Posts Tagged With: imam Malik

Malik bin Enes ve Tefvid(1)

Darul Hicretin İmamı Malik bin Enes (rahimehullah) (hicri:93-179)

“İmam-ı Tirmizi (rahimehullah) Cennet ve Cehennem ehlinin ebedi kalması babında şu hadis-i şeriften:
(Cehennem, “Yine var mı? Halâ yer var.” der. Bunun üzerine yüce Rahman kademini cehenneme koyar) takiben şöyle der: Doğru olan, ilim ehli imamlardan Sufyan-ı Sevri, Malik bin Enes, İbn-ul Mübarek, İbn-u Uyeyne, Veki ve diğerleri bu hadis-i şerifleri rivayet etmiş ve şöyle demişlerdir:
Bu hadis-i şerifler rivayet edilir, onlara iman edilir, ve NASIL? diye soru sorulmaz. İşte Hadis ehlinin görüşü budur yani bu hadis-i şerifler olduğu gibi rivayet edilip onlara iman edilir, tefsir edilmez, noksanlık vehmedilmez ve NASIL? denilmez. İşte ilim ehlinin seçtiği ve yürüdüğü görüş budur.”

والمذهب في هذا عند أهل العلم من الأئمة مثل سفيان الثوري، ومالك بن أنس، وابن المبارك، وابن عيينة، ووكيع وغيرهم أنهم رووا هذه الأشياء، ثم قالوا: تروى هذه الأحاديث ونؤمن بها، ولا يقال: كيف؟ وهذا الذي اختاره أهل الحديث أن يرووا هذه الأشياء كما جاءت ويؤمن بها ولا تفسر ولا تتوهم ولا يقال: كيف، وهذا أمر أهل العلم الذي اختاروه وذهبوا إليه.

Ehli Hadisin görüşü bu iken nasıl olur da bazıları çıkıp tafvid ehli hadisin görüşü değildir diyebiliyor ki?
Yoksa
1. İmam-ı Malik
2. Sufyan-ı Sevri
3. İbn-ul Mubarek
4. Sufyan bin Uyeyne
5. Veki
selef değiller mi ? Size göre bu zatlar Ehli hadis değiller mi ?
Sizin selef dediğiniz kim?

ÖNEMLİ NOT: Mutezile, Cebriye, Haşeviyye, Hariciyye, Şia ve daha nice bidat ehli dün yaşamadılar ! Onlar da ilk 100-200 lü yıllarda yaşadı. Onlar da selef oluyorlar.
Siz bu bidat ehlini selef edindiyseniz neden gizleniyorsunuz ki ?
Selef-i Salihin’in görüşü bellidir. Sizin selefinizin ne dediği de bellidir.
Allah u Teala hiçbirimizi haktan ayırmasın…

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Nüzul hadisi

Fethu’l-Bârî’de (3/25) şöyle denmiştir: 

“İnme”nin manâsında ihtilâf edilmiş ve ortaya birtakım görüşler çıkmıştır:

1): Kimileri onu/inmeyi zâhiri ve hakîkati üzere kabûl etmişlerdir. Bunlar, müşebbihedir/Allah’ı kullarına benzetenlerdir. Allah onların i’tikadlarından yücedir.

2):Kimileri bu husûstaki hadîslerin tamâmını sahîh olduğunu inkâr etmişlerdir. Bunlar, Hâricîler ve Mu’tezile’dir. Bu görüş mükâberedir /yanlışta olduğunu bildiği halde hak ve hakîkat karşısında inâd edip direnmektir.

3): Kimileri bunları, icmâl yolu üzere/tafsîlâta girmeden, Allâh Teâlâ’yı keyfiyyetden ve teşbîhden pâk tutarak bunlara îmân ederek geldikleri gibi kabûl edip geçerli kılmaktadırlar. Bunlar Selef’in cumhûrudur/ çoğudur. Bu inancı Beyhakî ve diğerleri dört imâmdan, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî ve Ahmed İbnü Hanbel’den, iki Süfyân’dan (Süfyân-ı Sevrî ve Süfyân İbnü ‘Uyeyne’den, İki Hammâd’dan /Hammâd İbnü Süleymân (veya Zeyd) ve Hammâd İbnü Seleme’den, Evzâî, Leys ve başkalarından naklettiler.

4): Kimileri lâyık olacak ve Arap dilinde kullanılan bir şekilde te’vîl etmişlerdir.

5): Kimileri te’vîlde o kadar ileriye gitmişlerdir ki, nihâyet iş bir çeşit tahrîf haddine varmıştır.

6): Kimileri de Arap dilinde kullanılan ve yakın olan te’vîl ile uzak ve (Ehl-i Sünnet tarafından) terkedilmiş olan te’vîllerin arasını ayırmış, bazı(nasslar)da te’vîl yapmış, bazılarında da işi Allah’a bırakmışlardır. Mâlik’den nakledilen de budur. Muteahhirûn’dan İbnü Dekîk el-‘Îd bu görüşte kesin görüş bildirdi. Beyhekî, “bu görüşlerin en sâlimi/sağlamı, Sâdık/sözünde doğru olan Nebi (sallallâhu aleyhi vesellem)’den bir şey/açıklama gelmedikçe bilâ keyf/nasılsız îmân etmek ve anlatılmak istenen ma’nâ hakkında susmaktır. Gelirse ona gidilir” dedi.

Umdetü’l-Kârî’de (3/623) şöyle denilmiştir: 

Şüphe yok ki, nüzûl /inmek cismin üstten alta intikâlidir ve Allah bundan münezzehdir. Nüzûl hakkında gelen rivâyetler Müteşâbihâttandırlar. Onlar(ın an-laşılması) husûsunda âlimler iki kısımdırlar:

Birincisi, Müfevvıda/(ne demek olduğunu Allah’a) bırakanlar. Onlara îmân eder, te’vîllerini Allah’a bırakırlar. Bununla beraber Allah’ı noksân sıfatlardan kesin olarak tenzîh ederler.

İkincisi de Müevvile(te’vîl edenler)’dir. Onları yerler(in)e göre lâyık oldukları şekilde te’vîl ederler. Bu sebeble onlar “Allah’ın iner” (hadîsin)in manasının “Allah’ın emri iner,” yahut “melekleri (iner)”, veya bunun istiâre olduğunu ve ma’nâsının duâ edenlere bolca lütûfta bulunmak ve duâlarını kabûl etmek v.b. demek olduğunu söylemekle te’vîl ettiler.

Hattâbî şöyle dedi: Bu hadîs sıfât hadislerindendir. Selef’in bunun/bu hadîsin hakkındaki mezhebi /gittikleri yol, ona îmân etmek, onu zâhirleri üzere icrâ etmek ve keyfiyeti/nasıl oluşu ondan nefyetmektir. Hiçbir şey O’nun gibi değildir. Ve O, hakkıyla işiten ve hakkıyla görendir.

Kadı Beydâvî şöyle demiştir: Kat’î olan aklî delîllerle O’nun cisim ol-mak ve bir mekânda bulunmaktan münezzeh olduğu sübût bulunca, O’na, “bir yerden daha aşağı bir yere intikal” ma’nâsında olan “nüzûl” imkânsız olur. O halde (Nüzûl ile) murâd edilen rahmetinin nûrudur

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Malik (ra): “NASIL ondan(Allahtan) kaldırılmıştır”

İmam-ı Beyhaki (rahimehullah): İbn Vehb demiştir ki:

“Biz İmam Malik’in yanında idik. Bir adam geldi ve: “Ey Ebu Abdullah! [Rahman arş’a istiva etti] Rahman’ın Arş’a istivası nasıldır?” dedi. İmam Malik (r.a.) başını eğdi, buram buram terlemeye başladı, sonra başını kaldırdı ve dedi ki: “Rahman Arş’a istiva etti. Tıpkı kendisini vasfettiği gibi. Bu bakımdan “nasıl” diye sorulmaz. Çünkü “nasıl” ondan kaldırılmıştır. Sen çirkin (kötü) ve bid’at sahibi birisin. Çıkarın onu.” ve adam kovuldu.
(Beyhaki sahih bir isnadla İbn Vehb’ten rivayet etmiştir ve Yahya bin Yahya’dan da rivayet etmiştir ve lafızları şöyledir: ”istiva mechul değildir, keyfiyetin ALLAH U TEÂLÂ’YA isnadı akıl işi değildir, ona iman vacibtir, ondan sormak da BİDATTİR.”)

أخبرنا أبو عبد الله الحافظ ، أخبرني أحمد بن محمد بن إسماعيل بن مهران ، حَدَّثَنَا أبي ، حدثنا أبو الربيع ابن أخي رشدين بن سعد قال : سمعت عبد الله بن وهب ، يقول : كنا عند مالك بن أنس فدخل رجل ، فقال : يا أبا عبد الله {الرحمن على
العرش استوى} كيف استواؤه ؟ قال : فأطرق مالك وأخذته الرحضاء} ثم رفع رأسه فقال : {الرحمن على العرش استوى} كما وصف نفسه ، ولا يقال : كيف ، وكيف عنه مرفوع ، وأنت رجل سوء صاحب بدعة ، أخرجوه . قال : فأخرج الرجل

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn Abdilber ve Akaid bahsi (3+4)

Tevil’in nerede yapılacağını bilmeyen mücessim cahiller, Allah bilir şimdi İbn Abdilber için de SIFAT İPTALCİSİ diyecekler!

İbn Abdilber:

”Allah u Teâlâ güler sözünün manası, yani bu durumda( ikisini cennete koyarak) kuluna merhamet eder. Allah u Teâlâ kulunu şefkat, merhamet, rahmet ve rahatlıkla karşılar. Allah güler sözü mecazi manadadır.”
Kaynak: (et-Temhid/18.cild/345.sayfa)

———————————————————

İBN ABDİLBER (rahimehullah) TAM BU NOKTADA SELEFÎ-VEHHABİLERİN ASIL GÖRÜŞÜ OLAN MÜCESSİM VE MÜŞEBBİHELİĞİ ANLATIYOR VE SELEFÎ-VEHHABİLERİN EHLİSÜNNETE SIFAT İPTALCİSİ DEDİKLERİ SÖZÜNE REDDİYE OLARAK ŞUNLARI NAKLEDİYOR.

Ebu Ömer dedi ki:
Ehlisünnet âlimleri, Kuran-ı Kerim ve Sünnette geçen bütün sıfatları kabul etme, iman etme ve hakiki manası üzere olup mecâz olmadığı konusunda icma etmişlerdir.

Ancak, bu âlimler keyfiyet isnad etmezler ve hiçbir sıfatı sınırlamazlar!

Ama bidat ehli, Cehmiyye ve Mutezile’nin hepsi ve haricilerin hepsi sıfatları inkâr eder ve hiçbir sıfatı hakikati üzerine hamletmezler. Bu sıfatları kabul edenlerin müşebbih olduklarını zannederler. Bunlar; sıfatları kabul edip, isnad edenlerin yanında mabudu nefyedenler olarak tanımlanırlar. Doğru olan, Allah’ın kitabının ve Resulünün de (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetinin söylediğini söyleyenlerdir. Onlar da Ehlisünnet vel cemaat imamlarıdır. Allah’a şükürler olsun.

Harmele bin Yahya rivayet etti dedi ki: Abdullah bin Vehb’i duydum diyordu ki; Malik bin Enes’i duydum şöyle diyordu: ”Kim ki Rabbi’ni şöyle vasıflarla vasıflarsa
Örneğin; [Yahudîler, «Allah’ın eli bağlıdır,» dediler.] bu ayeti okuyup eliyle boynuna işaret ederse ve diğer bir ayet-i kerime olan [O, her şeyi işitir ve görür.] deyip kulaklarına ve gözlerine ve ya bedeninden herhangi bir yerine işaret ederse, o işaret ettiği yeri kesilir. Çünkü o Allah’ı kendi nefsine benzetmiş olur.

Kaynak: (et-Temhid/18.cild/346-347.sayfa)

Ibn Abdilber ve akaid bahsinin önceki bölümleri:
1) https://islamkalesi.wordpress.com/2013/07/28/ibn-abdilber-ve-akaid-bahsi-1/
2
https://islamkalesi.wordpress.com/2013/08/11/ibn-abdilber-ve-akaid-bahsi2/

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn Abdilber ve Akaid bahsi(2)

İmam-ı Malik de te’vil yapıyor ona da sıfatları iptal eden diyebilecek misiniz ??? Mekan isnadi icin Abdilberden delil getirenler acaba şimdi Ibn Abdilbere sifatlari iptal ediyor, cehmiyedir gibi sözlerle itham edeceklermi??

Muhammed bin Ali el-Cebelî bize rivayet etti ki o Kayravan’da güvenilir Müslümanlardandır. Dedi ki: Bize Mısır’da Cami bin Sevade tahdis etti (söyledi) dedi ki: Mutarrif bize Malik bin Enes’ten tahdis etti ki: Malik bin Enes’e bu hadis soruldu: ”Allah, geceleyin dünya semâsına nuzul eder” İmam-ı Malik: ”Allah’ın EMRİ nazil olur.” dedi. İmam-ı Malik’in dediğinin doğru olabilme ihtimali vardır. Şu şekilde ki: rahmeti nazil olur, affı gerçekleşir ve duaları kabul eder. Bunlar Allah u Teâlâ’nın emirleridir (durumlarıdır/işlerindendir) yani en çok o vakitte gerçekleştirdiği işlerindendir. Allah en iyi bilendir. Bu yüzden, özellikle o vakitte dua edilmesine teşvik edilmiştir.Ebu Zer’in (radiyallahu anhu) hadisinden rivayet edilmiştir ki Ebu Zer ra şöyle demiştir: Ya Resulellah (sallallahu aleyhi ve sellem) dualar hangi gece daha makbuldür? Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: ”Son gecenin ortası” Bu da verdiğimiz görüşü destekleyicidir. Zeval vaktinde, yağmur yağarken ve bu vakitler gibi duaların mustecab (makbul) olduğu vakitlerde dua etmek mendub olduğu gibi, bu vakitte de (gecenin yarısı) dua etmek mendub oluyor. Allah en iyi bilendir.

Başkaları demiştir ki: (hâşâ) ”Allah kendi zatıyla iner” Ahmed bin Abdullah bize ihbaren dedi ki: onun babası ona şöyle söylemiş: Ahmed bin Halid bize tahdisen dedi ki; Yahya bin Osman bin Salih bize Mısır’da tahdisen dedi; NUAYM BİN HAMMAD’I duydum şöyle diyordu:”Nuzul hadisi Cehmiyye fırkasının görüşlerine reddiyedir. Yahya bin Osman bin Salih dedi ki: NUAYM şöyle dedi: ”Allah kursîsinin üstündedir, zatıyla iner” Ebu Ömer dedi ki: Nuaym bin Hammad’ın sözünün, Ehlisünnetten olan ilim ehlinin yanında bir değeri yoktur. Çünkü bu söz KEYFİYET demektir. Ehlisünnetten olan mana erleri Allah u Teâlâ hakkında keyfiyetten bahsetmekten (keyfiyet isnad etmekten) korkarlar. Çünkü keyfiyet, ancak ve ancak ihata edilebilen (kuşatılabilen) varlıklar içindir. Allah u Teâlâ da ihata edilmekten münezzehtir (yücedir). Gözlerin görmediği varlıkları akıl sahibi insanlar, yalnızca gelen haberler ile vasıflarlar. Allah u Teâlâ hakkında da makbul olan haberler Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i şeriflerdir. Bu ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde geçen haberleri de TEŞBİH (BENZETME), KIYAS, TEMSİL VE EŞ DEĞER (NAZÎR) yaparak haddi aşmamalıyız, çünkü ”O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O her şeyi işitir, görür.”
Kaynak: (et-Temhid/İbn Abdilber/7.cild/144-145.sayfa)

Görüldüğü gibi Imam İbn Abdilber Selefî-Vehhabilerin dediğinin zıttını söylüyor.

Bu konuyu iyi anlamak icin paylaşımın ilk kısmını(1. bölümü) da okumanızı tavsiye ederiz: https://islamkalesi.wordpress.com/2013/07/28/ibn-abdilber-ve-akaid-bahsi-1/

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İMAM-I MALİK (ra) VE EDEB

Malikî mezhebinin imamı Mâlik b. Enes rh .a . Medine’de, Mescid -i Nebî’de ders verirken Hz. Ömer r.a.’ ın hüküm ve meşveret için oturduğu yerde otururdu. Evi de büyük sahabi Abdullah b. Mes’ud r.a.’ ın oturduğu evdi. ( Ebu Nuaym , Hilyetu’l -Evliya, 6/346)

Salih zatlarla birlikte bulunmaya ayrı bir önem verir ve şöyle derdi:
“Kalbimde bir kasvet hissettiğim zaman Muhammed b. Münkedir’e gider, bir süre yüzüne bakarım. Bu, günlerce bana bir ibret ve nasihat olarak yeter.” (Kadı İyâd , Tertîbu’l – Medârik , 1/179)

Peygamber saygısının zirvesi

Kendisine talebelik etmiş olan İmam Şâfiî rh.a. anlatıyor:
Mâlik’in kapısında bağlı cins atlar ve bir de katır gördüm ve “ne güzel!” dedim. “Al, hepsi benden sana hibe olsun.” dedi. “Binmen için birini kendine ayır.” dedim; şöyle karşılık verdi:

– “Allah’ın Peygamberi’nin gezdiği toprakta hayvan sırtında gezmekten hayâ ediyorum.” (Aynı eser, aynı yer.)

Talebelerinden biri şöyle demiştir:
– “Mâlik bizimle beraber oturduğu zaman sanki bizden biriymiş gibi olur, bizimle beraber söze dalar, bizden daha çok tevazu gösterirdi. Fakat hadis-i şerif rivayetine başladığı zaman, artık sözü bizde heybet hissi uyandırır; sanki bizi tanımıyormuş, biz de kendisini tanımıyormuşuz gibi konuşurdu.” ( EbuZehra, İmam Mâlik , 53)

Hadis dersine çıkmadan önce abdest alır, güzel elbiselerini giyer, güzel koku sürünürdü. Ders boyunca vakar ve sekinetin muhafazasına dikkat ederdi.

Bir keresinde Ebu Hâzim’in meclisine gitmiş, yer bulamadığı için ayakta kalmıştı. Ebu Hâzim’in naklettiği hadisleri yazmadığını görenler bunun sebebini sorduklarında şöyle demişti:
– “Hz. Peygamber s.a.v.’in hadislerini ayakta iken almayı uygun görmedim.” (el- Halîlî , el- İrşâd , 26)

Ayakta iken, yürürken veya acele bir işi varken hadis rivayet etmekten hoşlanmaz ve şöyle derdi:
– “ Rasul -i Ekrem s.a.v.’den rivayet ettiğim hadisin anlamını iyi kavramak isterim.” ( Ebu Nuaym , a. g.e ., 6/347)

Categories: ahlak,edep ve benzeri konular | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Istiva hakkinda

Büyük muhaddis İmam-ı Dârekutnî’nin çağdaşı olan el-Hafız Ebû Hafs b. Şahin demiş ki: İki sâlih adam olan Câfer b. Muhammed ve Ahmed b. Hanbel, birçok kötü arkadaşlarının belâsına çarpılmışlardır. El-Hafız Ebül-Kasım b. Asâkir (Tebyinu kazıbi’l-müf- teri fimâ nüsibe ilâ-İmam Ebi’l-Hasani’l-Eş’arî) adlı kitabında bunu Hafız Ebu’l-Hasan’a isnad ederek demiş ki: Rafızîler, Câferi Sâdık b. Muhammed el-Bakır’ın onlardan berî olduğu birçok çirkin meseleleri kendisine isnad ettiler. Keza Ahmed b. Hanbel’in de, bâzı talebe ve tâbileri, Allah’ın cisim olduğu mânâsında birçok bâtıl sözü kendisine isnad etmişlerdir. Halbuki, Ahmed b. Hanbel bu sözlerden uzaktır. Şüphesiz îmam Ahmed ile ilk tâbilerinin, Kur’ân ve hadîste geçen birçok muhal tâbirleri, te’vil ettiklerini gösteren rivâyetler sabit olmuştur.

Takiyyüddin el-Husani, «Def u’ş-şübhe men teşebbehe ve temerrede ve nesebe zâlike ile’l-İmam Ahmed» adlı kitabında, açıkça der ki:
îmam Ahmed, Kur’ân-ı Kerim’deki
«Rabbin geldi» (Fecr sûresi, âyet: 22)
meâlinde olan âyetin hakikî mânâsının,
«Rabbin emri geldi» demek olduğunu söylemektedir.

Kadı Ebû Ya’lâ ise şöyle der:
îmam Ahmed, bu âyetten maksadın, Rabbin kudreti ve emri olduğunu söyler. Nitekim Allahü Teâlâ bunu,
«O kâfirler, Rabbinin emrinin gelmesini bekliyorlar» (Nahl sûresi, âyet: 33)
âyeti ile beyan eylemiştir. îlk âyet mutlak olup ondan mukayyed bir mânâ irade edildiğine işaret ediyor ve bu tâbirin üslubu, Kur’ân, hadîs, icma-i ümmet âlimlerinin kelâmında çokça geçer. Çünkü ilk âyetin zahirinden nakil anlaşılmaktadır. Nakil ise, Allah sübhanehu hakkında caiz değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘in, «Rabbim gecenin bir kısmında, dünya göğüne iner», buyurduğu hadîsin durumu da buna benzer; te’vil edilir. Bunu açıkça îmam Evzaî ile îmam Mâlik de söylemişlerdir. Çünkü intikal ve nakil, hâdis (yaratılmış) sıfatlardır. Azîz ve yüce Allah, zâtını hâdis sıfatlardan tenzih etmiştir.

Bu müteşabih âyete ve hadise benzeyip te’vili lâzım olan âyetlerden biri de Allahü Teâlâ’nm, «Allah, Arş üzerine istiva etti» âyet-i celîlesidir. Avam tabakasından biri, bunun mânâsını sorarsa, «Allah’ın, Arş üzerine istivası (istilâsı) malûmdur. Keyfiyeti ise (istilânın ne şekilde olduğu), bizce meçhuldür.

İbn Vehb demiştir ki:

“Biz İmam Malik’in yanında idik. Bir adam geldi ve: “Ey Ebu Abdullah! Rahman’ın Arş’a istivası nasıldır?” dedi. İmam Malik (r.a.) başını eğdi, buram buram terlemeye başladı ve dedi ki: “Rahman Arş’a istiva etti. Tıpkı nefsini vasfettiği gibi. Bu bakımdan “nasıl” diye sorulmaz. Çünkü “nasıl” ondan aldırılmıştır. Sen bid’at sahibi birisin. Çıkarın onu.”
(Beyhaki sahih bir isnadla İbn Vehb’ten rivayet etmiştir ve Yahya bin Yahya’dan da rivayet etmiştir ve lafızları şöyledir: ”istiva mechul değildir, keyfiyetin ALLAH U TEÂLÂ’YA isnadı akıl işi değildir, ona iman vacibtir, ondan sormak da BİDATTİR.”)
Gördüğünüz gibi bu rivayetlerde keyfiyet var da bilinmiyor değil KEYFİYET YOKTUR..!

Ona (istivaya) iman etmek vacip olup, ondan sual edilmesi, bid’attır diye kendisine cevap verilir. İmam Rebîa ancak bu şekilde cevap vermiş, talebesi Mâlik de, bu hususta, ona mütabaat etmiştir. Zira avam tabakası, Arapça olan istiva kelimesinden, zahire göre hâdis (sonradan olan) sıfatlardan olduğunu anlıyorlar. Halbuki Allah sübhanehu ve Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de «O’nun bir benzeri yoktur. O, hakkıyle işiten, kemâliyle görendir» (Şurâ sûresi, âyet: 11), diye kendini o sıfatlardan tenzih eylemiştir. Demek ki, Allah’ı zerre kadar bir şeye benzetmek, Kur’ân’a inanmamak demektir; Bundan küfür lâzım gelir.

İmamlar, mezkûr âyetteki, istivânın mânâsını sormanın bid’at olduğunun sebebini şöyle açıklamışlardır:
Fıkıh ve diğer bâzı ilimlere mensup olan birçok kimseler, müteşabih olmayan âyet ve hadîslerin mânâlarını idrak edemiyorlar; müteşabihlerin mânâlarını nasıl idrak edecekler? Müteşabih âyet ve hadîslerin mânâlarını ancak Allah sübhanehu bilir. Kur’ân ve hadîsler, âzîz ve yüce olan Allah’ı, yakışmayan sıfatlardan tenzih etmekle dolup taşmaktadır.
Allah’ın bir ismi de Kuddûs’tür (hissin duyduğu şeylerden münezzeh ve Zat-ı Bârisi noksan sıfatlardan beridir) . Bu ismin mânâsında, Allah’ın noksan sıfatlardan çok tenzih edilmesi ve teşbihi (benzetmeyi) hayale getirilmemesi işareti vardır. Allahü Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de, «(Ya Muhammedi) de ki: Allah, birdir, Her şey O’na muhtaçtır. Doğurmuş değil, doğurulmuş da değildir; O’na hiçbir kimse eş olmuş da değildir.» meâlen buyurduğu âyetlerde de, bu işaret vardır. Çünkü bu âyetlerden Allah’ın cinsiyet, cüz’iyet ve daha başka noksan sıfatlardan münezzeh olduğu anlaşılır.

İmam Ahmed, «Hadîsleri nakil olundukları gibi nakledin», diye buyuruyordu. Talebeleri, İbrahim el-Harbî, Ebû Davud ve Esrem gibi büyük tâbiin ve muhakkik âlimlerden olan Ebu’l-Hüseyin el-Münadi, Ebu’l-Hasan el-Temimî ile Ebu Muhammed Rızkullah b. Abdülvahhab ve bu mezhebin direklerini teşkil eden diğer âlimler, İmam Ahmed’in sözlerine göre hareket edip, kendisi Abbasî halifesinin işkencesine uğramadan önce ve daha sonra söylediği sözlere uydular. Zamanının halifesinin emri üzere kamçıyla dövülürken de, «(Allah ve Resûlü tarafından) denilmeyen sözü (Kur’ân mahluktur, sözünü) nasıl diyeyim?» derdi. Kur’ân-ı Kerim’de geçen mezkûr istiva kelimesinin mânâsı için «İstivânın mânâsı, Allah’ın irade eylediği gibidir.» diyordu, öyle ise, istivânın mânâsı hakkında Allah’ın sıfât-ı zatiyesi veya sıfât-ı fiiliyesindendir veya istivâ kelimesinin zahirine göre (oturmak) mânâsınadır, diye Ahmed b. Hanbel’den rivayet eden kimsenin ona iftira edip, aziz ve yüce Allah’ı kâinata benzetmek mânâsını ifade eden ve sarahaten küfür olan şeyleri ona isnad edenin muhasebesi Allahü Teâlâ’ya aittir. Çünkü ona, isnad edilen, Allah hakkındaki bu tür sözler, bizzat Allah’ın kendini o şeylerden tenzih eylediğine muhaliftir. Allah sapıkların söylediklerinden uzaktır.

EBU HAMID BIN MERZUK,BERA’ATÜ’L-EŞ’ARIYYIN, SAYFA 31-33

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ebu Hanife(ra) fazileti!(1)

Şafii imamlar’ından Şeyhülislam İbn Hacer el Heytemi’nin İmam Azam hakkında ki yazdığı Fıkhın Sultanı adındaki eserden alıntılar:

Hatip el-Bağdadi’nin Şafii hazretlerinden rivayet ettiğine göre İmam Malik hazretlerine, “İmam Ebu Hanife hazretlerini nasıl gördünüz ?” denildiğinde, “Evet. Öyle bir zat gördüm ki eğer mesela bu direğin altın olduğuna inansaydı, ona kesin bir delil getirmekten aciz kalmazdı” diye cevap vermiştir”

Başka bir rivayette bir zat, meşhur kimselerin çoğunu İmam Malik hazretlerine sormuş ve sözünün sonunda, “Ebu Hanife hazretleri için ne buyurursunuz?” deyince o da,”Subhanellah, onu başkalarıyla kıyaslamak mümkün müdür? Tallahi, ben ömrüm boyunca Ebu Hanife hazretlerinin benzerini görmüş değilim. Şu mescidin direğinin altın olduğunu iddia etseydi, iddiasının doğruluğunu için kabul edilir bir kıyas delili getirebilirdi”demiştir. Abdullah b. Mubarek dedi ki : Bir gün İmam Malik, ona layık gördüğü üstün hürmeti gösterip onu baş köşeye oturttu. O ayrildiktan sonra bize, “bu zat Ebu Hanife denilen Nu’man b. Sabir hazretleridir. Şu direk altındır dese gerçekten dediği gibi çıkar. Fıkıh ilminin en ince meselelerine dair hükümler çıkarmak, kendisine çok kolay kılınmıştır. Herkesin şaşırdığı meselelerde hiç zamet çekmeden doğru hükme ulaşır” dedi.

Daha sonra Sufyan-ı Sevri hazretleri geldi; ancak Ebu Hanife hazretlerinin oturduğu yere onu oturtmadı. Oda o meclisten ayrılınca onunda fakihliği ve faziletlerini anlattı. Talebelerinden Harmele’nin(Harmele b.Yahya et-Tuçibi el-Mısrı: Ebu Hafs künyesiyle anılır. İmam Şafii hazretlerinin dostlarının büyüklerindendir. Tuçib, müzarı sigasıyla kabile ismidir) rivayetinde İmam Şafii hazretleri,  “Fıkıh ilminde derinleşmek isteyen kişiler, Ebu hanife hazretlerinin sohbetlerne katılmalıdır. Çünki söz konusu ilim, ona kolay kılınmıştır”demiş; Rebi(Rebi b Süleyman el-Muradı el-Mısrı de İmam Şafii hazretlerinin önde gelen dostlarından olup onun telif ettiği eserleri rivayet etmekle meşhurdur. Hadis ilmi imamlarındandır. Dört Sünen sahibi ve diğer hadis alimleri kendisinden hadis rivayetleri almışlardır. İrtihali 270’te(884) vuku bulmuştur) rivayetinde “insanlar fıkıhta Ebu Hanife hazretlerinin çocuklarıdır” dedikten sonra, “Mâ raeytü ehaden efkahu minhu” buyurmuştur ki, “Ondann daha çok fıkıh ilmine aşina bir kimse bilmiyorum” demektir. Burada “raeytü”(görmedim), “alımtu”(bilmiyorum) manasındadır; “edrektu”(idrak etmedim,anlayamadım) değil. Çünki İmam Şafii, İmam Azam hazretlerine yetişmiş değildir. Bunun gibi İmam Şafii’nin, “Ebu Hanife hazretlerinin kitaplarını mütaala etmeyen kimse fıkıh ilminde derinleşemez” dediği rivayet edilmiştir.

Categories: Ebu Hanife(r.a.), Mezhep imamımız Ebu Hanife(ra) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ümmetimin ihtilafı rahmettir!

Dinimiz birlik ve beraberlik dini olduğu, her fırsatta birlik ve beraberliği muhafaza etmemiz emredildiği, bir ayet-i kerimede,”İhtilafa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılr, kuvvetiniz de elden gider[1] buyurduğu halde, ümmetin ihtilafı rahmet olması, birlik ve beraberliği emreden ayet ve hadislere zıt değilmidir??

Zıt değildir çünki ayrılığa düşmemenin emredildiği makamla, ihtilafta rahmetin olduğu makam birbirinden tamamen farklıdır. Hadisteki ihtilaf, yapıcı ihtilaftır. Yani herbiri kendi fikrinin yayılmasına çalışır. Başkasının tahribine ve ortadan kalkmasına değil. Belki tamamlanmasına ve yanlışları varsa düzeltilmesine çalışır. İşte hadiste kendisinde rahmet olduğu söylenilen ihtilaf budur. Ayrı düşenlerin birbirine düşmanca tavır içine girmesi, birbirini tahrip etmeye çalışması ise İslamiyette reddedilmiştir. Çünki birbiriyle mücadele edenler müsbet haraket edemezler[2]

Gerçekten de mezhep imamlarının hayatına baktığımızda, birbirlerinin tahribine değil, tamirine çalıştıklarını, hatta buna ters düşen teklifleri reddettiklerini görürüz.

Mesela Harunürreşid, İmam Malik hazretlerinin eseri olan el-Muvatta kitabını Kabe-i Muazzama’ya astırıp bütün müminleri onun gereğince amel etmeye mecbur etmek isteyince İmam Malik buna rıza göstermemiş ve, “Ey müminlerin emiri, bunu emretmeyin. Çünki Resulullah’ın ashabı bazı fürûlarda ihtilaf ederek memleketlere, beldelere dağılmışlardır”demiştir. Büyük alimlerin ihtilaf etmesi ise Allah tarafından şu ümmete verilmiş büyük bir rahmettir. Her biri, kendi yanında sabit olan delil ile amel ettiğinden doğruluktan pay almış ve hidayet nuruna kavuşmuşlardır.[3]

Bunun böyle olduğu ,yani başkasın tahribine ve ortadan kalkmasına çalışılmadığı, alimlerin sözlerinde de açıkça ortadadır. Bir kaç missal verecek olursak:

İmam Mazeri diyorki: Fürû meseleleri hakkında her iki tarafın da hak üzere olduğu görüşünü bir çok fıkıhçi ve kelamcı tercih etmiştir ve bu dört mezhep imamından da rivayet edilmiştir. Her müctehidin ecir kazanmış olduğu hakkındaki hadisi şeriflede bu iddiaya delil getirilir. Çünki isabet olmasaydı hiç ecir olmaması gerekirdi….

Kadı İyaz hazretleri Sıfâ’sında, “bizim katımızda hak ve doğru olan, bütün büyük müctehidlerin isabet ettikleri hükümdür”diyor. Cem’u’l-Cevamı adlı eserin sahibi, “Kelam alimleride buna katılmışlardır ve bizler inanırız ki Ebu Hanife, Malik,Şafii, Ahmed b. Hanbel hazretleriyle Sufyan b. Üyeyne, Sufyan-ı Sevri, Evzai, Muhammed b. Cerir ve diğer imamların hepsi tam manasıyla hidayet üzeriydiler. Her biri hakkında düşmanları tarafından bugz ve hasetle birtakım sözler söylenmişse de bu sözlere asla iltifat edilmemiştir. Çünki bu faziletli büyük kimselerin nail olduğu ledunni ilimler, rabbani faziletler ve dini gayretlerinden gelen yüceliklerin kendilerine kazandırmış olduğu şanlı büyüklük idrakın alabileceği şeylerden değildir. Bunların yüksek derecesinin yüzde birini bile elde etmek sonradan gelenlere mümkün olmamıştır” diyor.[4]

[1] Enfal suresi,46
[2] Uhuvvet Risalesi,26-27
[3] Ibn Hacer el Heytemi,Fıkhın Sultanı, sayfa 57
[4] Ibn Hacer el Heytemi,Fıkhın Sultanı, sayfa 59-60

Categories: Mezhebe bağlılık, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İMAM MALİK(R.A) VE TEVESSÜL…!


Hamd Allaha,Salat ve selam onun Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve şerefli sahabilerine(r.a) olsun!

Değerli kardeşlerimiz,Şefaati inkar eden vehhabi akidesine ehli sünnet nezdinde cevap vermeye devam ediyoruz.Gördüğünüz resim İmam Kadi İyadin(r.a) “Eş Şifa “isimli kitabinin 288-289 cu sayfalaridir.Bu sayfalarda İmam Kadi İyad(r.a) hasen bir senetle şöyle der:

« يا أبا عبد الله، أستقبل القبلة ، وأدعو أم أستقبل رسول الله – صلى الله عليه وسلم – ؟
فقال : ولم تصرف وجهك عنه ، وهووسيلتك ، ووسيلة أبيك آدم – عليه السلام – إلى الله – تعالى – يوم القيامة ؟ بل استقبله ، واستشفع به ، فيشفعه الله. قال الله تعالى : {وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَسُولُ لَوَجَدُوا اللهَ تَوَّابًا رَحِيمًا} »

Hac yapıp Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin kabrini ziyaret eden halife Mansur, İmamı Malik r.a şöyle dedi: Ya Eba Abdellah! Kıbleye

dönerek mi yoksa Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme dönerek mi dua edeyim?

İmamı Malik dedi: Niçin yüzünü ondan çeviriyorsun? Halbuki O, senin ve baban Âdem’in, Allah’a vesilesidir. Bilakis O’na dön ve O’nu şefaatçi kıl, Allahu teala O’nu senin hakkında şefaatçi kılsın.

Allahu teala buyurdu: “Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisa: 64)

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.