Posts Tagged With: risale

Sünnetin delil oluşu (3)

Üçüncü Grup Ayetler:

Bu gruptaki âyetler, Hz. Peygamber (s.a.v)’e emir ve nehiylerinde mutlak olarak uymanın vâcib, O’na ita­atin Allah’a itaat olduğunu gösteren, kendisine muhalefetten ve sün­netini değiştirmekten sakındıran âyet-i kerîmelerdir.

Allah Teâîâ, buyurmuştur ki: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ki, merhamet olunasınız.”[1]
“De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer itaatten yüz çevirir­seniz (şüphesiz bilin ki) Allah kâfirleri sevmez.”[2]

“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü’ne itaat edin. Dinlediğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde, işittik diyenler gi­bi olmayın.”[3]

“Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. İsyandan sakının. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, biliniz ki, Rasûlümüze düşen, sadece apaçık tebliğdir.”[4]

“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; yoksa dağılırsınız ve gücünüz gider. Sabredin; şüphesiz Allah, sabredenler­le beraberdir.”[5]

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Peygambere de itaat edin. (İnkâr ve isyanlarla) amellerinizi boşa çıkarmayın.”[6]

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere) de itaat edin. Herhangi bir konuda ihtilâfa düştüğünüzde, eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Al­lah’a ve Rasûlü’ne götürün. Böyle yapmanız, sizin için daha hayırlı ve sonuç olarak daha güzeldir.”[7]

Kâd-ı Iyâz (544)1149), Atâ’dan, İbn Abdilberr (463/1071) Beyâni’l-İlim’de ve Beyhakî (458/1066) el-Medhal’de Meymun b. Mihran’dan, şunu rivayet etmişlerdir: “Bir dâvayı Allah’a götür­mek, onu Kitabı’na arzetmektir.”

İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Alimlerin bir kısmı, âyette geçen ulü’l-emirden maksadın, Rasûlullah’ın düşmanı takibe gönder­diği seriyyelerin başındaki insanlar olduğunu söylemiştir. En doğru­sunu Allah bilir. Bize verilen haber böyle. Allah daha iyisini bilir; bu, şöyle diyenin sözüne benziyor: ‘Mekke civarında yaşayan Araplar, disiplinli yönetim bilmezlerdi. Bir idarî disiplin içinde, bazısının di­ğerlerine itaat etmesini gururlarına yediremezlerdi. Allah Rasûlü’ne itaatle boyun eğdiklerinde, bu itaati, Rasûlullah’tan başkası için uy­gun görmüyorlardı. Bunun için Rasûlullah’ın başlarına tayin ettiği idarecilere itaat etmeleri emredildi. Bu, mutlak mânâda bir itaat de­ğildir. Kendileri ve idareciler için istisnaları vardır. Bunun için: ‘Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz,, onu, Allah’a ve Rasûlü’ne götürün (onların talimatına göre halledin)’ buyurdu.” Al­lah, en doğrusunu bilir. Ulü’l-emre itaatten sonra böyle emir verilme­si, onlarla halk arasında bazı anlaşmazlıkların olacağını ve bunun hâl çaresinin, Allah ve Rasûlü’ne götürmek olduğunu gösteriyor ve âyet şunu da ifade ediyor: İhtilâfa düştüğünüz zaman, bu konuda Al­lah ve Rasûlü’nün hükmünü biliyorsanız, onlara arzedin; eğer bilmi­yorsanız, yanına vardığınızda Rasûlullah’a veya sizden onunla bulu­şan birisine sorun. Çünkü bu, kimsenin itiraz etmediği bir farzdır. Ayet-i kerîme’de: “Allah ve Rasûlü, herhangi bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek ve kadın için o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.”[8] buyuruhnuştur.

Rasûlullah (s.a.v)’ın vefatından sonra, bu şekil bir çekişmeye düşen kimse, meseleyi, önce Allah’ın (Kitabı’nda getirdiği) hükmüne, sonra da Rasûlü’nün (sünnetiyle ortaya koyduğu) kararına götürür. Eğer o konuda, Kitab ve sünnette veya herhangi birinde bir hüküm ve açıklama yoksa, başka âyet-i kerîmelerde belirtildiği gibi Kitab ve sünnete dayanarak kıyasa gider.[9]

Hafız İbn Hâcer (852/1448), Fethu’l-Bâri adlı eserinde, önce ulemânın, âyette bahsedilen ulül-emrin kimler olduğu hakkındaki ihtilâflarını açıklıyor ve ulü’l-emr, idareciler mi yoksa âlimler midir? görüşleri içerisinden birinci gurubun tercihe şayan olduğunu belirtip bir önceki âyetin de buna delâlet ettiğini söylüyor. Bu âyet şudur: “Allah size, mutlaka, emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde, adaletle hükmetmenizi emreder.”[10]

Daha sonra şunları naklediyor: Âyet-i kerîme’de, hakikatte ita­at edilen sadece Allah Teâlâ olmakla birlikte ”Allah’a itaat edin,” şeklinde itaat fiilinin tekrar edilmesi ve bunun ulü’l-emr için ayrıca kullanılmaması, mükellef olunan şeylerin kaynağının sadece Kur’ân ve sünnet olduğunu göstermek içindir. Sanki şöyle denilmiş oluyor:

“Kur’ân’ın size emrettiği konularda, Allah’a itaat edin. Ayrıca Kur’ân’dan açıkladığı konularda ve sünnetiyle ortaya koyduğu
hu­suslarda Peygambere de itaat edin.”

Yahut âyetin mânâsı şöyle olur:
“Tilâvetiyle ibâdet yapılan vahiyle (Kur’ân’la), size emrettiği şeylerde Allah’a itaat edin ve Kur’ân olmayan vahiyle (sünnetle), size emrettiği şeylerde de Peygambere itaat edin…”

Tâbiîn’den bir zâtın, Benî Ümeyye idarecilerinden birine verdiği cevap ne kadar güzeldir. İdareci, kendisine: “Allah Teâlâ, ‘ve sizden olan idarecilere itaat edin,’ âyetinde sizin bize itaat etmenizi emret­miyor mu?” diye sorunca, o zât:

“Hayır, siz, hakka muhalefet ettiğiniz için size itaat ortadan kalkmıştır. Çünkü, aynı âyetin devamında: ‘Herhangi bir konuda
an­laşmazlığa düşerseniz -eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız-onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürün,’ buyurulmaktadır.[11]  Sizse bunu yapmadınız,” demiştir.[12]

Şerefüddîn et-Tayyîbî (743 h.), demiştir ki:[13] “Allah Teâlâ: ‘Peygambere itaat ediniz/ buyururken, itaat ediniz fiilini ikinci kez zikretti ki, Hz, Peygambere mutlak ve müstakil olarak itaatin vâcib olduğu anlaşılsın. Fakat ulü’l-emir’de aynı emir tekrarlanmadı. Al­lah Teâlâ, bununla, idareciler içinde kendisine itaatin vâcib olmaya­cağı kimselerin de bulunabileceğine işaret etmiş ve bu: Aranızda herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüz zaman, onu, Allah ve Rasûlü’ne götürünüz,’âyetiyle açıklamıştır.”

Âyette, sanki şöyle denilmiş oluyor: “Eğer idarecileriniz, hakka uymazlarsa, onlara itaat etmeyin ve ihtilâfa düştüğünüz şeyi (hallet­mek için) Allah’ın ve Rasûlü’nün hükmüne müracaat edin.”

Îbnu’l-Kayyım (751/1350), demiştir ki: “Allah Teâlâ, kendisine ve Rasûlü’ne itaati emretti. Peygambere emrettiklerini, Kitab’a (Kur’ân’a) arzetmeksizin, bizatihi kendisine itaatin vâcib olduğunu bildirmek için ‘Peygambere de itaat ediniz,’ buyurarak ‘itaat’ emrini tekrarladı. Hz. Peygamber (s.a.v), bir emir verdiği zaman, o emir Kur’ân’da bulunsun bulunmasın, mutlak ve müstakil olarak kendisi­ne itaatin vâcib olduğunu bildirdi. Çünkü O’na Kitab ve beraberinde benzeri değerde sünnet verilmiştir.

Allah Teâlâ, ulü’l-emre müstakil olarak itaati emretmedi. Aksi­ne fiili hazfedip onlara itaati, Peygambere itaatin içinde emretti. Bu­nunla onlara, ancak Peygamberin itaatine bağlı olarak itaat edilece­ğini, onlardan, Peygamberin taatine uygun emir verene itaatin vâcib; onun getirdiği hükümlerin tersine emir verenlere hiçbir şekilde itaat etmenin gerekmeyeceğini bildirmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), sahih hadislerinde şöyle buyurmuştur:

Yaratana isyanda, kula itaat yoktur:’[14] ‘İtaat ancak hayırda olur.’[15]

İdareciler hakkında: ‘Sizden kim, bir günahı emrederse, asla kendisine kulak verilmez ve itaat edilmez,’[16] buyurmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.v)’e, başlarındaki komutan ateşe girmelerini emretmiş, ona girmek isteyen bazı kimseler kendisine haber verilince:
‘Eğer ona girselerdi, bir daha ondan çıkamaz, Cehennemde de ondan kurtulamazlardı,’[17] buyurmuştur.

Halbuki onlar, ateşe, komutanlarına bir itaat olarak giriyorlar­dı ve bu emre uymanın, kendilerine vâcib olduğunu zannediyorlardı.

Fakat onlar, yanlış ve noksan içtihad yaptılar, Allah’a isyan olan bir emre uymaya kalktılar, Rasûlullah (s.a.v)’tan o konuda bir emir gelmemesine ve dinde de bu iş yasak olmasına rağmen onlar, her konuda emre itaat gerekir, fikrine vardılar; böylece içtihadlarında hata ve acze düştüler. ‘Bu yaptığımız, Allah ve Rasûlü’ne bir itaat midir, yoksa değil midir?’ diye hiç araştırmaksızın, nefislerine azap etmeye ve onu helake kalkıştılar. Onlar, bunu bilmediklerinden de ol­sa, emre itaat ediyoruz diye yaptılar. Sonunda, yukarıdaki tehditle karşılaştılar. Bunun yanında bir de Allah’ın, Peygamberiyle gönder­diklerine apaçık ters düşen konularda, bir başkasına itaat eden kim­senin hâlini düşün!..

‘Sonra Allah Teâlâ, rnü’minlere -eğer imanlarında sâdık iseler-anlaşmazlığâ düştükleri şeyleri, Allah ve Rasûlü’ne götürmelerini emretti ve böyle yapmalarının, dünyada kendileri için daha hayırlı, âhirette de sonucun daha güzel olacağını bildirdi.’

‘Bu âyet-i kerime, birçok şeye işaret etmektedir:

1- Mü’minler, bazen muhtelif konularda ihtilâf ve anlaşmazlığa düşebilirler; ancak bununla, imandan çıkmış olmazlar.

. 2- Âyet-i kerîme’de: ‘Herhangi bir şeyde çekişmeye düşerseniz…’ şeklindeki şartın, umumîlik ifade eden bir kelime ile zikredilmesi, küçük-büyük, açık-gizli, mü’minlerin anlaşmazlığa düştüğü herşeyi içine almaktadır. Şayet anlaşmazlığa düşülen şeylerin hükmü, Al­lah’ın Kitabı’nda ve Rasûlü’nün sünnetinde açıklanmasaydı veya bunlar kâfi gelmeseydi Allah, onlara götürme emrini vermezdi. Çün­kü Allah Teâlâ’nın, bir anlaşmazlık olunca, onu bu çekişmeyi halle­demeyecek bir mercie götürmeyi emretmesi mümkün değildir.

3-  Ümmet, dâvayı Allah’a götürmenin, O’nun Kitabı’na arzet-mek, Rasûlullah (s.a.v)’a götürmenin ise hayatta iken kendisine, ve­fatından sonra da sünnetine arzetmek olduğuna icmâ etmişlerdir.

4- Allah Teâlâ, herhangi bir anlaşmazlık hâlinde, meseleyi Allah ve Rasûlü’ne götürmeyi, imanın bir gereği ve zarureti yapmıştır. Öyle ki, bu arz yapılmayınca iman da ortadan kalkacaktır. Bir şeyi gerektiren sebebin yok olmasıyla, ona bağlı olanın da yok olması gibi. Özellikle bu iki şey arasındaki mülâzemet ve gereklilik daha kuv­vetlidir. Çünkü bu, iki taraflıdır. Onlardan birisi yok olursa, diğeri de ortadan kalkacak durumdadır.

Sonra Allah Teâlâ, meseleyi, Allah ve Rasûlü’ne arzetmenin, kendileri için daha hayırlı ve sonuç olarak da daha güzel olduğunu bildirmiştir.”[18]

Allah, kendisine rahmet etsin; müellif, kitabında çok güzel pit ve çok doğru izahlarda bulunmuştur. Rasûlullah (s.a.v)’a itaati emreden âyetleri sunmaya devam edelim:

Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Ey iman edenler! Sizi hayat ve­ren şeye çağırdıklarında, Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin. Biliniz ki, muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Şüphesiz O’nun huzu­runda hasredileceksiniz.”[19]

“Biz, her peygamberi, -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı çok fazla affedici, esirgeyici bulurlardı.”[20]
“Peygamber size neyi verdi ise onu alıp yapın; sizi neden sakın­dırdı ise ondan da sakınıp kaçın.”[21]

“Kim, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse işte onlar, Allah’ın ken­dilerine lütûflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.”[22]

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Al­lah, işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim, Allah ve Rasûlü’ne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”[23]

“Muhakkak ki sana bîat edenler, ancak Allah’a biat etmektedir­ler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Artık kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah, ona büyük bir mükâfat verecektir.”[24]

“Biz, seni insanlara Peygamber olarak gönderdik, şahid olarak Allah yeter. Kim, Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına koruyucu ve gözetici gönder­medik.”[25]

İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, yukarıdaki son iki âyette, onların Hz. Peygamber (s.a.v)’e bey’atlarının kendine yapılan bey’at, ona itaatlerinin de kendine yapılan itaat olduğunu bildirmiştir.”[26]

Yine Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Kim, Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere koya­caktır. Onlar, orada devamlı kalacaklardır. İşte en büyük kurtuluş budur. Kim de Allah ve Peygamberi’ne isyan eder ve Allah’ın koydu­ğu sınırları aşarsa, Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”[27]

“(Ey müzminleri) Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek (savaştan veya baş­ka bir işten) sıvışıp gidenleri, muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu se­beple, O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesin­den veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsın­lar.”[28]

“Kendisine doğru yol belli olduktan sonra, kim, Peygambere karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola girerse, onu, gi­diği yolda ve sapıklıkta bırakırız; âhirette de Cehenneme sokarız. O, ne kötü bir yerdir.”[29]

“Kim, Allah’a ve Peygamberi’ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.”[30]

“Şu muhakkak ki Allah, kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onla­ra çılgın bir azap hazırlamıştır. Onlar, orada ebedî olarak kalacak­lar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklar­dır. Yüzleri ateşte eurilip çevrildiği gün, ‘Eyvah bize! Keşke, Allah’a itaat etseydik. Peygambere de itaat etseydik,’ derler.”[31]

“inkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğ ru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı gelenler, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır. Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. (İnkâr ve is­yanla) amellerinizi boşa çıkarmayın.”[32]


[1] Âl-iİmran, 132.

[2] Âl-iİmran, 32.

[3] Enfal, 20-21.

[4] Mâide, 92.

[5] Enfal, 46.

[6]Muhammed, 33.

[7] Nisa, 58.

[8] Ahzâb, 36.

[9]Şafiî, Risale, 78-81.

[10] Nisa, 58.

[11] Nisa, 59.

[12] Keşşaf, I, 535 (Bahsedilen Tâbiî’nin Ebû Hazim, idarecinin de Mesieme b. Abdilmelik olduğu zikredilmektedir. Müt.)

[13] Bu zat, Keşşafa yazdığı Fütûhu’l-Gayb fi’l-Keşfi an  Gınâî’r-Rayb adlı altı ciltlik haşiyesi ile meşhur bir ehl-i sünnet âlimidir. (Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 549. Müt.)

[14] Müslim, îmâret, 39; Ebû Dâvud, Cihad, 87; Nesâî, Bey’ât, 34.

[15] Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmaret, 40.

[16] Buhârî, Ahkâm, 4; Ebû Dâvud, 87.

[17] Nesâî,Bey’ât:,34.

[18] İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkiîn, I. 54.

[19] Enfal, 24.

[20] Nisa, 64.

[21]Haşr, 7.

[22] Nisa, 69.

[23]Ahzâb, 70-71.

[24] Fetih, 10.

[25] Nisa, 79-80.

[26]Şâfii, Risale, 82.

[27] Nisa, 13, 14.

[28] Nûr, 63.

[29]Nisa, 115.

[30] Enfal, 13.

[31] Ahzab, 64-65.

[32] Muhammed, 32-33.

[Sünnetin delil oluşu, Abdülgani Abdülhalık ]

Categories: Dinimizin kaynakları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Sünnetin delil oluşu (2)

İkinci Grup Ayetler:

Bu gruptaki âyetler, Rasûlullah (a.s)’m, Kitab’ı (Kur’ân’ı) açıklayıcı -Allah’ın hükmüne uygun olarak-, Allah Teâlâ katında makbul olacak şekilde şerh edici olduğunu ve Hz. Pey-gamber’in ümmetine Kitab’ı ve hikmeti (sünneti) öğrettiğini gösteren âyet-i kerîmelerdir.

Biz, hikmete, İmam Şafiî ve başkalarının dediği gibi sünnet mânâsını verdik. Hikmetin de Kur’ân mânâsına geldiğini kabul etme durumunda, Rasûlullah’m (s.a.v) onu ümmetine öğretmesinden anla­şılması gereken, Kur’ân’ı şerh, mücmelini beyân ve müşkilini tavzih etmesidir. Bu da O’nun Kitab’a getirdiği sözlü, fîîlî ve takriri açıkla­malarının delil olmasını gerektirir. Şimdi ilgili âyetleri görelim:

Allah Teâlâ, buyurur ki: “İnsanlara kendilerine indirileni açık­laman için sana Kur’ân’ı indirdik. Belki düşünüp anlarlar.”[1]

“Biz bu Kitab’ı sana, sırf hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi in­sanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidâyet ve rahmet olsun diye indifdik.”[2]

“Nitekim kendi içinizden size, âyetlerimizi okuyan, sizi kötülük­lerden temizleyen, size Kitab’ı ve hikmeti ta’lim edip bilmediklerinizi öğreten bir Rasûl gönderdik.”[3]

“And olsun ki, içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan (kötülük ve küfür kirinden) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere bü­yük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar, daha Önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[4]

“(Okuma yazma bilmeyen) ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları küfür ve isyan kirlerinden temizleyen, onl­ra Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Şüphe­siz onlar, Önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.”[5]

“Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere in­dirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilin ki Al­lah, herşeyi hakkıyla bilmektedir,”[6]

“Allah, sana, Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti, Allah’ın sana ihsanı çok büyüktür.”[7]

“(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, herşeyin iç yüzünü bilen ve herşeyden haberdar olandır.”[8]

İmam Şafiî (r.h) (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, ‘Kitab’ deyince Kur’ân’ı, ‘hikmet’ ile de -görüşlerine katıldığım ehl-i Kur’ân âlimlerin dediği gibi- Rasûlullah’m sünnetini kasdetmiştir. Bu gö­rüş, Kur’ân’ın ifadesine uymaktadır. Allah, en iyisini bilir. Çünkü Kur’ân, Önce Kitab’ı, peşinden hikmeti zikretmiştir. Allah Teâlâ da kendilerine, Kitab ve hikmeti öğretmekle kullarına yaptığı ihsanı zikretmektedir. Allah, en doğrusunu bilir. Buradaki hikmetin, Rasûlullah’ın sünnetinden başka bir şey olduğunu söylemek de uy­gun değildir. Sebebi şudur: Allah Teâlâ, hikmeti, Kitab’la yanyana zikretmiştir. Ayrıca Peygamberine itaati ve herkese onun emrine uy­mayı farz kılmıştır. Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinden baş­ka hiçbir söz için ‘farz’ denilmesi caiz değildir. Bunun sebebi de Al­lah Teâlâ’nın, Rasûlü’ne imanı, kendisine iman ile beraber zikr ve emretmesidir.”[9]

İmam Şafiî (r.h), bu ifadeleriyle şunu açıklamak istiyor: Allah Teâlâ, bütün bu âyetlerde hikmeti, Kitab üzerine atfederek zikret­miştir. Atıfla, yanyana zikredilen iki şey aynı olmayacağı için bura­daki hikmet, sünnettir. Ayrıca hikmetin, Kitab ve sünnetin dışında başka bir şey olması da sahih değildir. Çünkü Allah Teâlâ, bize hik­meti öğreterek ihsanda bulunduğunu bildirmiştir. Böyle bir ihsan, ancak doğru, gerçek ve katındaki ilmine uygun bir şeyle olabilir. Şu halde hikmet, Kitab (Kur’ân) gibi uyulması gereken bir şeydir. Özel­likle Allah Teâlâ’nın, hikmetle Kitab’ı beraber zikrettiğini düşünür­sek, söylediğimiz daha rahat anlaşılır. Hem Allah Teâlâ, bize, ancak Kitabı’na ve Rasûlü’nün sünnetine uymamızı emretmiştir. Şu halde hikmetin sünnet olduğu ortaya çıkmaktadır.


[1] Nahl, 44.

[2] Nahl,64.

[3]Bakara, 151.

[4]Âl-i İmrân, 164.

[5]Cura’a, 2.

[6] Bakara, 231.

[7]Nisa, 113.

[8]Ahzâb, 34.

[9] İmam Şafiî, Risale, 78.

[Sünnetin delil oluşu, Abdülgani Abdülhalık ]

Categories: Dinimizin kaynakları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ümmetimin ihtilafı rahmettir!

Dinimiz birlik ve beraberlik dini olduğu, her fırsatta birlik ve beraberliği muhafaza etmemiz emredildiği, bir ayet-i kerimede,”İhtilafa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılr, kuvvetiniz de elden gider[1] buyurduğu halde, ümmetin ihtilafı rahmet olması, birlik ve beraberliği emreden ayet ve hadislere zıt değilmidir??

Zıt değildir çünki ayrılığa düşmemenin emredildiği makamla, ihtilafta rahmetin olduğu makam birbirinden tamamen farklıdır. Hadisteki ihtilaf, yapıcı ihtilaftır. Yani herbiri kendi fikrinin yayılmasına çalışır. Başkasının tahribine ve ortadan kalkmasına değil. Belki tamamlanmasına ve yanlışları varsa düzeltilmesine çalışır. İşte hadiste kendisinde rahmet olduğu söylenilen ihtilaf budur. Ayrı düşenlerin birbirine düşmanca tavır içine girmesi, birbirini tahrip etmeye çalışması ise İslamiyette reddedilmiştir. Çünki birbiriyle mücadele edenler müsbet haraket edemezler[2]

Gerçekten de mezhep imamlarının hayatına baktığımızda, birbirlerinin tahribine değil, tamirine çalıştıklarını, hatta buna ters düşen teklifleri reddettiklerini görürüz.

Mesela Harunürreşid, İmam Malik hazretlerinin eseri olan el-Muvatta kitabını Kabe-i Muazzama’ya astırıp bütün müminleri onun gereğince amel etmeye mecbur etmek isteyince İmam Malik buna rıza göstermemiş ve, “Ey müminlerin emiri, bunu emretmeyin. Çünki Resulullah’ın ashabı bazı fürûlarda ihtilaf ederek memleketlere, beldelere dağılmışlardır”demiştir. Büyük alimlerin ihtilaf etmesi ise Allah tarafından şu ümmete verilmiş büyük bir rahmettir. Her biri, kendi yanında sabit olan delil ile amel ettiğinden doğruluktan pay almış ve hidayet nuruna kavuşmuşlardır.[3]

Bunun böyle olduğu ,yani başkasın tahribine ve ortadan kalkmasına çalışılmadığı, alimlerin sözlerinde de açıkça ortadadır. Bir kaç missal verecek olursak:

İmam Mazeri diyorki: Fürû meseleleri hakkında her iki tarafın da hak üzere olduğu görüşünü bir çok fıkıhçi ve kelamcı tercih etmiştir ve bu dört mezhep imamından da rivayet edilmiştir. Her müctehidin ecir kazanmış olduğu hakkındaki hadisi şeriflede bu iddiaya delil getirilir. Çünki isabet olmasaydı hiç ecir olmaması gerekirdi….

Kadı İyaz hazretleri Sıfâ’sında, “bizim katımızda hak ve doğru olan, bütün büyük müctehidlerin isabet ettikleri hükümdür”diyor. Cem’u’l-Cevamı adlı eserin sahibi, “Kelam alimleride buna katılmışlardır ve bizler inanırız ki Ebu Hanife, Malik,Şafii, Ahmed b. Hanbel hazretleriyle Sufyan b. Üyeyne, Sufyan-ı Sevri, Evzai, Muhammed b. Cerir ve diğer imamların hepsi tam manasıyla hidayet üzeriydiler. Her biri hakkında düşmanları tarafından bugz ve hasetle birtakım sözler söylenmişse de bu sözlere asla iltifat edilmemiştir. Çünki bu faziletli büyük kimselerin nail olduğu ledunni ilimler, rabbani faziletler ve dini gayretlerinden gelen yüceliklerin kendilerine kazandırmış olduğu şanlı büyüklük idrakın alabileceği şeylerden değildir. Bunların yüksek derecesinin yüzde birini bile elde etmek sonradan gelenlere mümkün olmamıştır” diyor.[4]

[1] Enfal suresi,46
[2] Uhuvvet Risalesi,26-27
[3] Ibn Hacer el Heytemi,Fıkhın Sultanı, sayfa 57
[4] Ibn Hacer el Heytemi,Fıkhın Sultanı, sayfa 59-60

Categories: Mezhebe bağlılık, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.