Istiva/tevil

Vehhabiler İmam Ahmed b. Hanbel’e İftira Atıyorlar !!!

er-Reddu ‘ale’l-Cehmiyye” adlı kitap, İmam-ı Ahmed (rahmetullahi aleyh) üzerine atılan bir uydurmadır. Bu kitabın rivayet edildigi isnadı İmam-ı Ahmed’e dayanmıyor. Çünkü söz konusu sette Hızır b. El-Musenna vardır. O da ((mechul)) dür..! Meçhul birisinin rivayeti de merduttur (reddedilmiştir). Bir de bu kitapta İmam-ı Ahmed b. Hanbel gibi bir zatın ağzına alamayacağı kadar çirkin şeyler vardır ki İmam-ı Ahmed bu sözleri söyleyecek kadar değersiz bir alim değildi.

Kendi ürünlerini farklı bir marka adı altında piyasaya sürmenin adıdır vehhabilik. Zaten malumdur ki kendi isimleri bile sahte. Selefi…!

Vehhabi kendi çirkin itikadını gizlemek için nasıl ki kendisine Selefi ismini uydurmuş ise kendisine delil olarak kullanmak için de birçok kitap uydurmuşlar ve imamlara iftiralar atmışlardır.

O iftiralardan bir tanesi de İmam-ı Ahmed b Hanbel’e isnad ettikleri bu rezil kitaptır.

İmam-ı Zehebi (rahimehullah) siyerinde, İmam-ı Ahmed’e aidiyyeti sahih olan bir risaleyi anlatırken şöyle der:

“Bu risalenin isnadı güneş gibidir. Bu nurani şahsiyete bi bak! (İmamı övüyor)” (Bu risalenin isnadı güneş gibidir) yani İstiğri’nin risalesi ve er-Reddu ‘ale’l-Cehmiyye gibi değil muhakkak ki onlar Ebu Abdullah’a (İmam-ı Ahmed’e) atılan bir iftiradır. Yoksa bu zat muttaki, Allah’tan korkan ve böyle sözleri söylemeyecek birisiydi. Belki de söylemiştir.

(Zehebi, Siyeru A’lam en-Nubela, 11, 286)

DİKKAT…!

Bu yazıda İmam-ı Zehebi’de iki şey görmüş olmanız gerek.

  1. Bu zat rivayet ilminde çok derin ve mükemmeldir ki kendi güvenirliğine zarar gelmesin diye doğruları söylemek zorunda kalmıştır ve bu kitapların iftira ürünü olduğunu dile getirmek zorunda kalmıştır.
  2. Kendi itikadında da az da olsa tecsim kalıntıları olduğundan ötürü yarasını cebretmek için son kelimeyi söylemekten çekinmemiştir ki o söz de (Belki de söylemiştir.)

İmam-ı Zehebi de o kadar yazdı da yazdı, Uluv risalesi saçmalığını yazdı ve her ne kadar pişman olsa da onda yine de kendisinde bu itikadlar mevcuttu. Döndüyse de kalıntıları vardı kendisine ta ki hayatının son demlerine kadar. O zamanlarda bir risale yazdı ve eski üstadı İbn-i Teymiyye’ye nasihatler derledi. Ona “Be adam!” “Dilini iyi kullanabilen munafıklardır” gibi ifadeler kullanmıştır.

İşte şu âna kadar ne kadar ilimde derinleşmiş vehhabi gördüysem döndüğüne şahid olmuşumdur.

Rabbim; bize ve diğerlerine de ilim nasip buyursun ahlak ve edep versin.

Categories: Istiva/tevil, Tahrifler

Istiva ayetinin tefsiri(videolu)

İstiva âyetlerini kafalarına göre yorumlayan ve Allah u Teala’nın Arşın üstünde olduğunu (haşa) ve cisim olduğunu söyleyen vehhabilere reddiye mahiyetinde bir tefsir.

Videoyu izlemek icin: https://www.youtube.com/watch?v=HjenR170jno&feature=youtu.be 

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

Malik bin Enes ve Tefvid(1)

Darul Hicretin İmamı Malik bin Enes (rahimehullah) (hicri:93-179)

“İmam-ı Tirmizi (rahimehullah) Cennet ve Cehennem ehlinin ebedi kalması babında şu hadis-i şeriften:
(Cehennem, “Yine var mı? Halâ yer var.” der. Bunun üzerine yüce Rahman kademini cehenneme koyar) takiben şöyle der: Doğru olan, ilim ehli imamlardan Sufyan-ı Sevri, Malik bin Enes, İbn-ul Mübarek, İbn-u Uyeyne, Veki ve diğerleri bu hadis-i şerifleri rivayet etmiş ve şöyle demişlerdir:
Bu hadis-i şerifler rivayet edilir, onlara iman edilir, ve NASIL? diye soru sorulmaz. İşte Hadis ehlinin görüşü budur yani bu hadis-i şerifler olduğu gibi rivayet edilip onlara iman edilir, tefsir edilmez, noksanlık vehmedilmez ve NASIL? denilmez. İşte ilim ehlinin seçtiği ve yürüdüğü görüş budur.”

والمذهب في هذا عند أهل العلم من الأئمة مثل سفيان الثوري، ومالك بن أنس، وابن المبارك، وابن عيينة، ووكيع وغيرهم أنهم رووا هذه الأشياء، ثم قالوا: تروى هذه الأحاديث ونؤمن بها، ولا يقال: كيف؟ وهذا الذي اختاره أهل الحديث أن يرووا هذه الأشياء كما جاءت ويؤمن بها ولا تفسر ولا تتوهم ولا يقال: كيف، وهذا أمر أهل العلم الذي اختاروه وذهبوا إليه.

Ehli Hadisin görüşü bu iken nasıl olur da bazıları çıkıp tafvid ehli hadisin görüşü değildir diyebiliyor ki?
Yoksa
1. İmam-ı Malik
2. Sufyan-ı Sevri
3. İbn-ul Mubarek
4. Sufyan bin Uyeyne
5. Veki
selef değiller mi ? Size göre bu zatlar Ehli hadis değiller mi ?
Sizin selef dediğiniz kim?

ÖNEMLİ NOT: Mutezile, Cebriye, Haşeviyye, Hariciyye, Şia ve daha nice bidat ehli dün yaşamadılar ! Onlar da ilk 100-200 lü yıllarda yaşadı. Onlar da selef oluyorlar.
Siz bu bidat ehlini selef edindiyseniz neden gizleniyorsunuz ki ?
Selef-i Salihin’in görüşü bellidir. Sizin selefinizin ne dediği de bellidir.
Allah u Teala hiçbirimizi haktan ayırmasın…

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Sufyan es-Sevri Tefvid görüşü üzeredir

Zehebi Uluv kitabında diyor ki:
“Yahya bin Main’den naklen diyor ki: Zekeriyya bin Adiy’i gördüm Veki’e şöyle soruyordu:
Ya Ebu Sufyan bu Kursi ve kademeynin yeri hadisleri ve onlar gibilerine karşı tutumumuz ne olmalı? Veki (Ebu Sufyan) dedi ki: İsmail bin Ebu Halid, Sevri ve Misar bu hadisleri rivayet ederlerdi ancak bunlardan hicbir şeyi Tefsir etmezlerdi
(el-uluv:146)

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Ebu Hanife Tefvid görüşü üzeredir

İmam Ebu Hanife Numan bin Sabit (rahimehullah) (Hicri: 80-150) Tefvid görüşü üzeredir:
İmam şöyle buyurmuştur:

“Allah u Teala’nın kelamı vardır bizim kelamımız gibi değil, işitir bizim işitmemiz gibi değil, Allah u Teala’nın kelamı harf ve aletlerle değildir. Harfler mahluktur ama Allah’ın kelamı mahluk değildir. Allah u Teala vardır ama hiçbir varlığa benzemez. Allah u Teala hakkında “var” demek yani: cisim, cevher, araz, had (sınır,nihayi noktalar) bir eşi, misli ve benzeri olmaksızın var demektir. Kuran-ı Kerimde zikrettiği üzere yed, vecih ve nefs diye sıfatları vardır. Kuran-ı Kerimde zikrettiği yed, vecih ve nefs gibileri O’nun keyfiyetsiz sıfatlarıdır. Yed sıfatı kudreti ve ya nimetidir denilmez, çünkü burada sıfat iptali olur, bunlar kaderciler ve mutezilenin görüşüdür. Lakin Yedullahi demek O’nun bir sıfatıdır ve keyfiyetsizdir, aynı şekilde Allah’ın rızası ve gazabı da O’nun keyfiyetsiz birer sıfatıdır.”
(Fıkhul Ekber/26)

Aynı şekilde zahiri manaları nefyederek, şöyle buyurmuştur:
“Allah u Teala’nın yakınlığı ve uzaklığı mesafe uzunluğu ve ya kısalığı değildir. Ancak değer vermek (ikramda bulunmak) ve değer vermemek (önemsememek) manasındadır. İtaatkar olan Allah u Teala’ya keyfiyetsiz olarak yakındır, günahkar ise keyfiyetsiz olarak Allah u Teala’dan uzaktır”
(Fıkhul Ekber/67)

İşte İmam-ı Azam Ebu Hanife hz lerini mücessim olarak gösterenler utansın. Muhakkak ki o tenzih üzere olan tefvid ehlidir.
Zahir manaya tutunup tecsim ve teşbih ehli olanlara apaçık bir reddiyede bulunmuştur.
Ehlisünnetin görüşü tefvid değildir diyenlere…

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Savi ve muteşabih ayetler

imam sav ve mutesabih

Gördüğünüz sayfa İmam Savi’nin Celaleyn tefsirine yazdigi bir haşiyedir.
Üstü çizili ibarede (حم) gibi muteşabih ayetlerin ilmini Allah u Tealaya bırakmanın selef akidesi olduğunu beyan ediyor.
Yani muteşabih ayetlerin manası Allah u Teala tarafından bilinir.
Mana verenler Ali İmran suresi 7. ayet i kerimeye gore fitne ehlidirler. Günümüz selefi adi altındaki vehhabiler de fitne ehlidirler.
Allah hidayet etsin onlara..

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Ebu Hanife ve Istiva

İMAM I EBU HANİFE (rahimehullah) şöyle diyor:

“ALLAH U TEALA ARŞA İSTİVA ETMİŞ AMA İHTİYACI OLMADAN VE ONU MEKAN KILMADAN !!! O arş ve arşın dışında kalan her şeyi ihtiyacı olmadan korur. Eğer mahluklar gibi Allah da ona muhtaç olsaydı alemi yaratmaya gücü yetmezdi, eğer arşta OTURMAYA ve ya KARAR KILMAYA (MEKAN EDİNMEYE) ihtiyacı olsaydı o zaman ARŞI YARATMADAN EVVEL NEREDEYDİ ???? ALLAH U TEALA BÜTÜN BU NOKSANLIKLARDAN MÜNEZZEHTİR.
(El-Vasiyye (yazılı eser), s.2)

Arapça ibaresini
نقر بأن الله تعالى استوى على العرش من غير أن يكون له حاجة واستقرار عليه ، وهو حافظ العرش وغير العرش من غير احتياج . ولو كان محتاجا لما قدر على إيجاد العالم وتدبيره كالمخلوقين . ولو كان محتاجا إلى الجلوس والقرار فقبل خلق العرش أين كان الله ؟ تعالى عن ذلك علوا كبيرا “

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Allahu Teâla diğer cisimler gibi olmayan bir cisimdir?

Bu konuda da verilecek en güzel cevaplardan bir tanesi de Şii asıllı olan El-Cevalikî’nin iddialarına karşı verilen cevaplardır. İmam Kurtubî (rahimehullah) Nur Suresi 35. Ayet-i kerimesinin tefsirinde şöyle buyuruyor:

“Medih etme babından Allah u Teâlâ’nın nuru vardır denilebilir. Çünkü Allah u Teâlâ bütün eşyaları yarattı ve onları aydınık veren de O’dur. Nur O’nunla başladı ve O’ndan sudur etti. Zalimlerin dediği gibi Allah u Teâlâ idrak ettiğimiz nurlardan değildir. Bunlardan yücedir (munezzehtir). Muhakkak ki Hişam el-Cevalikî ve mücessimlerden bir taife şöyle dedi: O; nurdur diğer nurlara benzemez, cisimdir diğer cisimlere benzemez. Bu tür sözlerin hepsi, yerinde yani ilmî kelamda beyan edildiği üzere hem aklen hem de naklen Allah u Teâlâ hakkında muhaldır (imkansızdır).”

İmam ı Kurtubî (rahimehullah) beyanatına devam eder ve bu sözleri söylemekle kendi kendilerine mutenakız (çelişkili) olduklarını da açıklar.
“Sonra onların sözleri birbiriyle çelişkilidir. Onlar, cisim ve nurdur dediklerinde cisim ve nurun hakikati ile hükmettiler. Nurlar gibi değil ve cisimler gibi değil derken de ispatladıklarını nefyettiler. Bu sözlerin tahkiki kelam ilminde daha geniş açıklanmıştır. Onları bu denli sapkınlıklara sürükleyen nasların zahirlerine göre gitmeleridir.”

Mucessimlerin ortak özelliği
1. Mücessimlere göre, Allah u Teâlâ’nın bir hacmi vardır. Onlara göre, Allah u Teâlâ’nın bir uzunluğu, derinliği ve yüksekliği vardır. Bu yaptığımız tarif aslında cismin tarifidir. Bütün mücessimler Allah u Teâlâ’ya cisim ismini kullanırlar.
2. Mücessimlere göre, Allah u Teâlâ beş duyu organlarla hissedilebilir. Aynı şekilde Allah u Teâlâ’ya dokunulabilir (bir yere değebilir). Çünkü, onlara göre haşa Allah bir cisimdir ve O’nun hissettiği gibi mahluk olan cisimler de O’nu hissedebilir.
3. Mücessimlere göre Allah u Teâlâ, Arş ile temas halindedir yani Arş’a değiyor. Bu düşünce belli bir mücessim taifeye aittir. Bu görüş ibn teymiyye tarafından bizzat öngörülmüştür. Fakat bazı mücessim gruplara göre ise haşa Allah u Teâlâ, Arş’ın üstündedir ama Arş’a temas edip değmiyor.

Bu konuda İbn Teymiyye de var diyebileceğimiz her şey ya cisimdir ya da sıfattır der. Allah u Teâlâ da vardır ve İbn Teymiyye bu sözünü umumi bir şekilde söyler. Yani Allah u Teâlâ hakkında da hiçbir tenzihe girmeden dile getirir. Allah u Teâlaâ’nın sıfat olmadığını kabul etmeyen hiçbir akıl sahibi yoktur. Netice olarak, ibn teymiyye’ye göre Allah u Teâlâ haşa cisimdir. Bu konudaki sözü şöyledir:
“Hiçbir varlık yoktur ki illa ya cisimdir ya da sıfattır.” (Beyanu Telbis-il Cehmiyye 1/9)
Bu sözü de İmam ı Ahmed’e isnad ediyor!
İbn Teymiyye’nin Yanında Varlığın Hakikati Nedir?
Varlıktan kastımız kadim ve ya hadis olan varlıktır. Biz kesin olarak biliyoruz ki var olan ve 5 duyu organımızla hissettiğimiz bütün varlıklar cisimdir. Peki, cisim olmayan bir varlığı düşünebilir miyiz? Cisim olmayan bir varlık var mıdır?

İbn Teymiyye, bu sözü ile hem Halik hem de mahluku umumen varlık olarak kastediyor. Sonra bu genelleyerek kullandığı ibaresinin manasını geniş bir şekilde kendisi açıklamıştır.
Şöyle açıklıyor:
“Bilindiği üzere Allah’ın cisim olmadığı, fıtratın bedaheten (yani düşünmeden) ve ya fıtrattan gelen herhangi yakın bir ön bilgi ile ve ya da fıtratta açık olan mukaddimelerle anlaşılabilecek bir şey değildir. Bilakis, Allah’ın cisim olmadığını bildiren mukaddimeler çok derin ve kapalıdır. Allah’ın cisim olmadığını bildiren mukaddimeler beyyin (açık) olan mukaddimeler değildir ve akıl sahiplerinin hepsi tarafından da ittifaken kabul görmemiştir. (Yani bazıları bu mukaddimeleri yetersiz görüp Allah’ın cisim olmadığını kabul etmeyebilir). Her akıl sahibi taife; hasımlarının, Allah’ın cisim olmadığına dair getirdikleri mukaddimeleri, düşünüldüğü zaman daruri bir şekilde fasid olduğunu beyan ediyorlar ve taklid etmeyi de terkediyorlar. 
Bununla beraber kelam ehlinden birçok taife bütün bunları kötüler ve derler ki: Muhakkak ki kati deliller bu görüşün zıttını söylüyor. Kendi başına kaim olan bir varlık ancak ve ancak CİSİMDİR. Cisim olmayan bir varlık da kesinlikle YOKTUR. Bilinen odur ki bu görüşün doğru olması akla ve fıtrata birinci görüşten daha yakındır.” İbn Teymiyye’nin sözü bitti.
(Beyanu Telbis-il Cehmiyye/2.cild/93-94.sayfa)

Dikkat!
İlk başta beyan edeceğimiz konu İbn Teymiyye her sözünde kelam ehlini zem ederken ve onlara çirkin vasıflar isnad ederken burada onlardan gelen sözü direk kabul eder. Aslında felsefecilerin sözüdür ve bunu kelam ehline nisbet eder.
Bundan sonra da sözün tahliline gelelim:
Netice olarak burada iki görüşü bir araya getirip kıyaslıyor ve kendisi de 2. görüşü tercih ediyor:
1. Görüş: Allah azze ve celle cisim değildir diyenlerin görüşü.
2. Görüş: Allah’ın cisim olması, olmazsa olmazdır (yani vacibtir) diyenlerin görüşü. Çünkü, bu görüşün sahibi olduğunu iddia ettiği bazı kelam ehline göre, her var olan illa ki cisim olmak zorundadır. Cisim olmayan da kesinlikle var değildir (yoktur). Allah da vardır, var olmanın en büyük delili yaptığı fiiliyatlarıdır. O zaman Allah da onlara göre haşa cisimdir.
Sizin de gördüğünüz gibi İbn Teymiyye ikinci görüşü destekliyor ve o görüşün akıl ve fıtrata daha yakın olduğunu söylüyor.

Bununla da kalmayıp bu desteklediği manayı tekid etmek için de şunları söylüyor:
Bu söz, Nefiy (yani Allah u Teâlâ’yı cisim olarak kabul etmeyen) ve İspat (Allah u Teâlâ’yı cisim olarak kabul eden) ehlinden olan akıl sahiplerinin üzerinde ittifak ettiği sözdür. Vehm ve hayalin mevcut olan bir varlığı tasavvur etmesinin ancak ve ancak o varlığın bir mekânda olmasına bağlamışlardır. Vehm ve hayaller hiçbir varlığı tasavvur edemez ancak o varlık bir mutehayyiz (mekân edinen) ve ya mutehayyize kaim olmalıdır. Mutehayyiz cisimdir, kaimun bil mutehayyiz ise sıfattır. ((Yani var olan her şey ya cisimdir ya da sıfattır))
Müsbite (cisimdir diyenler) dedi ki: Bu (cisim olduğu), aklî ve şerî delillerle de bilinen bir hakikattir. Bilakis, darureten bilinir. (yani düşünmeden de bilinebilecek kadar basit bir mevzudur.)
Nefiy ehli (cisim değildir diyenler) dedi ki: Az biraz ince düşünüldüğünde bu kaidenin batıl olduğu anlaşılır.
Her iki grubun da ittifak ettiği konu vehm ve hayal musbitenin sözünü kabul eder ((yani tasavvur edeceği şey ya mutehayyizdir ya da kaimun bil mutehayyizdir)). Senin söylediğin gibi onlar, Allah’ı parça ve bölümlerden oluşmuş olarak inanıyorlar ve sen onlara mücessim diyorsun. (bu sözü de Allah u Teâlâ’yı cisim olarak kabul etmeyen İmam ı Razi’ye karşı hitapla söyler)”

Bu ibareler İbn Teymiyye’den apaçık iddialardır ki, İbn Teymiyye mutlak olarak hiçbir şey var olmaz ancak varsa o zaman cisimdir demektedir. Bununla da kalmayıp açık açık ALLAH U TEÂLÂ’DAN bahsediyor ve diyor ki: akıl, şeriat ve darurat Allah’ın cisim olmasının vacip olduğunu apaçık ortaya koyuyor.

Hakikaten İbn Teymiyye Allah u Teâlâ’ya cesimun mucessem olarak inanıyor. Yani ona göre Allah u Teâlâ 3 boyutlu olan; uzunluk, genişlik ve derinliği olan bir cisimdir. (TUL, UMK, ARD)
Ona göre “La yucedu mevcudun illa en yekune cismen”. Var olan her şey ancak ve ancak CİSİMDİR. Allah u Teâlâ da vardır ve varlıklardandır!!!

Apaçık bir şekilde luzuma dayanarak cismin gereklerinden, olmazsa olmazlarından olan mekân edinmek vasfını da ispatlamış olur. Cisim olduğu ispatlanan her şeyde makân edinmek vardır diyor. Allah u Teâlâ da ona göre bu cisimler arasındadır ve nihayetinde ona göre haşa Allah u Teâlâ bir mekândadır.

İşte, İbn Teymiyye birçok kitabında ısrarla hiçbir varlık yoktur ki illa ya cisimdir ya da cisimlerle kaimdir (yani sıfattır). Bu sözü umumi bir şekilde hem Halik hem de mahluka itlak etmektedir.

Categories: Ibn Teymiyye, Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Taberî ve ”Sonra Semâ’ya istivâ etti…” ayetinin tefsiri

“İstivâ” Arap kelâmında birçok manaya gelir. Onlardan

(Bir) tanesi: “Adamın gençlik yıllarının son bulması ve kuvvetlenmesi” manasıdır. İnsan böyle olduğu zaman, إِسْتَوَئ الرَّجُلُ=/”adam İstiva etti” denilir.

(İki): İstiva kelimesinin manalarından bir tanesi de bulunmuş olduğu hususda doğru hâle gelmesi ve düzelmesi demektir. Bir adamın işi eğri ve yamuk yumuk olduktan sonra düzelirse, إِسْتَوَي لِفُلَان أَمْرُهُ=/“işi falancıya istiva etti” denilir. “İstivâ” kelimesinin manalarından bir tanesi de “bir şeye bir iş ile yönelmek” demektir. Nitekim şöyle denilir: Bir insan bir insana iyilik ve ihsanda bulunduktan sonra, إِسْتَوَي فُلَانٌ عَلَي فُلَان بِمَا يَكْرَهُهُ وَ يَسُوئُهُ بَعْدَ الْاِحْسَانِ إِلَيْهِ “İstevâ fülanün ala fülanın bima yekrahuhu ve yesûühu ba’de’l-ihsâni ileyhi”/ “falancı falancıya hoşlanmadığı, kendisini kötü edecek bir şeyle, ona ihsanda bulunduktan sonra ikbal etti, yöneldi” demektir.

(Üç): İstivâ kelimesinin manalarından bir tanesi de “İhtiyâz” yani hayyizine/”içine almak”, yani “kaplamak” demektir. Nitekim, إِسْتَوَي فُلَانٌ عَلَي الْمَمْلَكَةِ = /”falancı memlekete istiva etti” yani onu ihtiva etti içine aldı ve zabtetti.

(Dört): İstivâ kelimesinin manalarından bir tanesi de عُلُوٌّ=/”Uluvv” ve اِرْتِفَاعٌ=/”İrtifa’”/”yüksekte olmak, yücelmek ve yükselmek” demektir. Bir insanın إِسْتَوَي فُلَانٌ عَلَي سَرِيرِهِ= /”falancı divanının üzerine çıktı” denilir. Bu ayeti celîleye bu manaların hangisi daha çok yakışıyor?. Yani bunların en evlâsı, ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ= ayeti celilesindeki İstivâ عَلَي عَلَيْهِنَّ واَرْتَفَعَ= /”üzerine çıktı ve yükseldi, kudretiyle onları tedbir etti; yani “on-ları yedi kat sema olarak yarattı” demektir. Arap kelamında, ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ = ayeti celîlesindeki İstivâ’nın “Uluvv” ve “İrtifa'” olduğunun anlaşılacağını inkar eden kimselere şaşılır, “Allah Teâla semanın üzerine yükseldi” demek, “önceden altındaydı da sonra üstüne yükseldi” manasına gelebilileceği endişesiyle böyle bir yanlış manadan kaçınmak için, buradaki İstivâ’nın İrtifa’/yükselme manasında olduğundan kaçınan kimselere şaşılır.

Bu kimse şu mahzurdan kaçar ama onu bilinmeyen ve hoş olmayan bir şekilde te’vîll eder. Sonra da bu kaçtığı şeye/mahzûra kendisi tutulur. Ona, sen, “İstevâ” akbele/ikbâl etti demektir. Allah Teâla, daha önce “İdbâr” mı etmişti?. Yani, önceden semaya arkasını mı dönmüştü de şimdi önünü döndü, ona yöneldi; bunu mu iddia ediyorsun? denilir. Eğer iddia ederse ki, “bu İkbâl, fiili bir İkbâl değildir. Fakat bu tedbiriyle yöneldi manasında bir ikbaldir” derse, ona şöyle denilir: Aynı şekilde de ki, “O’nun YÜKESLEMESI MÜLK VE SULTAN YÜKSELMESIDIR. BIR YERDEN BIR YERE INTIKAL VE BIR YERDEN AYRILMA YÜKSELMESI DEĞILDIR, MANEVI BIR YÜKSELMEDI.” O bu husuta ne şey söylerse, onun gibi bir şeyle ilzam edilir…”

[Tefsîr-i Taberî:1/428 (Mektebetü İbni Teymiyye-Kâhire)]

Görüyorsun ki, İbnü Cerîr “Arşın üzerine istivâyı orada oturmak ve yerleşmek manasında tefsir etmedi; aksine onun “mülkiyet ve sultanlık”/”hükümrânlık manasında bir yükselmek,” “mâlik olmak hükümranlığı altına almak manasında bir yükselmek” demek olduğunu anlattı.

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Kerrâmîyye

Başları olan Ebu Abdullah şöyle demiştir: Mabud, Arşın üzerinde karar kılmıştır. Zat olarak üst cihettedir. O’na cevher adını vermiş ve Azâbu’l-kabr adlı kitabında Allah Teâlâ’ın Zât olarak da, cevher olarak da bir olduğunu dile getirmiştir. O, Arş’a temas etmektedir. Hareket etmesi, dönüşmesi ve Arşından inmesi caizdir. Bazılarına göre O, Arş’ın bir kısmı üzerindedir. Bazılarına göre Arş, O’nunla dolmuştur. Bu fırkanın geç dönemdeki men­suplarına göre Allah Teâlâ cihet bakımından üstte, Arş hizâsındadır.

Bilâhare aralarında ihtilafa düşmüşler ve Abidiyye şu görüşü savunmuş­tur: O’nunla Arş arasındaki uzaklık ve mesafe vardır; öyle ki arasının cevher­lerle dolu olduğu takdir edilse ona bitişecektir. Muhammed b. el-Heysam ise şöyle demiştir: O’nunla Arş arasında sonsuz bir mesafe vardır. O, âlem­den ezelî bir farklılıkla ayrılır. Ona göre belli bir mekâna yerleşmesi ve aynı hizada olması söz konusu değildir. Üstte bulunuş ve ayrılık ise mevcuttur.

Kerrâmiye mensuplarının çoğunluğu Allah Teâlâ hakkında cisim kav­ramını kullanmıştır. Ehl-i Sünneti’e yakın olan kesimleri ise şöyle demişler­dir: Bizim cisim ile kasdettiğimiz, Zâtı ile kâim olmasıdır. Cismin onlara göre tanımı budur. Bu esas üzerine, kendi zâtları ile kâim olan iki varlığın birbirleriyle yahut da ayrı olması gerektiği hükümünü dayandırmışlardır. Bazılarına göre O, Arş’a bitişiktir, bazılarına göre ise ondan ayrıdır. Kimi zaman şunu da söylemişlerdir ki, her iki mevcûddan birinin diğeriyle olan ilişkisinin, ya arazın cevher karşısındaki durumu gibi olması gere­kir; yahut da ötekine göre bir cihette yer alması gerekir. Allah Teâlâ araz olamaz, çünkü Zâtı İle kâimdir. Şu halde âlemin bir cihetinde bulunması gerekir ki en yüce ve değerli olan yön üsttür. Buna göre O, Zâtı ile üstte­dir. Görüldüğü zaman da en üstte görülür.

Ardından O’nun varlığının sınırı üzerinde fikir ayrılığına düşmüşler­dir. Mücessime arasında Allah Teâlâ için altı yönden sınırın varlığını iddia edenler olmuştur. Kimileri ise sadece bir yönden, yani alttan nihayeti sınırın varlığını etmiştir. O’nun için sınırı inkâr edenler de olmuş ve O’nun Azîm olarak sonsuz olduğunu söylemişlerdir.

Azametin anlamı üzerinde de ihtilâfa düşmüşlerdir. Kimilerine göre azameti, Arş’ın bütün kısımlarını tek başına kaplamasıdır. Arş, O’nun altındadır. O, cihet bakımından herşeyin üstündedir. Bazılarına göre ise azametinin anlamı, kendisi bir olmakla beraber birçok yönden Arş’a mülâki olmasıdır. O, Arş’ın her tarafına mülâkidir. Çünkü O, Ulu ve Azîm’dir.

[Imam eş-Şehristani, el-Mihel ve’n-Nihal]

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.