Posts Tagged With: hak mezhepler

HABERLERİN KABÜL ŞARTLARI

HABERLERİN KABÜL ŞARTLARI

Hanefîler, mürsel haberi rivayet eden ravi, güvenilir (sika) ise; müsned haber gibi mürsel haberin de kabul edileceğini söylerler. Hicrî II. yüzyılın başına kadar sahabî, tabiî ve tebai tabiî fakihlerinin büyük çoğunluğu da bu görüştedir. Mürsel haberleri, özellikle ileri gelen tabiîlerin mürsel haberlerini ihmal, şüphesiz sünnetin yarısını terketmek demektir.

Sünen sahibi Ebû Davud, hadisçiler arasında meşhur olan ve Mekkelilere yazdığı «Risale»sinde (29) şöyle der: «Mürsel haberleri Süfyan es-Servî, Malik b. Enes, Evza’î gibi alimler delil olarak kabul ederlerdi. Hatta Şafiî, bu konu üzerinde çok dururdu.»

Muhammed b. Cerîr et-Taberî de şöyle söyler: «İnsanlar, mürsel haber ile amel ediyor ve onu kabul ediyorlardı. Nihayet hicrî II. yüzyıldan sonra onu reddetme fikri ortaya çıkmıştır. Salah el-Ala’î’nin «Ahkamu’l-Merasil»inde ve İbn Abdilberr’in sözlerinde, (30) bu konuda icma bulunması gerektiğini belirten bir ifade vardır.

Selef arasında mürsel haber rivayet eden bazılarını sert bir şekilde tenkid edenler bulunduğunu ileri sürerek yapılan tartışmalar yerinde değildir. Çünkü bu tenkidler mürsel haber rivayet eden ravinin güvenilir (sika) olmamasından ileri gelmiştir. Nitekim bu gibi tenkidler müsned haber rivayet eden bazılarına karşı da yöneltilmiştir. O halde mesele, haberi müsned veya mürsel olarak rivayet etmek meselesi değil; ravinin güvenilir olup olmaması meselesidir.

İmam Şafi’î, mürseli reddedip kendisinden öncekilere muhalefet ederken farklı görüşler ileri sürmüş, bir ara Said b. Müseyyib’in mürselleri dışındaki mürsel haberlerin mutlak olarak huccet olmadığını söylemiş, sonra bazı meselelerde bizzat Said b. Müseyyib’in mürsellerini reddetmek zorunda kalmıştır. Bunları ben «Tabakatu’l-Huffaz»ın zeyline yazdığım dipnotlarda anlattım. (31)

Şafi’î, daha sonra başkalarının mürsellerini de kabul etmiş ve mürselin bazı hususlarla desteklendiği takdirde hüccet olarak kabul edilebileceğini söylemiştir. (32) Bunun içindir ki Beyhakî gibi bir kısım alimler bu çelişkiden kurtulmak için uğraşmışlar, fakat bir sonuç alamamışlardır.

İmam Şafiî’nin «Müsned»inde (33) de, selef arasında bilinen genel manası ile birçok mürsel hadis vardır. İmam Malik’in «el-Muvatta» ında ise üçyüz mürsel hadis bulunmaktadır. Bu, «el-Muvatta»daki müsned hadislerin yarısından fazladır. Salahu’d-Dîn el-Alaî’nin «Ahkamu’l-Merasil» indeki mürsel hadisin rivayeti ile ilgili araştırmalar kabul ve red bakımından ilgililer için az ve yetersizdir.

«Şurutu’l-E’immeti’l-Hamse» ye yazdığım talikatta mürsel hadisin fakihlerce sahih olarak kabulü ile daha sonraki ravilerce onun zayıf olarak kabulünün nasıl bağdaştırılacağını anlattım. Orada mürsel hadisin delil olarak kabulü konusunda yeterli bilgi vardır. (34) Hatta Buharî, kitaplarında mürsel hadisleri delil olarak kullanır. Müslim de Sahîh’inin «Mukaddime»siyle «ed-Dibağ» risalesinde bu konuda aynı yolu benimsemiştir. Yerimiz, bu konuda sözü daha fazla uzatmağa elverişli değildir.

Müsned olsun, mürsel olsun haberlerin kabul edilmesi için kendilerine göre aynı noktada birleşen esaslara aykırı olmaması Hanefîlerin şartlarından birini teşkil eder. Hanefîler, Kitab, Sünnet ve sahabîlerin hükümleri gibi nassların kaynaklarını araştırmada son derece titizlik göstermişler, nassa dayanan ve kabule layık görülen birbirine benzer meseleleri çıkdıkları esasa irca’ etmişler ve bir kaide altında toplamışlardır.

Hanefîler, birbirlerine benzerlik arzeden diğer meselelerde de araştırmayı tamamlayıp istikrara ulaşıncaya kadar aym şeyi yapmışlardır. Böylece bir kısım müşterek esaslara ulaşmışlardır ki, bunlar «Kavaid ve Furuk» kitaplarında açıklanmıştır. Onlar, ahad haberleri de bu esaslara göre değerlendirmişlerdir. Bu haberleri, söz konusu esaslara uymadığı takdirde sübut bakımından daha kuvvetli olan İslam hukuku’nun mevcut kaynaklannın incelenmesinden elde edilen ve herkesce benimsenen haber niteliği taşıyan genel esaslara aykırı saymışlardır.

İmam Tahavî, eserlerinde bu kaideye çok riayet eden bir alimdir. Bu hususu hakkiyle bilmeyenler Tahavî’nin kıyasa dayanarak rivayetlerin bir kısmını diğer bir kısmına tercih ettiğini sanırlar.

Ahad haberlerin genel olarak bu esaslara mana bakımından aykırı düşmesinin sebebi, ravîlerin hadisleri mana itibariyle rivayette ileri gitmeleridir. Bazan bu, hadisin asıl manasını değiştirmeye yol açmıştır. Ahad haberleri genel esaslara göre değerlendirmede kullanılan bu kaide sayesindedir ki büyük fakihler bir çok rivayetlerin zayıflık yönlerini tesbit edip iyi bir araştırma sonucu gerçeğe ulaşmışlardır.

Ayrıca fakihlerin, hadislerdeki illetleri anlama bakımında hadis rivayet edenlerde bulunmayan başka imkanları da vardır.

Onlar yaşayan tatbîkat konusunda bir çok haberlerin sahih olup olmadığını anlayacak bir duruma sahiptirler. Bu durum yalnız Medine’lilerin ameli için söz konusu değildir. Aksine sahabîlerin gelip yerleştikleri diğer şehirler de böyledir. Oralarda da sahabîlerin talebeleri ve onların da talebeleri vardı el-Leys b. Sa’d’ın İmam Malik’e yazdığı «Risale» de (35) bu hususa işaret edilmiştir.

Ebu Hanîfe’ce beğenilen kaidelerden biri de şudur: Ravinin hadisi öğrendiği andan rivayet etme anına kadar devamlı olarak ezberinde tutması ve onu hatırlamadığı takdirde yazıya itibar edilmemesi şarttır. Bu hususa Kadî İyad «el-İlma’» da işaret etmiştir. (36)

Mana itibariyle hadis rivayetinde ileri gitmemek, Ebû Hanîfe’nin kesinlikle benimsediği bir husustur.

Sübut ve delalet bakımından delillerin mertebelerini göz önüne almak da Hanefîlerin önemli kurallarından biridir; çükü sübut ve delalet bakımıdan kesin olan delilin bir mertebesi olduğu gibi, bu yönlerden zannî olan delilin de bir hükmü vardır. Hanefîler, Kur’an-ı Kerim’e muhalif olan ahad haberleri kabul etmezler. Onu, Kur’ana muhalif olan hususta «mücmel»in bir açıklaması da saymazlar. Onlara göre böyle bir ahad haberle «mücmel»in açıklanması Kur’anda bulunmayan bir hükmü de göstermez. Bu tür ahad haberler Kur’anda bulunmayan bir hükmü bildirir kaidesini benimseyen bazı aşırı kimseler, aradaki farkı anlayamamışlar, boş yere kafa yormuşlardır.

Yine Hanefîlerin kaideleri arasında, kaçınılması imkansız olan ve meşhur bir rivayete dayanması için gerekli şartları taşıyan konular hakkındaki ahad haberleri reddetme esası da yer alır; çünkü onlara göre böyle bir rivayeti, fakihlerce bu gibi konularda haberin meşhur olması şartı ve mevcut durum yalanlamaktadır.

İbn Receb, Ebû Hanîfeye göre, güvenilir ravilerin bir haberde metin yahut senedde fazlalık veya noksanlık yönünden ihtilafa düşmeleri halinde, fazlalığın kabul edilmeyeceğini söylemiştir.

Hanefîlerin bunlara benzer birtakım sağlam kaideleri vardır. Onlar, bu kaidelerin doğruluğu hakkında usul kitaplarında bir çok delil serdetmişlerdir. (37)

Fitne ve yalanın yaygın olduğu bir devirde Hz. Peygamber buyurdu, diyerek hadis nakleden herkesin rivayet ettiği hadisi kabul edenler, Hanefîlerin hadislere muhalefet ettiğini sanırlar. Halbuki durum böyle değildir. Aksine Hanefîlerin usul ve füru’ meselelerinde dayanakları hadiselerdir. Nitekim bu hususu kör taklide, heva ve hevesine uymaksızın iyi bir araştırma ve mukayese yapan kimseler açıkca görebilirler.

DİPNOTLAR:

(29) Bu risale, müellif tarafından tahkik edilerek Kahire’de Matba’atü’l-Envarda 1369′da basıimıştır.

(30) İbn Abdi’l-Berr, et-Temhîd. Rabat 1387,. 1/4.

(31) Takiyyu’d-Dîn Muhammed b. Fehd el-Mekkî, «Lahzu’l-Elbâz bi-Zeyli Tabakât’il-Huffâz Dimaşk 1347, S. 329. Bu konuda müellifin «Zûyûlu Tezkiratil-Huffâz», S. 329′da da dipnotları vardır.

(32) Tafsilât için bkz. M. Ebû Zehra, İslâm Hukuk Metodolojisi, Çeviren: Doç. Dr. Abdulkadir Şener, Ankara 1973, S. 117.

(33) İmam-Şafiî, Müsned, Kahire 1327.

(34) Hâzimî Şurûtu’l-E’immeti’l-Hamse, Kahire 1357, S. 41-51.

(35) Bu risalenin Türkçe tercümesi için bkz. Doç. Dr. A. Kadir Şener, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XVI (1970), S. 131-154.

(36) el-İlmâ’ ilâ Marifeti Usûli’r-Rivâye ve Takyîdi’s-Sema’, Kahire 1389, S. 139.

(37) Yazar, «Te’nibü’l-Hatib» adlı eserinde (Kahire 1361, S. 152-154) bu konuda şöyle der:

«Ebû Hanîfenin az hadis bildiğini veya hadislere muhalefet ettiğini, ya da zayıf hadisleri aldığını zanneden kimseler, imamların haberleri kabul için ileri sürdükleri şartları bilmemekte ve müctehid imamların ilimlerini öyle anlaşılıyor ki ayarı bozuk bir teraziyle ölçmektedirler.

«İmam Ebû Hanîfe’nin hükümleri istinbat konusunda gelişmiş bir kısım prensipleri vardır. Onu suçlayanlar, onun prensiplerini bilmeyenlerdir. Bu prensiplerin en önemlileri şunlardır:

«1 — Kendisinden daha kuvvetli olan bir delil ile çatışmadığı takdirde güvenilir kimselerin mürsel haberlerinin kabulü. Mürsel haberi delil olarak kabul etmek öteden beri tatbik edilegelen bir gelenektir. İslâmın ilk devirlerinde müslümânlar bu yolda hareket etmişlerdir. Hatta İbn Cerîr et-Taberî, «Mürsel haberi mutlak olarak reddetmek hicri ikinci yüzyılın başihda ortaya çıkan bir bid’attir» demiştir. Nitekim bu hususu el-Bâcî «Usûl»ünde, İbn Abdi’l-Berr «Temhîd»inde ve İbn Receb «Şerhu İleli’t-Tirmizî» sinde zikretmişlerdir. Buharî de «Sahih»inde (Ezan 95), mürsel haberleri delil olarak almıştır. Sözgelişi o, imamın arkasında namaz kılan kimsenin Kur’ân’dan bir parça okuması konusunda mürsel hadisleri delil olarak zikretmiştir.. Müslim de «Sahih»inde mürsel haberlere yer vermiştir. Mevlâna Muhaddis el-Osmanî’nin «Fethu’l-Mülhim bi Şerhi Sahihi’l-Müslim»inin mukaddimesinde (1/36), Suyûtî’nin «Tedrîbu’r-Râi» sinde (125-126) bu konuda açıklamalar vardır. Hadisleri mürsel oldukları için zayıf sayanlar, tatbikattaki sünnetin yarısını atmış olurlar.

«2 — Ebû Hanîfe, âhâd haberleri İslâm Hukukunun kaynaklarını tek tek inceledikten sonra elde etmiş olduğu müşterek esaslara göre değerlendirir. Eğer âhâd haberler bu esaslarla çatışırsa, Ebû Hanîfe iki delilden daha kuvvetli olanı alır; muhalif haberi terkederek söz konusu esaslara dayanır ve böyle bir haberi şaz sayar. Tahâvî’nin «Ma’âni’l-Asar» ında bu hususla ilgili bir çok örnek vardır. Burada sahih habere değil, ancak müctehidce illetli bir habere muhalefet söz konusudur. Müctehide göre haberin illetlerden hali olması gerekir.

«3 — Ebû Hanîfe, âhâd haberleri Kur’ân’ın genel ifadelerine ve lafızlarına (zahirlerine) göre de değerlendirir.

Eğer haber, Kur’ân’da bulunan bir lafza veya genel bir ifadeye (âmm’e) aykırı düşerse haberi terkederek Kitabla amel eder. Burada da iki delilden daha kuvvetli olanı tercih vardır: çünkü Kitab’ın sübûtu katidir. Ebû Hanîf’ye göre delalet yönünden Kur’ân’ın zahirleri ve genel ifadeleri kesindir. Ebû Bekr er-Râzî’nin «el-Fusûl» ve el-İtkânî’nin «eş Şâmil» adlı eserleri gibi usul kitaplarında bu hususu destekleyen deliller vardır.

«Haber Kur’ân’ın âmm ve zâhir’ine aykırı olmayıp onun mücmel’ini beyan ise haberi kabul eder; çünkü böyle bir açıklama olmaksızın mücmel’in neye delalet ettiği anlaşılamaz. Bu, âhâd haberle Kur’ân-ı Kerim’de olmayan bir hükmü ona ilâve anlamına gelmez. Aşırılığı adet haline getiren bazıları, isterlerse böyle zannetsinler.

«4 — Ebû Hanîfe, âhâd haberleri kabul ederken onların, kavlî veya fiilî olsun, meşhur sünnete muhalif olmamasını göz önüne alır. Burada da delillerden kuvvetli olanla amel etme düşüncesi hakimdir.

«5 — Ebû Hanîfe, âhâd haberi alırken, onun kendi gibi bir habere zıt olmamasını şart koşar. İki haber çatıştığı zaman birisi diğerine bazı sebeplerle tercih edilir. Bu gibi durumlarda ravilerden birinin diğerine nazaran fakih veya daha bilgin olması gibi müctehidlerce benimsenen farklı bir takım tercih sebepleri vardır.

«6 — Ebû Hanîfe, âhâd haberleri alırken ravinin kendi rivayet ettiği habere aykırı bir iş yapmamasını da şart koşar. Köpeğin dilini soktuğu bir kabın yedi kere yıkanması ile ilgili olarak Ebû Hureyre’den rivayet edilen hadisi Ebû Hanîfe kabul etmemiştir. Çünkü bu hadis Ebû Hureyre’nin fetvasına aykırıdır. Selefden birçokları da Ebû Hanîfe gibi âhâd haberi aynı gerekçe ile reddetmişlerdir.

«İbn Receb’in «Şerhu İleli’t-Tirmizi»sinde bu hususla ilgili misalleri bulabilirsiniz. Gerçi, Zahiri mezhebine yakın olan bazı kimseler bu görüşe katılmazlar.

«7 — Ebû Hanîfe, İbn Receb’in de belirttiğine göre, iki haberden birisinde sened yahut metin yönünden bir fazlalık bulunursa, ihtiyat bakımından bu fazlalığı kabul etmez. Sonraki bazı Hanefî fakihlerinin muarızlarıyle yaptıkları tartışmalarda bu esası ihmal etmeleri hasımlarını kendi görüşleriyle susturmak içindir.

«8 — Ebû Hanîfe, âhâd haberle kaçınılması imkânsız olan «umûmu’l-belvâ», yani sık sık vuku bulduğu için herkesin yapmak zorunda kaldığı hususlarda amel etmez. Bu gibi durumlarda haberin mütevâtir veya meşhur olması gerekir. Şüpheli hallerde tatbik cihetine gidilmeyen hadd cezaları ve kefaretlerde durum böyledir.

«9 — Ebû Hanîfeye göre, her hangi bir hükümde ihtilâfa düşen sahabîlerden biri ahad haberi terketmemelidir.

«10 — Ebû Hanîfe’nin âhâd haberler konusunda diğer bir prensibi de, seleften hiç kimsenin onları tenkid ve ta’n etmiş olmamasıdır.

«11 — Ebû Hanîfe ceza ve haddler konusunda değişik rivayetler bulunduğu zaman hafif olanını tercih eder.

«12 — Ebû Hanîfe’ye göre râvînin, haberi işittiği andan rivayet ettiği ana kadar unutmaksızın ezberinde tutması şarttır.

«13 — Ebû Hanîfe, râvinin haberi kimden rivayet ettiğini hatırlamaması halinde yazısına itimat etmemesini esas olarak alır.

«14 — Ebû Hanîfe, şüpheli hallerde uygulanmayan hadd cezalarında değişik rivayetler bulunursa ihtiyat yönünü tercih eder. Meselâ, on dirhemlik bir şey çalan hırsızın eli kesileceğini bildiren rivayeti alır; bu konuda üç dirhemden (1/4 dinardan) söz eden rivayeti kabul etmez. On dirhemle ilgili rivayet ihtiyata daha uygundur ve tercihe şayandır; çünkü bu iki haberden hangisinin önce, hangisinin sonra varid olduğu bilinmediğinden, aralarında nesh’e karar vermek de mümkün değildir.

«15 — Ebû Hanîfe, diğer haberlerle desteklenen âhâd haberleri tercih eder.

«16 — Ebû Hanîfe’nin esaslarından biri de haberin, bulundukları memleket veya şehir neresi olursa olsun sahâbî ve tabiilerce tatbik edilegelen şeylere aykırı olmamasıdır. Leys b. Sa’d da, İmam Mâlik’e yazdığı risalede buna işaret etmiştir.

«Ebû Hanîfe’nin bunlara benzer bir kısım prensipleri daha vardır. Bunlar kendisinin, daha kuvvetli delil ile amel ederek bir kısım rivayetleri terketmesine yol açmıştır, «es-Sîratu’ş-Şâmiyyetu’l-Kübrâ» yazarı Muhammed b. Yûsuf eş-Sami (Ö. 942/1535), «Ukûdu’l-Cuman fî Menâkıbı Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân» adlı eserinde İbn Ebi Şeybe’yi red sadedinde anlattığımız hususların bir kısmına işaret eder ve şöyle der: «Bu kaidelerin gereği oıarak Ebû Hanîfe bir çok âhâd hadisle amel etmeyi terketmiştir. Allah, Ebû Hanîfeyi hasımlarının isnadlarından korusun. Gerçekte Ebû Hanîfe hadislere kasden muhalefet etmemiştir. Bir kısım delil ve gerekçelere dayanarak, ictihad neticesinde muhalefet etmiştir. Müctehide içtihadında yanılırsa bir ecir; isabet ederse iki ecir vardır. Ebû Hanîfeye dil uzatanlar, ya onu çekemiyenler ya da ictihad mevkiini bilmeyenlerdir.»

«Ebû Hanîfe’nin kabul ettiği bir kısım hadisleri sonraki bazı bilgilerin sözlerine dayanarak senedleri yönünden zayıf saymak doğru değildir; çünkü O, hadis rivayet ettiği üstadlarının durumlarını yakından biliyordu; genellikle kendisiyle sahabi arasında sadece iki râvî bulunuyordu.» 

Categories: Hanefî Fıkhı’nın Esasları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ek bölüm

 

Hanefi Fıkhı’nın Esasları: Ek Bölüm

 

EK BÖLÜM

Büyük üstad Zahid el-Kevserî’nin Hind muhaddislerinin bazılarını veriş tarzına uygun olarak ben de günümüze kadarki muhaddislerden kısaca bahsetmekte fayda mülahaza ettim. Ancak, burada ölüm tarihleri değil, hadis ilmindeki eser ve şöhretlerini ön plâna aldım. (el-Benurî)

1 — Muhammed Hayyâtu’s-Şindî: 1163′de Medine’de ölmüştür.

2 — Haşim b. Abdi’l-Gafur es-Sindî: «Fâkihetu’l-Bustan» ve Tertîbu Sahîhi’l-Buhârî Âlâ Tertîbi’s-Sahabe» başta olmak üzere bir çok eseri vardır.

3 — Ebu’t-Tayyib es-Sindî (Ö. 1140 civarı): Şeyh Ebû’l-Hasan es-Sindî’nin çağdaşıdır, «el-Havası ala’l-Usûli’s-Sitte» adlı eserin müellifidir.

4 — Muhammed Muin es-Sindî (Ö. 1180): Şah Veliyyullah Dihlevî’nin talebelerinden. Yukarıda zikredilen Haşim b. Abdi’l-Gafur ve Muhammed Hayyat’ın hocalarındandır.

5 — Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (Ö. 1176): Hindistandaki yeni hadis hareketinin başı. Bazı önemli eserleri şunlardır:
1. Huccetullah el-Bâliğa,
2. İzâletü’l-Hafâ,
3. el-İnsaf (fî Beyanı Sebebi’l-İhtilâf),
4. Ikdu’l-Cîd,
5. el-Musaffa,
6. el-Musevvâ,
Son iki eser İmam Malik’in «el-Muvatta» ına şerh olarak yazılmıştır.
7. el-İrşad ilâ Mühimmâti İlmi’l-İsnâd,
8. Şerhu Terâcimi Sahihi’l-Buharî,
9. el-İntibah fî Selâsili Evliyâ’illah,
Bu eserin ikinci kısmı hadis ve fıkıh kitaplarındaki senedlerle ilgilidir ve hadis yönünden çok faydalıdır. Bu kısım basılmamıştır. Mekke’de Ubeydullah ed-Duyûbendî’nin yanında diğer eserleri gibi bunun da bir nüshası vardır. Eser, Duyubend muhaddisleri isnadiyle sona ermektedir.

6 — Muhammed Efdal es-Siyalkûtî: Şah Veliyyullah’ın hadis hocası ve muhaddis Abdullah b. Salim el-Basrî’nin talebesidir.

7 — Şah Abdu’l-Azîz b. eş-Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, (Ö. 1239): «Bustânu’l-Muhaddisîn» ve «el-Ucâletu’n-Nâfi’a» hadis sahasındaki mühim eserleridir. «et-Tuhfetu’l-İsnâ Aşeriyye» ise diğer meşhur bir eseridir.

8 — Senâullah el-Mazharî el-Fânîfeti: Şah Veliyyullah’ın talebesidir. Şah Abdulaziz ona «Zamanın Beyhakisi derdi.» Büyük bir tefsiri vardır. (Daha sonra Hindistan’da on cild halinde basılmıştır. Ahkâm hadisleri konusunda benzeri yoktur. «Menâru’l-Ahkâm» adlı eseri gayri matbudur. Daha başka telifatı vardır.

9 — Şah Abdu’l-Kadir b. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî. (Ö. 1230).

10 — Şah Refiu’d-Din b. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (Ö. 1233).

11 — Abdu’l-Hay ed-Dihlevî: Şah Abdu’l-Aziz’in seçkin talebesindendir.

12 — Muhammed İshak b. Binti’ş-Şah Abdi’l-Aziz ed-Dihlevî, (Ö. 1262): Hindistanın büyük hadisçilerindendir.

13 — Muhammed Yakub, (Ö. 1282): Muhammed İshak ed-Dihlevî’nin kardeşidir.

14 — Abdu’l-Kayyum b. Binti’ş-Şah Abbdi’l-Aziz ed-Dihlevî (Ö. 1299): Muhammed İshak’dan ilim tahsil etmiştir.

15 — Muhammed İsmail ed-Dihlevî, (Ö. 1246): İngilizlerle savaşırken şehid düşmüştür.

16 — Ahmed Ali es-Sihanfurî, (Ö. 1297): Buhârî üzerine değerli bir şerhi vardır,

17 — Muhammed Kasım en-Nanûtevî ed-Duyubendî, (Ö. 1297): Duyubend’de dinî ve ilmî bir kültür merkezi olan «Dâru’l-Ulûm» un kurucusudur. Kıymetli eserleri vardır.

18 — Reşid Ahmed el-Kenkûhî ed-Duyûbendî, (Ö. 1323): Değerli eserler yazmıştır.

19 — Muhammed Yakûb en-Nanûtevî ed-Duyûbendî, (Ö. 1300 takriben).

20 — Fahru’l-Hasan el-Kenkûhî ed-Duyubendî: Şeyh Kenkûhî’nin talebelerindendir. Sünen-i Ebi Davud üzerine güzel bir haşiyesi vardır.

21 — Ahmed Hasan el-Emrûhevî ed-Duyubendî: Şeyh Muhammed Kasım’ın talebelerindendir.

22 — Mahmud Hasan ed-Duyubendî, (Ö. 1339): Hind şeyhi olarak tanınır. Hadis, tefsir ve kelâm sahasında faydalı eserlerin müellifidir.

23 — Zahîr Ahsen en-Nimevî (1282-1322): Abdu’l-Hay el-Laknevî’nin talebesidir. «Asâru’s-Sunen»i ve hadisle ilgili daha başka eserleri vardır.

24 — Halil Ahmed es-Siharenfurî (Ö. 1346 Medine): «Bezlu’l-Mechûd fî Şerhi Süneni Ebi Dâvud» adlı hacimli bir eserin müellifidir. [1]

25 — Muhammed Enver el-Keşmirî ed-Duyubendî, (Ö. 1352): «Faslu’l-Hitab», «Neylü’l-Firkadeyn», Keşfü’s-Setr» ve «Feyzu’l-Bârî» gibi eserlerin müellifidir. Asrın imamı, büyük muhaddis gibi unvanların sahibidir.

26 — Muhammed Eşref Ali et-Tehânevî ed-Duyubendî, (Ö. 1362): «Ümmetin Hakimi» denir. 500′ün üzerinde eseri vardır.

27 — Hüseyin Ali el-Meyânvâlî, (Pencapda): Şeyh Kenkûhî’nin talebesi. Yaşının 80 civarında olduğunu zannediyorum. Allah uzun ömür versin.

28 — Şebbîr Ahmed el-Osmanî ed-Duyûbendî: «Fethu’l-Mülhim bi Şerhi Sahihi Müslim» adlı eserin müellifidir. Şimdi yaşı 60 civarındadır. Daphil’de İslâm Üniversitesinde hocadır.

29 — Hüseyin Ahmed: Duyubend’de Daru’l-Ulum’da hadis hocasıdır. Yaşı 60 civarındadır. Asrımızın hadisçilerindendir.

30 — Muhammed Kifayetu’llâh ed-Dihlevî: Hindistan müftüsü ve Dihlâ’da Eminiyye Medresesinde hadis hocasıdır. Yaşı 60 civarındadır.

31 — Abdu’l-Aziz el-Fencabî: «Etrâfu’l-Buhârî» adlı bir eseri vardır. «Hâşiyetü Tahrîci’z-Zeylâ’î» hac bahsine kadar gelmiştir. Hadis ve rical ile ilgili eserlerin tahkikiyle meşgul olmaktadır. Yaşı 60 civarındadır.

32 — Mehdî Hasan eş-Şahcikanfûrî: Yaşı 60 civarındadır. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin «el-Âsâr»ına şerh yazmıştır.

33 — Muhammed İdris el-Kandehlevî: «Mişkâtu’l-Mesâbih» şarihidir. Bu eser beş cilddir. Yaşı 80 civarındadır.

34 — Muhammed Zekeriyya el-Kandehlevî: Halen Si-hanfur’da Mazâhiru’l-Ulum medresesinde hadis hocasıdır. «Evcezu’l-Mesâlik fî Şerhi Muvattaı Mâlik» adlı eserin müellifidir. Yaşı 60 civarındadır.

35 — Ebû’l-Mehâsin Abdullah el-Haydarâbâdî, (Ö. 1387): «Zücâcetu’l-Mesâbîh» adlı beş büyük cildlik bir eseri vardır.

36 — Muhammed Yusuf el-Kandehlevî (1335-1384): Hind ve Pakistan Tebliğ Cemaati reisliği yapmıştır. «Hayatu’s-Sahabe» ve «Emânu’l-Ahbâr fî Şerhi Meâni’l Asar» adlı eserleri vardır. [2] (Not:Bu adam sahabilere dil uzatan ehl-i sünnet disi birisi)

37 — Muhammed Bedr Alem el-Mirtehî, (Ö. 1385): İmam Keşmirî’nin talebesidir. Hocasının «Feyzu’l-Bârî Âlâ Sahîhi’l-Buhârî» adlı dört cildlik eserini imlâ etmiştir. Orduca «Tercumânu’s-Sunne» adlı eseri vardır. Üç cild halinde basılmıştır.

38 — Zafer Ahmed el-Osmanî et-Tehanevî, (Doğumu 1310): Ali et-Tehanevî’nin kızkardeşinin oğludur. «İlâ’u’s-Sünen» adlı eseri yirmi cilddir. Hanefî fıkhında Ki-tab ve Sünnet’den delil getirmekte eşsizdir. Yaşı 80 civarındadır.

39 — Muhammed Yusuf el-Benûrî [3]: Enver el-Keşmirî’nin talebesidir. «Avârifu’s-Sünen» adlı eseri Sünen-i Tirmizî’nin şerhidir,

40 — Habîbu’r-Rahman el-Azamî: Tahkik ve telif olmak üzere bir çok eseri vardır. «Sunenu Sa’id b. Mansur», Abdullah b. Mubarek’in «Kitabu’z-Zühd»ü ve «Mus-nedu’l-Humeydî» bunlar arasındadır. Ayrıca Ahmed Muhammed Şakir’in «Musnedu Ahmed» için yazdığı taliklere notlar eklemiştir. Abdu’r-Razzak’ın «Musannef»ine talikler yazmıştır. Bütün bunlar onun ilmî gücüne delalet etmektedir. Yaşı 70 civarındadır.

4l — Muhammed Abdu’r-Reşîd en-Nu’mânî: Bir çok eseri vardır. «Ma Temussu ileyhi’l-Hace Limen Yutâli’u Suneni İbn Mâce», «Dirâsâtu’l-Lebib» üzerine talikleri, «Mukaddimetu’t-Talim» ve «Zebbü Zübâbâti’d-Dirâsât» en meşhurlarıdır. Eserleri sahasında otorite olduğunu göstermektedir. Yaşı 50′nin üzerindedir.

Buradaki tercüme-i hallerden 34-41, Şeyh Benurî’ye benim yaptığım ilâvelerdir. Hind ve Pakistan ulemasından elimde eseri bulunan daha bir çokları varsa da kütüphanemden uzakta olduğum için hepsini burada zikretmek imkânını bulamadım. (Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde).

DİPNOTLAR:

[1] Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde’ye Şeyh Benurî’nin 1390′da anlattığına göre kabri Bakiy mezarlığında Hz. Osman’ın kabrinin civarındadır. (Bu açıklama Ebû Gudde’nin ilâvelerindendir. Çev.)

[2] Hayâtu’s-Sahabe, «Hadislerle Müslümanlık» adiyle Türkçeye tercüme edilmiş ve yayınlanmıştır. Çev.

[3] Bu ek bölümdeki birden otuz üçe kadarki muhaddislerin hâl tercümelerini yazan bu zattır. Yaşı 70 civarındadır. Elinizdeki bu eserin dipnot ve ta’liklerinin bir kısmını yazan da odur. Çev.

 

BAŞVURULAN KAYNAKLAR

el-Bağdadî, Ebû-Mansur. el-Fark Beyne’l-Fırak, İzzet Attar baskısı, 1367.
el-Buharî, et-Tarîhu’s-Sağîr, Allahabad 1325
Ebû Davud, Sünen, M. M. Abdulhamid tahkiki, Kahire 1369
el-Gazzâlî, el-Mustasfâ, Bulak 1322.
el-Hatîbu’l-Bağdadî, el-Fakih ve’l-Mutefakkih, Riyad 1389.
_____ Tarîhu Bağdad, Kahire 1349.
el-Hazimî, Şurûtu’l-Eimmeti’l-Hamse, M. Zahid el-Kevserî tahkiki, Kahire 1357.
İbn Abdi’l-Berr el-Kurtubî, Câmi’u Beyani’l-İlm ve Fadlihî, Kahire 1346.
_____ et-Temhîd, Rabat 1387.
İbnu’l-Cevzî, Ahbâru’l-Hamkâ ve’l-Muğaffelîn, Bağdad 1386.
İbn Fehd el-Mekkî, Lahzu’l-Elhaz bi-Zeyli Tabakâtı’l-Huffaz Dimaşk 1347.
İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, Haydarabad 1325.
_____ Tevâlî et-Te’sîs, Bulak 1301. İbn Hazm, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, Kahire 1345.
İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Menâru’l-Munîf fi’s-Sahîh ve’d-Daîf, Beyrut 1370.
İbn Kudame, Ravdatu’n-Nâzır, Kahire 1342.
İbn Kuteybe, el-İhtilaf fil-Lafz ve’r-Radd ala’l-Cehmiyye, Kahire 1349.
İbn Receb, Zeylu Tabakâti’l-Hanâbile, es-Sunnetu’l-Muhammediye baskısı, 1372.
Kadî İyad, el-İlmâ’ ilâ Ma’rifeti Usûli’r-Rivâye ve Takyîdi’s-Semâ, Kahire 1389.
el-Kevserî, Muhammed Zahid, Bulûğu’l-Emanî fî Sîrati’l-İmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanî, Kahire 1355.
_____ Husnu’t-Tekâdî fî Sîrati’l-İmam Ebî Yusuf el-Kâdî, Kahire 1368.
_____ Makâlâtu’l-Kevserî, Kahire 1373.
_____ Risâletu Ebî Dâvûd fi Vasfı Kitabihi’s-Sunen, Kahire 1349.
_____ et-Tahrîru’l-Vecîz, Kahire 1360.
_____ Te’nîbu’l-Hatîb, Kahire 1361.
el-Kudsî Husamu’d-Dîn, İntikâdu’l-Muğnî ani’l-Hıfzı ve’l-Kitab, Dimaşk 1343.
el-Laknevî, Abdu’l-Hay, el-Ecvibetu’l-Fâdıle, Haleb 1384.
_____ er-Raf’u ve’t-Tekmîl fi’l-Cerhi ve’t-Ta’dîl, Beyrut 1389
en-Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâ’ vel-Lugât, Kahire, tarihsiz.
es-Sindî, Mes’ûd b. Şeybe, Mukaddimetu’t-Talîm, Karaçi, 1384.
es-Subkî, Tabakâtu’ş-Şafiiyye el-Kübrâ, Kahire 1342.
es-Suyutî, Tedrîbu’r-Râvî, Kahire 1379.
eş-Şevkânî, Neylu’l-Evtar, Kahire 1389.
et-Tehanevî, Zafer Ahmed, İncâ’u’l-Vatan ani’l-İzdirâ’ bi-İmami’z-Zeman, Karaçi 1389.
_____ Kavaid fî Ulûmi’l-Hadis, Beyrut 1370
et-Tufî, Bulbulu’r-Ravda, Riyad 1385.
ez-Zehebî, Cüz’ fi Menakıbi Ebî Hanîfe, Kahire, tarihsiz.
_____ Mîzanul’-İ’tidal, Kahire 1382.
ez-Zeyla’î, Nasbu’r-Râye li-Ahâdisi’l-Hidâye, Kahire 1357.
Zuyûlü Tezkirati’l-Huffaz (Zehebî’nin Tezkiratu’l-Huffaz’ına ait çeşitli zeyiller).

Categories: Hanefî Fıkhı’nın Esasları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

EBÛ HANİFE’NİN FIKHΠMETODU

EBÛ HANİFE’NİN FIKHÎ METODU

Burada Ebû Hanîfe’nin hal tercümesine dalmak istemiyoruz. Ebu’l-Kasım b. Ebi’l-Avvâm’ın ve Ebû Abdillah el-Huseyn es-Saymerî’nin eserleriyle el-Muvaffaku’l-Mekkî’nin eserinde yer alan el-Hârîsi’nin kitabı ve İbn Abdi’l-Berr’in «el-İntikâ’»sında büyük bir kısmı nakledilen İbnu’d-Dahil’in risalesi, Ebû Hanîfenin biyografisi hakkında yeterli bilgileri vermektedir.

İbnu’d-Dahil, Ukaylînin ravisi idi. Ukaylî’ye cevap olmak üzere Ebû Hanîfe’nin faziletleri hakkında bir risale yazmıştır. Çünkü Ukaylî müslümanların fakihine ve onun seçkin arkadaşlarına cahilce dil uzatmıştır. İbnu’d-Dahîl, Ukaylinin gerçeğe uymayan bu sözlerine katılmadığını göstermek için adı geçen risaleyi kaleme almıştır. Hakem b. el-Münzir el-Bellûtî el-Endelüsî bunu, Mekke’de İbnu’d-Dahîl’den dinlemiş, ondan da İbn Abdi’l-Berr dinlemiş, büyük bir kısmını «el-İntikâ»sında Ebû Hanîfe’den bahsederken nakletmiştir.

İbn Abil’l-Berr’in Buhârî’den naklettiği haberlerin senedini gözden geçirmek insaflılık icabıdır. Aynı şekilde İbrahim b. Beşşâr er-Remâdî’nin İbn Uyeyne’den yaptığı rivayet de böyledir. İbnu’l-Cârûd er-Rakkî (41) ye gelince; onun şahidliği zamanın kadısınca reddedilmiştir, İbn Abdi’l-Berr daha fazla açıklamalarda bulunsaydı iyi olurdu.

Kısaca, Ebû Hanîfe aleyhinde konuşanların bir delili yoktur. Bu hususu «Te’nîbu’l-Hatîb» adlı kitabımızda açıkladık. Burada ise Ebû Hanîfenin fıkhî metodunu gösteren yönlerine işaret edeceğiz.

Ebû Hanîfenin adı Nu’mân b. Sabit b. Nu’mân b. el-Merzubân b. Zûta b. Mâh olup İran asıllıdır. Ailesi hakkında asla kölelik söz konusu değildir. İsmail b. Hammâd’ın bu konudaki sözü gerçeği ifade eder. es-Salâh b. Şâkir el-Kütübî, «Uyûnu’t-Tevârîh» de şöyle der: «Muhammed b. Abdillah el-Ensârî. «Ömer b. el-Hattab devrinden bu güne kadar Basra kadılığına İsmail b. Hammad gibi biri tayin edilmemiştir» demiş, kendisine «el-Hasanu’l-Basrî de mi?» denildiğinde, «alim, zahid, abid ve takva sahibi olduğu halde vallahi el-Hasanu’l-Basrî de dahil» demiştir.» Ebû Hanîfenin soyu konusunda İsmail b. Hammad gibi birisinin sözünün doğruluğundan şüphe edilebilir mi?

Tahâvî, Muşkilu’l-Asar da (4/54) Bekkâr b. Kuteybe yoluyle Abdullah b. Yezid el-Mukrî’den şöyle nakletmiştir: «Ebû Hanîfeye geldim: bana kimlerdensin dedi, ben de Allah’ın islâmı lütfettiği kimseyim, dedim. Ebû Hanîfe bana, böyle söyleme, ancak bu mahallelerden biriyle müvalat akdi yap, sonra kendini onlara nisbet et. Çünkü ben de böyle yaptım dedi.» Bundan anlaşılıyor ki Ebû Hanîfe, mevâlidendir, azatlı kölelerden değil. «Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne var?» (42)

İbn el-Cevzî, «el-Muntazam» da şöyle der: «İnsanlar Ebû Hanîfenin anlayış ve fıkhında ihtilâfa düşmüşlerdir. Sufvân es-Sevrî ile İbn’ul-Mubârek, «Ebû Hanîfe insanların en iyi fakihi» demişlerdir. İmam Malik’e «Ebû Hanîfeyi gördün mü?» diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: «Bir adam gördüm, sana bu sütunun altın olduğunu söylese onu ispat eder.» Şafii de, «insanlar fıkıhda Ebû Hanîfenin iyalidir» demiştir.

«Tertîbu’l-Medârik» de Kadî İyaz şöyle der: «el-Leys b. Sa’d İmam Mâlik’e «Bakıyorum terliyorsun?» demiş, Mâlik de; «Ebû Hanîfenin yanında terledim ey Mısırlı, o, gerçekten fakihtir» demiştir.

Diğer mezhep mensuplarının Ebû Hanîfe’nin mezhebinden nasıl yardım istediklerini «Bulûğu’1-Emânî» (43) adlı eserimde anlattım. Burada onları tkerar etmiyeceğim.

Ebû Hanîfe mezhebinin en bariz özelliği, istişareyi esas alan bir mezhep oluşudur. Onu bir topluluk diğejr bir topluluktan, sahabilere kadar ulaşan bir yolla almışlardır. Diğer mezhepler ise, imamlarının görüşlerinden ibarettir.

İbn Ebi’l-Avvâm şöyle der: «Tahâvî, İbn Ebi Sevr’in kendisine yazarak Nuh Ebû Süfyan kanaliyle Muğîre b. Hamza’nın şöyle dediğini nakleder: «Ebû Hanîfenin kendisiyle birlikte fıkıh kitaplarını tadvin eden seçkin kırk talebesi vardı.»

Yine İbn Ebi’l-Avvâm şöyle der: «Tahâvî, Muhammed b. Abdillah b. Ebi Sevr er-Ruaynî’nin kendisine yazarak, Süleyman b. İmran kanaliyle Esed b. el-Furat’dan şöyle nakleder: «Ebû Hanîfenin kendisiyle birlikte fıkıh kitaplarını tedvin eden kırk talebesi vardı. Bunların ilk onu arasında Ebû Yûsuf, Züfer b. el-Huzeyl, Dâvud et-Tâ’î, Esed b. Amr, Yûsuf b. Hâlid es-Semtî (Şafiînin hocalarından) ve Yahya b. Zekeriyya vardı. Ebû Hanîfe bunlara otuz sene fıkıh yazdırmıştır.»

Aynı senedle Esed b. el-Furat, Esed b. Amr’ın kendisine şöyle dediğini nakleder: «Talebeleri Ebû Hanîfe’nin yanında bir meselenin cevabında ihtilâfa düşerler ve çeşitli cevaplar ileri sürerlerdi. Sonra meseleyi Ebû Hanîfeye sorarlardı. O da en uygun cevabı verirdi. O mesele üzerinde üç gün durduktan sonra onu kâğıtlara yazarlardı.»

es-Saymerî, Ebu’l-Abbas Ahmed el-Hâşimî-Ahmed b. Muhammed el-Mekkî-Ali b. Muhammed en-Nehâ’î-İbrahim b. Muhammed el-Belhi ve Muhammed s. Said el-Hârezmî yoluyle İshâk b. İbrahim’den şöyle nakleder: «Ebû Hanîfenin talebeleri onunla birlikte bir meseleye dalarlardı. Afiye b. Yezid el-Kâdî bulunmadığı zaman Ebû Hanîfe, «meseleyi Afiye gelinceye kadar bekletin.» derdi. Afiye gelip onlara uygun bir görüş beyan edince, Ebû Hanîfe meseleyi yazın derdi; Afiye onlara katılmazsa yazmayın, derdi.»

Yahya b. Main «et-Târîh» ve «el-İlel» de Ebû Nuaym (Fadl b. Dükeyn) yoluyle Züferden şöyle nakleder: «Ebû Hanîfe’nin derslerine devam ederdik. Ebû Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasen de bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebû Hanîfenin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebû Hanîfe, Yûsufa hitaben: «ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma, ben bugün böyle düşünüyorum, yarın onu bırakabilirim; yarınki görüşümü de ertesi gün teredebilirim» demiştir.»

Ebû Hanîfe, talebelerinden biri, gereği kadar incelenmeden bir meseleyi yazmak için acele ettiği zaman ona engel olurdu.

Bu anlatılanları göz önüne alınca el-Muvaffak el-Mekkî’nin «Menâkıbu Ebi Hanîfe» adlı eserinde (11/133) Ebû Hanîfenin seçkin talebelerini anlatırken kullandığı şu ifadenin doğruluğu anlaşılır: Ebû Hanîfe mezhebini talebeleriyle istişare esasına dayandırmıştır. Onlarla istişare etmeksizin kendi başına dinde bir ictihadda bulunmamış; Allah, peygamber ve mü’minler için öğüt verirken aşırı gitmemiştir. O, meseleleri tek tek ortaya atar, talebelerini dinler, kendi görüşünü söyler ve onlarla bir ay hattâ daha fazla münakaşa ederdi. Bu meseleler hakkında görüşlerden biri ağırlık kazanınca Ebû Yûsuf bir esas olarak onu tesbit ederdi. Nihayet, O, bütün esasları (usûl) böylece tesbit etmiştir. En doğrusu ve gerçeğe en yakın olanı da budur. İnsanlar için bu, daha tatmin edici bir yoldur. Tek başına ictihad yapanların ve sadece kendi görüşüne bağlananların mezhebinden daha iyidir.»

Bundan anlaşılıyor ki Ebû Hanîfe, talebelerini kendilerine anlattığı şeyi kabule zorlamaz; aksine konu iyice aydınlansın diye onların kendi görüşlerini açıklamalarını isterdi. Böylece onlar, delili anlaşılan meseleyi kabul ederler; delilsiz görüşleri kabul etmezlerdi. Ebû Hanîfe, «Bir kimsenin neye dayandığımızı bilmeden bizim görüşümüzü nakletmesi doğru değildir.» derdi.

İşte Hanefî mezhebinin her tarafa eşsiz bir şekilde yayılışının sırrı ve Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinin üstünlüklerinin ve çokluklarının asıl sebebi budur. Çünkü fıkıh eğitiminde ve gençleri yetiştirmede onun metodu örnek bir metoddur.

Bu itibarla İbn Hacer el-Mekkî «el-Hayrâtu’l-Hısân» da (S. 26) şöyle der: «Bazı bilginler demişlerdir ki, meşhur İslâm müctehidlerinden hiç birinin Ebû Hanîfe gibi arkadaş ve öğrencileri yoktu. Bilginler ve bütün insanlar müteşabih hadisleri, içtihada dayanan meseleleri, yeni olayları, kaza ve hükümleri açıklamakta Ebû Hanîfe ve arkadaşlarından yararlandıkları kadar kimseden yararlarımamışlardır.» İbnu’n-Nedîm Muhammed b. İshak «el-Fihrist» de «Karada, denizde, doğru ve batıda, uzakta ve yakında ilmin tedvini Ebû Hanîfe sayesindedir. » demiştir.

İbnu’l-Esir, «Câmiu’l-Usûl» de şöyle der: «Allah’ın gizli bir sırrı olmasaydı bu ümmetin yarısı günümüze kadar büyük imâmın mezhebi üzere Allah’a ibadet etmezlerdi.»

Adı geçen bilginlerin üçü de, yani İbn Hacer el-Mekkî, İbnu’n-Nedîm ve İbnu’l-Esir, Hanefî mezhebi mensûbu değillerdi ki onun tarafını tuttukları söylensin.

Kısaca, Hanefî mezhebinin özellikleri şunlardır:

– Meselelerin uzun münakaşalara dayannılarak halli ve yazılması;

– Hükümlerin fakih sahabiler devrindeki f&ıkhın feyizli ve zengin kaynağına ulaşıncaya kadar topluluklardan rivayet edilmesi;

– Yeni olayların hükümlerini açı;klamada ardarda gelen toplulukların sürekli çabalar harcaması.

İşte bu sayededir ki Hanefî mezhebi, her devrin ihtiyaçlarına ve insanlığın medeniyetçe ilerlemesinin gereklerine ayak uydurmuştur.

Bu sebeple İbn Haldun «Mukaddime» sinde Mâlikî mezhebi hakkında aynen şöyle der: «Yine bedevi hayat, Mağrib ve Endülüste hakimdi. Buraların insanları, Iraklıların sahip olduğu medeniyete ilgi duymuyorlardı. Onlar bedevilik sebebiyle Hicazlılara daha yakın idiler. Bunun içindir ki Mâlikî mezhebi onlara göre daha uygundu. Medeniyet bu mezhebi ayıklayıp geliştirmemiştir.»

Asırlar boyu Endelüs’e hakim olan Mâliki mezhebi, İbn Haldun’a göre böyle olursa, uzun süre hükümleri medeniyetle haşir-neşir olmayan diğer mezhepler hakkında ne düşünülür!

Ebû Hanîfe’nin kıraati ise İslam ülkelerinde yaygın olan Asım kıraati’dir. O, delil getirirken en büyük yeri Kûr’ân-ı Kerîm’e verir. Kur’ân-ı Kerîm’in umumi ifadelerinin kesin olduğunu söyler. Onun namazda Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettiğini herkes bilir. Bu eskilerden pek azına nasip olmuştur.

Bazı tefsir kitaplannda Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen şaz kıraatler asla ona ait değildir. Bu hususun münakaşasına burada gerek yoktur. Ancak el-Hatîbu’l-Bağdâdî’nin tarihinde, Zehebî’nin «Tabakâtü’l-Kurrâ» sında ve Cezerî’nin «Tabakât»ında belirtildiği gibi bu şaz kıraatler uydurularak Ebû Hanîfe’ye nisbet edilmiştir. Bunları uyduran ise el-Huzâ’î’dir. Zehebi «Mîzânu’l-İ’tidal»de (3/501) Ebû’l-Fadl Muhammed b. Cafer el-Huzâ’î’nin hal tercümesini verirken şöyle der: «O, Ebû Hanîfe’nin kıraati hakkında bir kitap yazmış, Dârekutnî ise bu eserdeki görüşlerin uydurma ve asılsız olduğunu ortaya koymuştur. Bazıları Huzâ’î hakkında «güvenilmez biridir» demişlerdir.»

Ebû-Hanîfe’nin çok hadis bildiği de fıkıh bablarında dayandığı delillerden anlaşılmaktadır. Bu hadisler seçkin talebeleri ve diğer hadisçiler tarafından on yedi müsnedde mevcuttur. Ayrıca el-Hatîbu’l-Bağdadî, Şam’a geldiğinde yanında Dârekutnî ile İbn Şahin’in «Musnedu Ebî Hanîfe» adlı eserlerini getirmiştir, Bu iki müsned sözü edilen on yedi müsnedden başkadır.

el-Muvaffak el-Mekkî «Menâkıb»ında (1/96) şöyle der: «Hasan b. Ziyâd, Ebû Hanîfe’nin dört bin hadis rivayet ettiğini, bunun iki binini Hammâd’dan, iki binini de diğer hadis bilginlerinden naklettiğini söylemiştir.» (44)

Ebû Hanîfe’nin ele aldığı meselelerin sgkseiLüc bina/ ulaşjtığı ve hadis üstadlarımn yeterli sayıda olduğu muhakkaktır.

Ebû Hanîfe’nin Arapçadaki gücünü ise, Arap diliyle ilgili ilimlerin beşiğinde yetişmiş olması ve Arapça kaidelere dayanarak fer’î meseleleri dikkatle incelemesi gösterir. Hattâ Ebû Ali el-Fârisî, Sîyrâfî ve İbn Cinnî «el-Câmi’u’l-Kebîr»de geçen, Ebû Hanîfe’nin yeminlerle ilgili görüşlerini açıklamak için birer kitap yazmışlar, onlar da, Ebû Hanîfe’nin Arapçanın sırlarına nasıl vakıf olduğunu itiraf etmişlerdir.

DİPNOTLAR:

(41) el-Hatîbu’l-Bağdadî, Târîhu Bağdâd’ta bu şahsın yalancı olduğunu (11/61, 69, 247) belirtmiştir. Bu şahsı «el-Müntekâ» sahibi Ebû Muhammed Abdullah b. Ali b. Cârûd en-Neysâbûrî ile karıştırmamak gerekir.

(42) Yûnus Sûresi, 32.

(43) Bu eser, «Bulûğu’l-Emânî fî Sîretil-İmam Muhammed b. Hasen eş-Şeybanî»dir. Kahirede 1355, Humusda 1388′de basılmıştır.

(44) Müellif «Te’nibu’l-Hatib» adlı eserinde (S. 152) Ebû Hanîfe’nin bildiği ahkâma dair hadislerin sayısının İmam Mâlik ve Şafiî’nin bu konuda bildiklerinden daha az olmadığını söyler ve bir müctehid için 500 kadar ahkâm hadisini bilmenin yeterli olacağını ileri sürenlerin de bulunduğunu kaydeder.

İbn Kudâme’nin «Ravdatu’n-Nâzır»ının mutasarı olan «Bulbulu’r-Ravda» adlı eserinde (S. 173-174) et-Tûfî, «bir müctehidin, ahkâmla ilgili 500 kadar âyet ve bir o kadar hadis bilmesi gerekir» der.

Categories: Hanefî Fıkhı’nın Esasları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mezhep taklidi hakkinda bir kac delil!!

El-İfşah’ta şöyle geçer:

Dört mezhepten birini taklit etme ve hakkın bu dört mezhebin dışına çıkmayacağı hususlarında icma vardır”
[el-Furû:6/471]

Allame ed-Dihlevi:

“Ümmetin tamamı, ya da şöyle diyelim: ümmetin muteber olan bölümü, tedvin edilip sağlaması yapılmış olan şu dört mezhepten birini taklit etmenin caiz olduğu konusunda, günümüze kadar görüş birliği içerisinde olmuştur. Ayrıca malum olduğu üzere ümmetin maslahati da bu yöndedir”
[ed-Dihlevi, el-Inâf,97]

Maliki Fakihi el-Hattab:

“Taklit: delilini bilmeden bir başksinin görüşünü almak demektir. İçtihada ehil olmayan kimselerin müçtehid imamlardan birini taklit etmesi vaciptir. Bu konuda kişinin alım olması veya olmaması bir şeyi değiştirmez. Alimlerin genelinin görüşü bu yöndedir”
[el-Hattab, Mevâhibu’l-Celil,1/30]

Fakih İlîs:

“İçtihada ehil olmayan kişilerin takilitte bulunması vaciptir. Bu meseleyle ilgili ehl-İ Sünnetin icmai vardır”
[Ilîş, Fethu’l-Aliyyi’l-Mâlik,1/90]

İmam İbn Kudame:

“Fer’İ meselelerde taklit icma ile caizdir. Bu meselenin delili icma’dır”
[Ibn Kudame’nin er-Ravda’sından naklen, Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr, 621]

(BERÎKA) üçyüzyetmisaltıncı sahîfede diyor ki, (Bizler, müctehiddegiliz. Bize (Mukallid) denir. Bizim gibi mukallidler için, delîl, sened,fıkh âlimlerinin, ya’nî müctehidlerin sözleridir. Bildigimiz âyet-i kerîmeler ve hadîs-i serîfler, bunların sözlerine uymaz görünürlerse,onlara degil, bunların sözlerine uymamız lâzımdır. Bunlar,onları görmemis veyâ görmüsler de anlıyamamıslar demek câiz olmaz).

(Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye) kitâbının dördüncü aslında,fârisî olarak buyuruyor ki, islâm dîninin hükmlerini biz câhillere derin âlimler ve olgun sâlihler bildirdi. Bunlar, (Muhaddisler) ve (Müctehidler)dir “rahime-hümullahü teâlâ”.
Hadîs âlimleri, hadîs-i serîfleri incelemislerdir. Dogru olanlarını ayırmıslardır. Müctehidler de, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden ahkâm çıkarmıslardır. Biz, ibâdetlerimizi ve bütün islerimizi bu ahkâma uygun olarak yaparız. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânından çok uzak oldugumuz ve nassların nâsih ve mensûh olanlarını ve muhkem (ma’nâsı açık) ve müevvel (ma’nâsı açık olarak anlasılamıyan) olanlarını ve birbirine uymaz görünenlerinin uygun olduklarını anlıyamadıgımız için, bir müctehidi taklîd etmemiz lâzımdır!
Çünki müctehid, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânına yakın oldugu için ve derin âlim ve çok takvâ sâhibi ve hükm çıkarmakda mehâret sâhibi oldugu ve hadîs-i serîflerin ma’nâlarını iyi anladıgı için, onun anladıgına uymakdan baska çâre yokdur.

Böyle olmıyan bir kimsenin Nasslardan, ya’nî Kitâb-dan ve sünnetden hükm çıkarmasının câiz olmadıgını, mezhebsizlerin çok büyük âlim dedikleri

IBNI KAYYIM CEVZIYYE (I’lâm-ülmukî’în) kitâbında bildirmekdedir. (Kifâye) kitâbında diyor ki, (Âmî olan [ya’nî, müctehid olmıyan] kimse, bir hadîs-i serîf isitince, bundan kendi anladıgına göre is yapması câiz olmaz. Belki, onun anladıgından baska ma’nâ verilmesi îcâb eder. Yâhud mensûh olabilir. Müctehidin fetvâsı ise, böyle sübheli degildir.) (Tahrîr) serhi olan (Takrîr)de de böyle yazılıdır. Bunda, (Mensûh olabilir) dedikden sonra, (Fıkh âlimlerinin bildirdiklerine uyması lâzımdır) demekdedir.

Seyyid Semhûdî “rahimehullah”, (Ikd-i ferîd) kitâbında diyor ki: Hanefî âlimlerinin büyüklerinden Ibn-ül-Hümâm, Imâm-ı Ebû Bekr-i Râzînin, (Avâmın Eshâb-ı kirâmı taklîd etmekden men’ edilmelerini ve bunların sonra gelen âlimlerin kolay anlasılan, kısmlara ayrılmıs olan ve açıklamaları yapılmıs olan sözlerine uymaları lâzım oldugunu, derin âlimler sözbirligi ile bildirmislerdir) sözünü haber vermisdir. 1119 [m. 1707] senesinde vefât etmis olan Muhibbullah Bihârî Hindînin “rahime-hullahü teâlâ” (Müsellem-üs-sübût) kitâbında ve bunun (Fevâtih-ur-rahemût) serhinde, (Avâmın Eshâb-ı kirâmı taklîd etmekden men’ olunmalarını ve bunların, islâmiyyeti açıklıyan, sözleri kolay anlasılan, kısmlara ayırmıs olan âlimlere uymaları lâzım oldugunu derin âlimler sözbirligi ile bildirmislerdir!!!
Takıyyüddîn Osmân ibnüs-Salâh Sehr-i zûrî “rahime-hullahü teâlâ” 577 [m. 1181]-643 [m.1243], dört imâmdan baskasını taklîd etmenin câiz olmadıgını buradan çıkarmısdır) demekdedir!!
(Serh-i minhâc-ül-üsûl)de diyor ki, (Imâm-ül-Haremeyn, (Burhân) kitâbında, avâm Eshâb-ı kirâmın mezheblerine uymamalıdır. Din imâmlarının, ya’nî dört mezheb imâmının mezheblerine tâbi’ olmalıdırlar demekdedir!!!
[Osmân ibni Hâcib-i Mâlikî, 646 [m. 1248] de Iskenderiyyede vefât etdi.] (Bahr-ür-râık)da (Imâm-ı a’zamı taklîd edenin,hep hanefî mezhebine tâbi’ olması vâcibdir. Zarûret olmadıkça,baska mezhebe göre is yapması câiz degildir. Büyük âlim Kâsımın bildirdigi gibi, bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhebden ayrılmasının câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir) diyor!! [Kâsım bin Katlûbüga Mısrî hanefî 879 [m. 1474] de vefât etdi.]
(Müsellem-üssübût) kitâbında diyor ki, (Mutlak müctehid olmıyanın, âlim de olsa, bir [mutlak] müctehidi taklîd etmesi lâzımdır). Bu kitâbı Muhibbullah Bihârî Hindî hanefî yazmıs, 1119 [m. 1707] de vefât etmisdir.]
Imâm-ı Abdülvehhâb-ı Sa’rânî (Mîzân) kitâbının yirmidördüncü sahîfesinde diyor ki, (Ayn-ül-ülâya yükselmemis bir âlimin,dört mezhebden birini taklîd etmesi vâcibdir. Taklîd etmezse, dogru yoldan sapar. Baskalarını da sapdırır).
Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr)ın ikiyüzseksenüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Âmînin mezheb degisdirmesi câiz degildir. Diledigi bir mezhebi taklîd etmesi lâzımdır). Âmî, müctehid olmıyan demekdir.
Ibni Hümâm “rahmetullahi aleyh”, (Tahrîr) kitâbında diyor ki,(Bir kimsenin, taklîd etdigi mezhebi, ya’nî ona uygun is yapmaga basladıgı mezhebi terk etmesinin câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir)!!
Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-yı se’âdet) kitâbında,emr-i ma’rûfu anlatırken buyuruyor ki, (Taklîd etmekde oldugu mezhebe uygunsuz is yapmaga, hiçbir âlim câiz dememisdir)!!
Categories: Mezhebe bağlılık | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Asırlar boyu ümmetin dört mezhepten birine tabi olması!!

Asırlar boyu ümmet,dört mezhepten birine tabi olagelmiştir. Bu konuda muteber hiç kimsenin bir itirazı olmamıştır. Herhangi bir müfessiri, muhaddisi, usulcuyu veya fıkıhçiyi ele alalım; mutlaka bir mezhepe mensup olduğu görülecektir. Buna örnek olarak birçok ismi zikredebiliriz;

et-tahavi,ez-Zeylai, el-Ayni, Ibn Abdilberr, Kadi Iyad, el-Beyhaki, el-Hatib el-Bagdadi, Ibn Asakir, IbnSalah, En-Nevevi, el-Iraki, Ibn Cemâa, Ibn Hacer, es-Sehavi, es-Suyuti, el-Cessas, el-Begavi, Ibn Kesir, el-Beyzavi, ez-Zerkeşi, Ibn el-Cevzi, Ibn el-Hümam, es-Serahsi, El-Bezdevi, Ibn el-Hacib, Imamu’l Haremeyn, el-Gazali, eş-Şirazi, es-Sübki, Ibn Kudame ve bunlar disinda bircok islam alimi…

el-Yâfi’I konuyla ilgili sunlaru soyler:

“İslam tarihini inceleyen kimseler görecektir ki, dört mezhebin yerleşmesinden sonra gelmiş bütün imamlar, ıslahat erleri ve önderler bir mezhebe mensuptur. Tarih, bibliyografya, siyer ve tabakat kitaparında bu gerçek tüm açıklığıyla ortadadır”

[Rihle dergisi, 2.sayı, sayfa 128]

Categories: Mezhebe bağlılık | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İMAM ŞAFİİNİN(R.A) İMAM EBU HANİFENİN(R.A) ÖĞRENCİSİ İMAM MUHAMMED BİN EL HASAN(R.A) HAKKINDA GÖRÜŞLER

Bu Gün İmam Hatip el Bağdadinin(r.a) “Tarihi Bağdad” isimli kitabinda bulunan zayif hadislerle İmami Azama(r.a) saldiran zihniyyete sahih kaynak üzerinden cevap veriyoruz.Gördüğünüz resim İmam Hatip El Bağdadinin “Tarihi Bağdat” isimli kitabinin 2-ci ciltinin 567-ci sayfasidir ve bu sayfada Imami Azamin(r.a) fıkıhta öğrencisi olan İmami Muhammed(r.a) hakkında şu sözler

geçmekte:

حدثني الحسن بن محمد الخلال قال أنبأنا على بن عمرو الجريري ان على بن محمد النخعي حدثهم قال نا احمد بن حماد بن سفيان قال سمعت المزني يقول سمعت الشافعي يقول امن الناس على في الفقة محمد بن الحسن

“El Hasan Muhammed bin Hallal bana nakletdi ki,Ali bin Amr El Hariri bildirdi ,Ali bin Muhammed El Nahai onlara nakletdi ,Ahmed İbn Süfyan bizlere nakletdi:”El Muzanini şöyle derken duydum:Ben Duydum kİ,El Şafi diyordu:”Bana Göre Fıkıhta insanlarin en talihlisi(güveniliri) Muhammed bin El Hasandir”

RAVİLERİN SIHHATİ:

1) El-Hasan ibn Muhammed ibn el-Hasan ibn ‘Ali Ebu Muhammed el-hallal -Sikadir(güvemilirdir)

Kaynak: Tarihi Bağdad cilt 8, sayfa no: 454

2) ‘Ali ibn ‘Amr ibn Sahl Ebu l-Huseyn el-Hariri -El Atikiye göre Sikadir(güvenilirdir)

Kaynak: Tarihi Bağdad cilt 13, sayfa no: 470

3) Ali ibn Muhammed ibn el-Huseyn Ebul-Kasim el-Naha‘i “Ibn Kas” gibi bilinir (d. 324) El Hatibe göre Sikadir(güvenilirdir)

Kaynak: Tarihi Bagdad cilt 13, sayfa no:540

4) Ahmed ibn Hammad ibn Sufyan (d. 297)El Hatibe göre Sikadir(güvenilirdir)

Kaynak: Misbah el-Arib cilt 1, sayfa no: 86

İmam Muhammedin(r.a) bu kadar talihli olmasinin nedeni Fıkıhta İmami Azama(r.a) talebe olmasindan başka neyle izah edilebilir ki???

Categories: Mezhep imamımız Ebu Hanife(ra) | Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

Ibn Kudame(ra) ve mezhep taklidi!

Allame Muvaffakuddin İbn Kudamə (541-620 h/ 1146-1223 m) müctehid seviyyesine gelmemiş birinin üzerine taklidin vacib olması hakda şöyle diyor:

وأما التقليدُ في الفروعِ , فهو جائزٌ إجماعًا. فكانتْ الحجةُ فيه الإجماعُ . ولأنَّ المجتهِدَ في الفروعِ إما مُصِيبٌ ، وإما مُخطئ مٌثابٌ غيرُ مأثومٍ ، بخلافِ ما ذكرناه .
فلهذا جازَ التقليدُ فيها، بل وجبَ على العامِّي ذلك .
وذهَب بعضُ القدريّةِ إلى أن العامّةَ يلزَمهم الن

ظرُ في الدليلِ في الفروعِ أيضًا.
وهو باطلٌ بإجماعِ الصحابة ِ؛ فإنهم كانوا يُفتُون العامّةَ ، ولا يأمُرونهم بنيْلِ درجةِ الاجتهاد ، وذلك معلومٌ على الضرورةِ والتواترِ مِن علمائهم وعوامِّهم .
ولأنَّ الإجماعَ منعقِدٌ على تكليفِ العامِّي الأحكامَ ، وتكليفه رتبةَ الاجتهادِ يُؤدي إلى انقطاعِ الحَرْثِ والنَّسْلِ، وتعطيلِ الحِرَفِ والصنائعِ ، فيُؤدِّي إلى خرابِ الدنيا .
ثم ماذا يصنَع العامِّي إذا نزَلتْ به حادثةٌ إن لم يثبُتْ لها حكمُ إلى أن يبلُغَ رتبةَ الاجتهادِ ، فإلى متى يصير مجتهدًا ؟ ولعله لا يبلُغ ذلك أبدًا ، فتُضيَّع الأحكامُ .
فلم يبقَ إلا سؤالُ العلماءِ ، وقد أمَر اللهُ تعالى بسؤالِ العلماءِ في قولِه تعالى : فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لا تَعْلَمُونَ

“Furuda (fıkıhda) taklide gelince bu icmayla caizdir. Çünki bu mevzuda hüccet icmadır. Ayni zamanda furuatda ictihad eden kimse (yukarıda) zikr etdiyimizden (akideden) farklı olarak ya isabet etmişdir, yada hata etmiş lakin sevap almışdır.
Bu sebeblede furuda taklid caiz, hatta ammi (müctehid olmayan) kimse için vacibdir!
Bazi Kaderiler avamın furuatda da deliller üzerinde analiz aparmasının gerekli olduğunu söylemişler.
Bu görüş sahabinin icmasıyla batildir! Çünki, onlar avama fetva verer ve avama müctehid mertebesine ulaşmaği emretməzdiler! Bu onların (sahabilerin) alimlerinden ve avamlarından zaruret ve tevatürle bilinen bir şeydir.
Ayni zamanda amminin (müctehid olmayanın) hükümlerle mükellef olduğu hakda icma mevcuddur. Amminin ictihadla mükellef tutulması (bunla meşgul olub diğer işlerden uzak kalacağı içinin) hasatin ve soyun kesilmesine, sanatlarin ve sanayinin ortadan kalkmasina ve neticede dünyanın berbat olmasına/anarşiye getirib çikarir.
Ayrıca (ayet ve hadislerde) hükmü sabit olmamış bir konu ortaya çıkdığı zaman, ictihad mertebesine ulaşana kadar ammi nasil davranacak? Ne kadar müddete müctehid mertebesine varacak? Belkide o hiç bir zaman bu mertebeye varmaz ve neticede hükümler zayi edilir.
(Mükellef olduğu hükümleri öyrenip amel etmesi için) Geriye ancak alimlere sormak yolu kaliyor. Yüce Allah alimlere sormağı bu ayetde emretmişdir:
“… Eğer bilmiyorsanizsa, zikr ehline sorun.” (El Enbiya: 21/7).”

Kaynak: İbn Kudame: Ravdatun Nazir ve Cunnetul Munazir:sayfa 206

Categories: Mezhebe bağlılık | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İMAM EBU HANİFENİN(R.A) HAYRETVERİCİ İBADET AŞKİ…!


Sevgili kardeşlerimiz,Gördüğünüz resim İmam Zehebinin(r.a) “Siyer Alem En Nubela” isimli kitabinin 6-ci ciltinin 399-cu sayfasidir ve bu sayfada şu sözler geçmekte:

وعن أسد بن عمرو، أن أبا حنيفة، رحمه الله، صلى العشاء والصبح بوضوء أربعين سنة.

“Esed bin Amr nakletdi ki:”Ebu Hanife(rahimahullahi aleyh) 40 yil boyunca Yatsi ve sabah namazini bir abdestle kildi (yatsi namazinin abdestiyle sabah namazini kildi)”

40 yil boyunca tüm geceleri yapilan ibadet.İşte İmamlarin İmami Ebu Hanifenin(r.a) ibadet aşki…

Categories: Mezhep imamımız Ebu Hanife(ra) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Ebu hanife(ra) namazı!


Sevgili kardeşlerimiz,Gördüğünüz resim İmam Zehebinin(r.a) “Siyer Alem En Nubela” isimli kitabinin 6-ci ciltinin 401-ci sayfasidir ve bu sayfada şu sözler geçmekte:

قال مسعر بن كدام: رأيت أبا حنيفة قرأ القرآن في ركعة.

“Masr bin Kadam dedi ki:”Ben Ebu Hanifenin Kurani bir rekatta hatmettiğini gördüm”

Categories: Mezhep imamımız Ebu Hanife(ra) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Azam Ebu Hanifeyi(ra) sevmek!


Gördüğünüz resim İmam Zehebinin(r.a) “Siyer Alem En Nubela” 6-ci ciltinin 401 ci sayfasidir ve bu sayfada şu sözler geçmekte:

وعن أبي معاوية الضرير قال: حب أبي حنيفة من السنة

“Ebu Muaviyye El Zarir diyor ki:”Ebu Hanifeyi Sevmek Sünnetdendir””

Categories: Mezhep imamımız Ebu Hanife(ra) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.