Posts Tagged With: fetava

Amellerin ölüye arz edilmesi (Ibn Teymiyye)

İbni Teymiye’ye “Hayatta olanların ölüleri ziyaret ettikleri zaman bu ziyaretten haberleri olur da ziyaret edenlerin akraba olup olmadığını bilebilirler mi?” diye sorulduğunda cevaben şöyle demiştir:

“Hamd Allah’a mahsustur. Evet, rivayetler hayattakilerin amellerinin ölen kişilere arz edildiği ve onlardan haberdar  olduklarına delalet etmektedir.

İbni Mübarek’in Ebu Eyyüb el-Ensari’den yaptığı şu rivayette olduğu gibi: “Bir müminin ruhu kabz olunduğunda onu Allah’ın rahme…te nail olmuş şefkatli bir takım kulları, adeta müjde veren birinin hali gibi karşılayıp, onun halini hatırını sorarlar. Biri diğerlerine şöyle der: “Kardeşinizle ilgilenip ferahlamasına ve sıkıntılannın giderilmesine yardımcı olun, zira o şiddetli bir sıkıntıda idi” derler. Ravi şöyle devam eder: “Sonra onlar gelenleri karşılayıp hatırlarını  sorar ve: “falan adama ne oldu? falan kadına ne oldu? Evlendi  mi? . . .” gibi sorular sorarlar.” Ölü bir kimsenin, kendisine selam veren ve ziyarette bulunanlan tanıması ile alakalı İbni Abbas -radiallahu anh-‘dan naklen Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Kim bir mümin kardeşinin kabrine uğrar ve ona selam verirse onu tanır ve selamını alır. ”

İbni Mübarek demiştir ki: “Bu Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem’ den sabit olmuş bir rivayettir, “Ahkam ” sahibi Abdulhak, bu hadisi ‘Sahih ‘ kabul etmiştir.”

[İbni Teymiye, “Mecmu’ul-Fetava ” 24/331]

Categories: Ölüler işitir-Ruh ölmez, Ölüye amellerin hediye ve arz edilmesi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Şefaat!

Hanbeli alimlerindən Muhammed el Buhuti (v. 1088 h/1678 m) Hac ahkamlarıyla bağlı yazdığı eserde diyor ki:

وينبغي للزائر أن يسألَ لأهله وإخوانِه الشفاعةَ ولسائرِ المسلمين

وقد جئتكُ مستغفراً مِن ذنبي مستشفعاً بك إلى ربي فاشفَعْ لي يا شفيعَ الأمة ، وأجرِني مِن النار

يا رسولَ الله , قد وقَفتُ ببابِك ، واستجرت بجَنابك ، وتمسَّكتُ بأعْتابك ، أسألك الشفاعةَ لي ولوالديَّ

“(Rasulullahın kabrini ziyaret eden) Ziyaretçinin öz ailesine, kardeşlerine ve diğer müslümanlara şefaat istemesi lağzımdır.

(kabrin başında durup bu şekildə şefaat ister) Senin yanına günahımdan istiğfar ederek, senden Rabbim katında şefaat dilemeni isteyerek geldim. Ey ümmetin şefaatcisi benim için şefaat et!

Ey Allahın Rasulu! kapına geldim, yanına sığındım, eteyine yapıştım. Senden kendim ve validelerim için şefaat istiyorum.”

[Muhammed el Buhuti: Buğyetul Mesalik fi ahkemil Menasik: 131-132]

Hanbeli alimi İbrahim bin Ebi Bekr es Salihi (1030-1094 h/1621-1683 m) Həcc ahkamlarıyla yazdığı bir kitabında diyor ki:

ثم ينبغي للزائر أن يسألَ لأهله وإخوانه الشفاعةَ مِن النبي صلى الله عليه وسلم عندَ ربه

“Daha sonra ziyaretcinin Peygamberden Rabbi katında onun ailesi ve kardeşleri için şefaat istemesi lağzımdır.”

[İbrahim bin ebi Bekr es Salihi: Buğyətul Mutetabbi: 467]

Riyad: Darul Meymən: 1429/2008

Fetava Hindiyye de Nebi(sallallahu aleyhi vesellem) in kabrini ziyaret eden kimsenin şöyle söylemesi tavsiye edilmiştir ;

ويُبلِّغه فيقول : السلام عليك يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ, يستشفع بك إلى ربك, فاشفَعْ له ولجميعِ المسلمين
… ثم يقِفُ عند رأسِه صلى الله عليه وسلم كالأوَّل ويقول : اللهمَّ إنك قلتَ وقولُك الحقُّ: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ }, وقد جِئناك سامعينَ قوْلَك طائعينَ أمركَ مستشفعين بنبيِّك

Ziyaret edeb gönderilmiş selamı ileterek derki ; Filan oğlu filandan sana selam var ey Allahın Rasulu senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor ona ve bütün müslümalara şefaat et.

Sonra ilk başta olduğu gibi Sallalahu aleyhi vesellem’ in kabrinin başucunda durur ve derki ; Allahım Şüphesiz ki sen buyurdun ve senin sözün haktır : Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64) sözünü işiterek ve emrine uyarak. Nebinden senin katında şefaat etmesini dileyerek geldik.

[ Nizamuddin El Belhi Fetavai Hindiyye 1-292-293]

Mecmaul Enhur fi Şerhi Multakal Enhur

Mecmaul Enhur fi Şerhi Multakal Enhur


Hanefi İmamlarından Abdurrahman bin Muhammed bin Suleyman Mecmaul Enhur fi Şerhi Multekal Ebhur adlı kitabında diyor ki ;

ثم يسألُ اللهَ تعالى حاجتَه ، وأعظمُ الحاجاتِ سؤالُ حُسْنِ الخاتِمة وطلبُ المغفرةِ, ويقول: السلام عليك يا رسولَ الله, أسألكَ الشفاعةَ الكبرى, وأتوسَّل بك إلى اللهِ تعالى في أن أمُوتَ مُسلمًا على ملَّتِك وسنَّتِك وأن أُحشِرَ في زمرةِ عبادِ اللهِ الصالحينَ

Sonra Yüce Allahtan ihtiyaçlarını isteyerek en büyük ihtiyac olan hayırlı son ve bağışlanma talebidir.
Der ki ; Esselamu Aleyke ey Allahın Rasulu Senden büyük şefaati istiyorum senin dinin ve sünnetin üzere ölmek ve Allahın salih kulları zümresinde haşredilmem için seninle Allaha tevessül ediyorum.

[ Şeyhzade Abdurrahman Bin Muhammed : Mecmaul Enhur fi Şerhi Multakal Enhur 1/464 ]

Merakil Felah bi İmdadil Fettah

Merakil Felah bi İmdadil Fettah


Hanefi fukahasından Ebul ihlas Eş Şurunbulali Nebi s.a.v in kabrini ziyaret edenin yapacağı zikirleri anlatıyor ;

وقد قال الله تعالى: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً }, وقد جِئناك ظالمين لأنفسنا, مستغفرين لذنوبنا, فاشفَعْ لنا إلى ربك, واسأله أن يُمِيتَنا على سنّتِك, وأن يَحشُرَنا في زُمْرتِك, وأن يُوْرِدَنا حَوْضَك, وأن يُسقِيَنا بكأسِك غيرَ خَزَايَا ولا نَدامى, الشفاعة الشفاعة الشفاعة يا رسولَ الله – يقولها ثلاثا – { رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْأِيمَانِ وَلا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ }, وتُبلِّغه سلامَ من أوْصاك به فتقول : السلام عليك يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ, يتشفَّع بك إلى ربك فاشفَعْ له وللمسلمين

Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar ederek geldik. Bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzere vefat ettirip zümrende haşretmesini havzuna kavuşturmasını utanç ve pişmalık olmadan kasenle içirmesini iste. Şefaat Şefaat Şefaat Ya Rasulullallah.Bunu üç defa der.
Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin (Haşr 10)
sonra kendisiyle selam gönderenlerin selamını ileterek dersin ki ; Filan oğlu filanın sana selamı var Ey Allahın Rasulu senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor ona ve müslümanlara şefaat et.

[ Ebu İshak Eş Şurunbulali : Merakil Felah bi İmdadil Fettah ]

Haşiyetul Tahtavi ala Merakil Felah

Haşiyetul Tahtavi ala Merakil Felah

Şurunbulallinin Merakil Felah eserine haşiye yazan Mısılı Hanefi fukahasından Ahmed Et Tahtavi onun yukarıda zikredilen Şefaat Şefaat Şefaat Ey Allhın Rasulu sözlerini şöyle açıklıyor ;

قولُه : “الشفاعة” أيْ نطلُبُ مِنكَ الشفاعةَ

Muellifin şefaat sözünün manası Ey Allahın rasulu senden şefaat istiyoruz demektir.

[ Ahmed Et Tahtavi : Haşiyetul Tahtavi ala Merakil Felah 748]

Fethul Kadir lil Acizil Fakir

Fethul Kadir lil Acizil Fakir


Kemaluddin İbn Humam
 Fethul Kadir kitabında Rasulullah s.a.v in kabrini ziyaret edenin yapması gereken amelleri aktarırken şöyle diyor ;

ويسألُ اللهَ تعالى حاجتَه متوسِّلا إلى اللِه بِحَضْرة نبيِّه عليه الصلاة والسلام .
وأعظمُ المسائل وأهمُّها سؤالُ حُسْنِ الخاتِمةِ والرِّضْوانِ والمغْفِرةِ ، ثم يسألُ النبيَّ صلى الله عليه وسلم الشفاعةَ فيقول: يا رسولَ الله أسألك الشفاعةَ ، يا رسولَ الله أسألك الشفاعةَ وأتوسّلُ بك إلى اللهِ في أنْ أمُوتَ مُسلمًا على مِلّتِك وسنَّتِك

Nebinin a.s huzurunda olmasıyla tevessül ederek yüce Allahtan ihtiyacını talep eder. Meselelerin en büyüğü ve en ehemmiyetlisi ise hayırlı ölümü, Allahın rızasını ve bağışlanmasının istenmesidir.Sonra Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)’ den şefaat isteyerek şöyle der ; Ey Allahın Rasulu senden şefaat istiyorum.Senin dinin ve sünnetin üzre Müslüman olarak ölmem için Seninle Allaha tevessül ederim.

[Kemaluddin İbnu Humam Fethul Kadir lil Acizil Fakir 3/169]

El Mekki Tarrihul Mekke

El Mekki Tarrihul Mekke


Kadı Bahauddin İbnuz Ziya Tarihu Mehhe adlı kitabında Kabri ziyaret edenin söyle demesi gerektiğini söylüyor ;

وقد قال الله تعالى : { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُول لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } . وقد جِئناكَ يا رسولَ اللهِ ظالمينَ لأنفسِنا ، مُستغفِرين لذُنوبِنا ، فاشفَعْ لنا إلى ربِّنا , واسأَلْه أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك ، وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك ، يُسقِيَنا بِكَأْسِكَ غيرَ خَزَايا ولا نَدامى ، ويرزُقَنا مُرافَقتَك في الفِرْدَوسِ الأعلى مع الذينَ أنعمَ اللهُ عليهم مِن النبيِّينَ والصِّدِّيقينَ والشُّهَداءِ والصالحينَ وحَسُنَ أولئك رَفيقاً ، يا رسولَ اللهِ الشفاعة الشفاعة

Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)

Ey Allahın Rasulu biz senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar etmiş olarak geldik. Sende bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzre vefat ettirip senin zümrende haşretmesini utanç ve pişmanlık olmadan kasenden içirmesini, bizi firdevsul Ala da Nebilerden sıddıklardan şehitlerden ve Salihlerden Allahın nimet verdiği kişilerle beraber senin yanında olmakla rızıklarndırmasını iste.Onlar ne güzel dostlardır .Ey Allahın Rasulu Şefaat Şefaat!

[Bahauddin İbnuz Ziya El Mekki Tarrihul Mekke 344]

Hanefi Fukahasından Abdullah Bin Mahmud El Mavsili El Muhtar Lil Fetva kitabı üzerine yazdığı El İhtiyar Li Talilil Muhtar isimli eserinde Allah rasulunun s.a.v kabrini ziyaret edenin söylemesi gerekenleri kaydederken ;

وقد قال الله تعالى: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً }, وقد جِئناك ظالمينَ لأنفسِنا، مستغفِرين لذُنوبِنا ، فاشفَعْ لنا إلى ربِّك، واسأَله أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك، وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك، وأنْ يُوْرِدَنا حَوْضَك، وأنْ يُسقِيَنا كَأْسَك غيرَ خَزَايا ولا نادمينَ، الشفاعة الشافعة يا رسولَ اللهِ، يقولها ثلاثا, { رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ }، ويُبلِّغه سلامَ مَن أوْصاه فيقول : السلامُ عليكَ يا رسولَ الله مِن فلانِ ابنِ فلانٍ ، يستشْفعُ بك إلى ربِّك فاشفَعْ له ولجميعِ المسلمين

Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
Senin yanına nefislerimize zülmedenler ve günahlarımızdan bağışlanma dileyerenler olarak geldik. Öyleyse bizim için Rabbinden şefaat iste bizi sünnetin üzre vefat ettirip zumrende haşretmesini bizi senin havzuna kavuşturmasını ve senin kadehinden utanç ve pişmanlık olmadan içirmesini dile. Şefaat şefaat şefaat Ey Allahın Rasulu bunu üç defa tekrar eder.…Rabbimiz!Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla (Haşr 10)
Ona selam söyleyenin selamını ileterek derki ; Filan oğlu filandan sana selam var ya Rasulallah!
Senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor.Onun için ve bütün Müslümanlar için şefaat iste

[Abdullah Bin Mahmud El Mavsili El İhtiyar Li Talilil Muhtar 1/176]

Zeynuddin El Kirmani diyor ki ;

جِئناك للاسْتشفاعِ إلى ربِّكَ , فأنتَ الشافعُ المشفَّعُ , الموعودُ بالشفاعةِ الكبرى , والمقامِ المحمودِ , وقد قال تعلى فيما أنزلَ عليك :
{ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً } , وقد جِئناك يا حبيبَ اللهِ ظالمينَ لأنفسِنا , مُستغفرينَ لذُنوبِنا , وأنتَ نبيُّنا , فاشفعْ لنا إلى ربِّنا وربِّك , واسأَلْه أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك , وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك ، وأنْ يُوْرِدَنا حَوْضَك ، وأنْ يُسقِيَنا كَأْسَك غيرَ خَزَايا ولا نُدامى .
يا رسولَ الله الشفاعة الشفاعة الشفاعة – يقوله ثَلاثَ مَرَّاتٍ – , فقد سمَّاك اللهُ بالرؤوفِ والرحيمِ فاشفعْ لمن أتاكَ ظالمًا لنفسِه , مُعْترِفًا بذنْبِه , تائبا إلى ربِّه . . .
فإنْ كانَ قد أوْصاك أحدٌ مِن المسلمينَ بتبْليغِ السلامِ إلى النبيِّ – صلى الله عليه وسلم – تقول : السلامُ عليكَ يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ , يستشفِعُ بك إلى ربِّك بالرحمةِ والمغفرةِ فاشفعْ له ولجميعِ المؤمنينَ , فأنتَ الشافعُ المشفَّعُ , الرؤوفُ والرحيمُ

Allah Rasulunun (sallallahu aleyhi vesellem). kabrini ziyaret eden şöyle demelidir ; Senin yanına Rabbinden şefaat dilemen için geldik. Çünkü sen şefaat isteyen ve şefaati kabul edilensin sana büyük şefaat ve övülen makam vadedilmiştir.

Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)

Ey Allahın habibi bizde senin yanına nefislerimize zulmedenler günahlarımız için bağışlanma dileyenler olarak geldik. Sen bizim Nebimizsin O halde bizim için rabbinden şefaat dile

Rabbinden şefaat dile! Ondan bizi senin sünnetin üzere vefat ettirip senin zümrende haşretmesini havzuna kavuşturmasını utanç ve pişmanlık olmadan kabından içirmesini iste

Ey Allahın Rasulu şefaat şefaat şefaat ! bunu üç defa söylemelidir. Yüce Allah seni rauf ve rahim olarak isimlendirdi(Tevbe 128 de) Öyleyse senin yanına nefsine zulmetmiş günahını itiraf etmiş Rabbine tevbe etmiş olarak gelen kimse için şefaat dile! Eğer Müslümanlardan biri senden Nebi (salllallahu aleyhi vesellem) selam söylemeni istediyse o zaman şöyle dersin ; Filan oğlu filanın sana selamı var Ey Allahın Rasulu senden Rabbin yanında rahmet ve bağışlanma için şefaat etmeni istiyor ona ve bütün Müslümanlara şefaat et! Sen şefaat isteyen ve şefaati kabul edilen rauf ve rahimsin

[Zeynuddin El Kirmani El Mesalik Fil Menasik 1073]

Hanefi alimlerinden Rahmetullah Es Sindi Lubebul Menasik ve Ubebul Mesalik adlı kitabında Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ in kabrini ziyaret edenin şefaat isteyeceğini söyleüyor ayrıca kitabı şerh eden diğer Hanefi fakih Molla Aliyyul Kari de bunu tastik ederek izah ediyor ;

قال السِّنْدي : ثم يطلُب الشفاعةَ , فيقول : يا رسولَ اللهِ أسألُك الشفاعةَ ثلاثًا .

شرحُ مُلا عليِّ القاري : ( ثم يطلُب الشفاعةَ ) أي : في الدنْيا بالتوفيقِ وفي الآخرةِ بغُفرانِ المعْصيةِ

قال السِّنْدي : وحسنٌ أن يقولَ : اللهمَّ إنك قلتَ وأنتَ أصدقُ القائلين { وَلَوْ أَنَّهُمْ إذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوك فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } جِئناك ظالمينَ لأنفسِنا , مُستغفرينَ مِن ذُنوبِنا فاشفَعْ لنا :

شرحُ مُلا عليِّ القاري : ( وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ ) أي : بالشفاعةِ لردِّهم إلى الطاعةِ .
( ظالمينَ لأنفسِنا , مُستغفرينَ مِن ذُنوبِنا ) أي : ومُستشفعينَ بك إلى ربِّنا .
( فاشفَعْ لنا ) أي : إلى ربِّك

Es Sindi ; kabri ziyaret eden kimse daha sonra şefaat isteyerk şöyle der : Ey Allahın Rasulu senden şefaat istiyorum . bunu üç kere tekrar eder.

Aliyyul Kari şerhi ; Yani dünyada tevfik ahirette günahların bağışlanması için şefaat ister.

Es Sindi : Kabri ziyaret eden kimsenin şöyle demesi gğzel olur ; Ey Allahım.Sen buyurdun ve buyuranların en doğru sözlüsüsün ğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64) bizde senin Peygamberinin yanına zulmedenler ve günahları için bağışlanma dileyenler olarak geldik. Öyle ise bizim için şefaat iste .

Aliyyul Kari şerhi ; … ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi. Yani onların itaate dönmeleri için şefaat etseydi.
Peygamberinin yanına zulmedenler ve günahları için bağışlanma dileyenler olarak geldik. Yani aynı zamanda Rabbimizden şefaat dilemeni isteyerek geldik.
Öyle ise bizim için şefaat iste. Yani Rabbinden iste

[Molla Aliyyul Kari : El Meslekul Mutakassit fi Mensekil Mutavassit ala Lubebil Menasik 289-291]

Maliki alimlerinden büyük usulcü Şihabuddin El Karafi Allah Rasulu(sallallahu aleyhi vesellem) kabrini ziyeret etmek hakkında meşhur Utbi kıssasını Tekrarlıyor.

وحكَى العُتْبي أنه كان جالسًا عندَ قبْرِه – عليه السلام – فجاءَ أعرابيٌّ فقال : السلامُ عليكَ يا رسولَ الله , سمِعتُ اللهَ يقول : { وَلَوْ أَنَّهُمْ إذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } وقد جِئتُك مُستغفِرًا مِن ذَنْبي , مُستشْفِعًا بك إلى ربِّي ثم أنشأ يقول

يَا خَيْرَ مَنْ دُفِنَتْ بِالْقَاعِ أَعْظُمُهُ
فَطَابَ مِنْ طِيبِهِنَّ الْقَاعُ وَالْأَكَمُ
نَفْسِي الْفِدَاءُ لِقَبْرٍ أَنْتَ سَاكِنُهُ
فِيهِ الْعَفَافُ وَفِيهِ الْجُودُ وَالْكَرَمُ

ثم انصرَف الأعرابيُّ فحمَلتْني عيْنيَّ فرأيْتُ النبيَّ في النوْمِ , فقال لي : يا عتبيُّ اِلحَق الأعرابيَّ فبشِّرْه أنَّ اللهَ قد غفَر له

Utbi diyor ki ; Nebi(sallallahu aleyhi vesellem)’ in kabrinin yanında oturmuştum. Bir bedevi geli ve dedi ki : Esselamu aleyke ya Rasullallah Yüce Allahın şöyle dediğini duydum ;
Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)

Ben günahlarım için bağışlanma dileyerek ve senden Rabbim katında şefaat etmeni isteyerek senin yanına geldim.Sonra şöyle bir şiir okumaya başladı :

Ey kemikleri şu ovada defnedilenlerin en hayırlısı
Onların güzel kokusundan ova ve tepeler yeşillendi
Senin yattığın kabre benim canım feda olsun
Orada iffet cömertlik ve kerem vardır

Sonra bedevi dönüp gitti ve beni uyku tuttu ve rüyamda Nebi s.a.v i gördüm bana dedi ki ; Ey Utbi o bedeviye yetiş ve onu Allahın bağışlanmasıyla müjdele.

[Şihabuddin El Karafi Ez Zahire 3/375-376]


İbnul Cuzey El Ğırnati El Kavaminul Fıkhiyye adlı kitabında şöyle diyor ;

ينبَغي لمَن حجَّ أنْ يقصِدَ المدينةَ فيدخُلَ مسجدَ النبيِّ – صلى الله عليه وسلم – فيصلِّيَ فيه ويسلِّمَ على النبيِّ – صلى الله عليه وسلم – وعلى ضَجيعَيْهِ أبي بكرٍ وعمرَ – رضي الله عنهما – ويتشفَّعَ به إلى اللهِ ويصلِّيَ بينَ القبرِ والمنبَرِ ويُوَدِّعَ النبيَّ – صلى الله عليه وسلم – إذَا خرَج مِن المدينةِ

Hacceden kimsenin Medineye yönelmesi Nebi(sallallahu aleyhi veselem)’in mescidine girmesi orada namaz kılıp Nebi (sallallahu aleyhi vesellem) ve onun yanında yatan Ebubekire ve Ömere r.a selam vermesi Nebiden (sallallahu aleyhi vesellem) Allah katında şefaat etmesini istemesi kabir ve minberin arasında namaz kılması ve Medineyi terkedeceği zaman Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)’ e veda etmesi gerekir.

[İbnul Cuzey El Kavaninul Fıkhiyye 116]

Bu kitabı Şiir haline getirenlerden Murabit bin Mahfuz Eş Şinkiti aynı yerde şöyle diyor 

وينبغي لمَن بحجِّ أُكْرِمَا قصْدُ المدينةِ وأنْ يسلِّمَا
على الشَّفيعِ وضَجِيعَيْهِ وأنْ يُصلِّي قبلَ ذا عُلِنْ
وكذا الصلاةُ بين قبْرِه وبين مِنْبَرِه
واستشْفِعَنْ ووَدِّعَنْ

Haccetmekle ikram edilen kimsenin Medineye yönelmesi
Şefaatçi olana ve onun yanında yatan iki kişiye selam vermesi
Bundan önce Mescidi Nebevide namaz kılması gerekir
Kabri ve minberi arasında namaz kılmakta gerekir
Ve Ondan Şefaat dile ve vedalaş.

[ Murabit Eş Şinkiti : Tuhfetul Mardiyye li Nazmil Kavaninil Fıkhiyye 114]

Maliki fakihlerinden Ebu Abdullah İbn El Hac el Abderi diğer bir Maliki fakihi olan İbnu Numan el Mağribiden naklen diyor ki;

وقد ذكَر الشيخُ الإمام أبو عبدِ اللهِ بن النعمانِ رحِمه الله في كتابه المسمَّى بسَفِينة النَّجاءِ لأهلِ الالْتجاءِ في كَراماتِ الشيخِ أبي النجاءِ في أثناءِ كلامِه على ذلك ما هذا لفْظُه : تحقَّق لذَوي البصائرِ ، والاعتبارِ أن زيارةَ قبورِ الصالحينَ محبُوبةٌ لأجلِ التبرُّكِ مع الاعتبارِ ، فإنَّ بركةَ الصالحينَ جاريةٌ بعدَ مماتِهم كما كانتْ في حياتِهم , والدعاءُ عند قبورِ الصالحينَ ، والتشفُّعُ بهم معمولٌ به عند علمائِنا المحقِّقينَ مِن أئمةِ الدينِ

Şeyh imam Ebu Abdullah bin Numan rahimehullah Sefinetun Neca li Ehlil iltica fi Kerameti Şeyh ebin Neca adlı kitabında diyor ki ;
Basiret ve itibar sahipleri için Salihlerin kabirlerini ibret alıp bereketlenmek için ziyaret etmenin güzel bir şey olması hakikattir. Çünkü hayatlarında olduğu gibi Salihlerin bereketi ölümlerinden sonrada devam eder.Salihlerin kabirleri yanında dua ve onlardan şefaat istemek. Din imamlarından olan muhakkik alimlerimiz katında amel edilen bir uygulamadır.

[İbn el Hacc : Medhal : 1/255]

Kitabın başka bi yerinde İbnul Hacc diyor ki ;

فالتوسُّل به عليه الصلاة والسلام هو مَحلُّ حَطِّ أحمالِ الأوْزارِ وأثقالِ الذنُوبِ والخطايا ؛ لأنَّ بركةَ شفاعته عليه الصلاة والسلام وعِظَمُها عند ربِّه لا يتعاظَمُها ذنبٌ ، إذْ أنها أعْظمُ مِن الجميع , فلْيستبشِرْ مَن زارَه ويلجَأْ إلى الله تعالى بشفاعة نبيِّه عليه الصلاة والسلام ومَن لم يزره , اللهم لا تحرِمْنا مِن شفاعته بحرْمتِه عندك آمين يا ربَّ العالمين
ومَن اعتقَد خلافَ هذا فهو المحروم , ألم يسمَعْ قولَ الله عز وجل : { وَلَوْ أَنَّهُمْ إذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوك فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } فمَن جاءَه ووقَف ببابِه وتوسَّل به وجَد الله توّابًا رحيمًا ؛ لأنَّ اللهَ عز وجل منزَّهٌ عن خُلْفِ المِيعاد ، وقد وعَد سبحانه وتعالى بالتوبة لمَن جاءَه ووقَف ببابِه وسأَلَه واستغفر ربَّه ، فهذا لا يشكُّ فيه , ولا يرْتابُ إلا جاحدٌ للدينِ معاندٌ للهِ ولرسولِه صلى الله عليه وسلم , نعوذ بالله مِن الحِرْمان

Onunla (sallallahu aleyhi vesellem) tevessül vebal yüklerinden günahların ve hataların ağırlığından kurtulma yeridir. Çünkü hiçbir günah onun s.a.v şefaatinin bereketini ve Rabbi katındaki azametinden üstün olamaz. Çünkü onun şefaati hepsinden daha büyüktür. Öyle ise onu ziyaret ederek veya etmeyerek Nebinin s.a.v şefaati ile yüce Allaha sığınan kimse sevinsin. Allahım senin katındaki değeri hatırına bizi onun şefaatinden mahrum etme.Amin ya Rabbel alemin. Kim bunun aksine itikat ederse o mahrumdur. Yüce Allahın şu kelamını duymadın mı ? Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip Allahtan bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi. (Nisa 4/64) Kim onun yanına gelir mezarının önünde durur ve onunla tevessül ederse Allahı tevvab ve rahim olarak görür. Çünkü Allah vaadine muhalefet etmekten beridir. Allah subhanehu ve Teala onun yanına gelip kapısında duranın ondan Allah katında şefaat etmesini isteyenin ve rabbinden bağışlanma dileyenin tevbesini kabul edeceğini vaat etmiştir. Bundan ancak dini inkar eden Allaha ve onun Rasulune (sallallahu aleyhi vesellem) karşı inatçı olan kimse şek ve şüphe eder.Mahrumiyetten Allaha sığınırız.

[İbn el Hacc : Medhal : 1/259-260]

Kitabın başka yerinde İbnul Hacc diyor ki ;

ثم يتوسّل إلى الله تعالى بهم في قضاءِ مآرِبه ومغفرةِ ذنوبه ويَستغِيث بهم ويطلُب حوائجَه منهم , ويجزِم بالإجابة ببركتِهم ويقوِّي حسْنَ ظنِّه في ذلك , فإنهم بابُ الله المفتوحُ ، وجرَتْ سنتُه سبحانه وتعالى في قضاء الحوائجِ على أيديهم وبسببِهم
ومَن عجَز عن الوصول إليهم فليُرْسِل بالسلامِ عليهم وذكْرِ ما يحتاج إليه مِن حوائجه ومغفرةِ ذنوبه وسترِ عُيوبه إلى غير ذلك ، فإنهم السادةُ الكِرامُ ، والكِرامُ لا يرُدُّون مَن سألهم ولا مَن توسّل بهم ، ولا مَن قصَدهم ولا مَن لجَأ إليهم , هذا الكلام في زيارة الأنبياء ، والمرسلينَ عليهم الصلاة والسلام عمومًا

Daha sonra istediğ şeyler günahlarının bağışlanması için Yüce Allaha tevessül eder onlardan yardım ve ihtiyaçlarının karşılanmasını ister. Onların bereketiyle isteklerine cevap verileceğine emin olur ve bunun için iyi zannını kuvvetlendirir. Çünkü onlar Yüce Allahın açık kapılarıdır. Allah subhanehu ve Tealanın ihtiyaçları karşılamaktaki sünneti ve adeti onların eli ve onlar sebebiyle cereyan etmiştir. Kim onların yanına mezarlarına gitme imkanı elde edemezse gidenlerle onlara selam göndersin ihtiyacı olan şeyleri günahlarının bağışlanması ayıplarının örtülmesini vs (Allahtan dilemelerini) istesin.çünkü onlar şerefli büyük zatlardır.şeref ehli kimseler ise onlardan isteyeni onlarla tevessül edeni onların yanına geleni ve onlara sığınanı geri çevirmezler.Bu umumiyetle Nebiler ve Rasullerin a.s ziyareti hakkında söylenilecek sözlerdir.

[İbn el Hacc : Medhal : 1/258]

Categories: Tevessül, Şefaat | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mevlid(ed-Dimeşki)

mevlid suyuti(kapak) mevlid dimeski
İmam Şemseddin ed-Dimeşkî şöyle yazdı:

Ebu Leheb’in cehennem azabı her Pazartesi günü hafifletirler, çünki o Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutladı ve o günlerde kölesi olan Sevbe’yi (radiallahu anh) azad etti. Ebu Leheb’in ebedî kalacağı yer cehennem olmasına rağmen, ve Tebbet sûresi onun hakkında inmesine rağmen, onun azabı her Pazartesi günü hafifletiliyor. Buraya bakınız ve ömrü Peygamberimizi överek geçen bir müminin durumunu düşününüz.

[ Mevridu’s-Sadi Fi Mevlidi’l-Hadi, İmam ed-Dimeşkî ve ayrıca İmam Suyuti’nin Hassanu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 66]

Categories: Mevlid | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

ÖMÜRLERİNİ TEDLİS-TAHRİF VE İNKÂRLA GEÇİREN VEHHABİLER BUNU NASIL TEDLİS-TAHRİF VE İNKAR EDECEKLER ???

Bazıları melekler insanlardan daha kuvvetli ve daha güçlü zannederler. Cebrail’in ŞEDİD UL KUVA olduğu kıssasını zikrederler. O, Lut kavminin köyünü kanadıyla taşımıştır. Ancak, Allah u Teâlâ bazı kullarına bundan daha çok şey vermiştir. Bütün dünya Nuh’un as duasıyla boğulmuştur. Efendimiz sav buyuruyor: ”Allah’ın öyle kulları vardır, eğer Allah’a yemin ederlerse Allah onları sözlerinde yalancı çıkarmaz”. ”Bazı yüzü gözü tozlu ve kapılardan kovulmuşlar vardır eğer Allah adı üzerine yemin ederlerse Allah u Teâlâ onları yalancı çıkarmaz.” Bu her şeyde genel bir kuraldır. Bunun tefsiri hadis kitaplarında şöyle gelmiştir: Allah’ın kullarından öyle kişiler vardır ki, eğer Allah u Teâlâ’dan dağı yerinden oynatmasını isterse ve ya dağları yerinden oynatmasını isterse Allah u Teala dağları onun hatırına yerinden oynatır.

Ama böyle söyleyenler olursa: ‘kıyameti koparmasını istemezlerse Allah u Teala kıyameti bile onların hatırına koparmaz.’ Bu mubalağadır.
Bu da o zatlarda bir kuvvet var edilmiş ve onlar kendileri bu işi yapıyorlar manasına gelmez, bu işler onların dualarıyla olur. Çünkü bu işler hakikatte tek bir zata isnad edilir. İşte bu kudretten maksat ve kuvvetten matluptur. Kuvvetlinin zayıftan daha faziletli olduğu şey ve sonra bunun dünyada yarattı. Peki ahrette ne yapacaksınız? Hadiste şöyle bir rivayet gelmiştir:

”Ey kulum, ben bir şeye ol desem olur, bana itaat et ki sana bir şeye ol dediğinde olmasını sağlayayım. Ey kulum, ben ölümsüzüm, bana itaat et ki seni de ölümsüz kılayım”. Başka bir hadiste: ”mümine Allah’tan bir hediye gelir: ölümsüzden ölümsüze”. Bunlar sonu olmayan hedeflerdir. Nasıl olmasın ki? O kul Allah ile işitir, O’nun ile görür, O’nun ile kuvvetlenir, O’nun ile yürür, onun gücünün üstüne güç var mı?

”Âdemoğlu’nun âlimleri, her ne kadar bazı konularda zıtlık olsa da daha iyi ve daha faziletlidirler. ” Denildi. Sonra onlar dünya ve ahrette nefes alır gibi Allah’ı tesbih ederler, lakin başkalarına fayda verme ve kainattaki bazı dengeleri idare etmeleri hakkında ise şöyle denildi: kulların rızıkları onların eline verilir, onlara ilhamla ilim verilir, Allah tarafından muhafaza edilirler ve korunurlar ve bunun gibi meleklerin başka özellikleri gibi…

Cevap: Salih insanlarda bu ve bundan daha çok şeyler vardır, sana delil olarak şefaati hak ve kabul olan Peygamber Efendimiz’in sav günahkârlara şefaat edeceğini söylemek, şefaati uzmada da insanlara hesaba çekilecekleri müjdesini vereceğini, cennet ehline cennete girene kadar şefaatinin edeceğini söylemek yeterlidir. Bundan sonra da meleklerin şefaati başlar. Hani melekler eğer üstünlerse bu ayetin neresindeler onlar? ”Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” ve bu ayetin neresindeler? ”Kendileri (ensar) son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları (muhacirleri) kendilerine tercih ederler.” Ve nerede hak dine ve hidayete çağıranlar; güzel bir sünnet işleyenler nerede? Ve onlar Efendimiz’in sav bu sözünün neresindeler: ”

(mecmuul fetava/4.cüz/230-231. Sayfa)

Categories: Tevessül, Vehhabi Fitnesi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

Ruhlar istedigi her yere gidebilirler!

İbn Teymiyye; ölülerin görebilmesi ile alakalı Âişe radıyallâhu anhâ ve diğer sahâbelerden birçok rivâyet gelmektedir. Allah’ın dilediği zamanlarda da, ruh beden ile bir araya geldiğinde, tıpkı bir meleğin yeryüzüne inmesi, birden bir ışığın parlaması ya da uyuyan bir kimsenin bir anda uyanması gibi, bir anlık bir olaydır. Bu mana birçok rivâyette nakledilmektedir.(1)
Mücahid şöyle demektedir:
Bazen ruhlar defnedildikten itibaren yedi gün kabir içinde odalarda tutulurlar.
Mâlik b. Enes şöyle demektedir:
Bana ruhların istediği her yere gidebileceği rivâyeti ulaşmıştır.
Hazreti Âişe radıyallahu anhâ validemizden rivâyete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ruhlar toplu ordulardır. Onlardan (ezelde, Allah yolunda) birbiriyle tanışanlar itilâf eder (anlaşır, Allah uğrunda) tanışmayanlar ise ihtilaf eder (dünyada zıtlaşırlar.)” buyurdu. (2)
عن عبد الله بن عمرو بن العاص رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: إن أرواح المؤمنين لتلتقيان على مسيرة يوم وليلة وما رأى واحد منهما صاحبه.
Abdullah b. Amr b. el-Âs (v. 43/663) (radıyallahu anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Müminlerin ruhları, daha sahipleri birbirini görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar.”

[1] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 24-362
[2] Buhârî, Enbiya: 3, (no: 3158, 3/1213). Müslim, Birr: 49, no: 2638, 4/2031

Categories: Ölünün tasarrufu, Kabir ve ruh | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

“Tevessül Mes’elesinde Söylenen Asılsız Sözlerin İptâli(6)

“Mahku’t-Tekavvul fî Meseleti’t-Tevessül”

-ALTINCI BÖLÜM-

“Tevessül hakkındaki Hadîsler ve Eserler”

(Beşinci Hadîs): Onlardan birisi de Fatıme Bintü Esed radıyellâhu anhâ hadîsidir ki, bu hadîste Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in “Nebîn ve benden evvelki peygamberlerin hakkıyla/hürmetine (anam Esed kızı Fâtıme’yi bağışla, O’na hüccetini telkîn eyle ve gireceği yeri kabrini O’na geniş eyle) [67]’” ifâdeleri vardır.

Bu hadîsi İbnu Hibbân ve Hâkim sahîh bulmuş-lar, Taberânî de el-Kebîr’de ve el-Evsat’da İbnu Hibbân’ın ve Hâkim’in sika kabûl ettiği Ravh İbnu Salâh’ın bulunduğu bir senedle rivâyet etmişdir. Diğer râvîleri de el-Heysemî’nin el-Mecmâ’da ifâde ettiği gibi, Sahîh’in râvîleridir. [68]

Bu hadîste âhirete intikâl eden Nebîler(imiz) aleyhimü’s-salavâtü ve’t-teslîmât efendilerimizin zâtlarıyla tevessül bulunmaktadır.

(Altıncı Hadîs): Onlardan birisi de yine Ömer radıyellâhu anhu’nun Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’den rivâyet etmiş olduğu hadîstir:
Âdem aleyhisselâm hatâyı işlediği zaman ‘Muhammed’in hakkıyla senden beni bağışlamanı istiyorum’ dedi.
Bu hadîsi, Hâkim el-Müstedrek’te rivâyet etmiş ve ‘bu, isnâdı sahîh bir hadîstir ve o, Abdurrahman İbnu Zeyd’e âid zikrettiğim ilk hadîstir’ demiştir. (Hâkim’in Sözü Bitti.)

Bunun senedini, Takıyy es-Sübkî, Şifâu’s-Sikâm’da getirmiştir. Bu hadîsi Taberânî, el-Evsat’ta ve es-Sağîr’de rivâyet etmiş olup, senedlerinde el-Heysemî’nin tanımadığı kimseler vardır.
Abdurrahmân İbnu Zeyd’e gelince; Mâlik O’nu zayıf kabûl etmiş ve bu hükümde diğer bir takım kimseler O’na tâbi’ olmuşlardır. Ancak O (İbnu Zeyd), yalan ile ithâm edilmemiş, aksine, yanılmakla ithâm edilmiştir. O’nun gibi birinin rivâyetleri elenir, bazıları seçilir. Bu rivâyetin Mâlik’in kabûl ettiği rivâyetlerden olduğunu gördüğünde, Hâkim’in yaptığı da budur.
İmam Mâlik, İbnu -Humeyd’in O’ndan rivâyet ettiğine göre- (Halîfe) Ebû Ca’fer el-Mensûr’a şöyle demiştir: ‘O, senin ve baban Âdem aleyhisselâm’ın vesîlesidir.’
İmâm Mâlik radıyellâhu anhu, (Abdurrahman’dan gelen) haberin doğruluğunu kabûl ettikten ve onu delîl olarak ileri sürdükten sonra, Abdurrahman’dan (şu rivâyette) ‘yanılma’ ve ‘zabt azlığı’ töhmeti kalkar. Ki, bu töhmetlerle O’nu ithâm edenler, sadece Mâlik’e uyuyorlardı, O’na dayanıyorlardı. Abdurrahman İbnu Zeyd, her bir haberi reddedilecek kimselerden değildir.

İşte size, İmâm Şâfiî… El-Ümm’de ve Müsned’inde Allah’ın dîni(nin mes’eleler)inde O’nun bazı hadîslerini delîl getirmektedir.[69] Bu sebeble, bu hadîsi sahîh kabûl etmesinde, Hâkim kınanamaz. Aksine, doğru olan, bu(isnâdı sahîhtir hükmü)dür. Ancak, Mustafa sallellâhu aleyhi ve sellem’in fazîletlerini işittiğinde göğsü daralanlara göre doğru olmayabilir.

Mâlik’in Ebû Ca’fer’e söylediği mezkûr söze gelince; onu Kadı İyâz eş-Şifâ bi Ta’rîfi Hukuki’l-Mustafâ’da ceyyid/güzel bir senedle rivâyet etmiştir. Seneddeki İbnu Humeyd et-Takıyy es-Sübkî’nin zannettiğinin hilâfına tercîh edilecek görüşe göre Muhammed İbnu Humeyd er-Râzî’dir.
Lâkin bu Râzî’nin hâli, eş-Şems İbnu Abdi’l-Hâdî’nin tasvîr etmek istediği gibi değildir. Öyle ki, hakkında (kınama yoluyla) konuşanların tamamının sözlerini toplamış, onu övenlerin sözlerini ihmâl etmiştir. O (İbnu Abdi’l-Hâdî) gençliğinde İbnu Teymiyye ile buluşup ona kanan ve doğru yoldan çıkan üç kişiden birisidir. Şeyhinin yalnız kaldığı yanlışlarının zıddına getirilen delîllerde cerhi zikreder, ta’dil’i ise görmezden gelir.
Bu Muhammed İbnu Humeyd’den, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbnu Mâce, Ahmed İbnu Hanbel ve Yahyâ İbnu Maîn rivâyet etmiştir. İbnu Ebî Hayseme ‘İbnu Maîn’e o sorulmuş, İbnu Maîn’de sağlamdır, onda bir beis yoktur, Râzî zekîdir, demiştir’ dedi. Ahmed İbnu Hanbel, ‘Muhammed İbnu Humeyd durdukça Rey şehrinde ilim devam edecektir’ demiştir. Sâğânî ve Zuhelî Onu övenlerdendir. Halîlî, el-İrşâd’da ‘hâfızdı ve bu işi (hadîs ilmini) bilenlerden birisiydi, Ahmed ve Yahyâ ondan râzı olmuştur’ dedi. Buhârî’de ‘hakkında nazar vardır’ demiştir.
Böylesi bir kimse, böyle bir haberde ithâm edilemez. Hicrî 248’de yüksek bir yaşta vefât etmiştir. İmâm Mâlik öldüğünde (Râzî’nin) yaşı 15’ten aşağı değildi. Hâlbuki onlar (Hanbelî mezhebine mensûb olduğunu söyleyen ve tevessülü inkâr edenler), imâmları(olduğunu iddiâ ettikleri Ahmed İbnu Hanbel)in Müsned’inde 5 yaşında olan kimsenin rivâyetini kabûl etmektedirler.
Ya’kûb İbnu İshâk’ta hiçbir beis yoktur. Nitekim Hatîb, Târîh’inde böyle dedi.

Ebu’l-Hasen Abdullah İbnu Muhammed İbnu’l-Müntâb, Kadı İsmail’in en büyük tale-belerindendir. Muktedir, bu İbnu’l-Müntâb’ı, üç yüz senesi civarlarında Medine-i Münevvere kadılığına getirmişti. O zamanda ilim sâhiblerinden ileri gelen sağlam kişilerden başkası Medine-i Münevvere kadılığına getirilmezdi. İbnu’l-Müntâb’ın isminde birçokları yanlışa düşmüştür. Talebesi Muhammed İbnu Ahmed İbni’l-Ferec’i, Sem’ânî, el-Ensâb(isimli kitâbın)da Cezâirî’yi anlatırken güvenilir bulmuş ve İbnu’l-Esîr, el-Lübâb’da O’nu tasdîk etmiştir. Ebû’l-Hasen (İbnu Alî) el-Fihrî [70] güvenilir ve sağlam kimselerden olup, Zehebî’nin el-’İber’inde tanıtılmıştır. İbnu Dilhâs, İbnu Abdi’l-Berr’in şeyhlerinin sağlamlarındandır ve İbnu Büşküvâl’ın es-Sıle(isimli eserin)’de tanıtılmıştır. Bu kitâb Madrid’de basılmıştır…[71] Sübkî onların hâllerini Şifâu’s-Sikâm isimli eserinde bizim zikrettiğimizin dışına çıkmayacak bir şekilde anlatmıştır.
İbnu Abdi’l-Hâdî bu haberi kabûl etmekten kaçınmaktadır. Çünki O, çâresiz, şeyhi (İbnu Teymiyye)’nin yanlışlıklarına dokunmaktadır. İbnu’l-Müntâb bu haberi rivâyet etmekle, şeyhi
Kadı İsmâîl’in, el-Mebsût’undaki, İbnu Vehb’in Mâlik’den yaptığı rivâyete zıd olarak yaptığı rivâyeti reddetmesini murâd etti. İsmâîl Irak’lı âlimlerdendir. Mısır’lı ve Medîne’li âlimler Mâlik’in me’selelerini (söz ve ictihâdlarını) onlardan (Irak’lı âlimlerden) daha iyi bilirler. Üstelik İsmâîl, (Mâlik’den) zikrettiğini Mâlik’e isnâd etmedi, irsâl etti.[72] Lâkin bu, İbnu Abdi’l-Hâdî’nin nefsinin arzusuna uyduğundan, bunu, İbnu Müntâb’ın rivâyetinin aksine, senedini araştırıp sormadan kabûl etmektedir. Fikrince senedini anmaya ihtiyâc bırakmayacak ölçüde (İsmâîl’i) aşırı bir şekilde medhetmektedir. Dâvûd el-Isfehânî’nin Onun hakkında söylediğini sanki görmedi. Allah teâlâ’nın, yarattıklarında birçok şeyler (hikmetler) vardır.
Üstelik Âdem aleyhisselâm’ın tevessülü hakkında birbirini kuvvetlendiren başka rivâyetler de gelmiştir ki, yazdıklarımızla yetinerek onları zikretmeye hâcet duymadık. Çünki geçen hadîsler, -ne olursa olsun- hasmını alt etmek istemekte zorâkiliklere girmeyen her bir kimseye yeter.

MAKALE: Muhammed Zâhid el-Kevserî (Rahimehullah)
……………………………………………………….
DİPNOTLAR:
67 Bu ibâre, rivâyetin aslındandır. İmâm Kevserî sözü uzatmamış olmak içün onu hazfetmiştir. Biz daha anlaşılır olması içün ilâve ettik.
68 Taberâni, el-Kebîr (24/351-352) ve [Taberânî, el-Evsat, (356-357- Mecma’u’l-bahreyn), Ebû Nüaym, Hilye:3/121], el-Kebîr Tâ’lîk’ı: 24/351, [Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve…]
69 İmam Şafiî, el-Müsned (2/173, H:607)
70 İmâm Kevserî, bu râvîyi ‘el-Fihrî’ şeklinde zabt etmiş, Tabakât ve Ricâl kitâblarında da görebildiğimiz kadarıyla böyledir. Ancak Şifâ ve şerhlerinde, ‘el-Fihr’ şeklindedir. Allahu a’lem.
71 İmâm Kevserî, İyâd’ın haberi kendilerinden aldığı şeyhlerinin sağlam olup olmadıkları hakkında bir şey dememiştir. Ancak aşağıda da geleceği üzere, Hâfız Muhaddis Hafâcî onların güvenilir ve sağlam kimseler olduğunu söylemiştir.
72 Kesintisiz senedle Mâlik’e dayandırmayıp, Ondan rivâyet edeni atlayarak kesik bir senedle O’ndan rivâyet etti.

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ne lugatta, ne seriatta tevessul ibadat manasina gelir!

Ibni teymiyye Fetava kitabinda <bircok insanlar varki, bir alimi veya bir seyhi bir emiri sever, ona dua eder> kavlinin manasi, <Allah’a yakinlasmak icin o sahsa tevessul etmekle ona ibadet eder> diyor.

Halbuki arap lugatinda <de’a> su manalar arasinda müşterek bir lafizdir:

-Ibadet manasina gelir: nitekim Allahu teala; <Ve mescidler, Allahindir. Oralarda Allah’tan baska hic kimseye ibadet etmeyin> Cin suresi,ayet 18

-Nisbet manasi ifade eder:< onlari(ogulluklarinizi) babalari adina cagirin> Azhap suresi, ayet 5

-Nida(cagirma) ifade eder:< Eger bizim kulumuza gonderdigimiz seyde supheli iseniz, oyle biri tarafindan bir(sûre meydana) getiriniz! Eger sozunuzde dogru iseniz, Allah’tan baska sahitlerinizi(taptiklarinizi)de cagiriniz> Bakara suresu, ayet 24

-Sual manasi ifade eder:<Rabbiniz (soyle)buyurdu:Bana dua edinki(benden dileyinki) size karsilik vereyim> Mu’min suresi,ayet 60

-Bir seye davet manasi ifade eder: <Rabbinin yoluna hikmetle, guzel ogutle cagir> Nahl suresi, ayet 125

-Temenni ifade eder: <Onlar icin her temenni ettikleri(istedikleri) vardir> Yasin suresi, ayet 57

-Kavil(söz) ifade eder:<Orada dualari(sozleri): Rabbim seni tesbih ederiz> Yunus suresi, ayet 10

-Tesmiye(adlandirma) ifade eder:< Peygamberi adiyla cagrirken, birbirinizi cagirdiginiz gibi cagirmayiniz!> Nur suresi,ayet 63.

Lugatta , de’a, fiili,matevessele(tevessul etti) manasina kullanilmistir

Ne lugatta, ne seriatta tevessul ibadat manasina gelir.Ibni teymiyyenin yaptigi batil kiyasla salih kisilerin makamina tevessul edenleri tekfir ettiginin tahkiki bu eserimizde gecti. Oyleyse muslumanlari tekfir edebilmesini gerektirecek ne Allahin kitabinda, ne resulullahin sunnetinde, ne muslumanlarin icmainda ve nede lugatta Ibni teymiyyenin herhangi bir dayanagi vardir. Ancak bu husustaki yolu, Seytanin yoludur. <Tevhid ile işrak(Allaha ortak kosmak), kalbin ahvalinde,kalbin amellerinde olurlar> demesinin fasit oldugu aşikardir. Cunki, tevhid ile işrak ikiside masdar olup söz kabilinden degil, mana kabilindendir. Her ikiside, kalp ile kaim olan itikattan ibarettirler. Hicbir alim, mana olan kalpteki itikada, sözdur dememistir: Kaldiki, bircok kavillerden ibaret olsun. Amel(iş), kalbe ait degil,ancak zahiri uzuvlar icindir.

[ Bera’atü’l- Es’ariyyin(Ehli sunnetin mudaafasi),.s.179- Ebu Hamid bin Merzuk]

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn Üseymin’e göre Ibn Baaz Eşekten daha cahildir!


Değerli kardeşlerimiz,Vehhabi akidesinin iç yüzünü belgeleriyle birlikte deşifre etmeye devam ediyoruz
Resimde(soldaki iki) gördüğünüz vehhabilerin büyük şeyhi bin Baazın resmi sitesinden “Mecmu el-Fetava” kitabının resmidir. gördüğnüz sayfada şu soru-cevap yer alıyor:
مسألة في الصفات
في حديث السبعة الذين يظلهم الله في ظله يوم لا ظل إلا ظله، فهل يوصف الله تعالى بأن له ظلاً؟
الجواب نعم كما جاء في الحديث، وفي بعض الروايات: ((في ظل عرشه)) لكن الصحيحين ((في ظله))، فهو له ظل يليق به سبحانه لا نعلم كيفيته مثل سائر الصفات، الباب واحد عند أهل السنة والجماعة. والله ولي التوفيق
.المصدر / مجموع فتاوى ومقالات متنوعة المجلد الثامن والعشرون
Soru: hadiste “7 gurup insan Kıyamet günü hiç bir gölgenin olmadığı halde Allah Tealanın gölgesi altında olacaklardır” deniyor. şu halde bu Allahın gölgesi olduğumu demektir?
cevap: Evet, hadiste böyle aktarılmıştır. bazı rivayetlerde “Allahın arşının gölgesi” lafzı vardır fakat doğru olanı “Allahın gölgesinde” lafzıdır. sonuç olarak Onun kendisne layık olan gölgesi vardır, biz Allahın diğer sıfatlarının keyfiyyetini bilmediğimiz gibi bu sıfatının da keyfiyyetini bilmiyoruz. bunların hepsi Ehli sünnette bir gurupta yer alıyor.
bin Baaz, “Mecmu el-Fetava”, 28-ci cild, 402. sayfa

(sagdaki iki) Gördüğünüz resim ise,Vehhabi İbni Üseyminin Ritazüs-Salihine yazdiği şerh kitabinin 3-cü cildinin 347-ci sayfasidir.Bu Sayfada Üseymin ayni hadisi naklettikten sonra diyor ki:”Kim Allahin kendisine layik olan gölgesi var derse o eşekten daha cahildir.Burada Allahin gölgesi olduğu nasil düşünülebilir ki?.Tekrar ediyorum kim burada Allahin kendisine layik olan gölgesi var derse eşekten daha ahmaktir”.Işte Vehhabi şeyhlerinin arasinda olan müthiş çelişki.İbni Üseymin bu sözü söyleyenleri eşekten daha cahil adlandirdiği halde bu sözü İbni Baazin kendisi söylemişdir….

Categories: Vehhabi Fitnesi, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Hz adem(as) ve tevessül(2)

serhi el mevahibul leduniyye sayfa 89 imam zerkani(ra)


HZ ADEM ALEYHISSELAM HADISIN DEVAMI

İbni Münzir tefsirinde, Hz. Âdem’in tevessülü ile alakalı hadisi şerifi destekleyici Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali’den bir rivayet nakleder:

لما أصاب آدم الخطيئة عظم كربه واشتد ندمه فجاءه جبريل عليه السلام فقال يا آدم هل أدلك على باب توبتك
الذي يتوب الله عليك منه قال بلى يا جبريل قال قم في مقامك الذي تناجي فيه ربك فمجده وامدح فليس شيء
أحب إلى الله من المدح قال فأقول ماذا يا جبريل قال فقل لا إله إلا الله وحده لا شريك له له الملك وله الحمد
يحيي ويميت وهو حي لا يموت بيده الخير كله وهو على كل شيء قدير ثم تبوء بخطيئتك فتقول سبحانك اللهم
وبحمدك لا إله إلا أنت رب إني ظلمت نفسي وعملت السوء فاغفر لي إنه لا يغفر الذنوب إلا أنت اللهم إني
أسألك بجاه محمد عبدك وكرامته عليك أن تغفر لي خطيئتي. قال ففعل آدم فقال الله يا آدم من علّمك هذا فقال
يا رب إنك لما نفخت فيَّ الروح فقمت بشراً سوياً أسمع وأبصر وأعقل وأنظر رأيت على ساق عرشك مكتوباً
بسم الله الرحمن الرحيم لا إله إلا وحده لا شريك له محمد رسول الله فلما لم أر على أثر اسمك اسم ملك مقرب
ولا نبي مرسل غير اسمه علمت أنه أكرم خلقك عليك قال صدقت وقد تبت عليك وغفرت لك

“Hz. Âdem hataya düştüğü zaman çok üzülüp pişman olmuştu. Cebrail –aleyhisselâm- ona gelerek “ey Âdem, sana Allah’ın tövbeni kabul edeceği bir tövbe kapsından haber vereyim mi” diye sordu. O da: “bildir ya Cebrail” diye karşılık verdi. Kalk ve daha önce Allah’a münacatta bulunduğun şu yere git. Sonra ona övgülerde bulunarak hamdüsenada bulun. Zira Allah’a, hamd etmekten daha makbul bir şey yoktur. Bunun üzerine Hz. Âdem “peki sonra ne diyeyim ya Cebrail?” diye sorar. O da:

“hiçbir ilah yoktur ancak Allah vardır, onun ortağı yoktur, mülk onundur, hamd ona mahsustur, o diriltir ve öldürür. O Hay’dır ve asla ölmez. Bütün hayırlar onun elindedir. O her şeye gücü yetendir” de ve yaptığın hatadan bahsettikten sonra şöyle de: “Allah’ım seni tenzih eder ve hamd ederim. Senden başka ilah yok. Rabbim ben kendi nefsime zulmettim ve kötü bir şey yaptım. Beni bağışla. Günahları ancak sen bağışlarsın. Kulun Muhammed’in senin yanındaki değeri ve makamı hürmetine senden beni bağışlamanı istiyorum.

” Hz. Âdem denilenleri aynen yaptıktan sonra Allah -celle celâluhu- ona: “böyle dua etmeyi sana kim öğretti?” diye sormuştur. Bunun üzerine o: “Allah’ım sen bana ruh üfürdükten sonra; işiten gören ve akıl eden tas tamam bir insan olduğumda arşın direklerinde (sak) “Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir ve ortağı yoktur. Muhammed onun resulüdür” yazdığını gördüm senin isminin yanında onun isminden başka, ne bir mukarreb meleğin, ne de bir peygamberin ismini görmedim. Böylelikle anladım ki senin katında o mahlûkatın en değerlisidir.” Bunun üzerine Allah -celle celâluhu-:

“Evet doğru söyledin. Tövbeni kabul ettim ve günahlarını bağışladım” buyurmuştur.”[1]

Ebu Bekir el-Acurri’nin “Şeriat” adlı kitabında (246/2) tevessül rivayetini destekleyici bir şahid zikreder:
“Harun bin Yusuf et-Tacir, Ebu Mervan el-Osmanî’den, o, babası Osman bin Halid’den, o, Abdurrahman bin Ebu Zenad’tan o da babasından naklen Hz. Âdem’in tövbesinin kabulüne sebep olan kelimeler ila alakalı şöyle bir rivayette bulunmuştur:

من الكلمات التي تاب الله بها على آدم قال اللهم إني أسألك بحق محمد عليك قال الله تعالى وما يدريك
ما محمد قال يارب رفعت رأسي فرأيت مكتوباً على عرشك لا إله إلا الله محمد رسول الله فعلمت أنه أكرم خلقك

“Hz. Âdem: “Allah’ım ben senden Muhammed’in hakkı ile istiyorum” diye dua edice Allah: “Sana Muhammed’i kim bildirdi ey Âdem” diye sormuştu. Hz. Âdem cevaben: “Ya rabbi! Gökyüzüne başımı kaldırdığım zaman senin arşında “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun resulüdür” diye yazıldığını gördüm. Anladım ki senin katında mahlûkatın en değerlisi o’dur” demiştir.”
Bu rivayet, Abdurrahman bin Zeyd’ten yapılan diğer rivayeti daha da kuvvetlendirmektedir.

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- cennete girmeden önce hiçbir peygamberin cennete girmeyeceğini bildiren bir hadisi şerif vardır. Bu rivayet, o -sallallahu aleyhi ve sellem- ’in, -Hz. Âdem’in kendisiyle tevessül etme arzusunun gösteren rivayette olduğu gibi- üstün bir mertebeye sahip olduğunu bildirmektedir,
Ömer bin Hattab -radıyallâhu anh-’dan rivayetle Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur
الجنة حرمت على الأنبياء وحرمت على الأمم حتى تدخلها أمتي
“Ben cennete girmeden oraya girmek, diğer peygamberlere haram kılınmıştır. Ümmetim girmeden cennete girmek, diğer ümmetlere cennete girmek haram kılınmıştır.” [2]

Mele-i a’la’nın her tarafında, Peygamber efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in isminin yazılmış olduğunu bildiren rivayetler, o -sallallahu aleyhi ve sellem-’na Allah tarafından verilen üstünlüğü göstermeye yeter.
Ka’bu’l-Ahbar şöyle nakleder: “Allah, Âdem -aleyhisselâm-’e peygamberlerin sayısı kadar “asiyyen” (bakılacak) indirmiştir. Hz. Âdem, oğlu Şit’e donerek:

“Oğlum, sen benden sonra bana halife olacaksın. Bu hilafeti takva ile imar ederek, insanların tutunabileceği sapasağlam bir kulp olarak kabul et. Ne zaman Allah’ı zikredersen yanında Muhammed ismini de zikret. Zira ben ruh ile ceset arasındayken onun ismi arşın direkleri (sak) üstünde yazıyordu. Bana hayat verildiğinde onu, orada yazılı olarak gördüm. Bütün semavatı dolaştım nereye baktıysam onun isminin yazdığını gördüm.

Allah beni cennete yerleştirdiğinde gördüğüm her sarayda, her odada onun isminin yazdığını gördüm. Hurilerin gerdanlarında, cennetteki her fidanda, tuba ağacında, sidretü’l-müntehanın yapraklarında, meleklerin göz kapaklarında (etrafülhucub ve beyne ayuniha) hep onun ismini gördüm.

Öyleyse sende onu çokça zikretmelisin. Melekler de her zaman onun adını zikrederler.” [3]

Şeyh İbni Teymiye: “Allah -celle celâluhu-’nun Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ismini arşın direklerine (sak), cennetteki her kapıya, her kubbeye ve her yaprağa yazdığını anlatan rivayetler vardır” diyerek, peygamberimizin üstün makamını ve onu anmanın önemini vurgulayan, buna benzer birçok rivayet sıralamıştır.

Geride de zikrettiğimiz gibi, İbni Cevzi, Meysere’den şöyle bir rivayette bulunmuştur:

“Meysere şöyle anlatmıştır: “Bir gün Allah Resulü’ne “Sen ne zaman peygamber oldun diye sordum.” Bu sorunun cevabında Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:
لما خلق الله الأرض واستوى إلى السماء فسواهن سبع سموات وخلق العرش كتب على ساق العرش
محمدرسول الله خاتم الأنبياء ، وخلق الله الجنة التي أسكنها آدم وحواء فكتب اسمي على الأبواب والأوراق
والقباب والخيام وآدم بين الروح والجسد فلما أحياه الله تعالى نظر إلى العرش فرأى اسمي فأخبره الله إنه
سيد ولدك فلما غرهما الشيطان تابا واستشفعا باسمي إليه

“Allah, yeryüzünü yaratıp semaya yönelerek onu yedi kat olarak düzenlediği zaman, arşı yaratıp, arşın direklerine (sak) peygamberlerin sonuncusu Muhammed Allah’ın resulüdür diye yazdığı zaman, cenneti yaratıp oraya Âdem ve Havva’yı yerleştirip, bütün kapılarına yapraklarına, çadırlarına (hıyam) ve kubbelerine benim ismim yazdığı zaman, Âdem ruh ile ceset arasındayken ben yaratılmıştım. Allah, Âdem -aleyhisselâm-ı dirilttiği zaman arşa bakıp ismimi gördüğünde, Allah ona: “o senin çocuklarının efendisidir” diye bildirmişti. Şeytan, Âdem ve Havva’yı aldattığında benim ismim ile Allah’tan şefaat dileyerek tövbe etmişlerdir.” [4]

Allah resülü -sallallahu aleyhi ve sellem- ile yapıldığı ildirilen rivayetlerdeki tevessül, O, daha yeryüzüne teşrif etmediği zamanlarda gerçekleşmiştir. Geride de zikrettiğimiz gibi tevessül meselesinde altının çizilmesi gereken önemli nokta, tevessül edilen kişi ya da şeylerin Allah katında üstün bir mevkie sahip olmalarıdır. Tevessül edilen kişi ya da şeylerin dünyada hazır ve yaşıyor olmaları şart değildir.

Dolayısıyla “Birisiyle tevessül etmek, ancak, tevessül edilen kişi hayatta ise caizdir” diyenlerin iddiaları, bir delile dayanmayan, hevaya istinat eden bir söz olmaktan öteye geçmemektedir.

Hâkim, Suyuti, Subki ve Belkıni’nin de aralarında bulunduğu hadis ilminde güvenilirlik ve üstün dereceleri bilinen büyük hadis hafızı, ya bu hadisi rivayet etmiş, ya da onu şahit olarak zikrederek ‘sahih’ kabul ettiklerini göstermişlerdir.

Beyhaki, hiçbir ‘mevzu’ rivayet yapmadığını söylediği “Delâilü’n-Nübüvve” adlı kitabında bu hadisi nakletmiştir. Zehebi, Beyhaki’nin bu kitap için: “Bu kitaba sımsıkı sarılın zira oradaki her şey hidayet ve nurdan ibarettir”[5] demiştir.
İbni Kesir “Bidaye” de bu hadisi zikretmiş, İbni Teymiye “Fetava” da başka bir hadis için şahid olarak kullanmıştır.

Ulemanın hadis hakkında ihtilafa düşmüş olmaları; kimisinin ret kimisinin de kabul etmeleri anormal bir durum değildir. Zira birçok hadis hakkında bundan daha fazla ihtilafa düşülerek daha fazla tenkitler yapılmıştır. Hatta bu ihtilaflar sonucunda büyük telif eserler oluşmuş, istidlaller yapılmış, her iddianın sahipleri diğer âlimler tarafından sigaya çekilmiştir.

Fakat altının çizilmesi gereken bir şey var. Ulema arasındaki bu ihtilaflar, asla hadisin kuvvet derecesindeki bir tartışmadan öteye geçmemiş; farklı düşünen tarafın şirk, küfür ve sapkınlık ile itham edilmesine sebebiyet vermemiştir. Hz. Âdem’in tevessülü ile alakalı hadiste de, diğer birçok hadiste olduğu gibi, kuvvet derecesinde ihtilaf edilmiş olmaktan başka bir özellik yoktur ki, hadisi ‘sahih’ kabul edenleri tekfir edelim.
————————————————–

[1]- Suyuti “Dürrü’l-Mensür” 60/1. Muhammed bin Ali bin Hüseyin, Ebû Cafer Bakır ile aynı kişi olup Kütüb-ü Sitte sahiplerinin, kendisinden rivayette bulunduğu tabiinin güvenilir ravilerinden biridir. Kendisi, Cabir, Ebû Said İbni Ömer ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştur
———————-
[2]- “Mecmau’z-Zevaid” (69/10) da: “Bu hadisi Taberani “Evsat” ta zikretmiş, Heytemi de isnadı ‘hasen’ görmüştür” denmiştir..
—————————————
[3]- Kastallani, “Mevahibu’l-Ledünniye” 186/1
—————–
[4]- İbni Teymiye, “Fetava” 150/2
———–
[5]- “Şerhu’l-Mevahib” 89/1

[Mefahim]

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Hz Adem(as) ve tevessül(1)

teberani,Mülcemül evsat,sayfa 313,hadis numarasi 6502

Hz Adem aleyhisselamin tevessül hadisi(bundan sonraki paylasimda BU hadisi destekleyen hadisi serifleri paylasacaz insallah)

Hadisi şerifte varit olduğuna göre Hz. Âdem Peygamberimiz’le tevessül etmiştir. Hakim “Müstedrek” adlı kitabında aktarır: “Ebu Said Amr bin Muhammed bin Mensur el-Adl, Ebu Hasan Muhammed bin İshak bin İbrahim el-Hanzali’den, o, Ebu Haris Abdullah bin Müslim el-Fehri’den, o, İsmail bin Müselleme’den, o, Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem’den, o, babasından, babası dedesinden, dedesi de Hz. Ömer -radıyallâhu anh-’dan rivayet etmiştir ki Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

لما اقترف آدم الخطيئة قال يارب أسألك بحق محمد لما غفرت لي فقال الله ياآدم وكيف عرفت محمداً ولم
أخلقه قال يارب لأنك لما خلقتني بيدك ونفخت فيَّ من روحك رفعت رأسي فرأيت على قوائم العرش مكتوباً لا
إله إلا الله محمد رسول الله فعلمت أنك لم تضف إلى اسمك إلا أحب الخلق إليك فقال الله صدقت يا آدم إنه
لأحب الخلق إليَّ أدعني بحقه فقد غفرت لك ولولا محمد ما خلقتك

“Âdem –aleyhisselâm- hata işlediği zaman: “Allah’ım senden Muhammed’in hakkı için bağışlanmamı istiyorum” diye dua etmişti. Allah -celle celâluhu- ona: “ey Âdem! Sen Muhammed’i nereden biliyorsun ben daha onu yaratmadım” diye sorunca o: “Ya rabbi! Sen beni yaratıp ruhundan üfürdüğün vakit ben başımı kaldırıp gökyüzüne baktığım zaman arşın üstünde “la ilahe illallah Muhammedün rasülullah” yazdığını gördüm ve anladım ki sen birisini isminin yanında zikrediyorsan o mahlûkatın sana en sevgili olanıdır.” Allah -celle celâluhu-’da bunun üzerine:“evet ey Âdem! Doğru söyledin muhakkak ki o, bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine benden iste bende seni bağışlayayım. Muhammed olmasaydı seni de yaratmazdım.”

Bu hadisi Hâkim “Müstedrek”te (615/2),[1] Hafız Suyuti “Hasais’i-Nübüvve”de zikretmiş ve sahih kabul etmişlerdir.[2] Beyhaki “Delaili’n-Nübüvve”de (489/5)’de zikretmiştir. Bilindiği gibi Beyhaki kitabının mukaddimesinde mevzu rivayetleri asla nakletmediğini söyler. Ez-Zerkani “Mevahibü’l-Ledüniye” de[3], es-Subki “Şifau’s-Sikam” da bu hadisi zikretmişler ve sahih kabul etmişlerdir. El-Kastallani de aynı şekilde hadisi sahih görmektedir. Hafız Heytemi hadis hakkında şöyle demektedir: “Bu hadisi et-Taberani “Evsat” ve “Sagir” kitaplarında zikretmiştir. Fakat senedinde benim bilmediğim biri vardır.”[4]

Bu hadis, İbni Abbas -radıyallâhu anh-‘dan başka bir senetle nakledilmiş ve orada:
فلولا محمد ما خلقت آدم ولا الجنة ولا النار
“Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım. Muhammed olmasaydı cennet ve cehennemide yaratmazdım”[5] lafzı ile rivayet edilmiştir.

Ulema, hadisin derecesiyle alakalı ihtilaf etmişlerdir. Zehebi’nin içlerinde bulunduğu bazı âlimler hadisin ‘mevzu’ olduğunu iddia ederek reddetmişlerdir. Kimisi hadisin ‘zayıf’ kimisi de ‘münker’ olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yani âlimler hadisle alakalı bir görüş üzere ittifak etmemiş. Kimisi reddetmiş, kimisi kabul etmiş, kimiside tevakkuf ederek hiç bir tarafı tercih etmemişlerdir.

Tabi bu ihtilafların hepsi hadisin senediyle alakalı tartışmalardır. Yoksa bu ihtilaflar hadiste geçen mananın merdut olduğu anlamına gelmemektedir.

Hadisin manası ile alakalı sözü Şeyhülislam İbni Teymiye’ye bırakalım.
İbni Teymiyye bu hadisteki manayı teyid eden iki rivayet daha zikrederek, bu hususta şunları söylemiştir:

“Ebu’l-Ferec İbni Cevzi, senediyle birlikte Meysere’den şunu nakleder: “Meysere, şöyle anlatmıştır: “Ben bir gün sormuştum: “Ya Rasulallah! Sen ne zaman peygamber oldun? O -sallallahu aleyhi ve sellem-’da şöyle cevaplamıştı:

لما خلق الله الأرض واستوى إلى السماء فسواهن سبع سموات وخلق العرش كتب على ساق العرش محمد
رسول الله خاتم الأنبياء وخلق الله الجنة التي أسكنها آدم وحواء فكتب اسمي على الأبواب والأوراق والقباب
والخيام ، وآدم بين الروح والجسد فلما أحياه الله تعالى نظر إلى العرش فرأى اسمي فأخبره الله إنه سيد ولدك
فلما غرهما الشيطان تابا واستشفعا باسمي إليه

“Allah, yeryüzünü yaratıp semaya yönelerek onu yedi kat olarak düzenlediği zaman, arşı yaratıp, arşın direklerine (sak’ına??) peygamberlerin sonuncusu Muhammed Allah’ın resulüdür diye yazdığı zaman, cenneti yaratıp oraya Âdem ve Havva’yı yerleştirip, bütün kapılarına yapraklarına, çadırlarına (hıyam??) ve kubbelerine benim ismim yazdığı zaman, Âdem ruh ile ceset arasındayken ben yaratılmıştım. Allah, Âdem -aleyhisselâm-ı dirilttiği zaman arşa bakıp ismimi gördüğünde, Allah ona: “o senin çocuklarının efendisidir” diye bildirmişti. Şeytan, Âdem ve Havva’yı aldattığında benim ismim ile Allah’tan şefaat dileyerek tövbe etmişlerdir.”

Ebu Nuaym Hafız “Delailü’n-Nübüvve” adlı kitabında Ebu’l-Ferec tarikıyla şu rivayeti yapar: “Süleyman bin Ahmed, Ahmed bin Reşideyn’den, o, Ahmed bin Said el-Fehri’den, o, Abdullah bin İsmail el-Medeni’den o, Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem’den, o, babasından, o da Ömer bin Hattab –radıyallahu anh-‘dan şöyle rivayet etmiştir: “Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

لما أصاب آدم الخطيئة رفع رأسه فقال يارب بحق محمد إلا غفرت لي فأوحى إليه : وما محمد ومن محمد
فقال يا رب إنك لما أتممت خلقي رفعت رأسي إلى عرشك فإذا عليه مكتوب لا إله إلا الله محمد رسول الله
فعلمت أنه أكرم خلقك عليك إذ قرنت اسمه مع اسمك فقال نعم قد غفرت لك وهو آخر الأنبياء من ذريتك
ولولاه ما خلقتك

“Âdem, hata işlediğinde, başını kaldırmış ve: “ya Rabbi Muhammed hürmetine beni affet” diye dua etmişti. Ona: “Muhammed kimdir” diye sorulmuş, O da: “ya Rabbi sen beni yarattığında başımı arşa kaldırdım ve gördüm ki orada ‘La ilahe illallah Muhammedun rasulüllah’ yazılıydı. Onun ismini kendi isminin yanına koyduğun için, onun, senin katında mahlûkatın en değerlisi olduğunu anladım. Allah –celle celalühü- ona şöyle buyurmuştur: “evet öyle! Ben de umduğun gibi seni bağışladım. O senin zürriyetinden gelecek son peygamberdir. O olmasaydı seni de yaratmazdım.”

Bu hadis, öncesinde naklettiğimiz hadisin manasını teyid etmekle beraber, diğer hadisleri şerh edici mahiyettedir.” [6]

Şeyh İbni Teymiyye’nin bu rivayetleri, yukarıda zikrettiğimiz tevessül hadisini tefsir ve izah için getirmiş olmasından anlıyoruz ki, o, bu rivayetleri ‘sahih’ kabul etmiştir. Zira mevzu ya da batıl rivayetler muhaddislere göre delil kabul edilmezler. Diğer hadisin manasını teyid eden rivayetleri zikretmesinden ibni Teymiye’nin onlarıda delil kabul ettiği anlaşılmaktadır.

Şeyh İbni Teymiye bu meseleyle alakalı basiretli, dengeli ve çok güzel bir açıklama yapmıştır. O, her ne kadar, şartları el verdiği kadarıyla ulaşabildiği kaynaklar doğrultusunda böyle bir hadisi şerifin olmadığı kanaatindeyse de, hadisin delalet ettiği manayı teyit eden dâhice bir izahat yapmıştır. O, yaptığı bu açıklamalarla –Hz. Âdem rivayetini sahih kabul etmediğini düşünsek bile- hadisin delalet ettiği manayı doğru kabul ettiğini ortaya koymuştur. Böylelikle Şeyh, bu rivayette anlatılmak istenilenleri kabul etmenin şirk ve küfür olacağını, bu rivayetin asla gerçek olamayıp, tevhid ve tenzih ilkesine zarar veren batıl bir manaya delalet ettiğini iddia edenleri açık bir şekilde reddetmiş olmaktadır.

Bu tarz iddialar, körlük, anlayışsızlık ve akılsızlığın eseridir. Allah bizlere basiret versin ve bizleri doğru yola eriştirsin. Doğru yola ulaştıran sadece odur.
Şeyh İbni Teymiye “Fetava” (92/11) adlı eserinde aynen şu açıklamaları yapar:

“Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-, mahlûkatın en şereflisi, beni Âdem’in efendisidir. Bu yüzdendir ki kimisi: “Allah onun sebebiyle âlemi yaratmış, o olmasaydı arşı, kürsüyü, güneşi, ayı, yeri ve göğü yaratmazdı” demişlerdir. Onlar her ne kadar böyle demiş olsalar da ‘sahih’ ya da ‘zayıf’ böyle bir hadis varid olmamıştır. Hadis ilmiyle meşgul olan hiçbir ehli ilim de, böyle bir rivayeti bize nakletmemiştir. Bu, sahabeye de isnat etmemiz mümkün olmayan, sahibi bilinmeyen bir sözdür. Ama bu sözü tefsir edecek olursak, doğru bir izahatı yapılabilir.

سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ
“Allah, göklerde ve yerde olanları size hizmetkâr kılmıştır” (Lokman 20)
وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ وَسَخَّر لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَآئِبَينَ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْل
َ وَالنَّهَارَ وَآتَاكُمْ مِن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا
“…kendi izniyle denizde yüzmek üzere gemileri emrinize verdi. Nehirleri de emrinize verdi. Düzenli olarak seyreden güneşi ve ayı da sizin emrinize verdi. Gece ile gündüzü de sizin emrinize verdi. O size isteyebileceğiniz her şeyden vermiştir. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.” (İbrahim 32–4) ayetleri ve bunun gibi ayeti kerimeler Allah’ın bütün mahlûkatı âdemoğluna hizmet etsin diye yarattığını bildirmektedir.

Ayetlerde zikredilen ay, güneş gibi cisimlerin, anlatılan hizmetkâr olma özelliklerinden daha fazla belki daha önemli birçok hikmetleri olduğu da bilinmektedir. Buna rağmen bu nesneler, ayeti kerimede, âdemoğluna verilen nimetler ve bunların faydaları beyan ederken zikrolunmuşlardır.“Birisi, şunun için şunu yapmıştır” sözleri, o şeyi yaparken orada başka hikmet ve sebep gözetilmemiş olduğu anlamına gelmez. İşte bunun gibi “şu olmasaydı Allah şunu yaratmazdı” gibi ifadeleri kullananlar, bu ifadelerle daha büyük başka hikmet ve sebepleri yok saydıkları anlamına gelmez. Bilakis bu ifadeler, insanoğlunun en salih ve en üstünü olan Peygamber Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-’in yaratılmasının diğer her şeyin yaratılmasından çok daha büyük bir hikmete dayanmakta olduğunu ve hilkatin asıl maksadının o olduğunu bildirmekle tüm mahlûkatın mükemmelliğine, ancak O -sallallahu aleyhi ve sellem- yaratıldıktan sonra erişebilmiş olduğunu ortaya koymaktadır.”

İbni Teymiye’nin bu ifadelerinde, onun takipçisi olduğunu iddia edenlerin gözünden kaçan mühim bir nokta var ki, ona dikkat çekmeden geçmeyelim.
Kimi muhaddislerin ‘hasen’ dediği, el-Hâkim’in ‘sahih’ kabul ettiği, biraz önce isimlerini sıraladığımız muhaddislerin hepsinin rivayet ettiği, Âdem -aleyhisselâm-’ın tevessülü ile alakalı hadisin manasını İbni Teymiye, büyük bir vukufiyet ve ustalıkla izah ederken bir şey söylemiştir:

“(…) eğer bu sözü tefsir edecek olursak, doğru bir izahatı yapılabilir.

Bu şekilde düşünen herkesi şirk, küfür, bid’at, tahrif ve İslam’dan çıkmakla itham edip dünyayı ayağa kaldırıp, İbni Teymiye’nin yolunu takip eden selefiler olduklarını iddia edenlerin söyleyip durdukları şeyler nerede, İbni Teymiye’nin bu sözleri nerede. Gerçekte bunlar İbni Teymiye’den de selefilikten çok uzaktadırlar. Selefi olduğunu söyleyenlerin bu tavırları sadece bu meseleyle de sınırlı da değildir. Onlar her meselede İbni Teymiye’ye bağlı olduklarını söylerler. Ama İbni Teymiye ne zaman Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’e tazim içeren, onun değerini azametini ve yüce mevkiini ifade eden bir şeyler söylese, onun bağlısı olduğunu iddia eden bu adamlar birden durup düşünmeye başlarlar. Sonra da, tevhid’i muhafaza etmek savıyla, İbni Teymiye’nin söylediklerini de reddederler. Allah’ım seni tenzih ederim bu ne büyük bir iftiradır.

————————————————————————————————

[1]- Bu hadisi şerifi el-Hâkim rivayet etmiş ve sahih kabul etmiştir. Çünkü o: “bu hadisin isnadı sahihtir” dediği zaman o hadisi sahih kabul ettiği anlamına gelir. Burada da öyle demiştir. Bu sözünden hadisin sahih olduğunu anlamamızın birçok sebebi daha vardır:
1- el-Hâkim, “Mütedrek” adlı kitabında sadece sahih hadisleri rivayet edeceğini söylemiştir. Kitaptaki her hadis, onun şartlarına göre sahihtir. Öyleyse bu hadisleri nakleden bir kimse “el-Hâkim bu hadisi sahih görmüştür” diyebilir.
2- Usuli hadiste kabul edilmiştir ki, güvenilir bir hadis hafızı bir hadisin senedine sahihtir dediği zaman bunu metin sahihtir şeklinde de anlamalıyız. Her ne kadar senedin sıhhati metnin sıhhatini gerektirmese de. Iraki “Elfiye” adlı kitabında şöyle demiştir:
“Bir metnin senedine ‘sahih’ ya da ‘hasen’ dendiğinde metne sahih denmemiş olsa bile, metni sahih kabul edebilirsin; eğer bunu güvenilir biri söylemiş ve hadisi zayıflıkla itham etmediyse.”
Hafız Suyuti’de kendi “Elfiye” sinde şöyle demiştir:
“Eğer güvenilir bir hafız, senede ‘sahih’ ya da ‘hasen’ diye hükmetmiş ve metinde bir illet veya şazlık yok ise, bu metnin de sahih olması anlamına gelir.”
“Tal’ati’l Envar” adlı kitabında Suyuti şöyle de söylemiştir: “Sened için‘sahih’ ya da ‘hasen’ denmişse, onu mutlak sahih kabul eyleyebilirsin. Eğer bu hükmü güvenilir biri vermişse.”
3- el-Hâkim’den hadis nakleden el-Kastallani, ez-Zarkani ve es-Subki gibi âlimler “el-Hâkim bu hadisi sahih görmüştür” ifadesini kullanmışlardır. Bu, muhaddislerin çokça kullandığı bir ifadedir.
———————–

[2]- Suyuti “ed-Dürrül Mensur”, “Hasais” ve “Riyadu’l Enika fi Şerhi Esmai Hayri’l Halika” (s/49) kitaplarında bu hadisi zikretmiş ve şöyle demiştir: “el-Hâkim “Müstedrek” kitabında bu hadisi rivayet etmiş ve ‘sahih’ kabul etmiştir.” El-Beyhaki de bu hadisi“Delailü’n-Nübüvve” adlı kitabında zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu hadisi sadece Abdurrahman nakletmiştir. Ve o, zayıf bir ravidir. Fakat Beyhaki, aynı hadisi kitabında ‘Hasais’ babında İbni Abbas’dan yapılan bir rivayet için şahid olarak zikretmiş ve sonrada o hadis için: “el-Hâkim bu hadisi rivayet etmiş ve sahih görmüştür” ifadelerini kullanmıştır.
Beyhaki’nin“Menahilü’s-Safa” adlı kitabında “bu hadis zayıftır. Yani ibni Ömer tarikiyle gelen” ifadesi ile başka yerde açıkça: “bu hadisin İbni Ömer rivayetiyle gelen tariki zayıf senedle rivayet edilmiştir” ifadelerinden anlaşıldığına göre, bu hadis hakkında söylediklerini, İbni Ömer tarikıyla gelen hadis için söylemiştir.
Hulasa bu hadis şahidleri ve senedleri bir bütün olarak değerlendirilirse ona göre de ‘sahih’ bir hadistir.

——————
[3]- El-Kastallani, Daru’l Kütübü’l İlmiye baskısı olan “Mevahib” kitabının birçok yerinde bu hadisi ‘sahih’ olarak kabul etmiştir. Kastallani’nin bu eserindeki kendi ifadeleriyle, Onun bu hadisi ‘sahih’ kabul etmediğini iddia edenlerin görüşlerinin yanlış olduğu net bir şekilde görülür. Bu kitapta sahih ifadesini kullandığı son yer 392/2’dir.
Ez-Zarkani ise “Şerhi Mevahib” kitabında birçok sebepten dolayı bu hadisi ‘sahih’ kabul etmiştir. Ebû Cafer’in Malik’e dua esnasında kabre yönelmenin hükmü hakkında soru sormasından dolayı Malik’in ona: “o kabir senin ve senin baban olan Âdem –aleyhisselam-’ın vesile edindiği bir şeydir. Ondan yüzünü çevirme.” Dediğini nakleden Zerkani sonra şunları söyler: “Kadı İyaz, bu rivayeti “La be’se fih” (sahih) bir isnatla “Şifa” adlı kitabında zikretmiştir. Hatta onun sahih olduğu da ifade edilmiştir.” C:7 S:314.
Zarkani bu ifadeleri Âdem -aleyhisselam-’ın biraz önce zikredilen tevessül ile alakalı rivayeti için söylemiştir.
Zerkani’nin İbni Abbas’dan ‘muallâk’ olarak rivayet ettiği hadis esnasında –ki bu bile tek başına kuvvetli bir şahiddir- kullandığı şu ifadelere bakalım: “el-Hâkim bunu sahih görmüş es-Subki “Şifau’s-Sikam”da, el-Belkini “Fetava”sında bunu onaylamıştır. Bu sözler öylesine söylenmiş değildir öyleyse bu hadis ‘merfu’ kabul edilmelidir.”
Zerkani’nin bu ifadelerini destekleyen başka ifadeleri de vardır. Onun söylemiş olduğu ve kitaplarında teyid ettiği ve uyulmasını istediği görüşü de bu doğrultudadır.

—————-
[4]- Heytemi “Mecmeu’z-Zevaid” 253/8

—————
[5]- Hâkim “Müstedrek” 615/2’de bunu rivayet etmiş ve “isnadı ‘sahih’ tir” demiştir. Şeyhülislam Belkini “Fetava”sında rivayeti ‘sahih’ kabul etmiştir. Şeyh İbni Cevzi “Vefa” adlı kitabının evvelinde, İbni Kesir’de “Bidaye” 81/1’de bu hadisi zikretmişlerdir.
————–

[6]- Fetava” 150/2

[Mefahim]

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.