Posts Tagged With: hz osman

Ibn Kayyim ve feraset

Ibn Teymiyyenin talebesi Ibn Kayyim:

Ferasete gelince, Yüce Allah, feraset sahiplerinden övgüyle şu şekilde bahsetmiştir: “Şüphesiz bunda, işaretten anlayanlara nice ibretler vardır.” (Hicr, 15/75). İbni Abbas ve diğerleri: “İşaretten anlayanlar, feraset sahipleridir” demişlerdir.

Diğer bir ayette: “Onları tanımayan, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. Onları simalarından tanırsın” (Bakara, (2/273) buyrulmuştur. Bir başka ayette de: “Biz dileseydik, onları sana gösterirdik. Sen onları simalarından tanırdın ve onları sözlerinin uslubundan tanırsın” (Muhammed, 47/30) buyurulmuştur.

Feraset, kalbi doğrular. Temiz ve saf olur. Pisliklerden uzak bulunur. Allah’a yakın olur. Ferasetli kimse, Allah’ın kalbine attığı nurla bakar. Tirmizi ve diğerlerinde Ebu Said’den şöyle bir hadis nakledilir; Rasulullah buyuruyor:
“Mü’minin ferasetinden sakının. O, Allah’ın nuruyla bakar.”

Bu feraset, Allah’a yakınlıktan kaynaklanmıştır. Kul Allah’a yaklaşınca, hakkı bilmesine, anlamasına engel olan kötü engeller ortadan kalkar, Allah’a yakınlığı ölçüsünde, Allah’a yakın bir fener ışığı, kula ulaşır. Yakınlığına göre bu ışık onu aydınlatır. Bu nurla, Allah’tan uzak kimsenin, mahcubun göremediği şeyleri görür.

es-Sahih’te, Ebu Hureyre’den naklen, Rasullah’ın Allah’tan rivayet ettiği kudsi bir hadiste Yüce Allah şöyle der: “Kulum bana, üzerine farz kıldığım ibadetlerle yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana,nafile ibadetlerle yaklaştıkça da onu severim. Kulumu sevince, duyduğu kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Böylece o, benimle duyar, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür.”

Yüce Allah bu kudsi hadiste, kendisine yaklaşan kuluna olan sevgisinin, faydalı olacağını belirtmiştir. Allah kulunu sevince kulağına, gözüne, eline ve ayaklarına yaklaşır. Artık gözü Allah’la görür. Kulağı O’nunla duyar. O’nunla tutar. O’nunla yürür. Kalbi, eşyaların gerçeklerinin belirdiği saf ayna gibi olur. Ferasetinde oldukça az yanılır. Çünkü kul, Allah’la varlığa bakınca onu olduğu gibi görür. Allah’la işitince onu olduğu gibi işitir. Ancak bu, gayb bilgisinden sayılamaz. Yüce Allah’ın, hakikatlerin suretlerini görmeye mani olan vesvese, hayal ve batıl izlerden uzak, nurla kaplı, kendine yakın kulunun kalbine attığı hak ile hakikatların suretlerini görür, bilir. Nur kalbte çoğalınca, derhal kalbten uzuvlara, göze geçer; nur ölçüsünde görme gözüyle hakikatlan olduğu gibi keşfeder.

Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) namaz kılarken -sair zamanda önünde bulunan ashabını gördüğü gibi- arkasında namaz kılanları görürdü. Mekke’de iken gözü ile Beyt-i Makdis’i görmüştür. Şam saraylarını, San’a kapılarını ve Kisra’nın şehirlerini hendek kazarken, Medine’de görmüştür. Medine’de iken Mute’de yaralanmış komutanları görmüş; yine Medine’ de iken Necaşi’nin ölüsünü görmüş, Musalla’ya giderek, gıyabında cenaze namazı kılmıştır.
Hz. Ömer, İran’ın Nihavend bölgesinde düşmanlarla savaşan İslam askerlerini ve askerlerden Sariye’yi görmüş, O’na: “Sariye! Dağa, dağa” diye nida etmiştir. Yine Hz. Ömer’in huzuruna içlerinde Eşter en-Nehai’nin de bulunduğu Mezheç kabilesine mensup bir grup insan
girmiş, Hz. Ömer başını kaldırarak Eşter’i görmüş. Onlara: “Bu adam kim?” diye sormuştur. Onlar da: “Malik b. Haris” karşılığını verince Hz. Ömer: “Ne oluyor ona. Aşkolsun ona. Bugün müslümanların korkunç bir gün yaşadıklarını görüyorum” demiştir……………….

İşte Osman b. Affan! Hz. Osman’ın yanına gelirken yolda bir kadın görmüş, onun güzelliklerini düşünmüş bir sahabe huzura girer. Hz. Osman ona der ki: “Gözlerinde zina belirtisi olan sizden bir zat yanıma geldi.” Bunu duyan sahabe: “Rasulullah’tan sonra vahiy mi?” diyerek Hz. Osınan’ın haline muttali olmasına şaşırır. O sahabeye Hz. Osman: “Hayır. Bu, basiret, burhan ve doğru ferasetle bilinir” karşılığını verir.

İşte feraset budur. O, Allah’ın kalbe attığı bir nurdur. Bu sayede bir şey, nasıl ise o şekilde hatıra gelir. Feraset göze geçerek başkasının göremeyeceği şeyleri görür.

[Ibn Kayyim, Kitâbu’r-Ruh, s. 304-308]

 

Categories: Tasavvuf | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Tevessül (Peygamberimiz hayatta iken)

عن عثمان بن حنيف رضى الله عنه : أن رجلا ضرير البصر أتى النبي صلى الله عليه و سلم فقال: ادع الله لي أن يعافيني فقال: إن شئت أخرت لك وهو خير، وإن شئت دعوت. فقال: ادعه. فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويصلى ركعتين، ويدعو بهذا الدعاء: “اللهم إني أسألك، وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة يا محمد! إني قد توجهت بك إلى ربي فى حاجتي هذه لتقضى اللهم فشفعه في.

Osman b. Huneyf (Radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır:

Âmâ (gözleri görmeyen) bir adam, birgün Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelip şöyle dedi:

— Ya Resûlullah! Gözlerim görmüyor, duâ edin benim gözlerim iyi ol­sun. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

— İstersen duâ edeyim, istersen sabret, ama sabretmen senin için daha hayırlıdır” buyurdu. Âmâ gözlerinin görmemesinin kendisine çok ağır geldiğini ve açılması için duâ etmesini istedi. O zaman Peygamber Efendi­miz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Öyleyse git, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra şöyle duâ et: “Allah’ım! Rahmet Peygamber’in Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Şu hacetimin yerine getirilmesinde, ey Muhammed ben seninle Rabbi’me yöneldim. Ya Rabbi! Onu benim hak­kımda şefâatçi kıl!”

Osman b. Huneyf (Radıyallahu anh) şöyle diyor:

Bu zat gitti, biz daha Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın huzu­rundan ayrılmamıştık ki tekrar geldi, baktık ki gözleri iyi olmuştu. [1]

Hadisin isnâd değeri hakkında Tirmizî (v. 279/892) şöyle demektedir: “Bu, hasen-sahih-garib bir hadistir; biz onu yalnız Ebû Ca’fer el-Hatmi (el-Medeni) tarikinden bilmekteyiz.”

“Ebû İshak, bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir” diyen İbn Mace (v. 275/885), Resul-i Ekrem’in, gözlerinden dert yanan sahâbiye, abdestten sonra iki rekat namaz kılmasını emrettiğini de zikretmektedir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel’in (v. 241/855) rivâyetinde, “Adam (söyleneni) yaptı ve şifa buldu” ifâdesi mevcuttur.

Hâkim (v. 405/1014), rivâyetin sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de ona muvafakat etmektedir.

Buhârî, Et-Tarîhu’l-Kebîr[2], Tirmizî, Câmi’, ed-Deavât sonları. Tirmizî, hadîsin sahîh olduğunu da söyledi.[3] İbnü Mâce, Sünen, Salâtül-Hâce. İbnü Mâce bu rivâyeti sahîh bulmuştur.[4] Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle[5]

Ebû Nüaym, Ma’rifetü’s-Sahâbe Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve[6] ve baş­kaları. Şâhid getirildiği yerlerin dışında, aralarındaki birtakım küçük farklılıklarla berâber bir çok hadîs hâfızı bu rivâyetin sahîh olduğuna hük­metmiştir. Sonrakilerin birçoğu hâric, Tirmizî, İbnü Hibbân, Hâkim, Taberânî, Ebû Nüaym, Beyhakî[7] ve Münzirî onlardandır.[8] Kezâ, İbnü Huzeyme, Sahîh’inde.[9] Hâkim, Müstedrek’inde.[10]


Peygamberin Duâsı İle Tevessül Diyenlerin Görüşü

Tevessülü kabul etmeyenlerin hadis âlimlerinden Elbânî, bu hadisin sahih olduğunu, Peygamberimizin zâtı ile değil, duâsı ile tevessülün var olduğunu söylüyor.

Âmâ olan sahâbi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sadece ken­disine duâ etmesi için geldi. “Allah (Celle Celalühü)’a duâ et de gözlerimi iyileştirsin!” diye duâ etmesi bunu gösteriyor. Yani O, Allah’a (Celle Celalühü), Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın duâsı ile tevessülde bulunmuştur. Çünkü o kimse biliyordu ki, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın duâsı, diğerlerinin duâsına nazaran daha çok kabule layıktı.

Burada “Allah’ım onu hakkımda şefâatçi kıl!” manası, “Allah’ım onu hakkımdaki şefâatini kabul buyur!” anlamındadır. Yani “onun, gözlerimi bana tekrar geri vermene dair duâsını kabul et!” demektir. “Beni de, onun hakkında şefâatçi kıl!” demesi, yani “Onun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bana şefâatini kabul etmen için yaptığım duâyı kabul et!” Bu da, “Onun bana gözlerimi iade etmen hakkında yapacağı duâyı kabul et!” anlamına gelir.

Eğer o gözleri görmeyen kişinin amacı, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Resûlullah’ın yanına gelerek ondan duâ istemezdi, buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup “Allah’ım! Nebinin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneli­yorum. Sana yalvarıyorum. Bana şifa verip gözümü açmanı istiyorum.” diye duâ ederdi. Fakat o bunu yapmadı.[11]

Niçin? Çünkü bir Arap’tı ve Arap dilinde tevessülün ne anlama geldi­ğini çok iyi anlıyordu. Biliyordu ki, bu duâyı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessül ettiği insanın adını anar.

Duâ ve Zat’ı ile Tevessül Diyenlerin Görüşleri

Bu hadis, onlarca hadis hafızına göre sahihtir. Tirmizî, İbn Hibbân, Taberânî, Ebû Nuaym, Beyhakî ve Münzirî bunlardandır.

Bu hadiste hem Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zatı ile hem de duâsı ile tevessül vardır. Evet, Peygamberimizden duâ isteniyor, o da duâ ediyor. Esas mühim nokta; o sahâbeye öğretilen duânın şu kısmıdır: “Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve selem) ile sana yöneliyorum.” Burada, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bulunmadığı bir mekândan ses­lenme vardır.

Burada, “ey Muhammed ben senin ile Rabbi’me yöneldim (bi nebbiyyike)” denmiş, “Peygamberin duası ile” denmemiştir.

Hafız Munavî diyor ki: Bi nebiyyike sözündeki “be” harfi istiâne (yar­dım talep etmek) içindir. “Peygamberin ile” derken “Peygamberinin duası ile” demedi. Araplarda kesin olan akli veya sabit olan nakli bir delil yok ise, bir sözü zahirine hamlederler. Ve asıl olan sözün zahiridir.

Ey Allah! Senden istiyorum ve sana peygamberin rahmet peygamberi ile yöneliyorum derken, yani peygamberin zatı ile yöneliyorum, sonra ey Muhammed! diyor. Arap dilinde “ey Muhammed’in duası” sözü doğru değil­dir. Ey Muhammed! dedi. Bir kimsenin gelip de, “ey Muhammed’in duası” demesi sahih değildir. Ona denir ki; bu cümle sahih değil. “Ya Muham­med!” deyince, Resûlü’nün zatı kastedilir.

İmam Ahmed de, bunu böylece anlamıştır. Kendi zamanında yaşayan Safvan b. Süleyman hakkında sorulunca ne dedi? Safvan öyle bir zattır ki, onun sözüyle yağmur talep edilir. Ve onun anılmasıyla gökten yağmur dü­şer. İşte bu faziletli insanlarla tevessüldür.

İmam Mirdavî “el-Hanbelî el-İnsaf fî ma’rifeti’r-râcih mine-l-hilâf” ki­tabında diyor ki:

Ahmed b. Hanbel dedi ki: Yağmur kesilince dua edene, Peygamber’le tevessülde bulunması müstehabdır. Demek ki Peygamber’in duasıyla teves­sül eder. Bu Peygamber’in duası sözleri merduttur, reddolunmuştur.

Ahmed b. Hanbel (v. 241/855), zat ile tevessülü kabul ediyor; mezhe­bi­nin görüşü de bu yöndedir. Mensek adlı eserinde de yazılıdır. Ayrıca Elbânî’nin Tevesseül adlı eserinin 62. sayfasında Ahmet b. Hanbel’in teves­sülü kabul ettiğini yazıyor. İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasının, Efen­di­miz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in saçıyla tevessülde bulunduğunu; onu öp­tüğünü ve içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söyle­miştir.[12]

Âmâ olan sahâbe, kendisine öğretilen sözlerle duâ etmeyip, yalnız Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun için duâ etseydi, duâ ile tevessül olmuş olurdu. Zat ile tevessülü kabul etmeyen Elbânî, Tevessül adlı eserinin 108. sayfasında “Nebin Muhammed ile sana yöneliyorum” sö­zünü şöyle yorumlamıştır;

“Sana Nebin Muhammed’in duâsı ile tevessülde bulunuyorum”. Biz de: “Sözde asıl olan zâhirdir ve hakikattir” kâidesinden hareketle, mecâza gitmek bir yorumdur, bu yorum da delilsiz olmaz, deriz.

Hâlbuki Elbânî, Tevessül adlı eserinin 106. sayfasında 45. dipnotta, zat ile tevessül hakkında hadisi yorumlamak batıldır, demişti. Daha sonra da, 110. sayfada “Eğer o kör sahabi hadisi, olduğu gibi zâhirine hamledi­lirse, bu Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın zatına tevessüldür” Fakat bu ifâdeyi kendisinden sonra gelen “Allah’ım! Onu bana şefâatçi kıl, beni de ona şefâatçi kıl!” cümlesi iptal edip, anlamsız kılar.

Öyleyse, geriye bu cümle ile ondan önceki cümlenin arasını bulmak kalıyor, diyor. Elbânî yorum yapılmadığı takdirde, bu hadis için zat ile te­vessül olduğunu kabul ediyor. Ama sonra yine bir yorum getirerek kabul etmiyor.

Elbânî: Daha sonra esneklik göstererek şöyle diyor: “Âmâ adam, ger­çekten Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zatı ile tevessülde bulun­duysa, bu tevessül çeşidi, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e has bir hüküm olur. Diğer peygamberler ve sâlih zatlar bu hükme dâhil olmazlar. Bu Allah’ın son Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e verdiği hasletler­dendir.

Nitekim bu görüş Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm’dan nakledilmiştir. [13] Yani Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın zatı ile tevessülü kabul ediyorlar.

Bizde diyoruz ki: Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm, bu ha­disi, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in duâsı ile yorumlamayıp, zatı ile tevessül olarak yorumlamış ve Peygamber ile tevessül yapılacağı hük­münü vermişler iken, Elbanî’nin hadiste duâ ile tevessül varmış gibi yo­rumlar yapmasının bir anlamı kalmaz. Elbanî’nin ifade ettiğ gibi, Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm, Resûlullah’ın zatı ile tevessül var deyip, bunu kabul etmelerini delil olarak alırız.

İTİRAZ

İmam Ahmed ve İz b. Abdusselam’ı delil gösterip, onların Nebi (aleyhisselam)’ye has olabileceğini söylediği bir şeyi herkese tamim ede­rek, gelmiş geçmiş bütün günahları affedilmiş, cennette olduğunu cezmet­tiğimiz beşerin en hayırlısıyla, akıbetlerinin ne olduğunu bile bilme­diğimiz başkalarını kıyas etmeyin.

CEVAP

Biz yalnızca İz b. Abdusselam’ı delil göstermedik ki geride tevessül konu­sunun başında da görüleceği üzere mesheb imamlarından sizin itibar ettiği­niz bir çok alimin zat ile tevessülü kabul ettiklerini gösteren kaynak­ları verdik((Bu kaynaklari bloğumuzun TEVESSUL konusuna girip bulabilirsiniz)). Siz bunların bir kısmına hiç cevap vermediniz tevessülü kabul eden Ebû’l-Ferec b. el-Cevzî gibi , bir kısmına hata etmiş, bir kısmına şahsi görü­şüdür dediniz, bir kısmının da sözünü tevil ederek tevessülü kabul eden bu alimleri görmezden gelerek kendinizi ve başkalarını yanıltmaya çalıştınız.

İz b. Abdusselam yalnız Resulullah ile tevessülü kabul ediyo. Siz Resulullah ile bile olsa tevessülü kabul etmiyorsunuz.

Biz de deriz ki: Savunduğunuz birçok fikirlerin kaynakların olarak gös­ter­diğiniz yukarıda adı geçen sizin ve bizim İtibar ettiğimiz âlimler, sizin bidat dediği bir ameli zat ile tevessülü kabul ediyorlar. Siz ise kabul etmiyosunuz. Biz bu hadisteki âmânın yaptığını sizin yorum ve zanlarınza göre deyil yukardaki alimlerin anladığı şekilde zat ile tevessül olarak görü­yoruz.

İTİRAZ

Eğer o gözleri görmeyen kişinin amacı, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Resûlullah’ın yanına gelerek ondan duâ istemezdi, buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup “Allah’ım! Nebi’nin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneli­yorum. Sana yalvarıyorum. Bana şifa verip gözümü açmanı istiyo­rum.” diye duâ ederdi. Fakat o bunu yapmadı.[14]

Niçin? Çünkü bir Arap’tı ve Arap dilinde tevessülün ne anlama geldi­ğini çok iyi anlıyordu. Biliyordu ki, bu duâyı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessül ettiği insanın adını anar.

CEVAP

Evet, o gözleri görmeyen zat, bir Arap’tı. Âmâ tevessülün ne anlama geldiğini ve Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Allah katında değerini biliyordu. O’na gidip kendisi için duâ etmesini isteyerek, câiz olan tevessül çeşitlerinden birini yaptı.

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de, ona öğrettiği duâ şek­liyle, câiz olan tevessüllerden diğerini tatbik ettirdi öğretti. Yani; Peygam­berimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ona öğrettiği şekilde, kendi evine gidip Efendimiz’in olmadığı o mekânda, onun adını anarak duâ etmesini söyledi. Görmek istemeyene dağı gösterseniz görmez. İşte sahabe sizin dediğiniz gibi evinden Resulullah’ın olmadığı yerden seslenip onun adını alarak dua etmiş niye görmüyor sunuz bunu.

Yukarıdaki âmâ hadisinin sonunda Bir hâcetin olursa bunun gibi yap.” ziyade  vardır.

İbnu Ebî Hayseme Târîh’inde (İbn-i Teymiyye’nin Kâide fî’t-Teves­sül­’ünde olduğu gibi:106) şöyle dedi:

حدثنا مسلم بن إبراهيم ، ثنا حما بن سلمة أنا أبو جعفر الخطمي عن عمارة بن خزيمة عن عثمان بن حنيف رضي الله تعالى عنه

أن رجلاً أعمى أتى النبي (ص) فقال : إني أصبت في بصري فادع الله لي قال : ((اذهب فتوضأ وصل ركعتين ، ثم قل : اللهم إني أسألك واتوجه إليك بنبيي محمد نبي الرحمة يا محمد إني أستشفع بك على ربي في رد بصري اللهم فشفعني في نفسي وشفع نبيي في رد بصري ، وإن كانت حاجة فافعل مثل ذلك )) . اهـ .

Bize Müslim İbnu İbrâhîm tahdîs etti. (O), bize Hammad İbn-u Se­leme tahdîs etti (dedi. O) bize Ebû Ca’fer el-Hatmî Umâre İbn-u Huzeyme’den haber verdi (dedi. O) Osmân İbnu Huneyf (Radıyallahu anhu)’ten:

Bir adam Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ye geldi ve gözüme bir kör­lük isabet etti; benim için Allah’a dua et dedi.

O da şöyle buyurdu: “Git abdest al ve iki rekat namaz kıl; sonra da ‘Ey Allahım!.. Muhak­kak ki ben, Nebîm rahmet Nebîsi Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneli­yorum!.. Ey Muhammed!.. Muhakkak ki ben, gözümün bana geri verilmesi hususunda seninle Rabbime mürâcaat edip şefâat isti­yorum!.. Ey Allah’ım!.. Beni kendim için şefâatçi yap. Nebîmi gözümün geri ve­rilmesinde şefâatçi yap. Bir hâcet olursa bunun gibi yap.”

Bu ziyâdeyi, İbn-ü Ebî Hayseme, Târîh’inde Sahîh bir senetle rivâyet etti.

İbnü Ebî Hayseme’nin Senedi: Müslim İbnü İbrâhîm, Hammâd İbnü Se­leme’den, O, Ebû Ca’fer el-Hatmî’den, O, Umâre İbnü Huzeyme’den, o da, Osman İbnü Huneyf’den….

Gerek İbn-ü Teymiyye, gerekse Elbânî, şu isnâdın râvîleri için zayıf­tırlar, diyemiyorlar. Yalnız, Hammâd, Şu’be’ye zıt rivâyet yaptı. Dolayısıyla sağlam bir râvî olan Hammâd, kendinden daha sağlam olan Şu’be’ye ters rivâyet etmiştir; “rivâyeti, şâz olduğundan zayıf bir rivâyet hâline gelmiş­tir” mealinde sözler söylüyorlar.

Derim ki (Mahmud Saîd el-Memduh) : Bu son derece sahîh bir senet­tir.

İTİRAZ

Hammâd İbn-u Seleme, sika, hâfız ve yüce bir dağdır. Bununla bera­ber metindeki bir ziyadenin bulunmasıyla ki o, Hammâd İbn-u Eleme’nin rivâyet etmekte tek kaldığı ‘hâcet olursa bunun gibi yap’ fazlalıktır illetli görülmüştür. Bu, (Hammâd’ın) Şu’be’den rivâyette tek kal­dığı bir ziyâde’dir. O yüzden şâz oluyor.

CEVAP

Bu iddiâya verilecek cevâp şudur: Şüphesiz ki, sikanın ziyadesi, hadîs’in aslını ortadan kaldırmak veya onda kendinden daha sika olanın rivâyetine bir tür muhâlefet bulunmadığı müddetçe makbûldür. Hâcet olursa bunun gibi yap‘ sözü hadîsin aslını ortadan kaldırmamaktadır veya ona muhalif olmamaktadır; aksine ona tamamen uymaktadır. Çünkü aslı umum ve hadîs’in ve hangi vakitte olursa kullanılmasıdır.

Hammâd’ın hata etmesi, hiçbir hücceti bulunmayan mücerred bir zandır. Bu hususta en çok denilebilecek olan, bunun bir sıkanın ziyadesi olduğu, onda hiçbir münafaat çeşidinin bulunmadığı, dolayısıyla tereddüt­süz olarak makbûl olduğudur.

Müteşedditleri (tenkidde son derece şiddetli davrananları) tebkît için diyoruz ki:

Eğer bu ziyâde sahîh değilse, o zaman evlâ olan sikaların ziyâdesinin şâz hadis babından olmasıdır. Tevfîk ancak Allah iledir…

Bu Hâfız, İmâm Ebû Hâtim İbnu Hibbân “es-Sikât”da (1/8) Hammâd İbnu Seleme’nin rivâyette tek kaldığı bir ziyade üzerinde şu sözleri söy­lemektedir:

“Bu lafızda Hammad İbnu Seleme tek kalmıştır. O sika ve emniyet edilen bir ravîdir. Bize göre sikalardan gelen ziyâde lafızlar makbûldür. Çünkü bir topluluğun bir şeyi dinlemek için bir şeyhe gelmesi, sonra da onlardan birine o şeyden bir kısmının gizli kalması ve itkanda onun gibi veya ondan daha aşağıda olan birinin onu ezberlemesi olabilecek bir şey­dir.” (Bitti.) Bu söz, iyice akledilmesi gereken sağlam bir sözdür.

Tenbîh:

Burada makamın bir açıklamadan boş bırakılması yaraşmaz ki o da şu­dur: Hammad İbnu Seleme’nin sadece bir raviye -ki o Şu’bedir- muhalefeti iddiasıyla bu ziyadeyi reddetmekte süratle koşuşturan Elbânî’yi bir başka yerde Hammâd İbnu Seleme’nin bir topluluğa muhalefet etmesini kabûl ederken bulacaksın.

O, Sahîha’sında (1/203) şu ifadeleri kullanıyor:

“Hammâd İbnu Seleme cemâata (topluluğa)[15] muhâlefet etti… Muhte­meldir ki; cemâatin ezberlemediğini” (Elbânî’nin Sözü Bitti.) Hevâdan (Nef­sin şiddetli arzu ve sevdâsından) Allah’a sığınırız…

Buna göre Hammâd İbnu Seleme’nin rivâyetinin ziyadesi onun inkârı için kitap yazan Elbânî’ye varıncaya kadar sâbittir. Ve’l-hamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn…

Şâyet bir hâcetin olursa, tekrar böyle yap!

İbn Teymiyye ve mezhebini taklit eden Elbânî ve yollarında gidenler, bu sahih ziyâdeden hiç mi hiç hoşlanmıyorlar. Çünkü bu, tevessülün her zaman dua isteme manasında olmadığını ve onun illa da dua ile olmayabi­leceğini göstermektedir.

Bu ziyâdeyi, İbn Ebî Hayseme, Târîh’inde Sahîh bir senet ile rivâyet etti. İbn Ebî Hayseme’nin senedi: Müslim b. İbrâhîm, Hammâd b. Se­leme’den, O, Ebû Ca’fer el-Hatmî’den, O, Umâre b. Huzeyme’den, O da, Osman b. Huneyf’den…

Gerek İbn Teymiyye, gerekse Elbânî, şu isnâdın râvîleri için zayıftır­lar, diyemiyorlar.

İTİRAZ

Şu’be ve Ravh b. Kâsim, Hammâd’tan daha hâfızdır.

CEVAP

Öyle olsa ne olur? Hammâd sikadır. Sika’nın/sağlam bir râvînin (ken­dinden daha sağlam olanın rivâyetine ters olmayan) ziyâdesi de makbûldür. Burada ise zıtlık yoktur. Öyleyse mesele kalmaz.

İTİRAZ

Lafızların değişikliğinden dolayı, rivâyet mana ile olmuş ola­bilir.


CEVAP

Bu sözünden anlaşıldığına göre, iddianda kesinlik yoktur. Demek ki, (olmayabilir) de. Üstelik mana ile rivâyet câiz olsa da, olmasa da, (metnin bir parçası olarak yapılan) ilâve câiz değildir.[16]

İTİRAZ

Bu ilâve Osman’ın kendi idrâcı/rivâyete ilâvesi ve sokuştur­ması da olmuş olabilir.

CEVAP

Bu İddianda da kesinlik olmayıp tereddüt vardır. Kaldı ki asıl olan (İdrâc)ın (olmaması)dır. (Olduğu) iddiâsı delîle muhtâcdır. Delîliniz de yok­tur. Şu hâlde davanız batıldır.

İTİRAZ

Bu ilâve sâbit olsa bile, bunda karşıtlar için hiçbir delil yok­tur. En fazla, Osman b. Huneyf, duanın bir kısmıyla dua edileceğini bazı­sıyla da dua edilmeyeceğini, zannetmiştir.

CEVAP

Bu ilâve, seni ve yandaşlarını bitiren bir hüccettir. Senin Osman’a ya­kıştırdığın ve iftirâ ettiğin şey, Nebî (aleyhisselamın) (âmâya dua ettiği) zannına dayanmaktadır. Hâlbuki zannın bâtıldır. Nebî (aleyhisselâm) ona dua etseydi, hâdiseye şâhit olan Osman b. Huneyf bunu nakle­derdi…[17] Bundan dolayı, Beyhakî, hadisten evvel, (âmâya, sabretmediği zaman, içinde şifâsı bulunan şeyi öğretmek hakkında gelen rivâyetler babı) başlı­ğını koydu. Dua ettiği kabûl edilse bile, bunu yaşarken yapılacak dua ile sınırlandırmanın bir dayanağı yoktur. Zîrâ Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’nin ahirete göçtükten sonra da, dünyadakilere dua ettiği sahîh ha­dislerle sâbittir.

Bekr b. Abdullah (Radıyallahu anh)’tan rivâyet edilen bir Hadis-i şe­rifte, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır, (sağlığımda bir takım işler) ya-parsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise, vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem, Allâh’a hamdederim, şer görürsem, Allâh’tan sizin için af dile­rim” [18]

Bu hadîs-i şerîfi, Bezzâr gibi bir hadîs hâfızı, Müsned’inde zikret-miştir. Hâfız Irâkî’nin oğlu “Bu hadîsin isnâdı çok iyidir” demiştir.

İTİRAZ

Bu ilâve, hadise terstir

CEVAP

Evet, size göre öyle. Lâkin hevâsına tapmayan âlimlere göre ise, ters değildir. Senin iddiâna göre, şu ilâve hadisten olmadığı hâlde Os­man b. Huneyf tarafından hadise sokulan bir ilâveydi. Osman b. Huneyf, hadise ters olacak bir ilâveyi ona sokuşturacak kadar, haşa cahil bir miydi demek istiyorsunuz.


[1] İbn Mace, İkame: 189; Ahmed b. Hanbel IV, 138; Tirmizî IV, 281-282; İbn Mace 1/313; Hepsi de Osman b. Huneyf yoluyla rivâyet etmişlerdir. Tirmizî bu hadis için hasen sahih, Ebû İshak, Hâkim ve Zehebî de sahih demiştir.

[2] İmâm Buharî, Et-Tarîhu’l-Kebîr (Dârü’l-Fikir): 6/209-210

[3] Tirmizî, Sünen: (H:3578)

[4] İbnü Mâce, Sünen:1/157, (H:1385), Dârü’l-Ma’rife.

[5] Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle (H:660),

[6] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/166,167,168

[7] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/167,

[8] İmâm Kevserî, Makâlât:389-390.

[9] İbnü Huzeyme, Sahîh… Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî:128, H:1008)

[10] Hâkim, Müstedrek: (1/526) Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî: 128, H:1008)”

[11] Elbânî, Tevessül, Türkçe Tercüme, 1. baskı 1995, s. 101, Guraba Yayınları.

[12] ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, XI, 212. (Ebû Bekir Sifil’in sitesinden)

[13] Elbânî, Tevessül, Arapça, s. 83, Tercüme s. 110. Mubarekfuri, Tuhfetul Ahvezi, 9/96

[14] Elbânî, Tevessül, Türkçe Tercüme, 1. baskı 1995, s. 101, Guraba Yayınları.

[15] “Cemâate muhalefet etti” sözü hatâdır. Aksine sika İmâm Fizârî “Aşretü’n-Nisâi” (sh:90) isimli eserinde mütâbeat etti. Sonra Ali İbnu Zeyd’ten yaptığı bir rivâyetle de Hammâd’ın kuvvetlenmekte olduğunu anlattı. Bu da hatadır. Ali İbnu Zeyd sanki hata ederek onu iki şekliyle rivâyet etti. Bir şekil Hammad’ın rivâyeti gibi, diğeri de ona muhaliftir. El-Müsned (6/182) Maksadım bu hatalara tenbîhte bulunmak değildir. Lâkin makssad Elbânî’nin ibâresini zikretmek ve Hammâd İbnu Seleme’nin ziyadesinin a’mâ hadîsinde kabûl edilmesinin daha evlâ olduğudur.

[16] Metnin tefsîri, takyîd, îzâh, tâ’mîm ve benzeri mâhiyette veya onunla alâkasız olarak râvînin sarfettiği sözlerin, hadîsden zannedilerek rivâyete eklenmesi şeklinde olan idrâc ise, evvelâ bir yanlışlık eseri olarak metne ilâve edilmişti. Bunun bilinerek veya bi lenlere aktarılmaya devâm edilmesinde ise zarar yoktur.

[17] Üstelik bir yandaki dua, öte yandaki tevessüle ve vesîle olmaya mâni’ de değildir.

[18] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, II, 194, İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Aliye, IV, 22 (no: 3853); Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII, 594, (no: 14250).

Aıntı: Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar 

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Müşrikler hakkindaki ayetlerin müslümanlara yüklenmesi!!

“Allah’tan başkasını veli edinenler” âyet’i ;müşrikler içindir. Çünkü müşrikler, putlara taptıkları, putlardan yardım istedikleri gibi; putları evliya-dostlar edinirlerdi.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor (meâlen):

وَمَا كَانُوا أَوْلِيَاءَهُ إِنْ أَوْلِيَاؤُهُ إِلا الْمُتَّقُونَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لا يَعْلَمُونَ

“Onlar, onun velileri değildir. Onun VELILERI sadece müttakilerdir. Fakat onları çoğu bilmezler.”
[el-Enfâl 8/34.]

وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ

“Bana yönelen kimsenin (kâmil Müminin) yoluna uy!”  [Lokmân 31/15.]

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ

“Sizin VELINIZ ancak Allah, onun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren, rükû eden Müminlerdir.”  [el-Mâide 5/55]

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ

“Ey inananlar! Allah’tan sakının ve doğrularla beraber olun!”   [et-Tevbe 9/119]

Evet, Allah-u Teâlâ, başta veliler olmak üzere bilumum kâmil Müminlerle dost olmamızı emrediyor.

Allah Celle Celâlulû müşriklerin cansız putlarına da, bu ilmi verdim diyor mu? Demiyor! Ama Mümin kullarına şöyle buyuruyor:

إِنْ تَتَّقُوا اللهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا

“Eğer takva üzere olursanız, Allah size furkan ve nur verir”  [el-Enfâl 8/29.]
“And olsun İsrâîl oğullarından sizden evvel gelip geçen insanlar içinde öyle kimseler vardı ki, onlar peygamberler (derecesinde) olmadıkları hâlde kendilerine haber ilham olunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa, o da Ömer (b. el-Hattab)’dir”
[Buhârî, Fazâilü’s Sahâbe: 6.]
Allah (Celle Celâluhû), bu ilmi Hazreti Ömer radıyallahu anh’a vermiş. Nitekim Ömer radıyallahu anh de, binlerce kilometre uzaklıktaki İran’ın Nihavend bölgesinde yenilmek üzere olan İslâm askerlerini ve askerlerden Sâriye’yi görmüş, “Sâriye dağa, dağa!” “Cebel, Cebel!” diyerek seslenip, uzaktan orduya yardım etmiştir.
[el-Beyhakî, Le’lekaide Şerhus-Sünnette İbn Merde Veyh el-İsabe, II, 3; İbn Kesîr, Tefsir Bidâye, VII, 131.]
“Elbette bunda basîret ve ferâseti olanlar için ibretler vardır.”  [el-Hicr 15/75]
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

“Müminin ferâsetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar.”

[Tirmizî, Tefsir: 16, (no: 3127), V, 298; Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, (no: 1529), VII, 354.]
Yolda yürürken bir kadına bakan bir adam, Hazreti Osman (radıyallahu anh)’ın yanına girince, Hazreti Osman (radıyallahu anh):

— “Biriniz içeri giriyor ve iki gözünde zina eseri gözüküyor” der. Bunun üzerine adam:

— “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra bir vahiy mi geliyor yoksa?” diye sorar. Hazreti Osman radıyallahu anh:

— “Hayır! Ancak Müminin feraseti vardır.” der.
[Nebhânî, Huccetullahi ‘ale’l-Alemîn, s. 862]
Allah Celle Celâluhû putlara furkan, nur, basiret ve ferâset verdim diyor mu?! Nasıl bu vasıflara sahip insanları putlarla kıyaslarsınız?!????!!!
Hazreti Peygamber’e sordular: ”Burada sözü edilen veliler kimlerdir, Ey Allah’ın Resulü?…”

Cevap şuydu: Velilerim o kimselerdir ki, görüldüklerinde Allah (Celle Celâluhû) zikredilir.

[Hakîm Tirmizî,, İbn Abbâs radıyallâhu anh’dan, Kenzül- Ummal:1/419, , h: 1783.]
Putu gördüğümüzde şirk akla geliyor. Siz nasıl olur da, görüldüğünde Allah Celle Celâluhû’nun zikredilmesine sebep olan insanı putlarla bir tutarsınız?!??

Demek ki âyette zikredilen “Allah’tan başka veliler”den kasıt, Müminler değildir. Putlar ve şirk koşulan diğer varlıklardır. Zaten âyet-i kerîme de, putperest müşrikler hakkında nazil olmuştur.  Ve tefsirlerdede bu velilerden kastin PUTLAR oldugu acikca soylenmistir.

Misal:
zümer suresi 3. Ayet: …. . O’ndan başka ve­liler edinenler….Kurtubi tefsirinde: Ondan başka veliler edinenler” buyruğunda velilerden kasıt putlardır.
zümer suresi 3. Ayet: …. . O’ndan başka ve­liler edinenler….Ibn Kesir tefsirinde: Onlar kendi kanılarına göre melek şeklini verdikleri PUTLARA yönelerek bu suretlere TAPINMAKTADIRLAR. Bu suretlere tapınmalarını meleklere tapınma derecesinde tutmaktadırlar.

Müşrikler icin inmis olan ayetteki gecen veli/dostlardan kastin PUTLAR oldugu ap acik meydandayken, bu velilerle(putlar) müslumanlarin veli olarak gordukleri nasil ayni kefeye koyulabilir?? Müşrikler ap acik taptiklarini ilan ederken,ve diger paylasimdaki tefsirdede gordugunuz gibi(http://www.facebook.com/photo.php?fbid=434442316589752&set=a.360875857279732.87180.213717701995549&type=1&theater,,,, http://www.facebook.com/photo.php?fbid=434538229913494&set=a.360875857279732.87180.213717701995549&type=1&theater) ,bir COK ILAHA TAPTIKLARI bildirildigi halde, nasil bunlari LA ILAHE ILLALLAH diyen müminlere yüklerler??? Hic bir sekilde Allahtan baskasina tapmiyan müslumanlara nasil olurda yuklerler??!!

Halbuki Allahu teala velileri icin ayetlerinde sunlari buyurmustur:

“İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar.
Onlar iman edip takvâya ermiş olanlardır.
Dünya hayatında da ahirette de onlar için müjdeler vardır. [yunus 62-63]

Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne de bir alış-veriş zikrullahtan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz. 
Onlar gönüllerin ve gözlerin halden hâle döneceği günden korkarlar.” (Nur: 37)

“Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadâkat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu şerefi beklemektedir.” (Ahzab: 23)

Onlar, onun velileri değildir. Onun VELILERI sadece müttakilerdir. Fakat onları çoğu bilmezler.” 
[el-Enfâl 8/34.]

Ve bunun gibi daha nice ayette gecen kisileri dost edinip HIC BIR SEKILDE BUNLARA TAPMIYAN ,LA ILAHE ILLALLAH”diyen ve herşeyin ALLAHIN IZNI ILE OLDUGUNA INANAN müminlerle, müşriklerin dost edinip taptiklari PUTLARLA nasil ayni kefeye koyulur??

Allah’ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah’a bir hisse ayırıp, boş düşüncelerine göre, bu Allah’ın diyorlardı, bu da ortaklarımız olan putların.  [En’am: 136]

kurtubi tefsiri enam 136:
Nihayet ken­dilerine ait olan malın bir bölümünü kendi zanlarına göre Allah’a, bir diğer bö­lümünü de putlara ayırdılar. Bu açıklamayı İbn Abbas, el-Hasen, Mücahid ve Katade yapmıştır, Yaptıkları açıklamalar anlam itibariyle birbirine yakındır.

Onlar, Allah’ın kendileri için yarattığının bir bölümünü Allah’a, bir bölü­münü de Allah’a ortak koştukları putlarına ayırmışlardı. Putlarına ayırdıkla­rı şey, putlara ve onların bakıcılarına harcanmak suretiyle tükenip bitti mi, bu sefer “Allah’a” diye ayırdıkları miktardan tamamlarlardı.

Ancak, misafirlere ve yoksullara harcayarak Allah’a ayırdıkları bölüm bit­ti mi, onun yerine putlara ayırdıklarından koymazlardı ve şöyle derlerdi: Al­lah’ın buna ihtiyacı yoktur, bizim koştuğumuz ortaklar ise fakirdir. Bu da on­ların cehaletlerinden kaynaklanıyordu ve asılsız iddialarından idi.

Asılsız iddia (zu’m) ise yalan demektir. Kadı Şüreyh der ki: Her bir şeyin bir künyesi vardır. Yalanın künyesi ise, İddia ettiler” tabirini kullan­maktır. Onlar, bu hususlarda yalan söylüyorlardı. Çünkü buna dair şer’i bir hüküm inmiş değildi.
Hangi müsluman bu müşriklerin yaptigi gibi Allaha böyle igrenc birsey yapar ve yapiyor??? Allahim müşriklerle, ve yanliz ve sadece sana tapan ve herseyi sadece ve sadece senden bilen kullarinla eş tutanları hidayete erdir yarabbim!!
“Onlar (müşrikler) bir hayâsızlık yaptıkları zaman: ‘Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu (fuhuşla ameli) emretti’ derler. O iman etmeyenlere söyle; Allah hiç bir zaman fahşâyı emretmez. Bilmeyeceğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi (atıp, iftira ederek) söylüyorsunuz.”  [el-A’râf 7/28.]

Onlara: ‘Allah’ın indirdiği hükümlere uyun!’ denildiğinde, onlar ‘Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, hakikati de bulamamış idiyseler?”[ el-Bakara 2/170.]

Acaba o bunca ilâhı tek bir ilâh mı yaptı? Muhakkak bu çok şa­şılacak bir şeydir.”[sad 38/5….Bu ayetin tefsiri yukardaki verilen linkte ve blogumuzda,bundan onceki iki paylasimda verilmistir–>https://islamkalesi.wordpress.com/2012/06/27/ibn-kesir-sure-sad-4-5-6-ayet-tefsirimusrikler-hakkinda/…..https://islamkalesi.wordpress.com/2012/06/27/imam-kurtubi-sad-suresi-4-5-ayet-tefsirimusrikler-bir-cok-tanriya-tapiyolardi/]
Simdi hangi akilli bir musluman,eger aklini yitirmemis ise MUSRIKLERLE muslumanlari bir tutabilir!???

Şimdi bide bu son ayeti(el-Bakara 2/170) muctehid imamlara veya bizden onceki alimlerin sozlerine uyanlara yapistiriyolar. Hemen bide onu acikliyalim insallah!

Bu ayetlerde müslúman olmiyanlar icin inmis ve müslümanlarin atalari hakkinda degildir!!!

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiği zaman, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu bulamamışlarsa? Kâfirlerin hali, bağırıp çağırmak dışında bir şey duymayan, yine de haykıran kişiye benzer. O kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için akledemezler.) [Bekara 170, 171]

diger ayetler:

-Kâfirler Allah’a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmez. Onlara, “Gelin Allah’ın indirdiği Kitaba ve Resule uyun” denildiğinde, “Atalarımızın yolu bize yeter” derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyse?) [Maide 103, 104]

Putperestler, Hud peygambere dediler ki:
(Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın taptıklarını [putları] bıraktırmak için mi geldin? Eğer sözünde sadık isen, tehdit ettiğin azabı getir.) [Araf 70]

Kâfirler, Peygamberlere dediler ki:
(Siz de bizim gibi bir insansınız. Siz bizi atalarımızın taptığı şeylerden [putlardan] döndürmek istiyorsunuz.) [İbrahim 10]
(Bu da aynen sizin gibi bir insandır. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah isteseydi, elbette [peygamber olarak] melekleri gönderirdi. Biz atalarımızdan böyle [bir Allah’a ibadet etmek diye] bir şey duymadık.) [Müminun 24]

-Hz. İbrahim putlara tapanlara dedi ki:
(Atalarınızın ve sizin neye taptığınızı şimdi gördünüz mü? Taptığınız putlar benim düşmanımdır. Dostum ancak âlemlerin Rabbidir.) [Şuara 75-77]
(Musa, kâfirlere apaçık mucizelerimizle gelince: [Kâfirler], “Bu uydurma bir sihirdir. Önceki atalarımızdan böyle [tek ilaha ibadet etmek diye] bir şey işitmedik” dediler.) [Kasas 36]
(Onlar [kâfirler] atalarını sapıklıkta buldular ve peşlerinden koşup gittiler.) [Saffat 69,70]
Bu ayetlerde goruldugu gibi MUCTEHID  ve bizden onceki ehli sunnet alimlerle hic bir alakasi yoktur.

Müslümanların ataları doğru yolda ise elbette uymak gerekir.

Nitekim Yakup aleyhisselam, ölürken oğullarına sordu: (Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?) dedi. Oğulları dediler ki: (Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshakın ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz.) [Bekara 133]

Hz. Yusuf da dedi ki: (Atalarım İbrahim, İshak ve Yakubun dinine uydum.) [Yusuf 38]

ve bir hadisi serifle noktaliyalim insallah

Ahir zamanda bazıları, sizin ve ATALARINIZIN yolundan ayrılıp, sünnetimden uzak kalacaklar, onlardan uzak durun.) [Müslim]

Hz. Ömer’in oğlu Hz. Abdullah’ın Haricîler hakkında buyurduğu gibi, “Gerçekte onlar müşrikler hakkında nâzil olan âyetleri Müslümanlar için kullanmışlardır” (Buhârî, İstitâbe, 6)

Allahim bu tür ayetleri hariciler gibi müşriklere yükliyenlerden bizi koru ve onlari hidayete erdir!!  

Categories: Müşrik-Mümin farkı, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet, Vehhabi Fitnesi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.