Posts Tagged With: kulum

Ibn Kayyim ve feraset

Ibn Teymiyyenin talebesi Ibn Kayyim:

Ferasete gelince, Yüce Allah, feraset sahiplerinden övgüyle şu şekilde bahsetmiştir: “Şüphesiz bunda, işaretten anlayanlara nice ibretler vardır.” (Hicr, 15/75). İbni Abbas ve diğerleri: “İşaretten anlayanlar, feraset sahipleridir” demişlerdir.

Diğer bir ayette: “Onları tanımayan, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. Onları simalarından tanırsın” (Bakara, (2/273) buyrulmuştur. Bir başka ayette de: “Biz dileseydik, onları sana gösterirdik. Sen onları simalarından tanırdın ve onları sözlerinin uslubundan tanırsın” (Muhammed, 47/30) buyurulmuştur.

Feraset, kalbi doğrular. Temiz ve saf olur. Pisliklerden uzak bulunur. Allah’a yakın olur. Ferasetli kimse, Allah’ın kalbine attığı nurla bakar. Tirmizi ve diğerlerinde Ebu Said’den şöyle bir hadis nakledilir; Rasulullah buyuruyor:
“Mü’minin ferasetinden sakının. O, Allah’ın nuruyla bakar.”

Bu feraset, Allah’a yakınlıktan kaynaklanmıştır. Kul Allah’a yaklaşınca, hakkı bilmesine, anlamasına engel olan kötü engeller ortadan kalkar, Allah’a yakınlığı ölçüsünde, Allah’a yakın bir fener ışığı, kula ulaşır. Yakınlığına göre bu ışık onu aydınlatır. Bu nurla, Allah’tan uzak kimsenin, mahcubun göremediği şeyleri görür.

es-Sahih’te, Ebu Hureyre’den naklen, Rasullah’ın Allah’tan rivayet ettiği kudsi bir hadiste Yüce Allah şöyle der: “Kulum bana, üzerine farz kıldığım ibadetlerle yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana,nafile ibadetlerle yaklaştıkça da onu severim. Kulumu sevince, duyduğu kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Böylece o, benimle duyar, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür.”

Yüce Allah bu kudsi hadiste, kendisine yaklaşan kuluna olan sevgisinin, faydalı olacağını belirtmiştir. Allah kulunu sevince kulağına, gözüne, eline ve ayaklarına yaklaşır. Artık gözü Allah’la görür. Kulağı O’nunla duyar. O’nunla tutar. O’nunla yürür. Kalbi, eşyaların gerçeklerinin belirdiği saf ayna gibi olur. Ferasetinde oldukça az yanılır. Çünkü kul, Allah’la varlığa bakınca onu olduğu gibi görür. Allah’la işitince onu olduğu gibi işitir. Ancak bu, gayb bilgisinden sayılamaz. Yüce Allah’ın, hakikatlerin suretlerini görmeye mani olan vesvese, hayal ve batıl izlerden uzak, nurla kaplı, kendine yakın kulunun kalbine attığı hak ile hakikatların suretlerini görür, bilir. Nur kalbte çoğalınca, derhal kalbten uzuvlara, göze geçer; nur ölçüsünde görme gözüyle hakikatlan olduğu gibi keşfeder.

Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) namaz kılarken -sair zamanda önünde bulunan ashabını gördüğü gibi- arkasında namaz kılanları görürdü. Mekke’de iken gözü ile Beyt-i Makdis’i görmüştür. Şam saraylarını, San’a kapılarını ve Kisra’nın şehirlerini hendek kazarken, Medine’de görmüştür. Medine’de iken Mute’de yaralanmış komutanları görmüş; yine Medine’ de iken Necaşi’nin ölüsünü görmüş, Musalla’ya giderek, gıyabında cenaze namazı kılmıştır.
Hz. Ömer, İran’ın Nihavend bölgesinde düşmanlarla savaşan İslam askerlerini ve askerlerden Sariye’yi görmüş, O’na: “Sariye! Dağa, dağa” diye nida etmiştir. Yine Hz. Ömer’in huzuruna içlerinde Eşter en-Nehai’nin de bulunduğu Mezheç kabilesine mensup bir grup insan
girmiş, Hz. Ömer başını kaldırarak Eşter’i görmüş. Onlara: “Bu adam kim?” diye sormuştur. Onlar da: “Malik b. Haris” karşılığını verince Hz. Ömer: “Ne oluyor ona. Aşkolsun ona. Bugün müslümanların korkunç bir gün yaşadıklarını görüyorum” demiştir……………….

İşte Osman b. Affan! Hz. Osman’ın yanına gelirken yolda bir kadın görmüş, onun güzelliklerini düşünmüş bir sahabe huzura girer. Hz. Osman ona der ki: “Gözlerinde zina belirtisi olan sizden bir zat yanıma geldi.” Bunu duyan sahabe: “Rasulullah’tan sonra vahiy mi?” diyerek Hz. Osınan’ın haline muttali olmasına şaşırır. O sahabeye Hz. Osman: “Hayır. Bu, basiret, burhan ve doğru ferasetle bilinir” karşılığını verir.

İşte feraset budur. O, Allah’ın kalbe attığı bir nurdur. Bu sayede bir şey, nasıl ise o şekilde hatıra gelir. Feraset göze geçerek başkasının göremeyeceği şeyleri görür.

[Ibn Kayyim, Kitâbu’r-Ruh, s. 304-308]

 

Categories: Tasavvuf | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

ÖMÜRLERİNİ TEDLİS-TAHRİF VE İNKÂRLA GEÇİREN VEHHABİLER BUNU NASIL TEDLİS-TAHRİF VE İNKAR EDECEKLER ???

Bazıları melekler insanlardan daha kuvvetli ve daha güçlü zannederler. Cebrail’in ŞEDİD UL KUVA olduğu kıssasını zikrederler. O, Lut kavminin köyünü kanadıyla taşımıştır. Ancak, Allah u Teâlâ bazı kullarına bundan daha çok şey vermiştir. Bütün dünya Nuh’un as duasıyla boğulmuştur. Efendimiz sav buyuruyor: ”Allah’ın öyle kulları vardır, eğer Allah’a yemin ederlerse Allah onları sözlerinde yalancı çıkarmaz”. ”Bazı yüzü gözü tozlu ve kapılardan kovulmuşlar vardır eğer Allah adı üzerine yemin ederlerse Allah u Teâlâ onları yalancı çıkarmaz.” Bu her şeyde genel bir kuraldır. Bunun tefsiri hadis kitaplarında şöyle gelmiştir: Allah’ın kullarından öyle kişiler vardır ki, eğer Allah u Teâlâ’dan dağı yerinden oynatmasını isterse ve ya dağları yerinden oynatmasını isterse Allah u Teala dağları onun hatırına yerinden oynatır.

Ama böyle söyleyenler olursa: ‘kıyameti koparmasını istemezlerse Allah u Teala kıyameti bile onların hatırına koparmaz.’ Bu mubalağadır.
Bu da o zatlarda bir kuvvet var edilmiş ve onlar kendileri bu işi yapıyorlar manasına gelmez, bu işler onların dualarıyla olur. Çünkü bu işler hakikatte tek bir zata isnad edilir. İşte bu kudretten maksat ve kuvvetten matluptur. Kuvvetlinin zayıftan daha faziletli olduğu şey ve sonra bunun dünyada yarattı. Peki ahrette ne yapacaksınız? Hadiste şöyle bir rivayet gelmiştir:

”Ey kulum, ben bir şeye ol desem olur, bana itaat et ki sana bir şeye ol dediğinde olmasını sağlayayım. Ey kulum, ben ölümsüzüm, bana itaat et ki seni de ölümsüz kılayım”. Başka bir hadiste: ”mümine Allah’tan bir hediye gelir: ölümsüzden ölümsüze”. Bunlar sonu olmayan hedeflerdir. Nasıl olmasın ki? O kul Allah ile işitir, O’nun ile görür, O’nun ile kuvvetlenir, O’nun ile yürür, onun gücünün üstüne güç var mı?

”Âdemoğlu’nun âlimleri, her ne kadar bazı konularda zıtlık olsa da daha iyi ve daha faziletlidirler. ” Denildi. Sonra onlar dünya ve ahrette nefes alır gibi Allah’ı tesbih ederler, lakin başkalarına fayda verme ve kainattaki bazı dengeleri idare etmeleri hakkında ise şöyle denildi: kulların rızıkları onların eline verilir, onlara ilhamla ilim verilir, Allah tarafından muhafaza edilirler ve korunurlar ve bunun gibi meleklerin başka özellikleri gibi…

Cevap: Salih insanlarda bu ve bundan daha çok şeyler vardır, sana delil olarak şefaati hak ve kabul olan Peygamber Efendimiz’in sav günahkârlara şefaat edeceğini söylemek, şefaati uzmada da insanlara hesaba çekilecekleri müjdesini vereceğini, cennet ehline cennete girene kadar şefaatinin edeceğini söylemek yeterlidir. Bundan sonra da meleklerin şefaati başlar. Hani melekler eğer üstünlerse bu ayetin neresindeler onlar? ”Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” ve bu ayetin neresindeler? ”Kendileri (ensar) son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları (muhacirleri) kendilerine tercih ederler.” Ve nerede hak dine ve hidayete çağıranlar; güzel bir sünnet işleyenler nerede? Ve onlar Efendimiz’in sav bu sözünün neresindeler: ”

(mecmuul fetava/4.cüz/230-231. Sayfa)

Categories: Tevessül, Vehhabi Fitnesi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.