Posts Tagged With: zat ile tevessül

Tevessül

Tevessul, Allah Teâlâ’ya yaklaşmak, huzurunda manevî itibarve derece bulmak yahut bir faydanın elde edilip zararın defedilmesıyle ihtiyacını gidermek için sâlih bir amel veya zatla Cenab-ı Hakk’a yakınlık sağlamaktır.[1]

Dinimizde caiz olan ve fayda veren vesilede üç unsur vardır:

  1. Kendisine tevessül olunan zat. Bu, kulun istediğine karşılık verecek olan asıl hüküm ve nimet sahibi Allah Teâlâ’dır.
  2. Tevessül eden kimse. Bu, Allah Teâlânın yakınlığını isteyen yahut bir hayrın ele geçip bir şerrin def edilmesi ile ihtiyacının giderilmesini arzulayan zayıf, aciz kuldur.
  3. Kendisi ile tevessül olunan şey. Bu, kulun kendisi ile Allah Teala’ya yakınlık sağladığı sâlih ameller veya şahıslardır.

Yapılan tevessülün fayda vermesi için şu şartların bulunması gerekir:

  1. Allah Teala’ya vesile arayan kimsenin, vesileye ve onun fay­dasına inanan bir mümın olması gerekir.
  2. Kendisi ile Allah’a yaklaşmak için tevessül edilen amelin, Allah Teâlânın vesile için meşru kıldığı, rağbet ettirdiği bir amel olması gerekir.
  3. Bu meşru amelin, Allah Resulünün (s.a.v) öğrettiği şekilde Allah’a yakınlık için yapılması gerekir.

Buna gore, mümin olmayan bir kimsenin yapacağı şeyler Hakka yakınlık vesilesi olamaz. Nitekim bidat ve haram olan amellerle vesile gerçekleşmediği gibi, sâlih olmayan kimselerle de Allah’a yakınlık sağlanamaz. Arz ettiğimiz şartları taşıyan her ve­silenin bütün zaman ve mekânlarda yapılması dinen caizdir hatta buna teşvik edilmiştir.[2]

Allame Savî, Celaleyn haşiyesinde der ki:

“Kişiyi Allah’a yaklaştıran her şey, âyette bahsi geçen vesileye dâhildir. Nebileri ve velileri sevmek, Allah dostlarını ziyaret etmek, Allah yolunda infakta bulunmak, çokça dua etmek, sıla- i rahim yapmak, Allah’ı çokça zikretmek ve benzeri şeyler birer vesile çeşididir.

Buna göre âyetin mânâsı, ‘Sizi Allaha yaklaştıran her şeye yapışınız, ondan uzaklaştıran her şeyi de terk ediniz.’ demek olur. Durum böyle olunca müslümanların, Allah dostlarını ziyaret etmelerini, bunun Allah’tan başkasına bir ibadet olduğunu zannederek onları küfür ile itham etmek, apaçık bir dalalet ve hüsrandır. Hayır, hayır! Gerçek, onların dediği gibi değildir. Allah dostlarını ziyaret ve onlara muhabbet beslemek, Resûlullah’ın (s.a.v), ‘Allah için sevmeyenin, imanı yoktur’ hadisinde anlatılan Allah muhabbetine dâhildir ve Allah Teâlanın, ‘Ona vesile arayınız’ âyetindeki vesileye girmektedir.”[3]
Seyyid Ahmed Rufâî, bu konuda şu temel ölçüyü verir:

“Allah’ın kullarından ve dostlarından bir şey istediğiniz zaman, onlar vasıtasıyla size ulaşan yardımı sakın kendilerinden görmeyin; bu, şirktir, nimet vermede kulu Allah’a ortak koşmaktır. Sizler Allah’tan bir şey istediğiniz zaman ondan, velileri sevmesinin hatırına isteyin. Allah dostlarının onun katında nasıl hatırlı olduğunu şu hadis-i şerif haber vermektedir :

“Fakir ve pejmürde görünümlü nice kimseler vardır ki insanlara gelip bir şey isteseler (onların zâhirine bakılarak) kapıdan geri çevrilir; kendilerine bir şey verilmez; fakat onlar yüce Allah’tan bir şeyin olmasını isteseler, Allah isteklerini hemen yerine getirir.”[4]
Yüce Allah onlara kâinatta tasarruf gücü vermiştir, Allah’ın izni ile bir şeyin olmasını isteseler hemen oluverir. Hz. İsâ (a.s) çamurdan kuş yapardı, sonra ona, ‘Allah’ın izniyle uç!’ deyince kuş canlanıp uçardı. Yine İsa (a.s) Allah’ın izni ile ölüleri diriltirdi.

Bizim Peygamberimize (sav) bütün peygamberlerin mucizeleri verilmiştir. Onun mucizelerinin sırrı ümmeti içindeki velilere geçmiştir. Velilerin elinde meydana gelen harika işler onlar için bir keramettir ve bütün bu kerametler Peygamberimizin (sav) mucizesinin devamıdır.
Bir kimse “Allah’ım! Senin rahmetinle şunu isterim.” diyerek Allah’tan bir şey isteyebilir. Bunun gibi, “Allah’ım! Senin şu veli kulunun bereketine senden şunu isterim.” de diyebilir.
Velilik, yüce Allah’ın özel bir rahmetidir. Âyette belirtildiği gibi, (Bakara 2/105; Âl-i İmrân 3/74) Allah dilediklerine bu rahmeti özel olarak verir. Şu halde Allah’tan bir şey isterken veliyi aracı yapan kimse aslında Allah’ın rahmetini aracı yapmış ohır. Sakın rahmet sahibinin kudretini, kendisine rahmet edilen kula vermeyesin. Bütün iş, kuvvet ve kudret ancak yüce Allah’a aittir. Aradaki vesile olan veli bir rahmettir. Cenab-ı Hak bu iş için onu tahsis etmiştir. Sen Allah’ın rahmeti, muhabbeti ve inâyetiyk ona yaklaşmaya çalış. Her işte onun tek yaratıcı olduğunu bil; sakın kimseyi ona ortak koşma. O, çok gayret sahibidir, şirki kabul etmez.”[5]
[1]el-Cezairi, Akidetü’l-Mümin, s.123
[2]Cezairi, Akidetü’l-Mümin, s.77-78
[3]Sâvi, Haşiye, 2/182
[4]Müslim, Birr, 138; Tirmizi, Menakıb 54; Ahmed, Müsned, 3/145;  Ebu Ya’la, Müsned, nr.3987.
[5]Rifâi, el-Burhânü’l-Müeyyed, s.124-126(Beyrut 1408 hicri)

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

“Ihtilaflı” olan tevessül hakkında bir açıklama

Tevessül meselesinde tartışılan ihtilaflı taraf, birisinin kendi amellerinin dışında, bir şahsı vesile etmesi ile alakalıdır. Mesela “Allah’ım! Ben sana peygamberin Muhammed Mustafa’yı vesile ediyorum, ya da Ebubekir’i, Ömer’i, Osman’ı, Ali’yi vesile ediyorum” demesi caiz midir değil midir diye ihtilaf edilmiştir. Bazıları işte bu çeşit tevessülü caiz görmemiştir.

Bizce, burada görünüşte bir ihtilaf vardır; durum sadece şeklîdir. Zira tevessül, nihayetinde bir insanın amelleriyle tevessül etmesi anlamına gelir. Bu çeşit tevessülü de anlattığımız gibi herkes kabul etmiştir. Meseleyi, inat ve ön yargıyla değerlendirme âdeti bir kenara bırakılırsa, Müslümanlara şirk ve sapkınlık ithamıyla saldırmaya sebep olan her şeyin kendiliğinden ortadan kalktığı görülecektir.

Birazdan açıkça anlaşılacaktır ki bir şahıs ile tevessül eden kimse, aslında onun yapmış olduğu amelleri vesile edinmektedir. Bir kimse birisini vesile ediniyorsa; onun salahına, velayetine ve faziletine olan hüsnü zannından kaynaklanan bir sevgiden dolayıdır. Yani bu kişinin Allah’ı sevdiği ve onun yolunda çalıştığını ya da:
يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ
“Allah onları sever, onlarda Allah’ı” (Maide 54) ayeti kerimesinde işaret edilen, Allah’ı seven ve Allah’ın da kendisini sevdiği bir kul olduğuna olan inancından dolayı onunla Allah’a tevessül etmektedir.

Dikkatli düşünüldüğünde, vesile edilen şahsa karşı duyulan bu muhabbet ve güvenin, onun işlediği salih ameller yüzünden olduğu anlaşılır. Yani tevessül eden kişi, tevessül ettiğinde sanki şöyle demiş olmaktadır: “Allah’ım! Ben falan kişinin seni sevdiğine senin için amel edip yolunda çalıştığına inanıyorum. İnanıyorum ki sende onu seviyorsun ve ondan razısın. İşte bunun için onu seviyor ve ona olan muhabbetimden dolayı şöyle şöyle yapmanı istiyorum.”

Tevessül eden kişi, yaptığı ile bunu demek istemiştir. Ama yerde ve göklerde olan her şeyi, gözlerin görmediği, kalplerde gizli olanları bilen Allah’tan hiçbir şeyin gizli olmadıklarını da bilirler. Bu yüzden çoğu zaman, böyle uzun uzadıya ifadeler kullanmadan, kısaca “onu vesile ediyorum” demekle yetinirler.

Bir kimsenin “Allah’ım! senin peygamberini vesile kılıyorum” demesi ile “Allah’ım! Senin peygamberine olan sevgimi sana vesile kılıyorum” demek arasında hiçbir fark yoktur. Zira ilk ifadeyi de söylemesi de sadece peygambere olan iman ve muhabbeti sebebiyledir. Bu muhabbet olmasa zaten onu vesile kılmazdı. İşte evliyullahı vesile edinmek, aynen peygamberlerle yapılan bu tevessül gibidir.

Bu anlattıklarımız vesile edinme konusundaki ihtilafın sadece sureta bir ihtilaf olduğunu ve hakiki olmadığını göstermektedir. Bu durumda, bu tefrika ve oluşan suni düşmanlıklara, vesile yolunu tutan kimseleri küfürle ve dinden çıkmakla itham etmeyi gerektirecek hiçbir mahal kalmamaktadır
سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ
“Allah’ım seni tenzih ederim bu büyük bir iftiradır” (Nur 16)

[Seyyid Alevi el Maliki, Mefahim]

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Tevessül (Peygamberimiz hayatta iken)

عن عثمان بن حنيف رضى الله عنه : أن رجلا ضرير البصر أتى النبي صلى الله عليه و سلم فقال: ادع الله لي أن يعافيني فقال: إن شئت أخرت لك وهو خير، وإن شئت دعوت. فقال: ادعه. فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويصلى ركعتين، ويدعو بهذا الدعاء: “اللهم إني أسألك، وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة يا محمد! إني قد توجهت بك إلى ربي فى حاجتي هذه لتقضى اللهم فشفعه في.

Osman b. Huneyf (Radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır:

Âmâ (gözleri görmeyen) bir adam, birgün Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelip şöyle dedi:

— Ya Resûlullah! Gözlerim görmüyor, duâ edin benim gözlerim iyi ol­sun. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

— İstersen duâ edeyim, istersen sabret, ama sabretmen senin için daha hayırlıdır” buyurdu. Âmâ gözlerinin görmemesinin kendisine çok ağır geldiğini ve açılması için duâ etmesini istedi. O zaman Peygamber Efendi­miz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Öyleyse git, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra şöyle duâ et: “Allah’ım! Rahmet Peygamber’in Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Şu hacetimin yerine getirilmesinde, ey Muhammed ben seninle Rabbi’me yöneldim. Ya Rabbi! Onu benim hak­kımda şefâatçi kıl!”

Osman b. Huneyf (Radıyallahu anh) şöyle diyor:

Bu zat gitti, biz daha Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın huzu­rundan ayrılmamıştık ki tekrar geldi, baktık ki gözleri iyi olmuştu. [1]

Hadisin isnâd değeri hakkında Tirmizî (v. 279/892) şöyle demektedir: “Bu, hasen-sahih-garib bir hadistir; biz onu yalnız Ebû Ca’fer el-Hatmi (el-Medeni) tarikinden bilmekteyiz.”

“Ebû İshak, bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir” diyen İbn Mace (v. 275/885), Resul-i Ekrem’in, gözlerinden dert yanan sahâbiye, abdestten sonra iki rekat namaz kılmasını emrettiğini de zikretmektedir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel’in (v. 241/855) rivâyetinde, “Adam (söyleneni) yaptı ve şifa buldu” ifâdesi mevcuttur.

Hâkim (v. 405/1014), rivâyetin sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de ona muvafakat etmektedir.

Buhârî, Et-Tarîhu’l-Kebîr[2], Tirmizî, Câmi’, ed-Deavât sonları. Tirmizî, hadîsin sahîh olduğunu da söyledi.[3] İbnü Mâce, Sünen, Salâtül-Hâce. İbnü Mâce bu rivâyeti sahîh bulmuştur.[4] Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle[5]

Ebû Nüaym, Ma’rifetü’s-Sahâbe Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve[6] ve baş­kaları. Şâhid getirildiği yerlerin dışında, aralarındaki birtakım küçük farklılıklarla berâber bir çok hadîs hâfızı bu rivâyetin sahîh olduğuna hük­metmiştir. Sonrakilerin birçoğu hâric, Tirmizî, İbnü Hibbân, Hâkim, Taberânî, Ebû Nüaym, Beyhakî[7] ve Münzirî onlardandır.[8] Kezâ, İbnü Huzeyme, Sahîh’inde.[9] Hâkim, Müstedrek’inde.[10]


Peygamberin Duâsı İle Tevessül Diyenlerin Görüşü

Tevessülü kabul etmeyenlerin hadis âlimlerinden Elbânî, bu hadisin sahih olduğunu, Peygamberimizin zâtı ile değil, duâsı ile tevessülün var olduğunu söylüyor.

Âmâ olan sahâbi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sadece ken­disine duâ etmesi için geldi. “Allah (Celle Celalühü)’a duâ et de gözlerimi iyileştirsin!” diye duâ etmesi bunu gösteriyor. Yani O, Allah’a (Celle Celalühü), Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın duâsı ile tevessülde bulunmuştur. Çünkü o kimse biliyordu ki, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın duâsı, diğerlerinin duâsına nazaran daha çok kabule layıktı.

Burada “Allah’ım onu hakkımda şefâatçi kıl!” manası, “Allah’ım onu hakkımdaki şefâatini kabul buyur!” anlamındadır. Yani “onun, gözlerimi bana tekrar geri vermene dair duâsını kabul et!” demektir. “Beni de, onun hakkında şefâatçi kıl!” demesi, yani “Onun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bana şefâatini kabul etmen için yaptığım duâyı kabul et!” Bu da, “Onun bana gözlerimi iade etmen hakkında yapacağı duâyı kabul et!” anlamına gelir.

Eğer o gözleri görmeyen kişinin amacı, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Resûlullah’ın yanına gelerek ondan duâ istemezdi, buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup “Allah’ım! Nebinin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneli­yorum. Sana yalvarıyorum. Bana şifa verip gözümü açmanı istiyorum.” diye duâ ederdi. Fakat o bunu yapmadı.[11]

Niçin? Çünkü bir Arap’tı ve Arap dilinde tevessülün ne anlama geldi­ğini çok iyi anlıyordu. Biliyordu ki, bu duâyı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessül ettiği insanın adını anar.

Duâ ve Zat’ı ile Tevessül Diyenlerin Görüşleri

Bu hadis, onlarca hadis hafızına göre sahihtir. Tirmizî, İbn Hibbân, Taberânî, Ebû Nuaym, Beyhakî ve Münzirî bunlardandır.

Bu hadiste hem Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zatı ile hem de duâsı ile tevessül vardır. Evet, Peygamberimizden duâ isteniyor, o da duâ ediyor. Esas mühim nokta; o sahâbeye öğretilen duânın şu kısmıdır: “Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve selem) ile sana yöneliyorum.” Burada, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bulunmadığı bir mekândan ses­lenme vardır.

Burada, “ey Muhammed ben senin ile Rabbi’me yöneldim (bi nebbiyyike)” denmiş, “Peygamberin duası ile” denmemiştir.

Hafız Munavî diyor ki: Bi nebiyyike sözündeki “be” harfi istiâne (yar­dım talep etmek) içindir. “Peygamberin ile” derken “Peygamberinin duası ile” demedi. Araplarda kesin olan akli veya sabit olan nakli bir delil yok ise, bir sözü zahirine hamlederler. Ve asıl olan sözün zahiridir.

Ey Allah! Senden istiyorum ve sana peygamberin rahmet peygamberi ile yöneliyorum derken, yani peygamberin zatı ile yöneliyorum, sonra ey Muhammed! diyor. Arap dilinde “ey Muhammed’in duası” sözü doğru değil­dir. Ey Muhammed! dedi. Bir kimsenin gelip de, “ey Muhammed’in duası” demesi sahih değildir. Ona denir ki; bu cümle sahih değil. “Ya Muham­med!” deyince, Resûlü’nün zatı kastedilir.

İmam Ahmed de, bunu böylece anlamıştır. Kendi zamanında yaşayan Safvan b. Süleyman hakkında sorulunca ne dedi? Safvan öyle bir zattır ki, onun sözüyle yağmur talep edilir. Ve onun anılmasıyla gökten yağmur dü­şer. İşte bu faziletli insanlarla tevessüldür.

İmam Mirdavî “el-Hanbelî el-İnsaf fî ma’rifeti’r-râcih mine-l-hilâf” ki­tabında diyor ki:

Ahmed b. Hanbel dedi ki: Yağmur kesilince dua edene, Peygamber’le tevessülde bulunması müstehabdır. Demek ki Peygamber’in duasıyla teves­sül eder. Bu Peygamber’in duası sözleri merduttur, reddolunmuştur.

Ahmed b. Hanbel (v. 241/855), zat ile tevessülü kabul ediyor; mezhe­bi­nin görüşü de bu yöndedir. Mensek adlı eserinde de yazılıdır. Ayrıca Elbânî’nin Tevesseül adlı eserinin 62. sayfasında Ahmet b. Hanbel’in teves­sülü kabul ettiğini yazıyor. İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasının, Efen­di­miz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in saçıyla tevessülde bulunduğunu; onu öp­tüğünü ve içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söyle­miştir.[12]

Âmâ olan sahâbe, kendisine öğretilen sözlerle duâ etmeyip, yalnız Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun için duâ etseydi, duâ ile tevessül olmuş olurdu. Zat ile tevessülü kabul etmeyen Elbânî, Tevessül adlı eserinin 108. sayfasında “Nebin Muhammed ile sana yöneliyorum” sö­zünü şöyle yorumlamıştır;

“Sana Nebin Muhammed’in duâsı ile tevessülde bulunuyorum”. Biz de: “Sözde asıl olan zâhirdir ve hakikattir” kâidesinden hareketle, mecâza gitmek bir yorumdur, bu yorum da delilsiz olmaz, deriz.

Hâlbuki Elbânî, Tevessül adlı eserinin 106. sayfasında 45. dipnotta, zat ile tevessül hakkında hadisi yorumlamak batıldır, demişti. Daha sonra da, 110. sayfada “Eğer o kör sahabi hadisi, olduğu gibi zâhirine hamledi­lirse, bu Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın zatına tevessüldür” Fakat bu ifâdeyi kendisinden sonra gelen “Allah’ım! Onu bana şefâatçi kıl, beni de ona şefâatçi kıl!” cümlesi iptal edip, anlamsız kılar.

Öyleyse, geriye bu cümle ile ondan önceki cümlenin arasını bulmak kalıyor, diyor. Elbânî yorum yapılmadığı takdirde, bu hadis için zat ile te­vessül olduğunu kabul ediyor. Ama sonra yine bir yorum getirerek kabul etmiyor.

Elbânî: Daha sonra esneklik göstererek şöyle diyor: “Âmâ adam, ger­çekten Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zatı ile tevessülde bulun­duysa, bu tevessül çeşidi, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e has bir hüküm olur. Diğer peygamberler ve sâlih zatlar bu hükme dâhil olmazlar. Bu Allah’ın son Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e verdiği hasletler­dendir.

Nitekim bu görüş Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm’dan nakledilmiştir. [13] Yani Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın zatı ile tevessülü kabul ediyorlar.

Bizde diyoruz ki: Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm, bu ha­disi, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in duâsı ile yorumlamayıp, zatı ile tevessül olarak yorumlamış ve Peygamber ile tevessül yapılacağı hük­münü vermişler iken, Elbanî’nin hadiste duâ ile tevessül varmış gibi yo­rumlar yapmasının bir anlamı kalmaz. Elbanî’nin ifade ettiğ gibi, Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm, Resûlullah’ın zatı ile tevessül var deyip, bunu kabul etmelerini delil olarak alırız.

İTİRAZ

İmam Ahmed ve İz b. Abdusselam’ı delil gösterip, onların Nebi (aleyhisselam)’ye has olabileceğini söylediği bir şeyi herkese tamim ede­rek, gelmiş geçmiş bütün günahları affedilmiş, cennette olduğunu cezmet­tiğimiz beşerin en hayırlısıyla, akıbetlerinin ne olduğunu bile bilme­diğimiz başkalarını kıyas etmeyin.

CEVAP

Biz yalnızca İz b. Abdusselam’ı delil göstermedik ki geride tevessül konu­sunun başında da görüleceği üzere mesheb imamlarından sizin itibar ettiği­niz bir çok alimin zat ile tevessülü kabul ettiklerini gösteren kaynak­ları verdik((Bu kaynaklari bloğumuzun TEVESSUL konusuna girip bulabilirsiniz)). Siz bunların bir kısmına hiç cevap vermediniz tevessülü kabul eden Ebû’l-Ferec b. el-Cevzî gibi , bir kısmına hata etmiş, bir kısmına şahsi görü­şüdür dediniz, bir kısmının da sözünü tevil ederek tevessülü kabul eden bu alimleri görmezden gelerek kendinizi ve başkalarını yanıltmaya çalıştınız.

İz b. Abdusselam yalnız Resulullah ile tevessülü kabul ediyo. Siz Resulullah ile bile olsa tevessülü kabul etmiyorsunuz.

Biz de deriz ki: Savunduğunuz birçok fikirlerin kaynakların olarak gös­ter­diğiniz yukarıda adı geçen sizin ve bizim İtibar ettiğimiz âlimler, sizin bidat dediği bir ameli zat ile tevessülü kabul ediyorlar. Siz ise kabul etmiyosunuz. Biz bu hadisteki âmânın yaptığını sizin yorum ve zanlarınza göre deyil yukardaki alimlerin anladığı şekilde zat ile tevessül olarak görü­yoruz.

İTİRAZ

Eğer o gözleri görmeyen kişinin amacı, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Resûlullah’ın yanına gelerek ondan duâ istemezdi, buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup “Allah’ım! Nebi’nin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneli­yorum. Sana yalvarıyorum. Bana şifa verip gözümü açmanı istiyo­rum.” diye duâ ederdi. Fakat o bunu yapmadı.[14]

Niçin? Çünkü bir Arap’tı ve Arap dilinde tevessülün ne anlama geldi­ğini çok iyi anlıyordu. Biliyordu ki, bu duâyı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessül ettiği insanın adını anar.

CEVAP

Evet, o gözleri görmeyen zat, bir Arap’tı. Âmâ tevessülün ne anlama geldiğini ve Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Allah katında değerini biliyordu. O’na gidip kendisi için duâ etmesini isteyerek, câiz olan tevessül çeşitlerinden birini yaptı.

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de, ona öğrettiği duâ şek­liyle, câiz olan tevessüllerden diğerini tatbik ettirdi öğretti. Yani; Peygam­berimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ona öğrettiği şekilde, kendi evine gidip Efendimiz’in olmadığı o mekânda, onun adını anarak duâ etmesini söyledi. Görmek istemeyene dağı gösterseniz görmez. İşte sahabe sizin dediğiniz gibi evinden Resulullah’ın olmadığı yerden seslenip onun adını alarak dua etmiş niye görmüyor sunuz bunu.

Yukarıdaki âmâ hadisinin sonunda Bir hâcetin olursa bunun gibi yap.” ziyade  vardır.

İbnu Ebî Hayseme Târîh’inde (İbn-i Teymiyye’nin Kâide fî’t-Teves­sül­’ünde olduğu gibi:106) şöyle dedi:

حدثنا مسلم بن إبراهيم ، ثنا حما بن سلمة أنا أبو جعفر الخطمي عن عمارة بن خزيمة عن عثمان بن حنيف رضي الله تعالى عنه

أن رجلاً أعمى أتى النبي (ص) فقال : إني أصبت في بصري فادع الله لي قال : ((اذهب فتوضأ وصل ركعتين ، ثم قل : اللهم إني أسألك واتوجه إليك بنبيي محمد نبي الرحمة يا محمد إني أستشفع بك على ربي في رد بصري اللهم فشفعني في نفسي وشفع نبيي في رد بصري ، وإن كانت حاجة فافعل مثل ذلك )) . اهـ .

Bize Müslim İbnu İbrâhîm tahdîs etti. (O), bize Hammad İbn-u Se­leme tahdîs etti (dedi. O) bize Ebû Ca’fer el-Hatmî Umâre İbn-u Huzeyme’den haber verdi (dedi. O) Osmân İbnu Huneyf (Radıyallahu anhu)’ten:

Bir adam Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ye geldi ve gözüme bir kör­lük isabet etti; benim için Allah’a dua et dedi.

O da şöyle buyurdu: “Git abdest al ve iki rekat namaz kıl; sonra da ‘Ey Allahım!.. Muhak­kak ki ben, Nebîm rahmet Nebîsi Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneli­yorum!.. Ey Muhammed!.. Muhakkak ki ben, gözümün bana geri verilmesi hususunda seninle Rabbime mürâcaat edip şefâat isti­yorum!.. Ey Allah’ım!.. Beni kendim için şefâatçi yap. Nebîmi gözümün geri ve­rilmesinde şefâatçi yap. Bir hâcet olursa bunun gibi yap.”

Bu ziyâdeyi, İbn-ü Ebî Hayseme, Târîh’inde Sahîh bir senetle rivâyet etti.

İbnü Ebî Hayseme’nin Senedi: Müslim İbnü İbrâhîm, Hammâd İbnü Se­leme’den, O, Ebû Ca’fer el-Hatmî’den, O, Umâre İbnü Huzeyme’den, o da, Osman İbnü Huneyf’den….

Gerek İbn-ü Teymiyye, gerekse Elbânî, şu isnâdın râvîleri için zayıf­tırlar, diyemiyorlar. Yalnız, Hammâd, Şu’be’ye zıt rivâyet yaptı. Dolayısıyla sağlam bir râvî olan Hammâd, kendinden daha sağlam olan Şu’be’ye ters rivâyet etmiştir; “rivâyeti, şâz olduğundan zayıf bir rivâyet hâline gelmiş­tir” mealinde sözler söylüyorlar.

Derim ki (Mahmud Saîd el-Memduh) : Bu son derece sahîh bir senet­tir.

İTİRAZ

Hammâd İbn-u Seleme, sika, hâfız ve yüce bir dağdır. Bununla bera­ber metindeki bir ziyadenin bulunmasıyla ki o, Hammâd İbn-u Eleme’nin rivâyet etmekte tek kaldığı ‘hâcet olursa bunun gibi yap’ fazlalıktır illetli görülmüştür. Bu, (Hammâd’ın) Şu’be’den rivâyette tek kal­dığı bir ziyâde’dir. O yüzden şâz oluyor.

CEVAP

Bu iddiâya verilecek cevâp şudur: Şüphesiz ki, sikanın ziyadesi, hadîs’in aslını ortadan kaldırmak veya onda kendinden daha sika olanın rivâyetine bir tür muhâlefet bulunmadığı müddetçe makbûldür. Hâcet olursa bunun gibi yap‘ sözü hadîsin aslını ortadan kaldırmamaktadır veya ona muhalif olmamaktadır; aksine ona tamamen uymaktadır. Çünkü aslı umum ve hadîs’in ve hangi vakitte olursa kullanılmasıdır.

Hammâd’ın hata etmesi, hiçbir hücceti bulunmayan mücerred bir zandır. Bu hususta en çok denilebilecek olan, bunun bir sıkanın ziyadesi olduğu, onda hiçbir münafaat çeşidinin bulunmadığı, dolayısıyla tereddüt­süz olarak makbûl olduğudur.

Müteşedditleri (tenkidde son derece şiddetli davrananları) tebkît için diyoruz ki:

Eğer bu ziyâde sahîh değilse, o zaman evlâ olan sikaların ziyâdesinin şâz hadis babından olmasıdır. Tevfîk ancak Allah iledir…

Bu Hâfız, İmâm Ebû Hâtim İbnu Hibbân “es-Sikât”da (1/8) Hammâd İbnu Seleme’nin rivâyette tek kaldığı bir ziyade üzerinde şu sözleri söy­lemektedir:

“Bu lafızda Hammad İbnu Seleme tek kalmıştır. O sika ve emniyet edilen bir ravîdir. Bize göre sikalardan gelen ziyâde lafızlar makbûldür. Çünkü bir topluluğun bir şeyi dinlemek için bir şeyhe gelmesi, sonra da onlardan birine o şeyden bir kısmının gizli kalması ve itkanda onun gibi veya ondan daha aşağıda olan birinin onu ezberlemesi olabilecek bir şey­dir.” (Bitti.) Bu söz, iyice akledilmesi gereken sağlam bir sözdür.

Tenbîh:

Burada makamın bir açıklamadan boş bırakılması yaraşmaz ki o da şu­dur: Hammad İbnu Seleme’nin sadece bir raviye -ki o Şu’bedir- muhalefeti iddiasıyla bu ziyadeyi reddetmekte süratle koşuşturan Elbânî’yi bir başka yerde Hammâd İbnu Seleme’nin bir topluluğa muhalefet etmesini kabûl ederken bulacaksın.

O, Sahîha’sında (1/203) şu ifadeleri kullanıyor:

“Hammâd İbnu Seleme cemâata (topluluğa)[15] muhâlefet etti… Muhte­meldir ki; cemâatin ezberlemediğini” (Elbânî’nin Sözü Bitti.) Hevâdan (Nef­sin şiddetli arzu ve sevdâsından) Allah’a sığınırız…

Buna göre Hammâd İbnu Seleme’nin rivâyetinin ziyadesi onun inkârı için kitap yazan Elbânî’ye varıncaya kadar sâbittir. Ve’l-hamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn…

Şâyet bir hâcetin olursa, tekrar böyle yap!

İbn Teymiyye ve mezhebini taklit eden Elbânî ve yollarında gidenler, bu sahih ziyâdeden hiç mi hiç hoşlanmıyorlar. Çünkü bu, tevessülün her zaman dua isteme manasında olmadığını ve onun illa da dua ile olmayabi­leceğini göstermektedir.

Bu ziyâdeyi, İbn Ebî Hayseme, Târîh’inde Sahîh bir senet ile rivâyet etti. İbn Ebî Hayseme’nin senedi: Müslim b. İbrâhîm, Hammâd b. Se­leme’den, O, Ebû Ca’fer el-Hatmî’den, O, Umâre b. Huzeyme’den, O da, Osman b. Huneyf’den…

Gerek İbn Teymiyye, gerekse Elbânî, şu isnâdın râvîleri için zayıftır­lar, diyemiyorlar.

İTİRAZ

Şu’be ve Ravh b. Kâsim, Hammâd’tan daha hâfızdır.

CEVAP

Öyle olsa ne olur? Hammâd sikadır. Sika’nın/sağlam bir râvînin (ken­dinden daha sağlam olanın rivâyetine ters olmayan) ziyâdesi de makbûldür. Burada ise zıtlık yoktur. Öyleyse mesele kalmaz.

İTİRAZ

Lafızların değişikliğinden dolayı, rivâyet mana ile olmuş ola­bilir.


CEVAP

Bu sözünden anlaşıldığına göre, iddianda kesinlik yoktur. Demek ki, (olmayabilir) de. Üstelik mana ile rivâyet câiz olsa da, olmasa da, (metnin bir parçası olarak yapılan) ilâve câiz değildir.[16]

İTİRAZ

Bu ilâve Osman’ın kendi idrâcı/rivâyete ilâvesi ve sokuştur­ması da olmuş olabilir.

CEVAP

Bu İddianda da kesinlik olmayıp tereddüt vardır. Kaldı ki asıl olan (İdrâc)ın (olmaması)dır. (Olduğu) iddiâsı delîle muhtâcdır. Delîliniz de yok­tur. Şu hâlde davanız batıldır.

İTİRAZ

Bu ilâve sâbit olsa bile, bunda karşıtlar için hiçbir delil yok­tur. En fazla, Osman b. Huneyf, duanın bir kısmıyla dua edileceğini bazı­sıyla da dua edilmeyeceğini, zannetmiştir.

CEVAP

Bu ilâve, seni ve yandaşlarını bitiren bir hüccettir. Senin Osman’a ya­kıştırdığın ve iftirâ ettiğin şey, Nebî (aleyhisselamın) (âmâya dua ettiği) zannına dayanmaktadır. Hâlbuki zannın bâtıldır. Nebî (aleyhisselâm) ona dua etseydi, hâdiseye şâhit olan Osman b. Huneyf bunu nakle­derdi…[17] Bundan dolayı, Beyhakî, hadisten evvel, (âmâya, sabretmediği zaman, içinde şifâsı bulunan şeyi öğretmek hakkında gelen rivâyetler babı) başlı­ğını koydu. Dua ettiği kabûl edilse bile, bunu yaşarken yapılacak dua ile sınırlandırmanın bir dayanağı yoktur. Zîrâ Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’nin ahirete göçtükten sonra da, dünyadakilere dua ettiği sahîh ha­dislerle sâbittir.

Bekr b. Abdullah (Radıyallahu anh)’tan rivâyet edilen bir Hadis-i şe­rifte, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır, (sağlığımda bir takım işler) ya-parsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise, vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem, Allâh’a hamdederim, şer görürsem, Allâh’tan sizin için af dile­rim” [18]

Bu hadîs-i şerîfi, Bezzâr gibi bir hadîs hâfızı, Müsned’inde zikret-miştir. Hâfız Irâkî’nin oğlu “Bu hadîsin isnâdı çok iyidir” demiştir.

İTİRAZ

Bu ilâve, hadise terstir

CEVAP

Evet, size göre öyle. Lâkin hevâsına tapmayan âlimlere göre ise, ters değildir. Senin iddiâna göre, şu ilâve hadisten olmadığı hâlde Os­man b. Huneyf tarafından hadise sokulan bir ilâveydi. Osman b. Huneyf, hadise ters olacak bir ilâveyi ona sokuşturacak kadar, haşa cahil bir miydi demek istiyorsunuz.


[1] İbn Mace, İkame: 189; Ahmed b. Hanbel IV, 138; Tirmizî IV, 281-282; İbn Mace 1/313; Hepsi de Osman b. Huneyf yoluyla rivâyet etmişlerdir. Tirmizî bu hadis için hasen sahih, Ebû İshak, Hâkim ve Zehebî de sahih demiştir.

[2] İmâm Buharî, Et-Tarîhu’l-Kebîr (Dârü’l-Fikir): 6/209-210

[3] Tirmizî, Sünen: (H:3578)

[4] İbnü Mâce, Sünen:1/157, (H:1385), Dârü’l-Ma’rife.

[5] Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle (H:660),

[6] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/166,167,168

[7] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/167,

[8] İmâm Kevserî, Makâlât:389-390.

[9] İbnü Huzeyme, Sahîh… Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî:128, H:1008)

[10] Hâkim, Müstedrek: (1/526) Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî: 128, H:1008)”

[11] Elbânî, Tevessül, Türkçe Tercüme, 1. baskı 1995, s. 101, Guraba Yayınları.

[12] ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, XI, 212. (Ebû Bekir Sifil’in sitesinden)

[13] Elbânî, Tevessül, Arapça, s. 83, Tercüme s. 110. Mubarekfuri, Tuhfetul Ahvezi, 9/96

[14] Elbânî, Tevessül, Türkçe Tercüme, 1. baskı 1995, s. 101, Guraba Yayınları.

[15] “Cemâate muhalefet etti” sözü hatâdır. Aksine sika İmâm Fizârî “Aşretü’n-Nisâi” (sh:90) isimli eserinde mütâbeat etti. Sonra Ali İbnu Zeyd’ten yaptığı bir rivâyetle de Hammâd’ın kuvvetlenmekte olduğunu anlattı. Bu da hatadır. Ali İbnu Zeyd sanki hata ederek onu iki şekliyle rivâyet etti. Bir şekil Hammad’ın rivâyeti gibi, diğeri de ona muhaliftir. El-Müsned (6/182) Maksadım bu hatalara tenbîhte bulunmak değildir. Lâkin makssad Elbânî’nin ibâresini zikretmek ve Hammâd İbnu Seleme’nin ziyadesinin a’mâ hadîsinde kabûl edilmesinin daha evlâ olduğudur.

[16] Metnin tefsîri, takyîd, îzâh, tâ’mîm ve benzeri mâhiyette veya onunla alâkasız olarak râvînin sarfettiği sözlerin, hadîsden zannedilerek rivâyete eklenmesi şeklinde olan idrâc ise, evvelâ bir yanlışlık eseri olarak metne ilâve edilmişti. Bunun bilinerek veya bi lenlere aktarılmaya devâm edilmesinde ise zarar yoktur.

[17] Üstelik bir yandaki dua, öte yandaki tevessüle ve vesîle olmaya mâni’ de değildir.

[18] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, II, 194, İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Aliye, IV, 22 (no: 3853); Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII, 594, (no: 14250).

Aıntı: Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar 

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.