Posts Tagged With: selefiyiz

Vehhabiliği kabul etmiyen Vehhabilere!!


VEHHABİ ŞEYH MUHAMMED BİN ABDÜLLATİF:”BİZ VEHHABİ CEMAATİYİZ”…!

Muhammed bin Eş Şeyh Abdül Latif bin Abuir Rahman kendisinin Vehhabi dininde olduğunu bildirerek şöyle diyor:

وصار بعض الناس : يسمِّع بنا معاشرِ الوهابية ، ولا يعرف حقيقة ما نحن عليه، وينسب الينا، ويضيف إلى ديننا ما لا ندعوا اليه

“Bazi insanlar, bizim düşüncelerin hakikatini bilmeden biz Vehhabiler camaatini eleştiriyor, bize ve bizim dinimize davet etmediğimiz şeyleri nispet ediyorlar…”

Kaynak: İbnul Kasim En Necdi: Ed Durerus Seniyye: cilt 1/ sayfa 566

Vehhabilik yoktur diyip sagda solda iftira atmayin diyen VEHHABILER bi parmak kaldirsin 🙂

Categories: Vehhabi Fitnesi, Vehhabiliğin kabul edilişi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ölünün kerameti!

İbn Teymiyye: Bazı kimselerin, Peygamber Efendimiz¬ sallallahu aleyhi ve sellem veya ümmetine mensup salih bir şahsiyet aracılığı ile Allah’tan bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin Allah tarafından, Peygamberinin veya o kulunun elinden yerine getirilmesidir. Bu da çok görülen bir olaydır.

İbn Teymiyye: böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir. diyor
• İbnTeymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Sırat-ı Müstakim İbn Teymiyye Kabir Ziyaretleri Bölümü Tercüme Pınar Yay. s. 494 baskı 2004

Categories: Ölünün tasarrufu, Kabir ve ruh | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

Tevessül ve Ibadetin farkı!!

İbadet: Rab ittihaz edilen zata en yuksek ve nihai derecede tazim ile boyun eğmektir.

Tevessül: Biz zata yaklaşmak ve ya ondan bir şey istemek için birini aracı kılmaktır.

Görülüyor ki, ibadet başka, tevessül başkadır. Tevessül etti, vasıta (aracı) kıldı demek, ne lugatta ne de şeriat ıstilahında, İbadet etti demek değildir.
Bir hareketin ibadet olabilmesi için iki şart vardır; Rab ittihaz etmek ve en yuksek derecede boyun eğmek. Bunlardan biri olmadıgı zaman ibadet meydana gelmez. Tevessül de bunların hiç birisi yoktur; yani ne aracı kılınan zatı rab ittihaz etmek, ne de ona en yuksek derecede boyun eğme hali mevcuttur.
İbadet derecesinde ve ibadet niyeti ile olmayan bir saygı tezahürü hiçbir suretle ibadet sayılmaz. İnsanlar öteden beri büyüklerine, reislerine, ulema ve Salih kişilere mevkilerinin icab ettirdiği derecede hürmet etmişler, çeşitli selamlama şekilleri ile selamlaşmışlar, önlerinde boyun eğereke tezellül göstermişler, tazimde bulunmuşlardır.
Fakat bu hiçbir zaman ibadet sayılmamış ve buna ibadet etme denilmemiştir. Bu kabil saygı tezahürlerini edeb ve nezaket olarak görmüşlerdir.

Bu konuda Allame Şeyh Selametu l Azami << El Berahinü s Satıa>> adındaki kitabında şunları yazıyor:

Kalbi ibadet: Rububiyyete ( Yaratıcıya), yahut onun fiilinde istiklal gibi Rabb a ait bir hususiyete itikat etmektir.
Bedeni İbadet: Kalbi itikad ile beraber kıyam, ruku, sucud gibi zahiri ve bedeni hareketlerde bulunmaktır.

Bir kimse bedeni ibadet tezahrlerinden birini kalbi itikad olmaksızın yapsa şeran ibadet etmiş olmaz. Velev ki bu hareket secde şeklinde olsun. Ulemanın puta secde edenin kufrune hukmetmeleri, kalbinde puta karşı rab itikadı bulunduğu mülahazasiyledir.Yoksa mücerred secde küfür değildir.Eğer Allah tan başkasına Rab itikadı olmaksızın secde etmek kufur olsa idi, bunun hiçbir zaman ve hiçbir şeraitte caiz ve meşru olmaması lazım gelirdi.
Halbu ki eski şeriatlarda selamlaşmak, saygı ve bağlılık göstermek maksadı ile Allah tan başkasına secde etmek meşru idi! Hz Muhammed efendimizin şeriatında ise haram kılındı.

İmdi bir kimse rububiyyet itikadı olmaksızın sadece saygı ve tazim maksadı ile Allah tan gayrısine secde etse gunahkar olur, Fakat kâfir olmaz. Sana bu açıklamanın doğruluğunu ispat etmek için < Ona Yusuf-a secdeye kapandılar) sure-i Yusuf 100 Ayetini hatırlatmak kâfidir.

Bu ayette kulun kula secde ettiği bildirilmektedir. İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle diyor.

Annesi babası ve 11 kardesi Yusuf A.S ın huzuruna girdiklerinde secdeye kapandılar. Bu onların şeriatında caiz idi. Mevki sahibi zevatın huzuruna girildiğinde secde ederek selam verilirdi. Bu durum Adem dan İsa zamanına kadar meşru olarak devam etti. Ahır zaman ummetinin şeriatında ise bu yasaklandı.

Meleklerin Âdem Aleyhisselam a secde etmeleri de görüşümüzü doğrulayan delirlerdendir. Meleklerin Âdem Aleyhisselam a secdesi Allahü Teala nın emri itibarı ile ibadet, Âdem Aleyhisselam ın şahsı itibarı ile saygı ve hurmettir.

Demek ki, ibadet başka, tevessül, tazim ve hurmet başka şeydir. Zahiren ibadete benzese bile, ibadet niyeti veya Rab itikadı olmadıkça bir fiil ibadet (Tapma) sayılmaz. Bu cümleden olarak Kâbe ye ve Hacer-i Esved e tazim ve terkim göstermeyi, etrafında dolaşarak el – yüz sürerek istilam ve saygıda bulunmayı zikredebiliriz.

İbadet Rab ittihaz ettiğimiz Hz Allah a dir. Kâbe Ve Hacer-i Esved vesiledir. Tazim ve istilam olunurlar. Bir şeye tazim etmek herhalde ona ibadet etmek manasına gelmez. Tazim in farz, vacib, mendub olanları vardır. Mubah mekruh haram olanları vardır.

Allah tan başkasına tazim, o şey Rab kabul edilmedikçe, şirk ve küfür olmaz. Şirk ve küfür Allah tan başkasını rab ittihaz etmededir.

Puta tapan kâfirler putlarını, hristiyanlar Mesih İsa yı Rab ittihaz etmişlerdi ve binaenaleyh müşrik olmuşlardır. Fakt tevessül eden Mü minler, tevessül ettikleri Zevat-i veya kabirleri Rab ittihaz etmiş değillerdir ki müşrik olsunlar.

Tevessül ile tapma arasındaki farkı bazı Ehl-i Sunnet Âlimleri şöyle açıklamışlardır
:

İhtiyacını doğrudan doğruya hükümdardan istemeyi uygun bulmayan veya buna cesaret edemeyen bir kimse, Önce hükümdarın vezirine başvurur, Onu aracı kılarak arzusunu onun vasıtası ile hükümdara iletir.

Hükümdar da bu harekei edebe uygun bularak memnun olur ve adamın ihtiyacını karşılar. Ama bu adam, veziri vasıta ve şefaatçi kılacağı yerde, onu hükümdar yerine koyar da, ihtiyacını bizzat ondan diler ve bütün saygısını ona gösterirse hükümdar bu harekete kızar ve o adamı cezalandırır. İşte bu iki halden birincisi tevessül İkincisi başkasını Rab ittihaz etmeye misaldir.

İbn-i Teymiye tevessül ile tapma arasındaki bu kadar bariz farkları görememiş veya görmemezlikten gelmiştir. Bunun için de Mü min ile müşrik-i bir tutmuş. Dünyayı müşrikler dolu gren bir kara zihniyetin önderi olmuştur.

Sebepte Müsavi Olmak Hükümde Müsavi Olmayı Gerektirmez.

Sebebi müsavi olan iki fiilin hükümlerinin de müsavi olması icab etmez. Bu herkesce bilinen bir kaide-i kulliyedir.

Mesela: Aç olan bir kimsenin yemeğe ihtiyacı vardır. Açlık yemek yemeğe götüren bir sebebtir. Bu kimse bu sebebin sevki ile helal olan bir yiyecek ile açlık ihtiyacını giderebileceği gibi, haram ile de bu ihtiyacını def edebilir. Fiilerin sebebi bir olduğu halde hükümleri başka başkadır. Helal gıda alan ya vacib veya mubah olan bir iş yapmıştır. Haram ile karnını doyuran ise gunaha girmiştir.

İşte bunun gibi tevessül ile puta tapmanın sebebi bir olabilir, Ama hukumleri birbirinin tamamen zıddıdır. Meamafih, birbirine hukumde zıt bu iki davranışın sebeblerinin müsavi olduğu doğru değildir. Bunu Zümer suresinin 3. Ayetinde beyan edilen, Müşriklerin < Biz onlara ancak bizi Allah a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz> Şeklindeki sözlerine istinaden ibn-i teymiye ileri sürmüştür.

Müşriklerin Allah a yaklaşmak maksadiyle puta tapma iddiaları yalandır. Çünkü Cenab- Hakk, ayeti kerimenin alt tarafında müşriklerin yalancı ve nankör (ziyadesi ile kâfir) olduklarını haber vermektedir. Ve müşrik putunu rab kabul eder, istedigini bizzat ondan ister, duasını bizzat ona yapar, kulluk eder ona tapar.

Tevessül eden mü min ise ihtiyacını yalnız Hz Allah dan diler,tevessül ettiklerinden değil.Tevessül ettikleri sadece vasıta, Allah katındaki yeri ve değeri itibarı ile duasının kabulüne, dileğinin yerine getirilmesine vesile olsun ister,Daha acık ifade ile gayeye varmak için vasıta tedarik eder.

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

“Tevessül Mes’elesinde Söylenen Asılsız Sözlerin İptâli(6)

“Mahku’t-Tekavvul fî Meseleti’t-Tevessül”

-ALTINCI BÖLÜM-

“Tevessül hakkındaki Hadîsler ve Eserler”

(Beşinci Hadîs): Onlardan birisi de Fatıme Bintü Esed radıyellâhu anhâ hadîsidir ki, bu hadîste Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem’in “Nebîn ve benden evvelki peygamberlerin hakkıyla/hürmetine (anam Esed kızı Fâtıme’yi bağışla, O’na hüccetini telkîn eyle ve gireceği yeri kabrini O’na geniş eyle) [67]’” ifâdeleri vardır.

Bu hadîsi İbnu Hibbân ve Hâkim sahîh bulmuş-lar, Taberânî de el-Kebîr’de ve el-Evsat’da İbnu Hibbân’ın ve Hâkim’in sika kabûl ettiği Ravh İbnu Salâh’ın bulunduğu bir senedle rivâyet etmişdir. Diğer râvîleri de el-Heysemî’nin el-Mecmâ’da ifâde ettiği gibi, Sahîh’in râvîleridir. [68]

Bu hadîste âhirete intikâl eden Nebîler(imiz) aleyhimü’s-salavâtü ve’t-teslîmât efendilerimizin zâtlarıyla tevessül bulunmaktadır.

(Altıncı Hadîs): Onlardan birisi de yine Ömer radıyellâhu anhu’nun Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’den rivâyet etmiş olduğu hadîstir:
Âdem aleyhisselâm hatâyı işlediği zaman ‘Muhammed’in hakkıyla senden beni bağışlamanı istiyorum’ dedi.
Bu hadîsi, Hâkim el-Müstedrek’te rivâyet etmiş ve ‘bu, isnâdı sahîh bir hadîstir ve o, Abdurrahman İbnu Zeyd’e âid zikrettiğim ilk hadîstir’ demiştir. (Hâkim’in Sözü Bitti.)

Bunun senedini, Takıyy es-Sübkî, Şifâu’s-Sikâm’da getirmiştir. Bu hadîsi Taberânî, el-Evsat’ta ve es-Sağîr’de rivâyet etmiş olup, senedlerinde el-Heysemî’nin tanımadığı kimseler vardır.
Abdurrahmân İbnu Zeyd’e gelince; Mâlik O’nu zayıf kabûl etmiş ve bu hükümde diğer bir takım kimseler O’na tâbi’ olmuşlardır. Ancak O (İbnu Zeyd), yalan ile ithâm edilmemiş, aksine, yanılmakla ithâm edilmiştir. O’nun gibi birinin rivâyetleri elenir, bazıları seçilir. Bu rivâyetin Mâlik’in kabûl ettiği rivâyetlerden olduğunu gördüğünde, Hâkim’in yaptığı da budur.
İmam Mâlik, İbnu -Humeyd’in O’ndan rivâyet ettiğine göre- (Halîfe) Ebû Ca’fer el-Mensûr’a şöyle demiştir: ‘O, senin ve baban Âdem aleyhisselâm’ın vesîlesidir.’
İmâm Mâlik radıyellâhu anhu, (Abdurrahman’dan gelen) haberin doğruluğunu kabûl ettikten ve onu delîl olarak ileri sürdükten sonra, Abdurrahman’dan (şu rivâyette) ‘yanılma’ ve ‘zabt azlığı’ töhmeti kalkar. Ki, bu töhmetlerle O’nu ithâm edenler, sadece Mâlik’e uyuyorlardı, O’na dayanıyorlardı. Abdurrahman İbnu Zeyd, her bir haberi reddedilecek kimselerden değildir.

İşte size, İmâm Şâfiî… El-Ümm’de ve Müsned’inde Allah’ın dîni(nin mes’eleler)inde O’nun bazı hadîslerini delîl getirmektedir.[69] Bu sebeble, bu hadîsi sahîh kabûl etmesinde, Hâkim kınanamaz. Aksine, doğru olan, bu(isnâdı sahîhtir hükmü)dür. Ancak, Mustafa sallellâhu aleyhi ve sellem’in fazîletlerini işittiğinde göğsü daralanlara göre doğru olmayabilir.

Mâlik’in Ebû Ca’fer’e söylediği mezkûr söze gelince; onu Kadı İyâz eş-Şifâ bi Ta’rîfi Hukuki’l-Mustafâ’da ceyyid/güzel bir senedle rivâyet etmiştir. Seneddeki İbnu Humeyd et-Takıyy es-Sübkî’nin zannettiğinin hilâfına tercîh edilecek görüşe göre Muhammed İbnu Humeyd er-Râzî’dir.
Lâkin bu Râzî’nin hâli, eş-Şems İbnu Abdi’l-Hâdî’nin tasvîr etmek istediği gibi değildir. Öyle ki, hakkında (kınama yoluyla) konuşanların tamamının sözlerini toplamış, onu övenlerin sözlerini ihmâl etmiştir. O (İbnu Abdi’l-Hâdî) gençliğinde İbnu Teymiyye ile buluşup ona kanan ve doğru yoldan çıkan üç kişiden birisidir. Şeyhinin yalnız kaldığı yanlışlarının zıddına getirilen delîllerde cerhi zikreder, ta’dil’i ise görmezden gelir.
Bu Muhammed İbnu Humeyd’den, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbnu Mâce, Ahmed İbnu Hanbel ve Yahyâ İbnu Maîn rivâyet etmiştir. İbnu Ebî Hayseme ‘İbnu Maîn’e o sorulmuş, İbnu Maîn’de sağlamdır, onda bir beis yoktur, Râzî zekîdir, demiştir’ dedi. Ahmed İbnu Hanbel, ‘Muhammed İbnu Humeyd durdukça Rey şehrinde ilim devam edecektir’ demiştir. Sâğânî ve Zuhelî Onu övenlerdendir. Halîlî, el-İrşâd’da ‘hâfızdı ve bu işi (hadîs ilmini) bilenlerden birisiydi, Ahmed ve Yahyâ ondan râzı olmuştur’ dedi. Buhârî’de ‘hakkında nazar vardır’ demiştir.
Böylesi bir kimse, böyle bir haberde ithâm edilemez. Hicrî 248’de yüksek bir yaşta vefât etmiştir. İmâm Mâlik öldüğünde (Râzî’nin) yaşı 15’ten aşağı değildi. Hâlbuki onlar (Hanbelî mezhebine mensûb olduğunu söyleyen ve tevessülü inkâr edenler), imâmları(olduğunu iddiâ ettikleri Ahmed İbnu Hanbel)in Müsned’inde 5 yaşında olan kimsenin rivâyetini kabûl etmektedirler.
Ya’kûb İbnu İshâk’ta hiçbir beis yoktur. Nitekim Hatîb, Târîh’inde böyle dedi.

Ebu’l-Hasen Abdullah İbnu Muhammed İbnu’l-Müntâb, Kadı İsmail’in en büyük tale-belerindendir. Muktedir, bu İbnu’l-Müntâb’ı, üç yüz senesi civarlarında Medine-i Münevvere kadılığına getirmişti. O zamanda ilim sâhiblerinden ileri gelen sağlam kişilerden başkası Medine-i Münevvere kadılığına getirilmezdi. İbnu’l-Müntâb’ın isminde birçokları yanlışa düşmüştür. Talebesi Muhammed İbnu Ahmed İbni’l-Ferec’i, Sem’ânî, el-Ensâb(isimli kitâbın)da Cezâirî’yi anlatırken güvenilir bulmuş ve İbnu’l-Esîr, el-Lübâb’da O’nu tasdîk etmiştir. Ebû’l-Hasen (İbnu Alî) el-Fihrî [70] güvenilir ve sağlam kimselerden olup, Zehebî’nin el-’İber’inde tanıtılmıştır. İbnu Dilhâs, İbnu Abdi’l-Berr’in şeyhlerinin sağlamlarındandır ve İbnu Büşküvâl’ın es-Sıle(isimli eserin)’de tanıtılmıştır. Bu kitâb Madrid’de basılmıştır…[71] Sübkî onların hâllerini Şifâu’s-Sikâm isimli eserinde bizim zikrettiğimizin dışına çıkmayacak bir şekilde anlatmıştır.
İbnu Abdi’l-Hâdî bu haberi kabûl etmekten kaçınmaktadır. Çünki O, çâresiz, şeyhi (İbnu Teymiyye)’nin yanlışlıklarına dokunmaktadır. İbnu’l-Müntâb bu haberi rivâyet etmekle, şeyhi
Kadı İsmâîl’in, el-Mebsût’undaki, İbnu Vehb’in Mâlik’den yaptığı rivâyete zıd olarak yaptığı rivâyeti reddetmesini murâd etti. İsmâîl Irak’lı âlimlerdendir. Mısır’lı ve Medîne’li âlimler Mâlik’in me’selelerini (söz ve ictihâdlarını) onlardan (Irak’lı âlimlerden) daha iyi bilirler. Üstelik İsmâîl, (Mâlik’den) zikrettiğini Mâlik’e isnâd etmedi, irsâl etti.[72] Lâkin bu, İbnu Abdi’l-Hâdî’nin nefsinin arzusuna uyduğundan, bunu, İbnu Müntâb’ın rivâyetinin aksine, senedini araştırıp sormadan kabûl etmektedir. Fikrince senedini anmaya ihtiyâc bırakmayacak ölçüde (İsmâîl’i) aşırı bir şekilde medhetmektedir. Dâvûd el-Isfehânî’nin Onun hakkında söylediğini sanki görmedi. Allah teâlâ’nın, yarattıklarında birçok şeyler (hikmetler) vardır.
Üstelik Âdem aleyhisselâm’ın tevessülü hakkında birbirini kuvvetlendiren başka rivâyetler de gelmiştir ki, yazdıklarımızla yetinerek onları zikretmeye hâcet duymadık. Çünki geçen hadîsler, -ne olursa olsun- hasmını alt etmek istemekte zorâkiliklere girmeyen her bir kimseye yeter.

MAKALE: Muhammed Zâhid el-Kevserî (Rahimehullah)
……………………………………………………….
DİPNOTLAR:
67 Bu ibâre, rivâyetin aslındandır. İmâm Kevserî sözü uzatmamış olmak içün onu hazfetmiştir. Biz daha anlaşılır olması içün ilâve ettik.
68 Taberâni, el-Kebîr (24/351-352) ve [Taberânî, el-Evsat, (356-357- Mecma’u’l-bahreyn), Ebû Nüaym, Hilye:3/121], el-Kebîr Tâ’lîk’ı: 24/351, [Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve…]
69 İmam Şafiî, el-Müsned (2/173, H:607)
70 İmâm Kevserî, bu râvîyi ‘el-Fihrî’ şeklinde zabt etmiş, Tabakât ve Ricâl kitâblarında da görebildiğimiz kadarıyla böyledir. Ancak Şifâ ve şerhlerinde, ‘el-Fihr’ şeklindedir. Allahu a’lem.
71 İmâm Kevserî, İyâd’ın haberi kendilerinden aldığı şeyhlerinin sağlam olup olmadıkları hakkında bir şey dememiştir. Ancak aşağıda da geleceği üzere, Hâfız Muhaddis Hafâcî onların güvenilir ve sağlam kimseler olduğunu söylemiştir.
72 Kesintisiz senedle Mâlik’e dayandırmayıp, Ondan rivâyet edeni atlayarak kesik bir senedle O’ndan rivâyet etti.

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Nisa 64 ayeti ve alimlerin tefsiri(=Tevessül)

İmam, Hafız İmadüddin İbni Kesir şöyle demiştir:

“Bazı ulemanın rivayet ettiği, Şeyh Ebu Mansur Sabbağ’ın da “Şamil” adlı tefsirinde zikrettiği Utbi’den nakledilen meşhur bir kıssa vardır:
“Utbi anlatır: “Bir gün Allah Rasulü’nün kabrinin yanında oturuyorduk. Bir bedevi geldi ve kabre yönelerek şöyle dedi: “Ya rasülallah! Biz işittik ki Allah -celle celâluhu-
“Biz her hangi bir Peygamberi gönderdikse mahzâ Allahın iznile itaat edilmek için gönderdik, eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günahlarına mağfiret dileseler, Peygamber de kendileri için istiğfar ediverse idi elbette Allahı tevvab, rahîm bulacaklardı” (Nisa 64) diye buyurmaktadır.
Ben de günahlarımdan istiğfar ettiğim halde ve senden rabbime benim hakkımda şefaatçi olmanı dileyerek hzuruna geldim.”
Bunları dedikten sonra bedevi şu şiiri okumaya başlar:

Ey toprakta yatanların en hayırlısı
Senin naaşın ile tüm ovalar ve dağlar şeref kazandı
Senin metfun bulunduğun kabre benim canım feda olsun
Ki o kabirdedir iffet cömertlik ve şeref

Bunları söyledikten sonra bedevi çekip gitti. O gidince bana birden geçginlik hali geldi ve uykuya dalıverdim. Rüyamda Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’i gördüm. Bana şöyle buyurdular: “Git o bedeviye yetiş ve Allah’ın onu bağışladığını müjdele”

İmam Nevevi “el-İzah”[1] adlı eserinde, Hafız İmadüddin İbni Kesir de meşhur tefsirinde (Nisa 64) ayetini tefsir ederken bu kıssayı aynen nakletmişlerdir.

Bu kıssayı aynı zamanda Şeyh Muhammed İbni Kudame “Mugni”[2] adlı meşhur eserinde, Şeyh Ebu’l-Ferec “Şerhü’l-Kebir”[3] adlı eserinde, Şeyh Mansur bin Yunus el-Behuti’de Hanbelî mezhebinin en meşhur kitaplarından biri olan “Keşşafu’l-Kına”[4] adlı eserinde nakletmişlerdir.

Müfessirlerin en güvenilirlerinden imam Kurtubi “Camiu’l-Ahkâm” adlı meşhur tefsirinde benzeri bir kıssayı şu şekilde rivayet etmiştir:
“Ebu Sadık, Ali’den rivayet etmiştir. Ali şöyle demiştir: “Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in defnettikten üç gün sonra bir bedevi kabrinin başına gelmiş kendini kabrinin üstüne atarak kabrin topraklarını başına serpmeye başlamıştı. Bir taraftan da şöyle diyordu: “Ey Allah’ın Rasulü! Senin sözlerini dinledik. Sen her şeyi Allah’tan, bizde senden aldık. Allah’ın sana nazil ettikleri arasında “Biz her hangi bir Peygamberi gönderdikse mahzâ Allahın iznile itaat edilmek için gönderdik, eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günahlarına mağfiret dileseler, Peygamber de kendileri için istiğfar ediverse idi elbette Allahı tevvab, rahîm bulacaklardı”
(Nisa 64) ayeti var. Ben de kendi nefsime zulmettim ve benim için istiğfar etmen için sanan geldim.”
Bedevinin bu konuşmasından sonra kabirden “Allah seni bağışladı” diye bir ses işitilir.”[5]

Önemli olan şudur ki, bu âlimlerin hiçbirisi bu kıssayı, şirk, sapkınlık, kabirlere tapmak ve putperestlik olarak görmemişlerdir. Bu kıssanın muhtevasını onayladıkları için nakletmişlerdir.

Buna rağmen onların sözlerine güvenmeyecek ve delil kabul etmeyecekler varsa şundan başka diyecek bir şeyimiz kalmıyor; Allah’ım bu ne büyük bir iftiradır.

Utbi’nin Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kabri başında okuduğu biraz önce naklettiğimiz şiiri, şu anda Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in hücrei saadetlerinin karşısındaki sütunların üstünde yazılıdır. Yüzyıllardır onu herkes görmektedir. Hatta merhum kral Abdülaziz, kral Suud, kral Faysal ve kral Halid zamanında da oradaydı. Şimdi de Kral Fahd zamanındayız (şimdi kral Abdullah var) ve bu şiirler hala Mescidi Nebevi’deki diğer bütün eski eserleriyle birlikte orada muhafaza edilmektedir.

[1]“El-İzah” s:498
[2] “el-Mugni” 3/556
[3] “Şerhu’l-Kebir” 3/495
[4] “Keşşafü’l-Kına” 5/30
[5]“Camiu’l-Ahkami’l-Kur’an” 5/265

[Mefahim]

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

O -sallallahu aleyhi ve sellem-’nun teriyle teberrük!!

Sümame, Enes -radıyallâhu anh-’den rivayet etmiştir: “Ümmü Süleym, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e bir deri döşek serer o da onun üzerinde kaylule uykusu yapardı. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- uyuduğu zaman Ümmü Süleym onun terini ve saçlarını toplar ve bir kaba doldurarak onları elindeki kokularla karıştırırdı. Enes bin Malik vefatı yaklaştığı sıralarda, benden naşına bu kokudan sürmesini istemişti. Dediği gibi yaptık.
[Buhari “İstizan kitabı” “onun yanlarında kaylüle yaptığı kişiler babı”]

Müslim’deki rivayette şöyle gelmiştir: “Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bize gelmiş ve kaylule uykusuna yatmıştı. Uyurken terlemişti. Bunun üzerine Ümmü Süleym gelerek onun terini sıyırmaya ve bir kaba doldurmaya başlamıştı. Bu esnada nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- uyanmış ve:
يا أم سليم ما هذا الذي تصنعين؟
“Ne yapıyorsun ey Ümm-ü Süleym?” diye sormuş. O da: “Terini elimizdeki kokularla karıştırıyorum. Terin bütün kokulardan daha güzel kokuyor” diye karşılık vermişti..
İshak bin Ebu Talha’dan gelen rivayette şöyledir: “O -sallallahu aleyhi ve sellem- uyurken terlemiş ve teri yatağın üstündeki bir deri parçasının üzerinde birikmişti. Ümmü Süleym, o teri bir beze emdirerek bir kabın içine sıkıyordu. Allah Resulü o sırada uyanıp:
ما تصنعين؟
“Ne yapıyorsun?” diye sorunca o da: “Çocuklarımız için bereketini umuyoruz” diye cevaplamış, bunun üzerine Allah resulü:
أصبت
“İsabetli davrandın” diye karşılıkta bulunmuşlardır.”
Ebû Kalabe rivayetinde: “Ümmü Süleym terleri topluyor ve koku kabına koyuyordu.
ما هذا؟
“Bu nedir” diye soran Allah Resulü’ne Ümmü Süleym: “Terinizi elimizdeki kokularla karıştırıyoruz” diye cevap vermişti.”

Bu rivayetlerden Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in Ümmü Süleym’in yaptığı işi fark ettiğini ve tasvip ettiğini anlamaktayız Ümmü Süleym’in “güzel koktuğu için” ya da “bereket için terini topluyorum” demesi arasında bir çelişki yoktur. Bilakis her ikisi için de bu işi yaptığına kabul etmek en doğrusudur.”
[İbni Hacer “Fethu’l-Bari” 11/2]

[Mefahim]

Categories: Teberrük, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Vehhabiler hakkinda bir kac hadis!

Ahmed bin Zeyni Dehlan, Degerli inciler vehhabiye reddiyeler, s152(kitaptan sadece birtane örnek daha cogu mevcuttur)

Bir kac hadisi şerif(daha fazlasi resimdeki gordugunuz kitapta mevcuttur):

Ebu Hureyre(ra)dan rivayet edildigine gore, Resulullah(sav) soyle buyurdu:”küfrün başı (hicaz’in) dogu tarafindadir”
[Buhari,Bedul Halk:15, No.3125,3/1202]

Ebu Hureyre(ra)dan rivayet edildigine göre, Resulullah(sav): “Peygamberimiz Hicaz’ın doğusunu işaret ederek, iste buradan fitneler gelmistir(gelecektir)”
[Ali el-Mütekki,Kenzü’l-Ummal, No:30859,11/120]

Ibni Ömer(ra) dan rivayet edildigine göre, Cenabi Peygamber(sav):”Ey Allah’im! Şam’ımızı bize hayırlı ve uğurlu kıl. Allah’ım Yemen’imizi de bize hayırlı ve uğurlu kıl” buyurdu. Orada bulunan Ashab-i Kiram:”Necd’imizi de Ya Resulullah”dediler.
Hazreti Peygamber(sav)de tekrar: “Allah’im! Şam’ımızı ve Yemen’imizi bize hayırlı ve uğurlu kıl” dedi.
ücuncu defasinda da:”felaket ve müsibetler, fesat ve dinsizlik orada(Necid’de)dir. Ve orada Karnus-Seytan(seytanin boynuzu) dogacaktir
[Buhari, Istiska:26,No:990,1/351]

“son zamanlarda bütün araplara dokunacak ve her arap evine girecek büyük bir fitne olacaktir, bunlarin ölüleri cehennemdedir. Dil(le onlari yenmek) kılıç yarasindan daha tesirlidir”
[Ebu Davud, Fitne:3,No:4264,2/504]

“Necid’de bir seytan zuhur edecek, onun fitne ve fesadından bütün arap yarimadasi sarsılacaktır”
[Zeyni Dehlan, ed-Dürerü’s-Seniyye,Sh:54]

“son zamanlarda bir kavim türeyecek, sizing babalarınızın duymadıkları şeylerle sıze hitap edecekler, onlarin sizinle ilgilenmelerinden ve sizi sapıtmalarından sakının”
[Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, No:8276,3/206]

Categories: Vehhabi Fitnesi, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ölüler isitir! Rum suresi 52. ayet tefsiri!

Ölülerin işitmediğine dair getirdikleri delil,Rum suresinin 52. ayeti.
52.. Tabiidir ki sen ölülere katiyyen işittiremezsin; dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.Bu ayeti delil vererek bakin ayet nediyor,ölülere isittiremezsiniz diyor iste derler.

Biz bu ayeti kendi kafamiza göre degilde tefsirinle aciklama getirelim insallah..

Hz. Peygamber (S.A.)’İn, Davetinden Yüzçevrilmesine Karşı Teselli Edilmesi:

52- Sen hiç şüphesiz ölülere duyuramazsın. Arkalarını dönüp giden sağırlara da (bu daveti) duyuramazsin
53- Sen kör olanları sapıklıklarıntan kurtarıp hidayete erdiremezsin. Sen (davetini) ancak müslüman olarak ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin.

Belagat:

“Sen hiç şüphesiz ölülere duyuramazsın.” istiare-i tasrihiyyedir. Kâfirler Nebevî risaletin delillerini ibret ve öğütleri anlama ve düşünme şeklinde bir dinleme ile dinlememeleri hususunda sağırlara ve ölülere benzetilmektedir.

Kelime ve İbareler:

“Sen hiç şüphesiz ölülere duyuramazsın.” Düşünüp ibret almak için dinlemelerini temin edemezsin. Çünkü onlar duyularını Hakk’a kapatmışlardır.
“Arkalarını dönüp giden sağırlara da duyuramazsın” Son derece imkânsız olduğunu göstermek için arkalarını dönüp gitme kaydını koymuştur. Çünkü sağır, dinlemek için muhataba yöneldiği zaman sözü duymasa da dilin bazı hareketleri vasıtasıyla birtakım şeyleri anlayıp yararlanabilir.
“Sen kör olanları sapıklıklarından kurtarıp hidayete erdiremezsin.” Kâfirler görme duyusunun gerçek maksadını kaybettikleri için “kör” diye adlandırılmışlardır.
“Sen ancak müslüman olarak” kendilerine emrettiğin şeye boyun eğen ihlaslı kimseler olacak “ayetlerimize” Kur’an’a “iman edenlere,” müminlere “duyurabilirsin.” Kabul ettirebilirsin. Çünkü onların iman etmiş olmaları, onların lafzı öğrenmelerine ve manayı düşünmelerine sevkeder.

Ayetler Arası İlişki:

Tevhidin ve dirilişin delillerini, peygamberlerin vazifelerini, vaad ve vaîdi, Hz. Peygamber (s.a.)’in davetinden yüzçevirilmesi durumunu beyan ettikten sonra; Rabbi, peygamberinin gördüğü Hak’tan yüzçevirilmesi ve inatçılıkta devam edilmesi karşısında onu teselli etti.
Müşrikler, hidayet delillerini ibret alma ve düşünme anlamındaki dinlemeye istidatlı olmamaları sebebiyle ölülere, sağırlara ve körlere çok ben-ziyorlardı. Kendilerine benzetilen kimseler yüzçevirme derecelerine göre sıralama yapılmıştır. Kör olan kimse pek çok şeyi idrak edip anlar, ama onu irşad etmek zordur. Sözü sadece işaretle anlayan sağır kimseyi irşad etmek çok daha zordur. ÖZünün irşad edilmesi ise imkânsızdır.

Açıklaması:

“Sen hiç şüphesiz ölülere duyuramazsın. Arkalarını dönüp giden sağırlara da duyuramazsın.”
Ey peygamber! Tevhid ve diriltmeye kadir olma delillerini beyan ettikten, müşrikleri tehdit edip vaidde bulunduktan sonra, müşriklerin senin davetinden yüzçevirmelerinden dolayı üzülme ve telaşa kapılma. Çünkü sen ölülere bir şey anlatamazsın, ya da onların ibret alma ve düşünme amacıyla seni dinlemelerini temin edemezsin. Sen bu davetini işitmeyen ve aynı zamanda bununla birlikte sana arkalarını dönen, senin sözüne ve hidayetine yönelmeyen sağır kimselere de bu davetini duyuramazsın.
Onlar dış görünüş itibariyle işitmelerine rağmen kabirlerdeki ölülere benzerler. Hidayet yollarını kapattıkları ve Hak sözü duymamak için arkalarını döndükleri ve seni anlamak ve idrak etmeye istidatları da bulunmadığı için işitme duyusunu kaybeden sağırlar gibidir. Onlar aynı zamanda körlere benzerler. Nitekim şöyle buyurulmaktadır:
“Sen kör olanları sapıklıklarından kurtarıp hidayete erdiremezsin.” Yani hakkı görmeyenleri hidayete erdirmek ve onları sapıklıklarından çevirmek senin gücünün yeteceği şeyler değildir. Hidayete erdirmek Allah’a aittir. Zira O, kudretiyle dilerse ölülere dirilerin seslerini işittirir. Dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır. Bu O’ndan başka hiçbir kimsenin hakkı değildir. Bu sebeple Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“Sen ancak müslüman olarak ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin. ” Yani ey Rasulüm! Sen istifade etmeye sebep olacak bir duyuruyu, sadece Kur’an’ı ve Kur’an’ın ihtiva ettiği tevhid delillerini ve herşeye muktedir olan ilâhî kudretin delillerini tasdik eden mümin kişiden başkasına yapamazsın. Mümin Allah’ın ayetleri kendisine okunduğu zaman bunları düşünür ve anlar; bunlara yönelir, bu ayetlerde yer alan hususlarla amel eder, nehyedilen hususlardan da uzaklaşır. Bunlar müminlerdir. Yani emrettiği ve nehyettiği hususlarda Allah’a itaat eden, emrine icabet edip boyun eğen kimselerdir. Onlar Hakkı duyan ve Ona tâbi olan kimselerdir.

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

Bu ayetler aşağıdaki hususları açıklamaktadır:
1- İnkarcılıkta geçmişlerini taklit etme alışkanlığına kapılan, akılları dumura uğrayan, basiretleri körleşen inatçı ve gururlu müşriklerin hidayete ermesine hiçbir imkân ve ihtimal yoktur.
2- Ancak Allah’ın öğütlerini; tevhid delillerine kulak veren, hidayet delilleri ortaya konduğu zaman hidayeti kabul etmeye müsait olan müminlere duyurmakta fayda vardır.
3- “Sen hiç şüphesiz ölülere duyuramazsın.” ayetinden maksat düşünme, anlama ve ibret alma manasındaki duymadır. Bu ayet Sünnet-i Nebe-viyye’de ölülerin, dirilerin sözlerini duyabileceği şeklindeki sabit ve sahih hadislerle çelişki teşkil etmemektedir.
Abdullah b. Ömer (r.a.)’in rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.) Bedir kuyusuna atılan ölülere savaştan üç gün sonra hitap etmiş, onları azarlamış ve tekdir etmişti. Hatta Hz. Ömer (r.a.) Peygamberimiz’e:
– Ya Rasulallah! Kokmuş, cifeler haline gelen topluluğa ne diye hitap ediyorsun? demiş. Efendimiz:
– Nefsimi kudretinin elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, siz benim söylediklerimi onlardan daha iyi işitemezsiniz. Fakat onlar cevap veremezler, demişti.
Bu pek çok delille teyid edilen sahih bir haberdir. Bunlardan biri İbni Abdülberr’in, sahihtir, diyerek İbni Abbas (r.a.)’den -merfû- olarak rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: “Bir kimse dünyada tanıdığı birinin kabrine uğrayıp selâm verirse, Allah o kabir sahibine ruhunu iade eder, o da selâm alır.” Yine Peygamberimiz (s.a.)’den ümmetine kabir ehline selâm veriş şeklini tarif ederken dirilere hitap eder gibi: “es-Selâmü aleyküm yâ dara kavmin müminin” (Ey mümin topluluğunun yurdu! Allah’ın selâmı üzerinize olsun) demeleri sabit olmuştur.
Bu, duyan ve anlayan kimseye yapılan hitap şeklidir. Bu hitap olmasaydı tamamen yok olan ve cansız olana hitap makamında olurdu.
İbni Ebi’d-Dünya’nm Hz. Âişe (r.a.)’den rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinin kabrini ziyaret edip onun yanında oturan hiçbir kimse yoktur ki kabir sahibi ondan memnun olmasın ve kalkıncaya kadar ona cevap vermesin.”
Ebu Hüreyre (r.a.) diyor ki: “Kişi tanıdığı birinin kabrine uğrar, ona selam verirse, o da onun selâmını alır.”
Selef âlimleri bu hususta icma etmişler, ölülere selâm verilmesini meşru’ olarak kabul etmişlerdir.
Kabir sahiplerinin bu durumu hissettiklerine ve selâm vereni bildiklerine delâlet eden, Müslim’in Büreyde’den rivayet ettiği hadis-i şerife göre Peygamberimiz (s.a.)’in ümmetine, kabirleri gördükleri zaman şöyle demelerini öğretmiş olmasıdır: “es-Selâmü aleyküm ehle’d-diyari mine’l-müminin … Ey müminler diyarının halkı! Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Biz de inşaallah size katılacağız. Allah bizden ve sizden önce gelenleri de, sonra gelecek olanları da rahmetine nail eylesin. Biz bizim ve sizin için Allah’tan afiyet niyaz ediyoruz.”
Bütün bunlar mezarlıklarda, duyan, hitap edilen, anlayan ve her ne kadar selâm veren kimse işitmese de, selâma cevap veren bir varlığa selâm verildiği, hitap edildiği ve nida edildiğine delâlet etmektedir.

[Tefsir’ül Münir]

Categories: Ölüler işitir-Ruh ölmez, Kabir ve ruh | Etiketler: , , , , , , ,

Kendi alimlerinin VEHHABILIGI kabul ettiklerinin delili!

Değerli kardeşlerimiz,Vehhabilerin ünlü şeyhlerinden İbni Baazin bu konudaki fikirlerini daha önce paylaşmiştik.Malumunuzdur ki,şimdiki selefilere vehhabi dediğin zaman bunu inkar ediyor ve kendilerine ehli sünnet olarak seslenmemizi istyorlar.Bakalim bu konuda kendi şeyhleri ne demektedir.

Selefilerin en muteber eserlerinden biri olan ve içerisinde onların en büyük şeyhlerinin fetvalarının toplandığı “Ed Durerus Seniyye fil Ecvibetin Necdiyyə” adlı eserin bir çok yerinde Vehhabilik itirafları mevcuddur:

1. Muhammed bin Eş Şeyh Abdil Latif bin Abdir Rahman kendisinin Vehhabi dininde olduğunu itiraf edərək diyor ki:
وصار بعض الناس : يسمِّع بنا معاشرِ الوهابية ، ولا يعرف حقيقة ما نحن عليه، وينسب الينا، ويضيف إلى ديننا ما لا ندعوا اليه

“Bazi insanlar, bizim düşüncelerin hakikatini bilmeden biz Vehhabiler cemaatını tankid ediyor, bize ve bizim dinimize davet etmediğimiz şeyleri nispet ediyorlar…”

2. İslam dininin müşriklerden ayrılmaq olduğunu ve onlar arasında olup onlara buğz edenin bile imanının olmadığını, bu mevzuda özür beyan eden bedevilərine izah eden Muhammed bin Eş Şeyh Abdül Latif bin Abdir Rahman diyor:
قلتم: هؤلاء كفار، هؤلاء مشركون، وليس معهم من الدين شيء، وأنهم يعلمون أنا نبغضهم، وأنا على طريقة الوهابية، وتظنون أن هذا هو إظهار الدين، فأبطلتم به وجوب الهجرة , فليس الأمر كما زعمتم

“Diyorsunuz: “Onlar (Ehli sünnetdən olan müslümanlar) kafirdirler, müşrikdirler, Dinle hiç bir alakalari yokdur. O kimseler benim onlara buğz etdiyimi ve Vehhabi tarikatinda olduğumu biliyorlar”.
Bu etdiyinizi dini izhar etmek zann edərek bununla hicretin vacibliyini iptal ediyorsunuz…
Halbuki, mesele sizin zann etdiyiniz gibi değil.”

3. Abdul Latif bin Eş Şeyh Abdur Rahman bin Hasan kendisinin Vehhabi dininde olduğunu itiraf ederek diyor ki:
فأبيتم هذا كله، وقلتم هذا دين الوهابية، ونعم هو ديننا بحمد الله

“(Bütün bu zikr etdiklerimizden) yüz döndererek “bu Vehhabilerin dinidir” dediniz.
Evet! Allaha hamd olsun bu (Vehhabilik) bizim dinimizdir!”
Kaynak: İbnul Kasin En Necdi: Ed Durerus Seniyye: 1/566, 8/433, 12/267
1417/1996

Kitabın başka yerlerinde de bu kelime sık-sık kullaniliyor. Gördüyümüz gibi, selefi şeyhleri kendilerinin Vehhabilik tarikati, hatta dini üzere olduklarını rahatlıkla kabul ediyorlar. Peki neden onun devamçıları israrlı şekilde bu adı inkar etmekdeler?

Vehhabi adını kabul edenlerden biride “selefi” alimlerden Muhammed Halil Harrasdır. O, kendi firkasini müdafaa için bir kitab yazmışdır. Kitabın adı ise böyledir “Vehhabilik Harekatı” (الحركة الوهابية
http://www.al-mostafa.info/data/arabic/depot2/gap.php?file=013856.pdf ilgilenenler kitabi burdan okuya bilirsiniz
Kendisinin Vehhabi olduğunu kabul edib, mezhebini müdafaa için kitab yazanlardan biride Muhammed Ahmed İsmaildir. O yazdığı kitaba “Vehhabilik Hakda Mülahazalar” (خواطر حول الوهابية) ismini vermişdir.
http://saaid.net/book/open.php?cat=83&book=4595bu linkden kitabi okuya bilirsiniz
Kendisini gürurla Vehhabi adlandıran ve bu mevzuda kitab yazanlardan biri de “selefilerin” kral yanlısı şeyhlerinden, okuyucuya artık malum olan Suleyman bin Sahmendir.
Onun kitaba verdiyi isim ise böyledir:
الهدية السنية و التحفة الوهابية النجدية لجميع إخواننا الموحدين من أهل الملة الحنفية والطريقة المحمدية

“El Hediyyetus Seniyye vet Tuhfətul Vehhabiyyetun Necdiyye li İhvaninel Muvahhidin min Ehlil Milletil Hanifiyye vet Tarikatil Muhammediyye”

Kitabin bazi konu başliklari şöyle:
إذعان علماء مكة لدعوة الوهابية سنة 1218هـ
Hicri 1218-ci yilda Mekke alimlerinin Vehhabilik davetine tabi olması
ما فعله الوهابية بمكة
Vehhabilerin Mekkede yaptiklari
مذهب الوهابية والأصول والفروع
Vehhabilik mezhebi:Üsul ve furu
المذاهب وكتب التفسير والحديث عند الوهابية
Vehhabilere göre mezhebler, tefsir ve hadis kitaplari
http://dar.bibalex.org/webpages/mainpage.jsf?BibID=410690 kitabi şu linkden okuyabilirsiniz

Categories: Vehhabi Fitnesi, Vehhabiliğin kabul edilişi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Necidli şeytanın boynuzu!

Ebu Hureyre(ra)dan rivayet edildigine gore, Resulullah(sav) soyle buyurdu:”küfrün başı (hicaz’in) dogu tarafindadir”
[Buhari,Bedul Halk:15, No.3125,3/1202]
Ebu Hureyre(ra)dan rivayet edildigine göre, Resulullah(sav): “Peygamberimiz Hicaz’ın doğusunu işaret ederek, iste buradan fitneler gelmistir(gelecektir)”
[Ali el-Mütekki,Kenzü’l-Ummal, No:30859,11/120]

Ibni Ömer(ra) dan rivayet edildigine göre, Cenabi Peygamber(sav):”Ey Allah’im! Şam’ımızı bize hayırlı ve uğurlu kıl. Allah’ım Yemen’imizi de bize hayırlı ve uğurlu kıl” buyurdu. Orada bulunan Ashab-i Kiram:”Necd’imizi de Ya Resulullah”dediler.
Hazreti Peygamber(sav)de tekrar: “Allah’im! Şam’ımızı ve Yemen’imizi bize hayırlı ve uğurlu kıl” dedi.
ücuncu defasinda da:”felaket ve müsibetler, fesat ve dinsizlik orada(Necid’de)dir. Ve orada Karnus-Seytan(seytanin boynuzu) dogacaktir
[Buhari, Istiska:26,No:990,1/351]

“son zamanlarda bütün araplara dokunacak ve her arap evine girecek büyük bir fitne olacaktir, bunlarin ölüleri cehennemdedir. Dil(le onlari yenmek) kılıç yarasindan daha tesirlidir”
[Ebu Davud, Fitne:3,No:4264,2/504]

“Necid’de bir seytan zuhur edecek, onun fitne ve fesadından bütün arap yarimadasi sarsılacaktır”
[Zeyni Dehlan, ed-Dürerü’s-Seniyye,Sh:54]

“son zamanlarda bir kavim türeyecek, sizing babalarınızın duymadıkları şeylerle sıze hitap edecekler, onlarin sizinle ilgilenmelerinden ve sizi sapıtmalarından sakının”
[Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, No:8276,3/206]

Categories: Vehhabi Fitnesi, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.