Posts Tagged With: cisim

Istiva ayetinin tefsiri(videolu)

İstiva âyetlerini kafalarına göre yorumlayan ve Allah u Teala’nın Arşın üstünde olduğunu (haşa) ve cisim olduğunu söyleyen vehhabilere reddiye mahiyetinde bir tefsir.

Videoyu izlemek icin: https://www.youtube.com/watch?v=HjenR170jno&feature=youtu.be 

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Ebu Hanife Tefvid görüşü üzeredir

İmam Ebu Hanife Numan bin Sabit (rahimehullah) (Hicri: 80-150) Tefvid görüşü üzeredir:
İmam şöyle buyurmuştur:

“Allah u Teala’nın kelamı vardır bizim kelamımız gibi değil, işitir bizim işitmemiz gibi değil, Allah u Teala’nın kelamı harf ve aletlerle değildir. Harfler mahluktur ama Allah’ın kelamı mahluk değildir. Allah u Teala vardır ama hiçbir varlığa benzemez. Allah u Teala hakkında “var” demek yani: cisim, cevher, araz, had (sınır,nihayi noktalar) bir eşi, misli ve benzeri olmaksızın var demektir. Kuran-ı Kerimde zikrettiği üzere yed, vecih ve nefs diye sıfatları vardır. Kuran-ı Kerimde zikrettiği yed, vecih ve nefs gibileri O’nun keyfiyetsiz sıfatlarıdır. Yed sıfatı kudreti ve ya nimetidir denilmez, çünkü burada sıfat iptali olur, bunlar kaderciler ve mutezilenin görüşüdür. Lakin Yedullahi demek O’nun bir sıfatıdır ve keyfiyetsizdir, aynı şekilde Allah’ın rızası ve gazabı da O’nun keyfiyetsiz birer sıfatıdır.”
(Fıkhul Ekber/26)

Aynı şekilde zahiri manaları nefyederek, şöyle buyurmuştur:
“Allah u Teala’nın yakınlığı ve uzaklığı mesafe uzunluğu ve ya kısalığı değildir. Ancak değer vermek (ikramda bulunmak) ve değer vermemek (önemsememek) manasındadır. İtaatkar olan Allah u Teala’ya keyfiyetsiz olarak yakındır, günahkar ise keyfiyetsiz olarak Allah u Teala’dan uzaktır”
(Fıkhul Ekber/67)

İşte İmam-ı Azam Ebu Hanife hz lerini mücessim olarak gösterenler utansın. Muhakkak ki o tenzih üzere olan tefvid ehlidir.
Zahir manaya tutunup tecsim ve teşbih ehli olanlara apaçık bir reddiyede bulunmuştur.
Ehlisünnetin görüşü tefvid değildir diyenlere…

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Kerrâmîyye

Başları olan Ebu Abdullah şöyle demiştir: Mabud, Arşın üzerinde karar kılmıştır. Zat olarak üst cihettedir. O’na cevher adını vermiş ve Azâbu’l-kabr adlı kitabında Allah Teâlâ’ın Zât olarak da, cevher olarak da bir olduğunu dile getirmiştir. O, Arş’a temas etmektedir. Hareket etmesi, dönüşmesi ve Arşından inmesi caizdir. Bazılarına göre O, Arş’ın bir kısmı üzerindedir. Bazılarına göre Arş, O’nunla dolmuştur. Bu fırkanın geç dönemdeki men­suplarına göre Allah Teâlâ cihet bakımından üstte, Arş hizâsındadır.

Bilâhare aralarında ihtilafa düşmüşler ve Abidiyye şu görüşü savunmuş­tur: O’nunla Arş arasındaki uzaklık ve mesafe vardır; öyle ki arasının cevher­lerle dolu olduğu takdir edilse ona bitişecektir. Muhammed b. el-Heysam ise şöyle demiştir: O’nunla Arş arasında sonsuz bir mesafe vardır. O, âlem­den ezelî bir farklılıkla ayrılır. Ona göre belli bir mekâna yerleşmesi ve aynı hizada olması söz konusu değildir. Üstte bulunuş ve ayrılık ise mevcuttur.

Kerrâmiye mensuplarının çoğunluğu Allah Teâlâ hakkında cisim kav­ramını kullanmıştır. Ehl-i Sünneti’e yakın olan kesimleri ise şöyle demişler­dir: Bizim cisim ile kasdettiğimiz, Zâtı ile kâim olmasıdır. Cismin onlara göre tanımı budur. Bu esas üzerine, kendi zâtları ile kâim olan iki varlığın birbirleriyle yahut da ayrı olması gerektiği hükümünü dayandırmışlardır. Bazılarına göre O, Arş’a bitişiktir, bazılarına göre ise ondan ayrıdır. Kimi zaman şunu da söylemişlerdir ki, her iki mevcûddan birinin diğeriyle olan ilişkisinin, ya arazın cevher karşısındaki durumu gibi olması gere­kir; yahut da ötekine göre bir cihette yer alması gerekir. Allah Teâlâ araz olamaz, çünkü Zâtı İle kâimdir. Şu halde âlemin bir cihetinde bulunması gerekir ki en yüce ve değerli olan yön üsttür. Buna göre O, Zâtı ile üstte­dir. Görüldüğü zaman da en üstte görülür.

Ardından O’nun varlığının sınırı üzerinde fikir ayrılığına düşmüşler­dir. Mücessime arasında Allah Teâlâ için altı yönden sınırın varlığını iddia edenler olmuştur. Kimileri ise sadece bir yönden, yani alttan nihayeti sınırın varlığını etmiştir. O’nun için sınırı inkâr edenler de olmuş ve O’nun Azîm olarak sonsuz olduğunu söylemişlerdir.

Azametin anlamı üzerinde de ihtilâfa düşmüşlerdir. Kimilerine göre azameti, Arş’ın bütün kısımlarını tek başına kaplamasıdır. Arş, O’nun altındadır. O, cihet bakımından herşeyin üstündedir. Bazılarına göre ise azametinin anlamı, kendisi bir olmakla beraber birçok yönden Arş’a mülâki olmasıdır. O, Arş’ın her tarafına mülâkidir. Çünkü O, Ulu ve Azîm’dir.

[Imam eş-Şehristani, el-Mihel ve’n-Nihal]

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Vehhabi imami Useymin’den Allah’a cisim isnadı!!

usaymin cisim
El Useymîn Ibni Teymiyye’ye ait olan « El Wâsitiyya » eserinin serhinde soyle diyor :

« Allâh’in ru’yetullâh’i (cennette Onu görmeyi) inkar edenler için makul delillere gelince, soyle demisler : Eger Allâh kendini gösteriyorsa demek ki bir cisim olmasina mecburdur. Ve cisim Allâh için imkansizdir çünkü bu tesbih ve temsile bulastiriyor.
Onlara reddiye : Eger Allâhi görmek için bir cisim olmasina gerekiyorsa o zaman öyledir, ama kesinlikle mahlukatlarin cisimlerine benzemedigini biliyoruz çünkü Allâh kur’ânda soyle buyuruyor : { Leyse kemislihi sey’un, wa Huwas-semî`u’l-Basîr}

Bu sapığa Ahmed bin Hanbel’den (radiallahu anh) cevap:

1) « إن الأسماء مأخوذة من الشريعة واللغة، وأهل اللغة وضعوا هذا الاسم على ذي طولٍ وعرضٍ وسمكٍ وتركيبٍ وصورةٍ وتأليف والله تعالى خارج عن ذلك كله، فلم يجز أن يسمى جسمًا لخروجه عن معنى الجسمية، ولم يجىء في الشريعة »

Imâm Ebû’l-Fadl Et-Temîmîya ait « i’tikâdu’l Munâbel Ebî ‘Abdillâh Ahmed bin Hanbel, sayfa 45 » kitâb’inda rivayet ettigine göre, imâm Ahmed bin Hanbel Allâh’a cisim verenlere söyle diyerek redd ediyor :
«isimler seriattan ve (arapça) lugattan alinmistir , oysa lugatin uzmanlari cisim kelimesi uzunluk, genislik, kalinlik, bilesim ve resim sunan her seye verildigini belirtiyorlar. Ve Allâh bunlardan münezzehtir. Demek ki Ona cisim vermek yasaktir cünki ondan münezzehtir, ayrica bu ifade Allâh’in isimlerinden oldugunu belirtilmemistir »

https://islamkalesi.wordpress.com/2012/06/24/imam-ahmed-bin-hanbel-allah-cisim-degildir/ ]

2) وقال الإمام أحمد رضي الله عنه :”من قال الله جسم لا كالأجسام كفر” رواه عن الإمام أحمد أبو محمد البغدادي صاحب الخصال من الحنابلة كما رواه عن أبي محمد الحافظ الفقيه الزركشي في كتابه “تشنيف المسامع” المجلد 4 ص 684.

Imâm Ahmed Ibn Hanbel – radiyallâhu `anhu soyle buyurdu : ” kim ki Allâh cisimdir ama cisimler gibi degil derse kâfirdir ” .
[bunu nakleden : imâm Ahmed Ebû Muhammed El-Bagdâdî ‘ el hisâl minel hanâbila ” adli eserinde; imâm El-Hâfiz Ez-Zerkesî ” tesnîfu’l masâmi` ” adli eserinde cilt.4 sayfa 684]

Categories: Istiva/tevil, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Allahu Tealaya bir yön izafe eden küfre düşer( Ibn Hacer el-Heytemi)

heytemi kapak1 heytemi sayfa1

Zekeriyya el-Ensarî’nin talebesi, hicrî 974 yılında vefat etmiş olan İmam Şihabuddin İbn Hacer el-Heytemî eş-Şafiî, Minhacu’l-Kavîm isimli eserinin 224. sahifesinde buyuruyor ki:

Biliniz ki el-Karafî ve başkaları eş-Şafi, Malik, Ahmed ve Ebu Hanife’den rivayet etmiştir ki, Allah onlardan razı olsun, her kim Allahu tealaya bir yön izafe eder yahut cisim isnad ederse, o küfre düşer. Ve onlar (bu ulema) böyle söylemekte haklıydı.

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Muhammed Salih Ekinci Hocaefendi İle Sıfatlar ve Mecaz Üzerine

-Akide müslümanın hayatında en temel esas olduğuna göre akideyi muhafaza etmek de müslümanın temel vazifelerinden birisi. Fakat bazen de akideyi koruyacağım diye akideyi bozucu durumlar meydana geliyor. Mesela sıfatlar meselesinde bu çokça yapılıyor. Kur’an ve Sünnette geçen Allah celle celâluhu’ya ait sıfatları nasıl anlamalıyız? Selef nasıl anlamıştır? Ve günümüzde Selef’in anlayı

şını sürdürdüğünü söyleyen insanlarla gerçekte Selef’in anlayışı arasındaki farklar nedir?

Hocaefendi: Şimdi sıfat meselesinde sahabe ve tabiinin ilk dönemlerinde herhangi bir ihtilaf yoktu. Tabiin döneminin sonlarına doğru bu konuda bir takım ihtilaflar çıkmıştır. Sahabe ve tabiinin ilk dönemlerinde ihtilafın çıkmamasının sebebi onların akideyi bizzat Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den almasıdır. Onlar akideyi sağlam anlamışlar ve sağlam aktarmışlar. İkincisi onların Arap dilini çok iyi bilmeleriydi. Onlar aralarında konuşurken muhataplarının kastettiği manayı nasıl anlıyorlarsa Kuran ve Sünnetteki lafızların da muradını öylece anlıyorlardı. Sonradan tabiinin son dönemlerinde Arapçada ucmet yani yabancılık, karışıklık meydana geldi. Karışıklık çıkınca dilde anlamlar da farklı anlaşılmaya başlandı. Dil karışınca bazı insanlar sahabe ve tabiin gibi Kur’an ve Sünnet’teki lafızları anlamamaya başladılar. Mesela Kur’an-ı Kerim Arapça diliyle geldiğinden dolayı Arapların üslubunda gelmiştir.

Arap dilinde ve hâkezâ her dilde hakikat, mecaz ve kinaye vardır. Sahabeler hakikati hakikat, mecazı mecaz, kinayeyi de kinaye anlamışlar. Ama sonradan gelenler Arapça’nın sahih anlayışı azalmaya başlayınca bazı mecâzî ifadeleri hakikat gibi anlamışlar. Mesela Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları hakkında birçok ayetlerde mecaz olarak gelmiştir. Sahabeler de nasıl ki kendi aralarında konuştukları zaman bu ifadeleri mecaz olarak anlıyorlarsa yine aynı şekilde bu tür ifadeleri de mecaz olarak anlamışlardır. Mesela yed meselesi. Kur’an-ı Kerim’deتبارك الذي بيده الملك buyruluyor. Mülk damme ile milk değil, ikisi ayrı şeyler. Mülk saltanat-ı mülkiyet demektir, milk ise mal demektir. Ama tabii Türkçede mala mülk denilir, o ayrı. Bakın orada “Mülk elindedir” deniliyor. Bu tabiri hem Araplar hem de Arap olmayanlar mecâzî olarak anlarlar. Yani saltanat sahibi demektir. Burada bu kelam Cenâb-ı Hakk’ın her şeye mâlik olduğu, her şeye gücü ve kudreti yettiğini ifade etmek için gelmiştir. Yoksa hâşâ Allah Teâlâ’nın bir eli olduğunu ifade etmek için gelmemiştir. Mesela Türkçe’de de deriz ki; şehir falanın elindedir. Hakikaten elinde midir? Bu kelamda o kişiye bildiğimiz el mi isnad edilmektedir, yoksa saltanat ve idarecelik mi isnad edilmektedir? Maksud hangisidir? Saltanat ve idarecilik isnad etmektir. Bu ayet-i kerime de bunu ifade etmek için inzal olunmuştur. Ama bazı insanlar hâşâ Allah’ın yed’i anlamışlar.

Mesela Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm “İnsanın kalbi Rahman’ın iki parmağı arasındadır. İstediği gibi çevirir” buyuruyor. Burada maksat Cenâb-ı Hakk’ın parmağı olduğunu ispatlamak değildir, insanın kalbinde kudret ve iradesini ispatlamaktır. Araplar da bunu mecâzî olarak anlamıştır. Çünkü bunu zahiren anlarsak o halde Cenâb-ı Hakk’a hâşâ milyarlarca parmak lazım gelirdi. Her insanın kalbinde iki parmak olduğuna göre siz sayıyı düşünün. Bunu akıllı insan diyebilir mi? Birde Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de sıfatları bir şekilde istimal etmemiştir. İlim, kudret, kibriyâ, azamet, rahmet ve gazab gibi sıfatları kendisine isnâd-ı tâm yoluyla isnad eylemiştir. İsnâd-ı tâm’ı biliyorsunuzdur sarf ve nahivden. ان الله عليم بما تعملون mübtedâ haber, fiil ve faildir. İşte bu isnad-ı tâmdır. رحمهم الله و غضب عليهم mesela böyle hep isnâd-ı tâm yoluyla isnâd edilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın bu şekilde kendine isnad eylediği sıfatları biz de Allah Teâlâ’ya isnad eyliyoruz. Ama mesela yed, parmak, kadem gibi lafızlar ise izafe yoluyla söylenmiştir, isnad yoluyla değil. İkincisi bu lafızların geçtiği ayetlerde bu lafızların zahirini Allah’a isnad etmek için değil, belki başka bir şeyi Allaha isnad etmek için söylenmiştir. Mesela تبارك الذي بيده الملك ayetinde maksud saltanat ve hakimiyeti Allah’a ispatlamak içindir, yoksa eli ispatlamak için değildir. Hâşâ Allah Teâlâ’nın baldırı vardır diye ne Araplar, ne sahabe ne de bir kimse böyle anlamıştır. İşte işin aslı problem Allah’ın kendisine izafe yoluyla nisbet ettiği tabirlerdedir. İşte biz bunları selim bir bakışla anlamalıyız ki zahir mana vermeden tecsim ve teşbihe düşmeyelim. Bu ifadeler mecâzîdir, edebî kinayelerdir. Böyle olduğu için sahabeler Peygamberimize bunu hiç sormamışlar.

-Hiç konuşmamışlar değil mi hocam?

Hocaefendi: Tabii. Niye konuşsunlar ki? Biz şimdi birbirimizle konuşurken soruyor muyuz neyi kastettin diye. İşte onlar da aynı şekilde mecazları mecaz, hakikatleri hakikat, kinâyeleri kinâye olarak anlıyorlardı. Sorun sonradan çıkmıştır. Ucmetin yani yabancılığın Arapça’ya girmesiyle bazı kişiler bu meseleleri yanlış anlamışlardır.

-Hocam, bazıları şöyle diyorlar: Allah madem ki kendine el, gökte olmak gibi şeyleri isnad etmiştir. O halde biz de deriz ki; “Allahın eli vardır ama şanına layık bir eldir, göktedir ama şanına layık bir şekilde göktedir.” Böyle bir şey söylenebilir mi? Sahabeden veya tabiinden böyle bir nakil gelmiş mi?

Hocaefendi: Şimdi gök meselesi ayrı mesele ona şimdi girmeyelim. Ama mesela yed kelimesini tercüme ederek söylemek de caiz değildir. Çünkü ayetlerdeki yed el anlamında değildir ki böyle diyesiniz? Kelamın tümü başka bir manayı ifade ediyor o ayetlerde. Tabii bunlar Kur’an’da geçtiği için mesela علي عين, باعيننا, لما خلقت بيدي, بايدينا gibi. Bunlar müfred, tesniye ve cemî olarak gelmiştir. İşte bu yüzden bazı selef-i salihinden zatlar bunlara sıfat tabirini kullanmıştır. Mesela demişlerdir ki; yed, kadem, ayn gibi tabirler birer sıfattır ama biz muhtevasını bilmeyiz. Onlar âzâ, uzuv olduğunu nefyediyorlar, fakat hakkında hiçbir şey söylemeden maksudun ne olduğunu açıklamadan kabul ediyorlar.

-Yani te’vil-i icmâlî yapıyorlar.

Hocaefendi: Evet. Uzuvdan nefyediyorlar, sıfat diyorlar ama manasını Allaha havale ediyorlar. Ama iş burada kalsa iyi. Bazıları eldir ama bizim gibi değil, gözdür ama bizimki gibi değil gibi sözler söylemişler. Ben bu tabiri beğenmiyorum. Kanaatime göre bu şekilde tabirler kullanmak caiz değildir. Çünkü bu söyleyişte sanki uzuvdur ama bizim gibi uzuv değildir gibi mana yatıyor. Menhecü’l Eşâire adlı kitabımda da yazmıştım bu meseleyi. Ayağı vardır ama insan ayağı gibi değildir, eli vardır ama insan eli gibi değildir denmez. Ama rahmet sahibidir ama insanın ki gibi değildir, gazab sahibidir ama insanın ki gibi değildir denilir. Çünkü bunlar manevi sıfatlardır, âzâ değildir. Ben bu tabiri tasvip etmiyorum.

-Peki seleften var mı böyle söyleyen?

Hocaefendi: Bazıları kullanmışlar.

-Hocam mecazı kabul etmeme meselesi İslam tarihinde ne zaman ortaya çıktı?

Hocaefendi: Şimdi ne zaman ortaya çıktığı çok da mühim değildir, çoktan vardır ama ilmî görüşler içinde bu görüşten daha düşük bir görüş yoktur. Çünkü bir defa Arap dili değil sadece hiçbir dil mecazsız yaşamaz, fesahat mecazsız meydana gelmez. Mecazsız dil olmaz. Mesela Cenâb-ı Hak buyuruyor ki; واحفظ لهما جناح الذل من الرحمة züll’ün bir kanadı var mıdır? Yoktur. Yine buyurur; ذق انك انت العزيز الكريم ehl-i cehennem azîzü’l kerim midir? Demek istiyor ki; siz aziz ve kerimsiniz tadın bakalım ateşi! Alay ediyor yani. Burada şimdi bunu mecaz kabul etmezsek neye hamledeceğiz bunu?

-Akıl kabul etmiyor yani.

Hocaefendi: Tabii. Sayılmayacak kadar misal verilebilir bu mevzuda. Bizim konuşmalarımızın bile hemen hemen yarısı mecazdır. Hatta bazıları demişlerdir ki kelamın çoğu mecazdır, hakikat çok azdır. Yani mecaz yoktur demekten daha düşük bir görüş yoktur.

Categories: Istiva/Itikat, Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imam Muhammed Mayarrah(ra) ve Akidesi!!


Hamd Allaha,Salat ve selam onun Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve şerefli sahabilerine(r.a) olsun!

Değerli kardeşlerimiz,Ehli Sünnetin temel akidelerini açiklamakla vehhabi zihniyyetine cevap vermeye devam ediyoruz.Gördüğünüz resim Maliki mezhepinin büyük alimlerinden Muhammed Mayarrahin(r.a) “Ed Durrut Temin vel Mavridul Main” adli kitabin 32-33 sayfalaridir.Bu sayfalarda Imam Muhammed(r.a) diyor ki:

« أَجمعَ أَهْلُ الحَقِّ قَاطِبَةً على أنَّ الله تَعالى لاجِهَةَ له، فلا فوقَ ولا تحتَ ولايمينَ ولا شمالَ ولا أمامَ ولا خَلْفَ »

Ulema(ilim ehli) Allahin (belli bir)yönünün,sağinin,solunun,önünün,arkasinin,yukarisinin,aşağisinin bulunmadiğina dair icma etmişlerdir.

Categories: Istiva/Itikat, Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Allahin mekandan ve zamandan münezzeh olduguna bilimsel aciklama!!

Vehhabiler Allaha mekan isnad etmeleri ve bunu batıl oldugunu bir astrofizikci bile anlamis ama bazi sahsiyetler kavriyamamis. Simdi bu astrofizikcinin dedigini ve bununla beraber bizim alimlerimizden bir kac delil ile destekliyelim insallah

Hem maddeyi hem de zamanı yaratmış olan, yani her ikisinden de bağımsız bir varlık olmalıdır. 
Ünlü Amerikalı astrofizikçi Hugh Ross bu gerçeği şöyle açıklar:

Eğer zaman ve madde, patlamayla birlik te ortaya çıkmışsa, o zaman evreni meydana getiren “nedenin”, evrendeki zaman ve mekandan tamamen bağımsız olması gerekir!!

[Hugh Ross, Cosmos and the Creator, 1993, s. 112]

Bu astrofizikc bu evreni ve herseyi meydana getiren “nedenin” mekandan ve zamandan bagimsiz oldugunu savunuyor, ki bu astrofizikcinin meydana getiren “neden”olarak adlandirdigi seye biz ALLAHHHHHH  diyoruz!!

bunu bide bira kac  ehli sunnet alimleri tarafindan destekliyelim insallah:

1-Abu Mansur el Bağdadi El farku Beynel Firak adlı kitabında söyle demişti
Onlar (alimler) O’nun mekansız var olduğu ve üzerinden zaman geçmediği hususunda birlleşmişlerdir (icmaa meydana gelmiştir )
Allah Ondan razı olsun Müminler Emiri Ali şöyle demiştir : ” Allah arşı Kudretinin Azametini Göstermek için yaratmıştır. Kendine mekan edinmek için değil” Yine O, Şöyle demiştir: ” O ( Allah ) herhangi bir mekan yok iken vardı. O şimdi de ( mekanları yarattıktan sonra da ) ezelde olduğu gibi vardır. (mekansızdır)”

2-İmam-ı Azam Ebu Hanife rahimehullah el-Fıkhu’l Ebsat‘ta Allah-u Teala nerededir? sorusuna Yaratılmadan önce mekan yoktu,halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiçbiri yokken , ”nerede” mefhumu mevcut değilken Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır ” cevabının verilmesini ister.

3- Maliki mezhepinin Büyük alimlerinden Şeyh Ebu Velid Muhammed ibni Ahmet İbn Rüştün(r.a) “El Medhal” isimli kitabinin 3-cü cildinin 181-ci sayfasinda  diyor ki:

« فلا يقال أين ولا كيف ولا متى لأنه خالق الزمان والـمكان »

“Zamanin ve Mekanin yaradicisi hakkinda nerde?nasil?ve ne zaman? sorulari sorulmaz”

bunun hakkinda istiva/itikat basligi altinda bir cok delil sunduk. Zamanla yenilerini eklicez insallah 

Categories: Istiva/Itikat, Istiva/tevil, Vehhabi Fitnesi, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imâm Bin Furak : « Allâh bir mekanda cisimlesmez »

« لا يجوز على الله عز وجل الحلول في الأماكن لاستحالة كونه محدودًا ومتناهياً وذلك لاستحالة كونه مُحدَثاً »

« Muskilu’l-hadîs » kitâbinda (sayfa 74), imâm Bin Furak söyle buyuruyor :
« Allâh’in mekanlarda cisimlesmesi imkânsizdir, Kendisi sinirli veya sona ermesine imkânsiz oldugu için, ve kendisi hayâta girmesi imkânsiz oldugu için »

Categories: Istiva/Itikat, Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , ,

Ebu Ya’la’nin Hanbeli taifesinin üzerine sıçması!!


Hafiz Ibnü’l Esir’in < El-Kamil> adli eserinin Hicri 429 yılında vaki olan hadisler bahsindeki açıklaması:
Bu tarihde Ebu Ya’la(yukardaki ikinci cümledeki geçen alim)’nin kitabında Allahın sıfatlarından bahsederken kendisinin, Allah’ın cisim olduğunu itikat ettiği anlaşıldığı için, Bağdat alimleri onu inkar ettiler. Zahid olan Ebu’l-Hasanu’l-Kazvini, Bağdat’taki Mansur camii’ne gelerek bu kitabın konusu hakkında bir açıklama yaptı. Allah, zalimlerin uydurdukları sözlerinden çok uzaktır.

Hicri 458 yılında, vaki olan hadiseler bahsinde bu hususta şöyle der:

Ebu Ya’la oldu. O, Allah’ın sıfatları hakkında <Kitabu’s-Sıfat> adli kitabı telif etmiş; içine acayib görüşler almıştı. Kitabın çeşitli bablarında yaptığı tertib(ve açıklamalar) tecsime(Allah’a) cisim isnat etmesine) delalet ederki, Allah, dediği o sözlerden uzaktır.

İbn Temimi el-Hanbeli, der ki:

-Ebu Ya’la el-Ferra, Hanbeli taifesinin üzerine öyle bir sıçmış ki onu şu bile temizliyemez!

[Ebu Hamid bin Merzuk,Bera’atü’l-Eş’ariyyin,sh.42]

Categories: Istiva/Itikat, Istiva/tevil, Mezhep, Tahrifler, Vehhabi Fitnesi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.