilginler onu dinlemişlerdir. Yahya b. Ma’în sika olduğunu söyler. Ebû Hatim ise «imamlardan şu üçüne benzer birini görmedim: Ahmed b. Hanbel, el-Ensarî ve Süleyman b. Dâvud el-Hâşimî» der. Sacî de, «re’y tarafı galib gelen, alim, yüce bir zattır; hadis sahasında ise Yahya el-Kattan gibisini görmedim.» demiştir.

İbn Kuteybe, «Reşid onu Bağdad kadılığına tayin etmişti, Emin halîfe olunca onu azletti.» diyor. Ensarî kendisi 118 yılında doğduğunu söylerdi. Bkz. el-Fevâ’idu’l-Behiyye 179, Tarîhu Bağdad 5/408, Tezkiratü’l-Huffâz 1/371, Mizânü’l-İ’tidâl 3/600, Tehzibu’t-Tehzîb 9/275. [1]

20 — İsa b. Eban el-Basrî (Ö. 221): «Hucecu’l-Kebir» ve «Hucecu’s-Sağir» adlı eserlerin sahibidir. Hadis ilmindeki büyük yeri bilinmektedir. Bkz. «Saymerî», «İbn Ebi’l-Avvam» ve «el-Cevâhir».

21 — Hisam b. Ubeydillah er-Râzî (Ö. 221): Muhammed b. Haserr’in arkadaşıdır. Bkz. Zehebî, «Tabakâtu’l-Huffaz».

22 — Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm (Ö. 224): Muhammed b. Hasen’in seçkin arkadaşlarındandır.

23 — Hafız es-Sebt Ali b. Ca’d (Ö. 230): Fıkıh ve hadiste büyük bir imamdır. En önemli kitaplarından biri «el-Ca’diyyat»dır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

24 — Yahya b. Ma’în (Ö. 233): Cerh ve ta’dil imamıdır. Muhammed b. Hasen’den «el-Câmi’u’s-Sağir»i dinlemiş ve ondan fıkıh öğrenmiştir. Hadisi ise Ebû Yûsuf’tan öğrenmiştir. «Uyunu’t-Tevârih»de İbnu’l-Medinî, Ahmed b. Hanbel, İbn Ebi Şeybe ve İshak’ın ona hürmet ettikleri kaydediliyor. Onun üstünlüğünü biliyorlardı. Babasından bir milyon dirhem miras kalmış; o, bunun hepsini hadis yolunda harcamıştır. Kendi eliyle 600 bin hadis yazmıştır. Ahmed b. Hanbel «onun bilmediği hadis, hadis değildir.» demiştir.

Tarih»inin —Duri rivayetini— Şam’da Zahiriyye Kütüphanesinde gördüm Cerh ve ta’dil konusunda ondan muhtelif rivayetler vardır. Zehebî, sika kimselerden haklarında bazı şeyler söylenenlere dair yazdığı «cüz»ünde onu mutaassıb bir Hanefî olarak kabul ediyor. Bununla beraber bazı raviler onun ağzından Ebû Hanîfe’nin arkadaşları hakkında bazı uygunsuz sözler söylemişlerdir. Malûmdur ki insanların huyları böyledir.

25 — Muhammed b. Semaa et-Temimî (Ö. 233): «Uyûnu’t-Tevarih» de sika hafızlardan olduğu, hanefî mezhebinde bizzat görüş sahibi bulunduğu kaydediliyor. Yahya b. Ma’în onun hakkında «hadisçiler, reyde İbn Semâ’a’nın doğru olduğu gibi doğru olsalardı, neticeye ulaşırlardı.» demiştir. Bkz. el-Cevâhir.

26 — Hafız İbrahim b. Yûsuf el-Belhî el-Bâhilî el-Mâkiyanî (Ö. 239): Kuteybe b. Sa’d’a dargın idi, çünkü o, İmam Malik’in yanında onu üzmüştü ve «bu mürciîdir» diyerek meclisinden çıkarmıştı. İmam Malik’den bir hadisten başka bir şey dinlememiştir. Nesâ’î, onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Bkz. Tabakat ve el-Cevâhir.

27 — İshak b. Behlül et-Tenûhî (Ö. 252): «Müsned»i vardır. Ezberinden 40 bin hadis yazdırmıştır. Ebû Hâtim «Saduk»dur demiştir. Bkz. Tarîhu Bağdad ve Tabakât.

28 — Ebu’l-Leys Abdullah b. Süreyc b. Hacer el-Buharî, (Ö. 258 takriben): Ebî Hafs el-Kebir el-Buhâri’nin arkadaşlarındandır. Ezberinde 10 bin hadis vardı. Abdan onu çok beğenirdi. Ğuncar «Tarihu Buhârâ»da ondan bahseder, fakat ölüm tarihini vermez. Bkz. Tabakât.

29 — İmam Muhammed b. Şüca’ es-Selcî (Ö. 266): İkindi namazında secde ederken vefat etmiştir. Muvaffaku’l-Mekkî, onun musannefâtında 70 bin civarında hadis olduğunu söylemiştir. Altmış cüz civarında «el-Menâsik», kalın hacimli «Tashîhu’l-Âsâr» ve «er-Reddü Ale’l-Müşebbihe» adlı eserleri vardır. Zehebî «Siyeri A’lamin-Nübelâ» da onun ilim denizi olduğunu söyler. Bazı raviler onun hakkında mutaassıbane sözler söylemişlerdir. Bkz. «Fihrist» (İbn Nedim), «el-Cevâhir» ve müellifin «Tebyinu Kizbi’l-Müfteri» ve «el-İmta bi sireti’l-İmâmeyn» adlı eserleri.

30 — Hafız Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. İsa el-Birtî (Ö. 280): Ebû Süleyman el-Cuzcanî’den fıkıh öğrenirdi. İsmail el-Kâdî onu çok beğenirdi. «Müsnedu Ebî Hureyre» adlı eseri vardır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

31 — Cafer b. Muhammed et-Tayalisî (Ö. 282): Nebîz konusunda Züheyr b. Harb ve diğerleri ile münazaralar yaptı ve onları mağlub etti. Bkz. Tarihu Bazdad.

32 — Ubeydullah b. Vâsıl el-Buhârî (Ö. 282 şehid olarak): Buhara muhaddisdir. Harisi ondan ilim tahsil etmiştir. Bkz. Tabakât.

33 — Ebû Bekr Muhammed b. Nadr b. Seleme b. el-Cârud en-Neysâburî (Ö. 291): Hakim onun hakkında, hıfz, kemal ve riyaset bakımından zamanın şeyhi demiştir. Ailesi hep Hanefîdir. Talebeliğinde Müslim ile arkadaş idi. [2]

34 — Hâfız İbrahim b. Ma’kıl en-Nesefî (Ö. 295): «el-Müsnedu’l-Kebîr» ve «Tefsir» sahibidir. Buhâriden «Sahih» ini rivayet etmişlir. Mustağfirî, «Hafz, fakih ve bilginlerin ihtilâflarına ve ihtilâf sebeblerine çok vâkıf idi» demiştir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

35 — Ebû Ya’lâ Ahmed b. Ali b. el-Musennâ el-Mavsılî (Ö. 307): «el-Musnedu’l-Kebîr» ve «el-Mu’cem» sahibidir. Ali b. Ca’d ve tabakasından ilim tahsil etmiştir. Ebû Ali el-Hafız, «Ebû Ya’lâ Bişr b. Velid’in yanında Ebû Yûsuf’un kitaplarıyle meşgul olmasaydı; Basrada Süleyman b. Harb ve Ebû Davud et-Tayalîsiye yetişir ve onları dinlerdi» demiştir. Bu, Ebû Yusuf’un kitaplarının çokluğuna delâlet eder. Halbuki muhaddisler Ebû Ya’lâ’nın senedi âlî olmayan hadislerini almak için koşuşuyorlardı. Bkz. Tabakât.

36 — Hafız Ebû Bişr ed-Dûlâbî Muhammed b. Ahmed b. Hammad (Ö. 310): «el-Künâ» başta olmak üzere bazı faydalı eserleri vardır. Dârekutnî «Onun hakkında bazı şeyler söylediler, ama neticede hep onun iyiliği anlaşıldı.» demiştir.

İbn Adiyy’in «İbn Hammad, Nuaym (b. Hammad) hakkındaki sözlerinden dolayı itham edilmiştir» sözü (bu konu ileride gelecek) İbn Adiyy’e yakışan boş bir lâftır. Bkz. Tabâkat.

37 — Hafız Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed et-Tahâvî (Ö. 321): Hafızası rical ve fıkıh ilminde son derece geniş ve kuvvetli idi. Bedru’l-Aynî, «Rîcalu Ma’âni’l-Asar» da hal tercümesini geniş olarak vermiştir. Tahâvî’nin üç üstadı vardır: Bunlar, Bekkâr b. Kuteybe, İbn Ebi İmrân ve Ebû Hâzim’dir. Bunların Her üçü de büyük hadis hâfızlarındandır.  [3]

38 — Hafız Ebu’l-Kasım Abdullah b. Muhammed b. Ebi’l-Avvam es-Sa’dî (Ö. 335 takriben): Zehebî’nin «Tabakât» ında Nesâ’înin hal tercümesinde bilgi verilmiştir. Nesâ’î, Tahâvî ve Ebû Bişr ed-Dûlâbî’den tahsil görmüştü. «Fadâ’ilu Ebî Hanîfe» adlı hacimli bir eseri ve «Müsnedu Ebî Hanîfe» si vardır. Bu müsned mühim onyedi müsnedden biridir. Torunundan «Kudâtu Mısır» da ve «el-Cevâhir» de söz edilmiştir.

39 — Hafız Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Harisi el-Buharî (Ö. 30): «Menâkıbu Ebî Hanîfe» ve «Müsnedu Ebî Hanîfe» adlı eserlerin müellifidir. Hadis rivayetinde gerçekten çok isnad zinciri kullanmıştır. İbn Mende ondan çok rivayette bulunmuştur. Hakkındaki görüşü müsbettir. Bazıları ise iyi şeyler söylememişlerdir. Onu çok tenkid ettikleri nokta «Müsnedu Ebi Hanîfe»de Necîremî (Ebbâ’ b. Ca’fer)’den çok rivayette bulunmasıdır. Dikkat etmedikleri nokta ise onun Neciremî’den yaptığı rivayetlerin sadece ona ait rivayetler olmaması, bilakis bunları başkalarının da rivayet etmiş olmasıdır. Aynı şeyyi Tirmizî de, Muhammed b. Said el-Maslûb ve Kelbi hakkında yapmıştır. Allah şu taassup denen şeyi kahretsin. İnsanı kör ve sağır ediyor. Bkz. Tabakât, el-Cevâhir ve Ta’cilu’l-Menfa’a.

40 — Ebu’l-Kasım Ali b. Muhammed et-Tenûhî (Ö. 342): el-Hatibu’l-Bağdâdî’nin ifadesine göre sağlam bir hafız ve Ebu’l-Hasen el-Kerhî’nin arkadaşlarından idi.

41 — Hafız Ebu’l-Huseyn Abdu’l-Baki b. Kani’ el-Kâdî (Ö. 351): Bir çok eseri var. el-Hatîbu’l-Bağdadî «Hocalarımızın çoğu onun sika olduğunu söylerlerdi.» demiştir. Hasan el-Furat ise ölümünden iki yıl önce hadisleri birbirine karıştırdığını ifade etmiştir.

42 — Hafız Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî el-Cassâs (Ö. 370): Hadis, fıkıh ve fıkıh usûlünde imam idi. Ebû Dâvud, İbn Ebi Şeybe, Abdurrezzak ve et-Tayâlîsî’nin hadislerini çok iyi biliyordu. Bunların senedlerini dilediği zaman ve dilediği yerde sıralayabiliyordu, «el-Fusûl fi’l-Usûl», «Ahkâmu’l-Kur’ân» gibi eserleri, «Muhtasaru’t-Tahâvî» ve «Câmi’ul-Kebîr» üzerine şerhleri vardır. Bütün bunlar, sahasında onun erişilmezliğini göstermektedir. Rical konusundaki bilgisi hilafa dair delillerinde ortaya çıkmaktadır.

43 — Hafız Muhammed b. el-Muzaffer b. Musa el-Bağdadî (Ö. 379): «Musnedu Ebî Hanîfe» adlı bir eseri vardır. Dârekutnî ondan sitayişle bahseder. Seçkin hafızlardan idi. Bkz. Tabakât.

44 — Hafız Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Kelâbâzî (Ö. 378): «Ricâlu’l-Buhâri» adlı eseri vardır. Dârekutnî, onun anlayışını çok beğenirdi. Zamanında Mavera’unnehrin en kuvvetli hafızlarından idi. Bkz. Tabakât.

45 — Ebû Hâmid Ahmed b. Huseyn el-Mervezî (Ö. 376): İbn Taberî diye meşhurdur. Hadis rivayeti ilminde çok sağlam idi. Bkz. el-Cevâhir.

46 — Hafız Ebu’l-Kasım Talha b. Muhammed b. Ca’fer el-Bağdadî (Ö. 380): «Musnedu Ebî Hanîfe»si vardır.

47 — Hafız Ebu’l-Fadl es-Süleymanî Ahmed b. Ali el-Bîkendî (Ö. 404): Mâverâünnehrin şeyhidir. Ca’fer el-Mustağfirî ondan ilim almıştır. Bkz. Tabakât.

48 — Guncar Hafız Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Buharî (Ö. 412): «Târîhu Buhara» adlı eserin müellifidir. Bkz. Tabakât.

49 — Hafız Ebû’l Abbas Ca’fer b. Muhammed el-Mustağfirî (Ö. 432): Bir çok eseri vardır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

50 — Hafız Ebû Sa’d es-Semmân İsmai b. Ali b. Zencûye [4] er-Râzî (Ö. 445): Hadis ve rical konusunda imam idi. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

51 — Hafız Ömer b. Ahmed en-Neysâbûrî (Ö. 467): Bkz. Abdu’l-Ğâfir el-Fârisî’nin «el-Erba’în» ve el-Cevâhir.

52 — Hafız Ebû’l-Kasım Ubeydullah en-Neysâbûrî el-Hâkim (Ö. 490): Bkz. Tabkât ve el-Cevâhir.

53 — Hafız Ebû Muhammed el-Hasen b. Ahmed b. Muhammed es-Semerkandî (Ö. 491): Mustağfirî’den okumuştur. Ebû Said, «zamanında sahasında doğuda ve batıda benzeri yoktur.» demiştir. «Bahru’l-Esânîd min Sıhâhi’l-Mesânîd» adlı eseri 800 cüz civarındadır. Burada 100 bin hadisi toplamıştır. Tertip edilip hazırlansa İslâm dünyasında benzeri bulunmayan bir eser olurdu. Bkz. Tabakât.

54 – Nasr b. Ahmed b. İbrahim ez-Zahid (Ö. 510): Herat Müsnidi denir.

55 — İshak b. Muhammed b. İbrahim et-Tenûhî en-Nesefî (Ö. 518): Semerkand müsnidi denir.

56 — Ebû Abdillah el-Huseyn b. Muhammed b. Hüsrev el-Belhî (Ö. 522): «Müsnedu Ebî Hanîfe» adlı bir eseri var. İbn Hacer, onu Mâristan Kadısının «Müsned»ini rivayeti dolayisiyle ele alıyor ve «Onun bir müsnedi yoktur: fakat talebesi Sehavi Tedmurîden, o Meydûmîden, o Necibden, o İbnu’l-Cevzîden, o da Mâristan Kadısı el-Câmi’den rivayet etmiştir.» diyor. Burada İbn Hacer’in tehevvürü görülmektedir.

57 — Hafız Ebû Hafs Ziyâu’d-Dîn Ömer b. Bedr b. Saîd el-Mavsılî (Ö. 622).

58 — el-Hasen b. Muhammed es-Sağanî (Ö. 650): Dil, fıkıh ve hadis sahasında imam idi. «el-Ubâb», «el-Muhkem» [5] ve «Meşâriku’l-Envar» adlı eserleri vardır.

59 — Ebû Muhammed Abdu’l-Halik b. Esed ed-Dimaşkî (Ö. 564): «el-Mu’cem» adlı bir eserin sahibidir.

60 — Tacuddin Ebû’l-Yümn Zeyd b. el-Hasen el-Kindî (Ö. 613).

61 — Ebû Ali el-Hasen b. el-Mübarek ez-Zebidî (Ö. 629).

62 — Huseyn b. el-Mübarek (Ö. 630): Bir önceki maddedeki el-Hasen b. Mubarek’in kardeşidir. Buharîyi rivayet etmiştir. Bkz. «Zuyûlu Tezkireti’l-Huffâz», sayfa 259′daki talikimiz.

63 — Cemaluddin Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed ez-Zahirî (Ö. 696): Fahru’l-Buharî’nin «el-Meşyaha»sını beş cild halinde tahric etmiştir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.

64 — Ebû Muhammed Ali b. Zekeriyya b. Mes’ûd el-Ensarî el-Menbicî (Ö. 698 takriben): «el-Lubab fi’l-Cem’i beyne’s-Sünne ve’l-Kitab» adlı eserin müellifidir. Tahavî’nin «el-Âsâr»ını şerhetmiştir. Oğlu Muhammed’den «el-Cevâhir» ve «ed-Dürerü’l-Kâmine»de bahsedilmiştir.

65 — Ebû’l-Âlâ Mahmud el-Buharî (Ö. 700 Mardin): «el-Meşyaha» adlı eseri yediyüz civarında hadis şeyhini ihtiva etmektedir. Mizzî, Berzâlî, Zehebî ve Ebû Hayyân ondan ilim almışlardır. Bkz. el-Fevaidü’l-Behiyye ve el-Cevâhir. [6]

66 — Ahmed b. İbrahim b. Abdi’l-Ganî es-Serûcî (Ö. 701): «el-Hidâye»yi şerhetmiştir.

67 — Alauddin Ali b. Belban el-Fârisî (Ö. 731): «Telhisu’l-Hılatî»yi şerhetmiştir. «el-İhsan fî tertibi Sahibi İbn Hibban» adlı eserin müellifidir.

68 — İbn’l-Mühendis Muhammed b. İbrahim b. Ganâ’im eş-Şurûtî (Ö. 733).

69 — Hafız Kutbu’d-Din Abdu’l-Kerîm b. Abdu’n-Nur el-Halebî (Ö. 735): Yirmi cild halinde «Sahîh-i Buhâri»yi şerhetmiştir. «el-İhtimam bi Telhîsi’l-İlmâm» ve el-Kıdhu’l-Mu’allâ fİ’l-Kelâm Âlâ ba’dı ahâdisi’l-Muhallâ» adlı eseri vardır. Bkz. Zeylu’l-Hüseynî Ala’t-Tabakât.

70 — Hafız Eminu’d-Dîn Muhammed b. İbrahim el-Vânî (Ö. 735): Bkz. Zeylu’s-Suyûti Âlâ Tabakât’il-Huffâz.

71 — Hafız Şemsu’d-Din Muhammed b. Ali b. Aybek es-Serûcî (Ö. 744). Bkz. Zuyûl.

72 — Hafız Alâuddin Ali b. Osman el-Mardinî (Ö. 749): «el-Cevheru’n-Nakî»nin müellifidir. Cemalu’d-Din ez-Zeylaî, Abud’l-Kadir el-Kureşî, «el-Mu’tasar» sahibi Cemalu’d-Din el-Malatî ve Zeynud-Din el-Irakî ondan ders almışlardır. Bkz. Zûyulu’s-Suyutî.

73 — Siracüddin el-Kazvinî Ebû Hafs Ömer b. Ali b. Ömer (Ö. 750): Zirikli «el-A’lam» da (V/218) zamanında Irak’ın muhaddisi olduğunu söyler. 683′te Kazvin’de doğmuş, Vasıt’ta büyümüş ve Bağdad’da meşhur olmuştur. Suyutî «Tedrib» de (S. 218) onun Hanefî mezhebinde olduğunu açıklamaktadır, «el-Fihrist» ve Bağavînin «Mesâbîhu’s-Sünne» sindeki mevzu hadislere dair bir risalesi vardır. Bu risale, «Mişkatü’l-Mesabih» in Şam baskısının sonunda neşredilmiştir.

Bkz. Gâyetu’n-Nihâye (1/94) ve ed-Dureru’l-Kâmine (in/180).

Zeyhı Tabakâti’l-Huffaz (S. 358)’da müellifin ölüm tarihi 775 olarak gösterilmektedir. Torunu Ali b. Abdi’l-Muhsin ed-Devâlibî, dedesinin 748′de öldüğünü babasından nakletmiştir. [7]

74 — Hafız İbnu’l-Vânî Abdullah b. Muhammed b. İbrahim (Ö. 749): Bkz. Zeylu’l-Hüseynî.

75 — Hafız Cemalu’d-Din Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylâ’î (Ö. 762): «Nasbu’r-Raye» müellifi.

76 — Hafız Alâu’d-Din Moğoltay el-Bekcerî (Ö. 762): Bkz. Zeylü İbn Fehd.

77 — Bedrü’d-Din Muhammed b. Abdillah eş-Şiblî (Ö. 769): Babası Şam’da Şibliyye medresesinde kayyim idi. Bu nisbeti oradan almıştır. Bkz. ed-Dureru’l-Kâimne.

78 — Hafız Abdu’l-Kadir el-Kureşî, (Ö. 775): Bkz. Zuyûl.

79 — Mecdu’d-Din İsmail el-Belbîsî (Ö. 802): «Muhtasaru Ensabi’r-Ruşâtî» adlı eserin müellifidir.

80 — Cemaluddin Yûsuf b. Musa el-Malatî (Ö. 803): «el-Mu’tasar» adlı eseri vardır.

81 — Şemsu’d-Din Muhammed b. Abdillah ed-Deyrî (Ö. 827): «el-Mesâ’ilu’ş-Şerife fî Edilleti Mezhebi’l-İmam Ebî Hanîfe» adlı eserin müellifidir.

82 — Ebu’l-Feth Ahmed b. Osman b. Muhammed el-Kelvetatî el-Kirmanî (Ö. 835): Bir çok büyük kitapları rivayet etmiş ve pek çok talebe yetiştirmiştir, Bkz. ed-Dav’u’l-Lâmi.

83 — İzzu’d-Din Abdu’r-Rahim b. Muhammed b. el-Furat, (Ö. 851): Senedi âlî çok hadis rivayet edenlerdendir. Bkz. ed-Dav’u’l-Lâmi.

84 — Hafız el-Bedru’l-Ayni Mahmud b. Ahmed, (Ö. 855): Haltercümesi «Umdetu’l-Kâri» adlı eserinin başında (Müniriyye baskısı) geniş bir şekilde verilmiştir.

85 — Kemalu’d-Din İbn el-Hümam Muhammed b. Abdi’l-Vâhid es-Sivâsî (Ö. 861): «Fethu’l-Kadir» müellifi.

86 — Sa’du’d-Din b. Şemsid-Din ed-Deyrî, (Ö. 867): Hidâye şerhi «Fethu’l-Kadir» tekmilesinin müellifidir.

87 — Takıyyu’d-Din Ahmed b. Muhammed eş-Şumunnî, (Ö. 872): «el-Vikaye» üzerine «Kemalu’d-Dirâye» adlı bir şerhi vardır. Bu eser müellifin ahkâm hadisleri sahasındaki otoritesini göstermektedir.

88 — Hafız Kasım b. Kutluboğa (Ö. 879): «el-İhtiyar» ve «Usûlu’l-Bezdevî»nin hadislerini tahric etmiştir. Hadis ve fıkıhla ilgili eserleri vardır. Bunlar onun bu sahalardaki yüksek mevkiine delalet eder. Bkz. ed-Dav’u’l-Lâmi’.

89 — Abdu’l-Lâtif b. Abdi’l-Aziz, (Ö. 885): İbn Melek diye meşhurdur. «Mebariku’l-Ezhâr Şerhu Meşârikı’l-Envâr» adlı eserin sahibidir. Bkz. Şezerât.

90 — Muhammed b. Abdi’l-Lâtif: İbn Melek’in oğludur. Bağavînin «Mesabîhu’s-Sunne»sini ve «el-Vikaye» yi şerhetmiştir. Bkz. el-Fevâ’idu’l-Behiyye, S. 107.

91 — Şihabu’d-Din Ebu’l-Abbas Ahmed b. Abdi’l-Latîf eş-Şercî ez-Zebîdî, (Ö. 893): «et-Tecrîdu’s-Sarih li Ahâdîsi’l-Câmi’is-Sahih» adlı eserin müellifidir [8]

92 — Şemsu’d-Din Muhamed b. Ali ed-Dimaşkî, (Ö. 953): İbn Tolon adiyle şöhret bulmuştur. Hadis ve fıkıh sahasında çok emeği olan bir müelliftir. Eserleri beş yüze yaklaşmaktadır.

93 — Ali el-Muttaki b. Husami’d-Din el-Hindî, (Ö. 975): Suyûtî’nin «el-Câmi’u’l-Kebir»inin tertibine uygun olarak «Kenzu’l-Ummâl» adlı eseri meydana getirmiştir. Ebû’l-Hasan e l-Bekri onun için, «Suyûti’ye minnet borçludur.» demiştir.

94 — Muhammed b. Tâhir el-Fettenî el-Gucrâtî (987′de şehid olarak ölmüştür): Muhaddislerin reisidir. «Mecma’u Bihâri’l-Envâr» ve «Tezkiratu’l-Medzû’ât» adlı eserleri vardır. Bütün bunlar hadisle ilgilidir.

95 — Ali b. Sultan Muhammed el-Kari el-Herevî el-Mekkî, (Ö. 1014): «el-Mişkât» ve «Muhtasaru’l-Vikaye» üzerine yazdığı şerhler ahkâm hadisleri konusunda önemli kitaplardandır. Kutbu’d-Din en-Nehrevalî ve Abdullah es-Sindî’den okumuştur. [9]

96 — Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Yunus eş-Şelebî, (Ö. 1021).

97 — Abdu’l-Hak b. Seyfid-Din ed-Dihlevî, (Ö. 1052): Hind Muhaddisidir. «el-Leme’ât Şerhu’l-Miskât» ve «et-Tıbyân fî Edilleti’l-Mezhebil İmam Ebî Haııîfeti’n-Nu’mân» adlı eserlerin sahibidir. Ali el-Müttakî’nin talebesi Abdu’l-Vehhab el-Muttaki ile Ali el-Kariden okumuştur. Muhammed Huseyn el-Hâfî ve Hasan el-Uceymî de ondan ilim tahsil etmişlerdir.

98 — Eyyûb b. Ahmed b. Eyyûb el-Halveti ed-Dimaşkî, (Ö. 1071).

99 — Hasan b. Ali el-Uceymî el-Mekkî, (Ö. 1113): Rivayet ettiği hadislerin senedlerini ihtiva eden «Kifâyetü’l-Müstatli» adlı iki cildlik bir eseri vardır.

100 — Ebû’l-Hasan el-Kebir İbn Abdi’l-Hadi es-Sindî, (Ö. 1139): «el-Havası âlâ Usûli’s-Sitte» ve «Haşiye Âlâ Müsnedi Ahmed» [10] adlı eserlerin sahibidir.

101 — Abdu’l-Ğanî b. İsmail en-Nablusî, (Ö. 1143): Usûl-i Seb’a ile ilgili «Zehâiru’l-Mevârîs» in yazarıdır.

102 — Muhammed b. Ahmed Akîletu’l-Mekkî, (Ö. 1150): «el-Muselselât», bir rivayet tefsiri olan beş cildlik «ed-Durru’l-Manzum» ve «el-İtkan»ın özeti niteliğinde olan «ez-Ziyâde ve’l-İhsan fi Ulûmi’l-Kur’ân» adlı eserleri ve birkaç risalesi vardır.
Eserlerinin çoğu İstanbul’da Ali Paşa kütüphanesindedir. Uceymî ve diğerlerinden okumuştur.

103 — Abdullah b. Muhammed el-Amâsî, (Ö. 167): Sahîh-i Buhâri’yi «Necâhu’l-Kâri fî Şerhi’l-Buhâri» adiyle otuz cild haline şerhetmiştir. «İnâyetu’l-Mun’im bi Şerhi Sâhîhi Müslim» adlı yedi cildlik eserinde «Sahîh-i Müslim»in yarısını şerhetmiştir.

104 — Muhammed b. Hasan, (Ö. 1175): İbn Himmât ed-Dimaşkî diye meşhurdur. «Tuhfetu’r-Râvî fî Tahrîci Ahâdîsi’l-Beydâvî» [11] adlı eserin müelifidir.

105 — Seyyid Muhammed el-Murtazâ ez-Zebidî, (Ö. 1205): «İhyau Ulumi’d-Din» şârihi ve «Ukûdu’l-Cevahiri’l-Munife fî Edilleti Mezhebi’l-İmam Ebî Hanîfe» adlı eserin müellifidir.

106 — Muhammed Hibetullah el-Ba’li, (Ö. 1224 İstanbul): «Hadîkatü’r-Reyâhîn fî Tabakâti Meşâyihine’l-Müsnidin» ve beş cildlik «et-Tahkîku’l-Bahir fî şerhi’l-Eşbah ve’n-Nazâir» adlı eserlerin müellifidir. Şam’da öldüğünü söyleyenler çıkmışsa da bu yanlıştır.

107 — Muhammed Emin b. es-Seyyid Ömer. (Ö. 1252): İbn Abidîn adiyle meşhurdur. Bir çok eseri vardır. Bunlardan en ünlüsü «Reddu’l-Muhtâr»dır. Rivayetleri ve bunların senedleri «Ukûdu’l-Le’âlî fî Esânîdi’l-Avâlî» adlı eserindedir.

108 — Muhammed Âbid es-Sindî, (Ö. 1257): Bazı eserleri şunlardır: «Hasru’ş-Şârîd», «Tavâliu’l-Envâr» Ala’d-Dürri’l-Muhtar» (16 cild). Ayrıca «Musnedu Ebi Hanîfe»yi şerhetmiş ve ona «el-Mevâhibu’l-Latife» adını vermiştir.

109 — Abdu’l-Ganî el-Muceddidî, (Ö. 1269): İsnadları «el-Yâni’u’l-Cenî»de dir.

110 — Muhammed Abdu’l-Hay el-Laknevî, (Ö. 1304): Ahkâm hadisleri konusunda çağının otoritesidir. Ancak mezhebce benimsenmeyen bazı şaz görüşlere sahiptir. Cerh kitaplarına fazla güvenir, onlardaki yanlışlıklara dikkat etmez. Bunun için de tenkîd edilir. [12]

111 — Muhammed Hasan es-Senbehlî, (1264-1305): Laknevî’nin çağdaşı ve arkadaşıdır. Onun gibi bir çok ve çeşitli sahalarda telifatı vardır. Ömrü çok kısa olmasına rağmen eserleri yüze ulaşmaktadır. «Hidâye» üzerine bir haşiyesi ve «Tensîku’n-Nizâm fî Musnedi’l-İmâm» adlı eseri hadis sahasındaki kudretini gösterir.

112 — Ahmed Ziyâu’d-Din b. Mustafa el-Gümüşhânevî, (Ö. 1311): Hocalarımızın hocasıdır. «Râmûzu Ahâdisi’r-Rasûl» adlı eseri çok meşhurdur. Beş cild halinde bu esere yazdığı şerh «Levâmi’u’l-Ukûl» adını taşır. Telifatı elli civarındadır. Geniş haltercümesi için Bkz. müellifin «et-Tahrîru’l-Veciz» adlı eseri (S. 26).

Hindistan (ve Pakistan)’da Hanefî mezhebine mensup pek çok seçkin ilim adamı vardır. Burada hepsini tek tek zikretmeğe imkân yoktur. Biz bunların bir kısmını tanıtmağa çalıştık. Allah hepsine rahmet etsin.

DİPNOTLAR:

(45) Daha fazla bilgi için müellifin «Lemehâtu’n-Nazar fî Sîreti’l-İmâm Zufer» (Kahire, 1368; Humus, 1389) adlı risalesine bakılabilir.

(46) Bu kısım «Menâkıbu’l-İmâm Ebî Hanîfe ve Sâhibeyhi el-İmam Ebu Yûsuf ve’l-İmâm Muhammed b. Hasen» adıyla basılmıştır. Bunu Ebû’l-Vefa el-Efganî tahkik etmiş, Kevserî de buna ta’lîkât yazmıştır (Kahire, 1368).

(47) İmam Ebû Yûsuf hakkında müellifin «Husnu’t-Tekâdî fî Sireti’l-İmam Ebî Yûsuf el-Kâdî» (Kahire, 1368, Humus, 1388) adlı eserine bakılabilir.

(48) İmamın hal tercümesi konusunda müellifin «el-İmta’ bi-Sîreti’l-İmâmeyn el-Hasan b. Ziyâd ve Sahibihi Muhammed b. Suca’» (Kahire, 1368, Humus, 1389) adlı eserine de bakılabilir.

[1] Bu kısım A. F. Ebû Gudde’nin bize gönderdiği ilâvelerdendir. Çev.

[2] Bu kısım, el-Kevserî’nin kendi nüshasına yaptığı ilâvelerdendir.

[3] Tahavî’nin başlıca eserleri şunlardır: 1. Müşkilü’l-Asar, bu eserin yarısına kadar kısmı dört cild halinde basılmıştır, 2. Maâni’l-Asar, 3. Şurûtu’l-Kebir, 4. Şurutu’s-Sağir, 5. Muhtasaru Akîdeti’t-Tahavî. Tahavî hakkında tafsilât için müellifin «el-Hâvî fî Siretil-İmâm Ebî Ca’fer et-Tahavî» (Kahire, 1368). adlı eserine bakınız. Çev.

[4] Bu gibi isimler nahivcilere göre, Zenceveyh Raheveyh; hadisçilere göre Zencûye, Rahuye şeklinde okunur. Hadisçiler veyh şeklinde okumayı sevmezler. İbn Hacer, İbrahim en-Nehaî’nin «Veyh, şeytanın ismidir.» dediğini söylüyor.

[5] Üstadımız Kevserî’nin burada bir zühulü vardır. Şöyle ki: «el-Muhkem» adlı eser es-Sağanîye ait değildir. Bu eser Endeluslu Ebi’l-Hasen Ali b. İsmail (İbn Sîde)’ye aittir. Ölüm tarihi h. 458′dir. Öyle zannediyorum ki üstadımıza bu yanlışlık Firuzabadî’den gelmektedir. O, «Kâmusu’l-Muhit» in mukaddimesinde yazdığı bir kitaptan da bahsederken «…el-Cami’ beyne’l-Muhkem ve’l-Ubab» diye söz etmektedir, «el-Ubab» Sağanî’ye aittir. Fakat «el-Muhkem» İbn Sîde’nindir. Ayni hata Muhammed Enver el-Keşmirî’de de görülmektedir. O, Feyzu’l-Bâri’nin önsözünde Sağanî’nin eserlerinden bahsederken «el-Lubab» ve «el-Muhkem» den söz etmektedir. Halbuki «el-Lubab», «el-TTbab»dır. «el-Muhkem» ise biraz önce belirttiğimiz gibi İbn Sîde’ye aittir.
Bu malumatı bana Atik Ahmed el-Bestevî ed-Düyubendî yazdı, kendisine teşekkür ediyorum.
(Bu kısım da üstad Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde’nin bize gönderdiği ilâvelerdendir. Çev.)

[6] Bu kısım, el-Kevserî’nin ilâvelerindendir.

[7] Bu kısım da Abdu’l-Fettah Ebû Gudde’nin bize gönderdiği ilâvelerden
alınmıştır. Çev.

[8] Bu eser Merhum Ahmed Naim ve Kâmil Miras tarafından Türkçeye tercüme edilerek, Diyanet İşleri Başkanlığınca bastırılmıştır.

[9] Muhtasaru’l-Vikaye üzerine yazdığı şehrin I. cildi Fethu Bâbi’l-İnâye bi Şerhi Kitâbi’n-Nükâye» adiyle A. F. Ebû Gudde tarafından tahkik edilerek basılmıştır. (Halep 1387) Ali el-Kari’nin mevzu hadislere dair eseri «el-Mevdû’âtu’l-Kübrâ» adiyle şöhret bulmuştur.

[10] Bu eserin bir nüshası Medine’de Arif Hikmet Kütüphanesinde bulunmaktadır.

[11] Bu eserin bir nüshası İstanbul’da Veliyyu’d-Din Efendi, diğer bir nüshası Esad Efendi kütüphanelerindedir.

[12] «er-Ref’u ve’t-Tekmî’l fi’l Cerhi ve’t-Ta’dîl» adlı eseri, Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde’nin tahkikiyle neşredilmiştir (Beyrut, 1389). Çev.

Categories: Hanefî Fıkhı’nın Esasları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Hanefî Fıkhı’nın Esasları(önsöz)

 

Hanefî Fıkhı’nın Esasları ve Muhammed Zahid El-Kevseri Hz.

 

HANEFÎ FIKHININ ESASLARI

(Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum)

Muhammed Zahid El-Kevserî
Çevirenler:
Doç. Dr. Abdulkadir Şener
Dr. M. Cemal Sofuoğlu
1982

ÇEVİRENLERİN ÖNSÖZÜ

Bu eserin yazarı merhum Muhammed Zahid el-Kevserî, Türk-İslam kültür çevresinin yetiştirdiği değerli ilim adamlarından, şair, edib, yazar ve güçlü bir eleştirici idi. Arap dili ve edebiyatı, fıkıh, hadîs, İslam tarihi ve Kur’an-ı Kerîm ilimlerinde derin ve köklü bilgi sahibi olduğu kadar dindar, mütevazi, medenî cesarete sahip ve aynı zamanda çok nazik bir insandı.. Ancak ilmî konularda muarızlarını tenkid ederken oldukça sert bir dil kullanırdı.

Yazarımız, 1296/1879 yılında Düzce’nin Hacı Hasan Efendi köyünde [1] doğmuş, ilk öğrenimini Düzce’de yaptıktan sonra 1311/1893 senesinde İstanbul’a gelip Kazasker Hasan Efendi (Ö. 1044/1634) Daru’l-Hadis’ine yerleşmiştir.

Fatih Camiinde Eğinli İbrahim Hakkı’nın (Ö. 1318/1900) derslerine devam etmiş, adı geçenin ölümünden sonra Alasonyalı Ali Zeyne’l-Abidîn Efendi’nin (Ö. 1336/1917) derslerini takip ederek yüksek öğrenimini bitirmiş ve 1322/1904 yılında icazet almıştır. 1325/1907 yılında da, Ders Vekili [2] Ahmed Asım (Ö. 1329/1911) başkanlığında, daha sonra Şeyhulislam olan Ahiskalı Mehmed Es’ad (Ö. 1334/1918), Dağıstanlı Mustafa b. Azm (Ö. 1336/1917) ve Tosyalı İsmail Zühdî (Ö. 1337/1918)’den oluşan bir heyet huzurunda dersiamlık imtihanını vermiştir.

1325/1907 tarihinden birinci dünya savaşının başlarına kadar Fatih Camiinde müderrislik yapan M. Zahid el-Kevserî, Darulfünunda fıkıh ve fıkıh tarihi derslerini okutmak için açılan imtihanı birincilikle kazanmış ise de, bu göreve mevcut öğretim üyelerinden birisi vekaleten getirildiğinden, tayini gerçekleşmemiştir.

el-Kevserî, Ürgüplü Mehmed Hayri Efendi’nin şeyhulislamlığı sırasında ıslah edilen medreselerde belagat, aruz ve ilmi vaz’ derslerini okutmakta iken, Kastamonu’da açılan yeni bir medreseyi faaliyete geçirmekle görevlendirilmiş ve burada üç yıl kadar kaldıktan sonra, 1327/1909 senesinde istifa ederek, İstanbul’a dönmüştür.

el-Kevserî, İstanbul’a gelir gelmez Darüşşafaka’ya, bir ay sonra da Medresetü’l-Mütehassisîn’e müderris olarak tayin edilmiştir. Ders vekaleti meclisine üye olarak seçilip bir süre sonra da 75 Osmanlı lirası (altın) aylıkla Ders Vekilliğine tayin edilinceye kadar bu görevlere devam eden el-Kevserî, İttihat ve Terakkîcilerle anlaşamadığı için Ders Vekilliğinden azledilmiştir. Ancak Ders Vekaleti Meclisi üyeliği ile müderrislik görevini, 13 Rebiu’l-Ahir 1341 (3 Kasım 1922) tarihinde Mısır’a gitmek üzere Türkiye’den ayrılıncaya kadar sürdürmüştür.

M. Zahid el-Kevseri, bir kaç ay Kahire’de kaldıktan sonra Şam’a gelip bir yıl burada oturmuş, sönra tekrar Kahire’ye dönerek, Camiu’l-Ezher’de okuyan Türk öğrencilerinin kaldığı Ebu’z-Zeheb Muhammed bey (Ö. 1189/1775) Tekkesine yerleşmiştir. 1347/1928 yılmda geri Şam’a gitmiş ve bir yıl kaldıktan sonra tekrar Kahireye dönüp Mısır Devlet Arşivinde (Daru’l-Mahfüzati’l-Mısriyye) bulunan bir kısım Türkçe belgeleri Arapçaya çevirme gibi mütevazî bir işte çalışarak geçimini sağlayan el-Kevserî, bundan sonra eşi ve çocuklarını da yanına getirmiştir. [3]

Son yıllarda şeker hastalığı ve tansiyonundan şikayet eden el-Kevserî geride yalnız eşini bırakarak, 71 yaşında iken 1371/1952 yılında vefat etmiş; Camiu’l-Ezher’de kılınan cenaze namazından sonra [4] Şafiî mezarlığında, dostu İbrahim Selim’e ait bölmede medfun bulunan kızlarının yanında toprağa verilmiştir. [5]

Tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında çok geniş bilgi sahibi olan M. Zahid el-Kevserî’nin ilmî faaliyet ve eserlerini iki kısımda ele alabiliriz:

1-Türkiye’de iken çeşitli konularda yirmiden fazla eser yazmış ise de, sadece dördü basılabilmiştir. Bunların birisi Farsça, birisi Türkçe, öteki ikisi Arapçadır. Kendisi, Türkiye’de yazdığı eserler arasında tefsire dair iki ciltlik basılmamış eserinin çok önemli olduğunu söylerdi.

2-Mısır ve Şam’da iken yazdığı eserlerin sayısı otuzu geçmektedir. Arapça olarak kaleme aldığı bu eserlerin çoğu basılmıştır. Hadis, fıkıh, fıkıh usülü ve İslam bilginlerinin biyografileriyle ilgili elliden fazla esere uzun önsözler, notlar ve açıklamalar yazmıştır. Mecelletü’l-İslam gibi dinî ve ilmî dergilerde çıkan yüzden fazla makalesi öğrencileri tarafından derlenmiş ve «Makalatu’l-Kevserî» adiyle yayınlanmıştır. [6]

İşte bu Makalatu’l-Kevserî’nin baştarafında, yazarın hayatı ve eserleri hakkında Ahmed Hayri’nin kaleme aldığı 80 sahifeyi bulan bir mukaddime yer almaktadır. Biz bu önsözümüzü daha çok Ahmed Hayri’nin söz konusu mukaddimesi ile, yazarın «et-Tahrîru’l-Veciz» [7] adlı eserinden yararlanarak yazdık.

En çok hadisle uğraşan el-Kevserî, Hanefî imamları Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer gibi Ebu Hanîfe’nin öğrencilerinin biyografileri, görüş ve ictihadları üzerinde durmuştur. el-Kevserî’nin, el-Hatîbu’l-Bağdadî’ye karşı Ebû Hanîfe’yi savunmak gayesi ile yazdığı 200 sahifeyi aşan «Te’nîbu’l-Hatib» adlı eserini [8] burada özelilkle zikretmek isteriz.

Tercümesini sunduğumuz kitaba gelince bu eser, merhum el-Kevserî tarafından ünlü Hanefî hukukçusu Zeyla’î’nin «Nasbu’r-Raye li-Ahadisi’l-Hidâye» adlı kitabına [9] mukaddime olarak yazılmış olup ilk önce sözkonusu kitabın birinci cildinin baştarafında yayınlanmıştır. Nasbu’r-Raye’nin baskısı yapılırken Muhammed Yûsuf el-Benûrî, bu mukaddimeye bazı notlar ilave etmiştir. Biz bu notlardan lüzumlu olanları da tercüme ettik. Daha sonra da değerli muhakkik Abdu’l-Fettah Ebû Gudde tarafından, bir kısım ilavelerle dip notlar eklenerek ayrı bir eser halinde «Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum» (Iraklıların Fıkıh ve Hadisleri) adıyla bastırılmıştır [10] Biz, genellikle A. F. Ebû Gudde’nin bu ilave ve dipnotlarını da tercüme ettik.

Burada yazarımız M. Zahid el-Kevserî’ye Allahtan rahmet diler, bu kıymetli eserini doğup büyüdüğü ve yetişdiği toprağın insanlarına sunmakla mutluluk duyduğumuzu belirtmek isteriz.

Ayrıca bu eserin tercüme ve neşri hususunda Sayın Prof. Dr. Mehmed Hatiboğlu aracılığı ile kendisinden müsaade istediğimiz muhterem ilim adamı ve Zahid el-Kevserî’nin değerli ve vefakar talebesi Abdu’l-Fettah Ebu Gudde, tercümemiz için bir takdim yazısı ile eserin Arapça ikinci baskısı sırasında «Ebu Hanîfe’nin Arkadaşlarından ve Hanefî mezhebinden Bazı Büyük Hafız ve Hadisçiler» ve «Ek Bölüm» kısımlarına yapmak istediği bazı ilaveleri bize göndermek lütfunda bulunmuştur.

Kendilerine bu samimî ilgi ve zahmetlerinden dolayı ne kadar teşekkür etsek azdır.

15.4.1981, Ankara
Çevirenler

DİPNOTLAR:

[1] Bu köy, adını 1280/1863 yılında Kafkasya’dan muhacir olarak gelen yazarın babası Müderris Hasan el-Kevserî’den (Ö. 1345/1926) almıştır. Şimdiki adı ise «Çalıcuma»dır. O bölge halkının rivayetine göre bu ad oraya, Selçuklular zamanında askerler çalılar arasında Cuma namazı kıldıkları için verilmiştir.

[2] Bu ünvan, ilmiye ve medrese işleriyle uğraşan şeyhulislam yardımcısına verilirdi.

[3] Bir oğlu, üç kızı vardı. Oğlu ile kızının biri İstanbul’da, öteki iki kızı da babaları hayatta iken Kahire’de ölmüştür

[4] Merhumun cenaze namazında bulunmak, mütercimlerden Abdulkadir Şener’e de nasip olmuştur.

[5] Eşini kaybettikten bir süre sonra ayağına sıcak su dökülüp rahatsızlanan karısı, Türkiye’ye dönmüş ve 1957 yılında Düzce’de hayata gözlerini yummuştur

[6] Kahire, 1372

[7] 1360/1941 yılında Kahire’de basılan bu eser, yazar tarafından talebelerine verilmek üzere icazetname olarak hazırlanmış olup merhumun kendisi ve hocaları hakkında değerli bilgileri içine almaktadır. Biz, bu icazetnameden Hüseyin Atay adına düzenlenen nushayı kullandık.

[8] Kahire, 1361

[9] Kahire, 1938

[10] Kahire, 1970

Categories: Hanefî Fıkhı’nın Esasları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mezhep taklidi hakkinda bir kac delil!!

El-İfşah’ta şöyle geçer:

Dört mezhepten birini taklit etme ve hakkın bu dört mezhebin dışına çıkmayacağı hususlarında icma vardır”
[el-Furû:6/471]

Allame ed-Dihlevi:

“Ümmetin tamamı, ya da şöyle diyelim: ümmetin muteber olan bölümü, tedvin edilip sağlaması yapılmış olan şu dört mezhepten birini taklit etmenin caiz olduğu konusunda, günümüze kadar görüş birliği içerisinde olmuştur. Ayrıca malum olduğu üzere ümmetin maslahati da bu yöndedir”
[ed-Dihlevi, el-Inâf,97]

Maliki Fakihi el-Hattab:

“Taklit: delilini bilmeden bir başksinin görüşünü almak demektir. İçtihada ehil olmayan kimselerin müçtehid imamlardan birini taklit etmesi vaciptir. Bu konuda kişinin alım olması veya olmaması bir şeyi değiştirmez. Alimlerin genelinin görüşü bu yöndedir”
[el-Hattab, Mevâhibu’l-Celil,1/30]

Fakih İlîs:

“İçtihada ehil olmayan kişilerin takilitte bulunması vaciptir. Bu meseleyle ilgili ehl-İ Sünnetin icmai vardır”
[Ilîş, Fethu’l-Aliyyi’l-Mâlik,1/90]

İmam İbn Kudame:

“Fer’İ meselelerde taklit icma ile caizdir. Bu meselenin delili icma’dır”
[Ibn Kudame’nin er-Ravda’sından naklen, Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr, 621]

(BERÎKA) üçyüzyetmisaltıncı sahîfede diyor ki, (Bizler, müctehiddegiliz. Bize (Mukallid) denir. Bizim gibi mukallidler için, delîl, sened,fıkh âlimlerinin, ya’nî müctehidlerin sözleridir. Bildigimiz âyet-i kerîmeler ve hadîs-i serîfler, bunların sözlerine uymaz görünürlerse,onlara degil, bunların sözlerine uymamız lâzımdır. Bunlar,onları görmemis veyâ görmüsler de anlıyamamıslar demek câiz olmaz).

(Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye) kitâbının dördüncü aslında,fârisî olarak buyuruyor ki, islâm dîninin hükmlerini biz câhillere derin âlimler ve olgun sâlihler bildirdi. Bunlar, (Muhaddisler) ve (Müctehidler)dir “rahime-hümullahü teâlâ”.
Hadîs âlimleri, hadîs-i serîfleri incelemislerdir. Dogru olanlarını ayırmıslardır. Müctehidler de, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden ahkâm çıkarmıslardır. Biz, ibâdetlerimizi ve bütün islerimizi bu ahkâma uygun olarak yaparız. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânından çok uzak oldugumuz ve nassların nâsih ve mensûh olanlarını ve muhkem (ma’nâsı açık) ve müevvel (ma’nâsı açık olarak anlasılamıyan) olanlarını ve birbirine uymaz görünenlerinin uygun olduklarını anlıyamadıgımız için, bir müctehidi taklîd etmemiz lâzımdır!
Çünki müctehid, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânına yakın oldugu için ve derin âlim ve çok takvâ sâhibi ve hükm çıkarmakda mehâret sâhibi oldugu ve hadîs-i serîflerin ma’nâlarını iyi anladıgı için, onun anladıgına uymakdan baska çâre yokdur.

Böyle olmıyan bir kimsenin Nasslardan, ya’nî Kitâb-dan ve sünnetden hükm çıkarmasının câiz olmadıgını, mezhebsizlerin çok büyük âlim dedikleri

IBNI KAYYIM CEVZIYYE (I’lâm-ülmukî’în) kitâbında bildirmekdedir. (Kifâye) kitâbında diyor ki, (Âmî olan [ya’nî, müctehid olmıyan] kimse, bir hadîs-i serîf isitince, bundan kendi anladıgına göre is yapması câiz olmaz. Belki, onun anladıgından baska ma’nâ verilmesi îcâb eder. Yâhud mensûh olabilir. Müctehidin fetvâsı ise, böyle sübheli degildir.) (Tahrîr) serhi olan (Takrîr)de de böyle yazılıdır. Bunda, (Mensûh olabilir) dedikden sonra, (Fıkh âlimlerinin bildirdiklerine uyması lâzımdır) demekdedir.

Seyyid Semhûdî “rahimehullah”, (Ikd-i ferîd) kitâbında diyor ki: Hanefî âlimlerinin büyüklerinden Ibn-ül-Hümâm, Imâm-ı Ebû Bekr-i Râzînin, (Avâmın Eshâb-ı kirâmı taklîd etmekden men’ edilmelerini ve bunların sonra gelen âlimlerin kolay anlasılan, kısmlara ayrılmıs olan ve açıklamaları yapılmıs olan sözlerine uymaları lâzım oldugunu, derin âlimler sözbirligi ile bildirmislerdir) sözünü haber vermisdir. 1119 [m. 1707] senesinde vefât etmis olan Muhibbullah Bihârî Hindînin “rahime-hullahü teâlâ” (Müsellem-üs-sübût) kitâbında ve bunun (Fevâtih-ur-rahemût) serhinde, (Avâmın Eshâb-ı kirâmı taklîd etmekden men’ olunmalarını ve bunların, islâmiyyeti açıklıyan, sözleri kolay anlasılan, kısmlara ayırmıs olan âlimlere uymaları lâzım oldugunu derin âlimler sözbirligi ile bildirmislerdir!!!
Takıyyüddîn Osmân ibnüs-Salâh Sehr-i zûrî “rahime-hullahü teâlâ” 577 [m. 1181]-643 [m.1243], dört imâmdan baskasını taklîd etmenin câiz olmadıgını buradan çıkarmısdır) demekdedir!!
(Serh-i minhâc-ül-üsûl)de diyor ki, (Imâm-ül-Haremeyn, (Burhân) kitâbında, avâm Eshâb-ı kirâmın mezheblerine uymamalıdır. Din imâmlarının, ya’nî dört mezheb imâmının mezheblerine tâbi’ olmalıdırlar demekdedir!!!
[Osmân ibni Hâcib-i Mâlikî, 646 [m. 1248] de Iskenderiyyede vefât etdi.] (Bahr-ür-râık)da (Imâm-ı a’zamı taklîd edenin,hep hanefî mezhebine tâbi’ olması vâcibdir. Zarûret olmadıkça,baska mezhebe göre is yapması câiz degildir. Büyük âlim Kâsımın bildirdigi gibi, bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhebden ayrılmasının câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir) diyor!! [Kâsım bin Katlûbüga Mısrî hanefî 879 [m. 1474] de vefât etdi.]
(Müsellem-üssübût) kitâbında diyor ki, (Mutlak müctehid olmıyanın, âlim de olsa, bir [mutlak] müctehidi taklîd etmesi lâzımdır). Bu kitâbı Muhibbullah Bihârî Hindî hanefî yazmıs, 1119 [m. 1707] de vefât etmisdir.]
Imâm-ı Abdülvehhâb-ı Sa’rânî (Mîzân) kitâbının yirmidördüncü sahîfesinde diyor ki, (Ayn-ül-ülâya yükselmemis bir âlimin,dört mezhebden birini taklîd etmesi vâcibdir. Taklîd etmezse, dogru yoldan sapar. Baskalarını da sapdırır).
Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr)ın ikiyüzseksenüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Âmînin mezheb degisdirmesi câiz degildir. Diledigi bir mezhebi taklîd etmesi lâzımdır). Âmî, müctehid olmıyan demekdir.
Ibni Hümâm “rahmetullahi aleyh”, (Tahrîr) kitâbında diyor ki,(Bir kimsenin, taklîd etdigi mezhebi, ya’nî ona uygun is yapmaga basladıgı mezhebi terk etmesinin câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir)!!
Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-yı se’âdet) kitâbında,emr-i ma’rûfu anlatırken buyuruyor ki, (Taklîd etmekde oldugu mezhebe uygunsuz is yapmaga, hiçbir âlim câiz dememisdir)!!
Categories: Mezhebe bağlılık | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Asırlar boyu ümmetin dört mezhepten birine tabi olması!!

Asırlar boyu ümmet,dört mezhepten birine tabi olagelmiştir. Bu konuda muteber hiç kimsenin bir itirazı olmamıştır. Herhangi bir müfessiri, muhaddisi, usulcuyu veya fıkıhçiyi ele alalım; mutlaka bir mezhepe mensup olduğu görülecektir. Buna örnek olarak birçok ismi zikredebiliriz;

et-tahavi,ez-Zeylai, el-Ayni, Ibn Abdilberr, Kadi Iyad, el-Beyhaki, el-Hatib el-Bagdadi, Ibn Asakir, IbnSalah, En-Nevevi, el-Iraki, Ibn Cemâa, Ibn Hacer, es-Sehavi, es-Suyuti, el-Cessas, el-Begavi, Ibn Kesir, el-Beyzavi, ez-Zerkeşi, Ibn el-Cevzi, Ibn el-Hümam, es-Serahsi, El-Bezdevi, Ibn el-Hacib, Imamu’l Haremeyn, el-Gazali, eş-Şirazi, es-Sübki, Ibn Kudame ve bunlar disinda bircok islam alimi…

el-Yâfi’I konuyla ilgili sunlaru soyler:

“İslam tarihini inceleyen kimseler görecektir ki, dört mezhebin yerleşmesinden sonra gelmiş bütün imamlar, ıslahat erleri ve önderler bir mezhebe mensuptur. Tarih, bibliyografya, siyer ve tabakat kitaparında bu gerçek tüm açıklığıyla ortadadır”

[Rihle dergisi, 2.sayı, sayfa 128]

Categories: Mezhebe bağlılık | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.