Posts Tagged With: meded

“Ihtilaflı” olan tevessül hakkında bir açıklama

Tevessül meselesinde tartışılan ihtilaflı taraf, birisinin kendi amellerinin dışında, bir şahsı vesile etmesi ile alakalıdır. Mesela “Allah’ım! Ben sana peygamberin Muhammed Mustafa’yı vesile ediyorum, ya da Ebubekir’i, Ömer’i, Osman’ı, Ali’yi vesile ediyorum” demesi caiz midir değil midir diye ihtilaf edilmiştir. Bazıları işte bu çeşit tevessülü caiz görmemiştir.

Bizce, burada görünüşte bir ihtilaf vardır; durum sadece şeklîdir. Zira tevessül, nihayetinde bir insanın amelleriyle tevessül etmesi anlamına gelir. Bu çeşit tevessülü de anlattığımız gibi herkes kabul etmiştir. Meseleyi, inat ve ön yargıyla değerlendirme âdeti bir kenara bırakılırsa, Müslümanlara şirk ve sapkınlık ithamıyla saldırmaya sebep olan her şeyin kendiliğinden ortadan kalktığı görülecektir.

Birazdan açıkça anlaşılacaktır ki bir şahıs ile tevessül eden kimse, aslında onun yapmış olduğu amelleri vesile edinmektedir. Bir kimse birisini vesile ediniyorsa; onun salahına, velayetine ve faziletine olan hüsnü zannından kaynaklanan bir sevgiden dolayıdır. Yani bu kişinin Allah’ı sevdiği ve onun yolunda çalıştığını ya da:
يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ
“Allah onları sever, onlarda Allah’ı” (Maide 54) ayeti kerimesinde işaret edilen, Allah’ı seven ve Allah’ın da kendisini sevdiği bir kul olduğuna olan inancından dolayı onunla Allah’a tevessül etmektedir.

Dikkatli düşünüldüğünde, vesile edilen şahsa karşı duyulan bu muhabbet ve güvenin, onun işlediği salih ameller yüzünden olduğu anlaşılır. Yani tevessül eden kişi, tevessül ettiğinde sanki şöyle demiş olmaktadır: “Allah’ım! Ben falan kişinin seni sevdiğine senin için amel edip yolunda çalıştığına inanıyorum. İnanıyorum ki sende onu seviyorsun ve ondan razısın. İşte bunun için onu seviyor ve ona olan muhabbetimden dolayı şöyle şöyle yapmanı istiyorum.”

Tevessül eden kişi, yaptığı ile bunu demek istemiştir. Ama yerde ve göklerde olan her şeyi, gözlerin görmediği, kalplerde gizli olanları bilen Allah’tan hiçbir şeyin gizli olmadıklarını da bilirler. Bu yüzden çoğu zaman, böyle uzun uzadıya ifadeler kullanmadan, kısaca “onu vesile ediyorum” demekle yetinirler.

Bir kimsenin “Allah’ım! senin peygamberini vesile kılıyorum” demesi ile “Allah’ım! Senin peygamberine olan sevgimi sana vesile kılıyorum” demek arasında hiçbir fark yoktur. Zira ilk ifadeyi de söylemesi de sadece peygambere olan iman ve muhabbeti sebebiyledir. Bu muhabbet olmasa zaten onu vesile kılmazdı. İşte evliyullahı vesile edinmek, aynen peygamberlerle yapılan bu tevessül gibidir.

Bu anlattıklarımız vesile edinme konusundaki ihtilafın sadece sureta bir ihtilaf olduğunu ve hakiki olmadığını göstermektedir. Bu durumda, bu tefrika ve oluşan suni düşmanlıklara, vesile yolunu tutan kimseleri küfürle ve dinden çıkmakla itham etmeyi gerektirecek hiçbir mahal kalmamaktadır
سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ
“Allah’ım seni tenzih ederim bu büyük bir iftiradır” (Nur 16)

[Seyyid Alevi el Maliki, Mefahim]

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

ez-Zehebi teberrük bahsinde şöyle bir mütalada bulunur:

“Ahmed bin Abdülmünim birçok defa bize nakletmiştir. O şöyle demektedir: “Ebû Cafer Saydalani yazılı olarak (kitabeten) Ebû Ali Haddad’tan, o da huzuren (yazılı değil sözlü) Ebû Naim el-Hafız’dan, o da Abdullah bin Cafer’den, o da Muhammed bin Asım’dan, o da Ebû Üsame’den, o Ubeydulah’tan, o Nafi’den, o da İbni Ömer’den nakletmiştir: (O, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’nin kabrine el sürmeyi mekruh görürdü) “Ben diyorum ki bu bir edepsizlik sayılacağı için mekruhtur.” Ahmed bin Hanbel’e Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kabrine el sürmek ve öpmenin hükmünden sorduklarında bunda bir beis olmadığını söylemiştir. Bunu oğlu Abdullah bin Hanbel rivayet etmiştir. Eğer, “Sahabe böyle bir şey yapmış mıdır” diye sorulacak olursa şöyle cevap vermek mümkündür: “Sahabeyi Kiram onu hayattayken görmüş ve yeteri kadar beraber olmuşlardır. Ellerinden öpmüş, abdest suyunu kapışmış ve hac yaptığı zaman onun saçlarını bölüşmüşlerdi. Burnunu temizlediği zaman çıkanları birisi elleriyle yakalayarak yüzlerine bile sürmüşlerdi. Onun kabrine sürekli gelerek, saygıyla el sürmek ve öpmek arzusu, bizlere böyle bir imkân nasip olmadığı içindir. Görülmüyor mu ki sabit el-Benani “Bu eller Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’nün ellerine dokunmuştur” dediğinde, Enes bin Malik onun ellerini öpüp nasıl başına koymaktadır. Bu gibi işler sadece ve sadece Allah resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’ne olan muhabbetin taşkınlığından kaynaklanmaktadır. Zira her Müslüman Allah’ı ve resulü’nü kendisinden, evlatlarından, tüm insanlardan, malından, cennetten ve hurilerden daha fazla sevmek ile yükümlüdür. Hatta her bir mümin Hz. Ebûbekir ve Hz Ömer’i kendilerinden daha fazla severler. Nerede kaldı peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-.Bize aktarıldı ki Cindar, Bika dağı tarafında ikamet etmekteydi. Orada bir adamın Hz. Ebûbekir-radıyallâhu anh-’a hakaret edip sövdüğünü işitmişti. Bunun üzerine derhal kılıcını sıyırarak o adamın yanına gitmiş ve boynunu vurmuştu. Eğer kendine ya da babasına sövüldüğünü işitseydi elbette ki o adamın kanını dökmeyi mübah kabul etmezdi. Sahabeyi kiramın, nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbetlerinin taşkınlığından dolayı “Sana secde edelim mi?” diye sormalarının sebebi iyi anlaşılmalıdır. O -sallallahu aleyhi ve sellem- “hayır” diye cevaplamıştı ama eğer ki izin verseydi hepsi ona ibadet için değil, tazim için secde edeceklerdi. Aynı Yusuf -aleyhisselâm-’ın kardeşlerinin Yusuf’a secdesi gibi. Bir Müslüman, nebi –sallallahu aleyhi ve sellem-’nin kabrine secde edecek olsa bile bu şekilde değerlendirilmelidir. Secde eden kişi elbette haram işleyip asi bir günahkâr olur. Ama tekfir edilmemelidir. Bunu söylemek ile böyle bir secdenin yasak olmadığını kastetmiyoruz. Kabirlere doğru kılınan namazlarda aynı böyledir.”

[Ez-Zehebi “Mucemu’ş-Şuyuh” 1/73–4 ]

Categories: Teberrük | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ömer’in (radiallahu anh) uzaktaki orduya Allahin izniyle yardim etmesi!

Hâfız Ebû Nüaym’ın ve İmâm Beyhekî’nin Delâilu’n-Nübüvve’lerinde de rivâyet ettikleri ve İbnü Hacer’in el-İsâbe’de isnâdının hasen olduğunu söylediği haberde şöyle denilmektedir:

{ عَنْ عَمْرِو بْنِ الْحَارِثِ قَالَ بَيْنَمَا عُمَرُ يَخْطُبُ يَوْمَ الْجُمُعَةِ إِذْ تَرَكَ الْخُطْبَةَ فَقَالَ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ مَرَّتَيْنِ أِوْ ثَلَاثًا ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَى خُطْبَتِهِ فَقَالَ بَعْضُ الْحَاضِرِينَ لَقَدْ جُنَّ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ فَدَخَلَ عَلَيْهِ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَوْفٍ وَكَانَ يَطْمَئِنُّ إِلَيْهِ فَقَالَ إِنَّكَ لَتَجْعَلُ لَهُمْ عَلَى نَفْسِكَ مَقَالًا بَيْنَا أَنْتَ تَخْطُبُ إِذْ أَنْتَ تَصِيحُ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ أَىُّ شَيْئٍ هَذَا قَالَ وَاللهِ إِنِّى مَا مَلَكْتُ ذَلِكَ رَأَيْتُهُمْ يُقَاتِلُونَ عِنْدَ جَبَلٍ يُؤْتَوْنَ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ فَلَمْ أَمْلِكْ أَنْ قُلْتُ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ لِيَلْحَقُوا بِالْجَبَلِ فَلَبِثُوا إِلَى أَنْ جَاءَ رَسُولُ سَارِيَةَ بِكِتَابِهِ أَنَّ الْقَوْمَ لَقُونَا يَوْمَ الْجُمُعَةِ فقَاتَلْنَاهُمْ حَتَّى إِذَا حَضَرَتِ الْجُمُعَةُ سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِى يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ مَرَّتَيْنِ فَلَحِقْنَا بِالْجَبَلِ فَلَمْ نَزَلْ قَاهِرِينَ لِعَدُوِّنَا إِلَى أَنْ هَزَمَهُمُ اللهُ وَقَتَلَهُمْ… }

“Amr İbnu Hâris’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Ömer radıyallahu anhu Cuma günü (Medine’deki minberden) hutbe îrâd ederken birden hutbeyi bıraktı ve iki veya üç kerre ‘Ey Sâriye dağa dikkat, dağdan kendini koru, ey Sâriye…’ dedi. Sonra da hutbesine döndü. Orada bulunanların bazısı ‘Cinnet geçirdi; O kesinlikle bir mecnûndur’ dedi. Bunun üzerine Abdurrahman İbnu Avf yanına girdi. O’na kalbi mutmain olan bir kimseydi. O’na, ‘İnsanların senin aleyhinde konuşmalarına sebebiyet veriyorsun; Hutbe îrâd ederken, Ey Sâriye dağa dikkat et, dağdan korun!… diye bağırmaya başladın; nedir bu?’ Ömer radıyallahu anhu da ‘Vallahi kesinlikle kendi elimde dedildim, onları dağın yanında harb ederken gördüm. Önlerinden ve arkalarından onlara geliniyordu. Elimde olmayarak, dağa yetişmeleri içün Ey Sâriye dağa dikkat et, dağdan korun… dedim’ dedi.

Nihâyet, Sâriye’nin elçisi, O’nun mektûbunu getirdi; onda şöyle yazılıydı: Düşman ordusu Cuma günü bizimle karşılaştı. Onlarla harb ettik. Nihâyet Cuma gelince, iki defa ‘Ey Sâriye!.. Dağa dikkat, dağdan kendinizi koruyun’ diye bağıran birini işittik. Bunun üzerine dağa yetiştik ve Allah onları bozguna uğratana ve helak edene kadar düşmanlarımıza hep ğâlib olmaya devâm ettik…”

[Ebû Nüaym, Delâilü’n-Nübüvveh (H:526,527,528) [Lafız O’nundur], Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvveh (2/346), el-Lâlikâî, Şerhu Usûli İ’tikâdi Êhli’s-Sünneh ve’l-Cemâat-Kerâmâtü Evliâillâh (9/127-128), İbnu Kesîr, Lâlikâî’nin isnâdının ‘ceyyid ve hasen’ olduğunu ve değişik isnâdlarının birbirini kuvvetlendirdiğini söyledi (el-Bidâye:7/131-132) [Lâlikâî dipnotu], İbnu Hacer de el-İsâbe’de (2/3) bu haberin isnâdının hasen olduğunu söyledi. Haberi, ayrıca, Hatîb ve İbnü Merdûye de rivâyet ettiler. (En-Nibrâs:482)]

Categories: Istigase | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yusuf Nehahani (vehhabiler ve Teymiyye hakkında)

Birinci uyarı!

Bu kitabın “Giriş”kısmı ve sekiz kısmından her biri, tek başına IBNI TEYMIYYE ve Vehhabi taifesinin bid’atını reddetmeye yeterlidir.
En az anlayışı ve insafı bulunan bir müslüman, bunu mütalea etse, Resulüllah’ın ve diğer büyüklerin kabirlerini ziyareti ve büyüklerden meded dilemeyi yasaklamakta bu fırkanın açık bir sapıklık içinde bulunduğunu bilir. Hele bu ziyaret ve istiğase peygamberlerin efendisi için yapılacak olursa!

Girişin ve beş kısmın içindeki birçok nakli ve akli deliller ve dört mezhebin ilim adamlarından islam önderlerine ait sözler, bu hususun
meşru olduğunu isbatlamaya ve IBNI TEYMIYYE’YI reddetmeye yeterlidir.

Ey benim şu kitabımı okuyan kimse! Şayet sen, dört mezhebden bir kimse değil de, ibni Teymiyye’nin bid’atlerini sızdıran bir kimse isen, bundaki delil ve bürhanlar sana bir kanaat veremez. Müslümanların imamlarından ve bu yüce dini himaye için uğraşanlardan yapılan pek çok nakiller, sende bir tesir yapmaz. Bu takdirde sen, dalalette olanların en ileride bulunanı ve şerlilerin öncüsü oldun demektir. Bu hal sende devam edecek olursa, Allah korusun, bir gün küfre düşmenden korkulur.

Biz, bu günkü haline bakarak, her ne kadar senin küfrüne hüküm vermiyorsak da, bu durumun kalbinin zulmetlerle dolduğuna ve nurlardan boşaldığına delalet eder. Bunda şüphemiz yoktur.

Peygamber (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
“Günahlar, küfrün kılavuzudur”.


Vehhabiler de ayrı bir durumdadır. Bu taifenin iyileşmesinden ve felahından ümit kesilmiştir. Şüphe yoktur ki, günahların en çirkini, dinde bid’at yolunu tutmaktır. Allahü Teala’ nın en küçük bir hidayet takdir ettiği ve bu kitabı mütalea için kalp gözünde azıcık bir nur halk edeceği bir müslümanın; daha sonra IBN TEYMIYYE’NIN  bid’atının şeytanın işinden olduğunda ve iman ehlini hileye düşüreceği vesveselerin en çirkinlerinden bulunduğunda, bir şüphesi kalacağını sanmıyorum.

[Yusuf Nebhani,Şevâhidü’l-Hak, sayfa 38]

 

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

ruhların tasarrufu ve tevessül

Şeyh Remli demiştir ki: Vefatlarından sonra enbiyaü mürselin ve evliyaullah’ın imdada erişmek tasarrufu vardır. Zira peygamberlerin
mucizesi ve velilerin kerametleri, vefatlarından sonra kesilmez. Peygamberlere gelince, onlar kabirlerinde cavidani bir hayata sahibtirler. Namaz kılarlar ve haccederler. Bu hususla ilgili haberler varid olmuştur. Binaenaleyh, onların imdada erişmesi, kendileri için mucize olmaktadır. Şehitler de hayat sahibidirler. Kafirlerle dövüştükleri müşahede edilmektedir.
Evliyaullah’ın imdada erişmesi, bir keramettir.

Sofiler topluluğuna itiraz, rüsvay olmayı mucibtir. Bunu yapan kimse, husran vadisine düşer, pe’rişan olur. Allame ibni Hacer sarahatle
ifade etmektedir: ” Kim bunlara aykın davranırsa süi hatimesinden korkulur. Nitekim bir çok insanlar, bu vartaya düşmüş ve helak
olmuşlardır.

Şeyh Halili demiştir ki: Bu hususta itirazda bulunanın, “Enbiya ve evliya ile tevessülde bulunulamaz” demesi büyük bir YALAN
ve iftiradır. lmamlarımız, sarahatle ifade etmişlerdir ki “Hayır ve salah ehli ile tevessülde bulunmak caizdir”. Seyyid Ahmed Bedevi gibi
havastan olan şöyle dursun, avamdan bir kimsenin bile böyle bir şey uyduracağı zannedilemez. Allahü tealadan dilekte bulunmada
kendi rütbelerini kısa görenler, zikredilen zatlar ile teberrüken tevessülde bulunurlar.

Bunu, nasipsizlerden ve inancı bozuk olanlardan başkası inkar etmemiştir. Böyle bir davranıştan Allah’a sığınıyoruz. “Sen bilmelisin ki, ziyarette bulunan ve Allah’ın salih kulları ile ve bilhassa peygamberler ile, hele onların efendisi Peygamberimiz Hz. Muhammed ile meded dileyen müslümanların tamamı, bu seyyitleri bilirler ki, bu büyük zatlar Allahü tealanın kulları cümlesindendir. Ne kendi netisieri için, ne de başkaları hakkında Allahı bırakıp da bizzat kendileri zarar veya fayda vermeye malik olamazlar. Lakin onlar, Allahü
tealanın kullarının sevimlileridir. Onun katındaki yakınlığın en ileri derecesinde olanlarıdır. Allah, bunları ve bilhassa onlar arasından Peygamberleri, dini hükümleri tebliğde kendisi ile diğer kimseler arasında vasıta kılmış ve onları hatalarının bağışlanmasında ve hacetlerinin verilmesinde vazifeli tutmuştur. Enbiya ve evliyayı büyük tutmak ve onlara saygı göstermek, onları Allahü tealaya vesile kılmak; Allah’ın tevhidini ihlal etmek şöyle dursun, Allah’a kulluk vazifelerinin en güzelidir.

Şayed muhaliflerden en basit bir tedkik hasıl olsaydı, kendilerinin islami topluluktan ayrılmakla batıl bir yol üzerinde olduklarını bilirlerdi. O topluluk, Resülüllah Efendimizin ümmetinin cemaatıdır. Hatta Resülüllah Efendimizi ziyaret için yolculuk yapmanın meşru olduğu mes’elesini bilmek, ehl-i islamın alimleri ve avamı katında dinde yeri olduğu zarüri olarak bilinen işlerdendir.

Muhammed ümmetinin fıkıh, hadis, kelam ve tasawuf alimleri topluluğu; meded dilemenin, tevessülün ve Resülüllah Efendimiz ile, Allah’tan şefaat dilernenin ve Resülüllah’ı ziyaret için yolculuk yapmanın, güzel bir davranış olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir.
Sonra gelenler, bunu ewelkilerden öğrenip kabul etmişler ve tevessül, meded dilerne ve ziyaret gibi · hususların taatlerin üstünlerinden ve yakınlık vasıtalarının en kamil olanlarından bulunduğuna inanmışlardır. Onlardan ayrı yol tutan azdan az ilim adamlarının en meşhuru, ibni Teymiyye ve iki talebesidir.

[Yusuf Nebhani, Şevahidü ‘l-Hakk, sayfa 139-140 ]

Categories: Ölünün tasarrufu, Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.