Posts Tagged With: tevhid

ez-Zehebi teberrük bahsinde şöyle bir mütalada bulunur:

“Ahmed bin Abdülmünim birçok defa bize nakletmiştir. O şöyle demektedir: “Ebû Cafer Saydalani yazılı olarak (kitabeten) Ebû Ali Haddad’tan, o da huzuren (yazılı değil sözlü) Ebû Naim el-Hafız’dan, o da Abdullah bin Cafer’den, o da Muhammed bin Asım’dan, o da Ebû Üsame’den, o Ubeydulah’tan, o Nafi’den, o da İbni Ömer’den nakletmiştir: (O, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’nin kabrine el sürmeyi mekruh görürdü) “Ben diyorum ki bu bir edepsizlik sayılacağı için mekruhtur.” Ahmed bin Hanbel’e Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kabrine el sürmek ve öpmenin hükmünden sorduklarında bunda bir beis olmadığını söylemiştir. Bunu oğlu Abdullah bin Hanbel rivayet etmiştir. Eğer, “Sahabe böyle bir şey yapmış mıdır” diye sorulacak olursa şöyle cevap vermek mümkündür: “Sahabeyi Kiram onu hayattayken görmüş ve yeteri kadar beraber olmuşlardır. Ellerinden öpmüş, abdest suyunu kapışmış ve hac yaptığı zaman onun saçlarını bölüşmüşlerdi. Burnunu temizlediği zaman çıkanları birisi elleriyle yakalayarak yüzlerine bile sürmüşlerdi. Onun kabrine sürekli gelerek, saygıyla el sürmek ve öpmek arzusu, bizlere böyle bir imkân nasip olmadığı içindir. Görülmüyor mu ki sabit el-Benani “Bu eller Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’nün ellerine dokunmuştur” dediğinde, Enes bin Malik onun ellerini öpüp nasıl başına koymaktadır. Bu gibi işler sadece ve sadece Allah resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’ne olan muhabbetin taşkınlığından kaynaklanmaktadır. Zira her Müslüman Allah’ı ve resulü’nü kendisinden, evlatlarından, tüm insanlardan, malından, cennetten ve hurilerden daha fazla sevmek ile yükümlüdür. Hatta her bir mümin Hz. Ebûbekir ve Hz Ömer’i kendilerinden daha fazla severler. Nerede kaldı peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-.Bize aktarıldı ki Cindar, Bika dağı tarafında ikamet etmekteydi. Orada bir adamın Hz. Ebûbekir-radıyallâhu anh-’a hakaret edip sövdüğünü işitmişti. Bunun üzerine derhal kılıcını sıyırarak o adamın yanına gitmiş ve boynunu vurmuştu. Eğer kendine ya da babasına sövüldüğünü işitseydi elbette ki o adamın kanını dökmeyi mübah kabul etmezdi. Sahabeyi kiramın, nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbetlerinin taşkınlığından dolayı “Sana secde edelim mi?” diye sormalarının sebebi iyi anlaşılmalıdır. O -sallallahu aleyhi ve sellem- “hayır” diye cevaplamıştı ama eğer ki izin verseydi hepsi ona ibadet için değil, tazim için secde edeceklerdi. Aynı Yusuf -aleyhisselâm-’ın kardeşlerinin Yusuf’a secdesi gibi. Bir Müslüman, nebi –sallallahu aleyhi ve sellem-’nin kabrine secde edecek olsa bile bu şekilde değerlendirilmelidir. Secde eden kişi elbette haram işleyip asi bir günahkâr olur. Ama tekfir edilmemelidir. Bunu söylemek ile böyle bir secdenin yasak olmadığını kastetmiyoruz. Kabirlere doğru kılınan namazlarda aynı böyledir.”

[Ez-Zehebi “Mucemu’ş-Şuyuh” 1/73–4 ]

Categories: Teberrük | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

rububiyyet tevhidi kabul eden müsluman degilmidir??

Rububiyet tevhidi hakkinda,sadece rububiyet yetmez diyip milleti tekfir edenler,acaba kelimei sehadet getirenlerin kalplerinimi yarip baktilar..

îbn Teymiyye’nin, «Minhâcü’s-Sünne» adlı eserinde, «Kelâmcılar, tevhid kısmından ancak Allahü Teâlâ her şeyin yaratıcısı olduğundan ibaret olan rubûbiyyet tevhidinden başka bir tevhidi bilmediler. Halbuki müşrikler de bunu ikrar ediyorlardı. Nitekim Allahü Teâlâ onlardan bahisle şöyle buyurdu: «Andolsun ki, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah…” diyecekler.» (Lokman sûresi, âyet: 25), «(Onlara) yedi kat göğün, Arş’ın Rabbi kimdir?» de. “Allah.” diyecekler… (Mü’minûn sûresi, âyet: 86-87). Yine onlardan bahisle buyurdular ki: «Onlardan çoğu ancak Allah’a ortak koşarak iman ederler.» (Yûsuf sûresi, -âyet: 106) kavlini kendi fikrinde olan kimselerden başka mütekel-limîn ile sahabilerin ve kıyamete kadar onlardan sonra gelecek kimselerin tekfirlerine açık bir delil saymıştır.

Halbuki, sahih olarak Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sel-lem)’den rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurdular: «İnsanlarla Allah’tan başka bir ilâh olmadığım (ve Muhammed’in O’nun Resûlü olduğunu) deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu söylediklerinde, İslâmî haklarının dışındaki kanlarım, mallarım benden kurtarmış olurlar. Bu kimsenin içi dışım tutmuyorsa, doğru olmadığının hesabı, Allah’a aittir.» (Müslim, Ebû Hüreyre’den). Yine sahih olarak buyurdular ki: «Namazımız gibi namaz kılan, kıblemize karşı duran kimse, öyle bir Müslümandır ki, (dinde) bize câiz olan şey kendisine de caizdir. Üzerimize vacib olan şey üzerine de vacibtir.» Yine sahih bir rivayetle, Efendimiz, azatlısı olan Üsâme b. Zeyd (radıyallahü anhü)’e-. – — «Lâ ilahe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur.) dedikten sonra mı, onu öldürdün» diye buyurdu. Ey Allah’ın Resûlû! Bunu kılıçtan korkarak söyledi, deyince, Resûlullah sallallahü aleyhi ve şellem kendisine: — «Kalbini mi yardın, korkudan söyleyip söylemediğini nereden biliyorsun?» (Buharî, Müslim rivayet etmişlerdir) diye buyurdu. Yine sahih bir rivayete göre, buyurdular ki: «Ben insanların kalplerini açmakla, karınlarını yarmakla emrolunmadım.» (Müslim, Ebû Saidü’l-Hudrî’den). Yine sahih bir rivayette buyurdular ki: «Adam, Müslüman kardeşine; yâ kâfir, derse, gerçekten bu söz ikisinden birine rücû’ eder. Eğer ona kâfir dediği kimse, Ehl-i küfürdense, bu söz yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz, onu söyleyene döner.» (Büharî, Müslim, Hz. Ömer’den). Şeriatın nassları, küfrün, bâtmî (gizli) bir şey olup Allah’tan başka kimsenin bilmediğine delâlet ediyorlar^ Öyle ise, Müslümanlardan herhangi birinin hakkında küfürle hüküm verilmesi cidden tehlikelidir. Kaldı ki, bütün îslâm ümmeti için böyle bir hüküm verilebilsin. Müntakim (öç alıcı), Cebar(kahredici) Allah’in korkusu kalbinden çıkmış kimseden başka, bir kimse bunu söylemez..

[Ebu Hamid bin Merzuk,Bera’atü’l-Eş’ariyyîn,sayfa 144-145]

Categories: Vehhabi Fitnesi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yahudîler, Hıristiyanlar, Mecûsîler ve Vehhabîler Allahü teâlâyı Biliyorlar mı?

İmam Nevevî rahimehullah Müslim Şerhinde diyor ki:

قوله صلى الله عليه و سلم ( فليكن أول ما تدعوهم إليه عبادة الله فإذا عرفوا الله فأخبرهم إلى آخره ) قال القاضي عياض رحمه الله هذا يدل على أنهم ليسوا بعارفين الله تعالى وهو مذهب حذاق المتكلمين في اليهود والنصارى أنهم غير عارفين الله تعالى وان كانوا يعبدونه ويظهرون معرفته لدلالة السمع عندهم على هذا وان كان العقل لا يمنع أن يعرف الله تعالى من كذب رسولا قال القاضي عياض رحمه الله ما عرف الله تعالى من شبهه وجسمه من اليهود أو اجاز عليه البداء أو أضاف إليه الولد منهم أو أضاف إليه الصاحبة والولد وأجاز الحلول عليه والانتقال والامتزاج من النصارى أو وصفه مما لا يليق به أو أضاف إليه الشريك والمعاند في خلقه من المجوس والثنوية فمعبودهم الذى عبدوه ليس هو الله وان سموه به اذ ليس موصوفا بصفات الاله الواجبة له فاذن ما عرفوا الله سبحانه فتحقق هذه النكتة واعتمد عليها وقد رأيت معناها لمتقدمى أشياخنا وبها قطع الكلام ابوعمران الفارسى بين عامة اهل القيروان عند تنازعهم في هذه المسألة هذا آخر كلام القاضي رحمه الله تعالى. (المنهاج شرح صحيح مسلم بن الحجاج , النووي , دار إحياء التراث العربي , 1392, 1 / 199-200)

Merhum Ahmed Davudoğlu Hoca, İmam Nevevî’nin açıklamasını şöyle aktarmış [köşeli parantez içindeki açıklamalar bu fakire aittir]:

Bu hususta Kaadi lyâz şunları söyler:

“Peygamber (S.A.V.) in Hz. Muaz’a, evvela yemenlileri Allah’ı tevhîd ve Muhammed (S.A.V.)’in peygamberliğini tasdike da’vet etmesini emir buyurması, onların Allah Teâlâ’yı bilmediklerine delildir”

Yahudilerle hıristiyanlar hakkında hâzik kelâm ulemasının mezhebi de budur. Yahudilerle hıristiyanlar her ne kadar ibadet ederek ellerindeki sem’i deliller icâbı Allah’ı bildiklerini göstermek isterlerse de onlar hakikatta Allah’ı bilmezler.

Gerçi akıl, bir peygamberi tanımayan kimsenin Allah Teâlâ’yı bilmesini mümteni’ saymaz ama böylesi hakkında Kaadi Iyaz şöyle der:

«Allah’ı mahlûkatına benzeten ve onu cisimleştiren yahudilerle ona çocuk veya zevce izafe eyleyen yahud ona hululü [mahlûkatın içinde bulunmak], intikali [bir yerden başka yere hareket etmek] ve imtizacı [mahlûkat ile karışmak] caiz gören Hıristiyanlar; Keza Allah’ı, lâyık olmadığı sıfatlarla vasıflandıran veya ona şerik izafe eden ve mahlûkaatı hakkında muarız davranan [yaratma hususunda kendisine muarız/rakib atfeden] mecûsilerle seneviyye fırkaları Allah’ı bilmemişlerdir. Binaenaleyh onlar kendisine ibâdet ettikleri mabutları için «Allah» da deseler Allah o değildir. Çünkü o vacibu i-vücûd olan Allah’ın sîfatlariyle mevsuf değildir. Şu halde yahudilerle Hıristiyanlar Allahu Azîmüşşânı bilmiyorlar demektir…»

Kaynak: Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınevi, İst. 1977, c.1, s.175.

Hâfız İbni Hacer el-Askalânî rahimehullah, Fethu’l-Bari eserinde diyor ki:

قال حذاق المتكلمين ما عرف الله من شبهه بخلقه أو أضاف إليه اليد أو أضاف إليه الولد فمعبودهم الذي عبدوه ليس هو الله وإن سموه به

Uzman/önde gelen kelâm âlimleri dediler ki: Allahü teâlâyı mahlukatına benzeten, veya O’na [uzuv veya parça ma’nâsında] el veya çocuk atfeden kişinin tapdığı Allahü teâlâ değildir; ona “Allah” dese bile.

Kaynak: Fethu’l-Bari, 359/3, Dar al-Ma’rifa, Beyrut.

İmam-ı Gazalî rahime-hullahü teâlâ diyor ki:

Allahü teâlâ, cism olan şeylerle vasflandırılmakdan münezzehdir. Allahü teâlâyı uzvlardan meydâna gelmiş bir cism olarak düşünen, puta tapmış olur. Çünki her cism mahlûkdur. Mahlûka ibâdet etmek küfrdür. Puta tapmak küfrdür. Çünki put, mahlûkdur ve cismdir. Cisme tapan da halef ve selef imâmlarının icmâ’ı ile kâfir olur. Bu kendisine tapılan cism, ister sert ve katı dağlar gibi kesîf olsun, ister hava ve su gibi latîf olsun, ister yeryüzü gibi karanlık, ister güneş, ay ve yıldızlar gibi parlak olsun, ister hava gibi renksiz ve şeffaf olsun, ister Arş, Kürsî ve gök kadar büyük olsun, ister zerre ve toz gibi küçük olsun, ister taş gibi cansız olsun, ister insan gibi canlı olsun, her hâl-ü kârda putdur. Cismin güzelliği, cemâli, azameti, küçüklüğü, katılığı, kalıcı olması onu put olmakdan çıkarmaz.

Kaynak: İlcâm-ül avâm an ilm-il kelâm

Categories: Istiva/Itikat, Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , ,

Müşrik ile Müslüman’ın farkı(rububiyyet!)

Kardeşlerim bundan önceki paylaşımlarda müşrikler hakkında ve bu PUTA tapanları, Allahtan başkasına tapmıyan Müslümanların aynı kefeye koyulmasını izah ettik. Aradaki farkı anlatmaya Allahın izniyle devam ediyoruz.

Rahmetli allame Şeyh Selâmetu’l-Azamî telif eylediği << El-Barâhinü’s-Sâtıa fi Reddi ba’zı’l-Bidâi’ş-Sâyia>> adli nefis kitabının üslubu açık olup ibaresi şudur: << Allahı başkasına benzetme fikrinin, iman ile şer’i ibadetin cehaletinden peyda olduğunun beyanı>>: Bilmelisin ki,iman, Peygamber(sallallahü aleyhi vesellem)’in getiridiği bedihiyata ilhak edilecek derecede havaş ve avam tabakası nezdinde meşhur olan hükümleri tasdik edip onlara inanmaktır. Şeriat’ta ibadetin manası, insan kalb ve kalıbıyla(cesediyle) Allah’a karşı son derece tevazu içerisinde kulluk yapmaktır. Öyle ise ibadetin iki şekli vardır:

Kalbi ibadet: Allahü Teala’da rububiyyet ve rububiyyetin neticesi mustakil olarak menfaat veya zarar ile şüphesiz olarak iradesinin nüfuzu gibi özelliklerinden birisinin bulunmasına inancıdır!

Bedeni ibadet: Bunlarla kalben itikad etmekle beraber, namazdaki kıyam rüku, secde ve daha başka zahiri belirli haraketi yapmaktır.

Kalbi itikad OLMADAN mezkur haraketlerden birisi velev secde de olsa, o hudu(alçalma) şer’i ibadet değildir. Alimlerin, puta secde eden kimseyi kafirdir, demelerinin sebebi, haddizatında Allah’tan başkasına secde edilmesinin küfür olmayıp ancak putun secdeye layık olduğu itikadında bulunduğuna dair emare olduğu içindir. Zira Allah’tan başkasına secde edilmesi, haddizatında küfür olsaydı, hiç bir şeriatta caiz olmayacaktı. Çünki öyle bir secde günahlardandır; Allah, başkasına günah işlemesinii emretmez.

şüphesiz İslam şeriatı’nden önceki şeriatlarda aziz ve yüce Allah’tan başkasına tazım ve teşrif için secde edilmesi caizdi. Ancak bu İslam şeriatı’nda haram kılınmıştır. Rububiyyetine ITIKAD ETMIYEREK yüceltmek için , birisi Allah’tan başkasına secde etse, yaptığı secdeden dolayı günahkardır. Onda( secdede bulunduğu şeyde) rububiyyet vasfı olduğuna ITIKAD ETMEDIKCE KAFIR OLMAZ. Aziz ve yüce Allah’ın, Peygamberi olan Yakub ile zevcesi ve oğulları, Yusuf aleyhisselamın yanına gittiklerinde << (Yusuf) anasını,babasını tahta çıkardı,onlar da ona secde ettiler(eğilip hürmet ettiler)>> (yusuf süresi ayet 100) diye buyurduğu ayet-i celilesi de, bu dediğimize delalet eder.

İbn Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle der: Yani, Yusuf aleyhisselam’ın yanında kalan kardeşinden başka, annesi, babası ve diğer onbir kardeşleri kendisine secde ettiler. Bu, onların şeriatında caiz idi. Onlar, büyük bir zata selam verirken ona secdeye kapanırlardı. Adem aleyhisselam’ın şeriatında İsa aleyhisselam’ın şeriatı zamanına kadar bu cevaz devam etti. Bu, İslam dininde haram kılındı. Maksadımıza ait İbn Kesir’in ibaresi sona erdi. Aziz ve yüce Allah’ın meleklere Adem’e secde etmeleri için emri de, sana bu dediğimizi beyan eder. Adem aleyhisselam’a yaptıkları secdenin hakikati, emreden Allah’a bir ibadet ve Adem aleyhisselama bir ikramdır.

Yukarıda geçen izahtan, Kabe’nin etrafını dolaşmak, haceru’l-Esved’e el sürmek, onu öpmek ve üzerine baş koymak, onları tazım etmektir. Ne kabe’ye ne de hacerü’l-Esved’e yapılan şer’i bir ibadettir. Belki onları ziyaret edip tavaf eden kimsenin yaptığı, rububiyyetine inanıp kendisine bunu yapmaya emreden Aziz ve yüce Allah’a bir ibadettir. 

Şeriat’ta bir şeye yapılan bütün tazimler, ibadet etmek değildir ki, sirk olsun. Belki yapılması emir olunan ve yapılmasına teşvik edilen bazı tazimler, vacıb veya mendubtur. Bazısı mekruh veya haram, diğer bazısı mübahtır. Beraberinde rububiyyete ait hususlarından bir hususiyyet itikadi olmayan herhangi bir şeye tazımı ŞIRK değildir.

Bir şeyi tazım eden kimse, o şeyde rububiyyet hususlarından birisinin mevcut olduğunu itikat etmedikçe Şeriat’ta o kimse mezkur şeyin ibadetçisidir, diye iddia etmenin önemi yoktur. Şüphesiz ademoğlu, sağlam düşünce sahibi olduğu müddetçe, ancak rububiyyet vasfı kendisinde sabit olan zat, ibadete(tapınılmaya) müstehak olduğu, rububiyyet vasfı kendisinde bulunmayanın ibadete müstehak olmadığı akıllarında yerleşmiştir. Demek ki, Allah’ın kurduğu şeriatlarda ve insanların akıllarında yerleşen fikirde, rububiyyetin sübütü ile ibadet istihkaki, birbirlerinden ayrılmayan iki vasiftir!

Müşriklerin(Allah’a ortak koşanların), Allah’dan başka haklarında rububiyyet itikad ettikleri şeylerin ibadete müstahak olduklarına dair itikadları, rububiyyette ortaklık taslama temeli üzerine kurulmuştur. Bu itikadın temeli,düşünceden sıyrılıp yıkıldığı zaman, üzerine kurulduğu Allah’tan başkasına ibadete istihkak düşüncesi de yıkılır.

Müşrik kimse, Aziz ve yüce Allah’ın, rububiyyet vasfiyle münferi olduğunu teslim(Kabul) etmiyor ki, yalnız Allahü Teala’nın ibadete müstahak olduğunu Kabul etsin. Kendisinde Aziz ve yüce Allah’tan başkasının rububiyyet vasfiyle mutassif olduğu inancı bulunduğu müddetçe, o şeyin ibadete müstahak olduğuna da tabi olacaktır(inanacaktır).

İşte akıllı kimseler nezdinde, (bu nedenle) rububiyyet tevhidi ile uluhiyyet tevhidi, sübüt ve itikad bakımından mütelazım(birbirinden ayrılmıyan) iki vasıf oldukları açık bir gerçektir. Öyle ise Allah’tan başka bir Rab olmadığını ikrar eden kimse, O’ndan başkasının ibadete müstahak olmadığını itiraf etmiş ve anlamış demektir. İşte bu ikinci sık bütün Müslümanların kalbinde olan << LA İLAHE İLLALLAH( Allah’tan başka ilah yoktur!)>> kelime-İ tevhidin manasıdır!!

[Ebu hamid bin Merzuk, Bera’atu’l-Eş’ariyyîn, s.125-127]

Categories: Müşrik-Mümin farkı, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet, Vehhabi Fitnesi | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Dirilerle tevessül olur diyip,ölüp gitmislerle olmaz diyenlere hitaben!

Ehli sünnete göre peygamber(sallallahü aleyhi vesellem) e hayatında ve vefatından sonra tevessülde bulunmak caizdir. Resulullahdan başka diğer Peygamberlerle ve iyi kimselerle de tevessülde bulunmak caizdir.

çünki biz Ehli sünnet olarak ortağı olmayan Allah’dan başka hiç bir varlığın, hiç bir şeye tesir edeceğine, yaratacağına, icad edeceğine, yok edeceğine, fayda ve zarar vereceğine inanmıyoruz! Ne Peygamberin ne de diğer ölü ve dirilerin fayda veya zarar vereceğine de inanmıyoruz.

Peygamberlerle veya salih kimselerden herhangi biriyle tevessülde bulunmak aynı şeydir. Ölü olmalarıyla diri olmaları arasında hiç bir fark yoktur!

Zira her iki halde de hiç bir şeyi ne yaratabilirler, ne de hiç bir şeye tesir edebilirler. Yok etmek ve yaratmak , zarar ve fayda vermek ancak ortağı olmayan ve tek olan Allah’a aittir.

ölüler ve diriler arasını ayırt edip de, yalnız dirilerin tesirine inananlar ise büyük bir kuruntu içindedirler.

Biz diyoruz ki her şeyi yaratan Allah’dir, size ve yaptıklarınızı yaratanda Allah’dir.

Yalnız dirilerle tevessül caiz diyenler, dirilerin Allah’dan başka herhangi bir şeyde tesirleri olacağına mı inanıyorlar!!

Böylece tevhid akidelerine kendileri sirki sokuyorlar ve bir de başkalarının sirke düştüklerini, kendilerinin ise tevhidin koruyucuları olduklarını iddia ediyorlar. İşte bu açıkça bir yalan ve iftiradır!

[es seyyid ahemd bin zeyni dehlan, degerli inciler, sayfa 42-43]

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Imâm Ahmed bin Hanbel : Allâh cisim degildir !

« إن الأسماء مأخوذة من الشريعة واللغة، وأهل اللغة وضعوا هذا الاسم على ذي طولٍ وعرضٍ وسمكٍ وتركيبٍ وصورةٍ وتأليف والله تعالى خارج عن ذلك كله، فلم يجز أن يسمى جسمًا لخروجه عن معنى الجسمية، ولم يجىء في الشريعة »

Imâm Ebû’l-Fadl Et-Temîmîya ait « i’tikâdu’l Munâbel Ebî ‘Abdillâh Ahmed bin Hanbel, sayfa 45 » kitâb’inda rivayet ettigine göre, imâm Ahmed bin Hanbel Allâh’a cisim verenlere söyle diyerek redd ediyor :
«isimler seriattan ve (arapça) lugattan alinmistir , oysa lugatin uzmanlari cisim kelimesi uzunluk, genislik, kalinlik, bilesim ve resim sunan her seye verildigini belirtiyorlar. Ve Allâh bunlardan münezzehtir. Demek ki Ona cisim vermek yasaktir cünki ondan münezzehtir, ayrica bu ifade Allâh’in isimlerinden oldugunu belirtilmemistir »

Categories: Istiva/Itikat, Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

Ölünün kerameti!

İbn Teymiyye: Bazı kimselerin, Peygamber Efendimiz¬ sallallahu aleyhi ve sellem veya ümmetine mensup salih bir şahsiyet aracılığı ile Allah’tan bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin Allah tarafından, Peygamberinin veya o kulunun elinden yerine getirilmesidir. Bu da çok görülen bir olaydır.

İbn Teymiyye: böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir. diyor
• İbnTeymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Sırat-ı Müstakim İbn Teymiyye Kabir Ziyaretleri Bölümü Tercüme Pınar Yay. s. 494 baskı 2004

Categories: Ölünün tasarrufu, Kabir ve ruh | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn teymiyyenin tevessül görüşünden döndügüne dair!!

 

VEHHABİLERİN Kabulünde Zorlandıkları Bir Gerçek
İbn Teymiyye, önceki görüşünü değiştirerek, Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz vâsıta kılınarak, duadan faydalanabileceğini söylemiştir.
İbn Teymiyye’nin Talebesi İbn Kesîr: İbn Teymiyye’nin devlet ve ulemânın huzurunda, tevessül ile ilgili görüşünden kendi isteğiyle vazgeçip, bir insanın duasında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den faydalanma şeklini kabul ettiğini, fakat istigâse’nin haram olduğu görüşü üzere devam ettiği sözünü bizlere nakletmiştir. (DİPNOTA BAK)
..شكي الصوفية بالقاهرة علي الشيخ تقي الدين …
لكنه قال لا يستغاث إلا با الله, لا يستغاث با النبي استغاثة بمعني الابارة ولكن يتوسل به ويتشفع به إلي الله.
Yukarıdaki kaynakta
1- Devlet erkânına yapılan şikâyette bulunulduğu, devlet erkânın da işi Şâfiî kadıya havale ettiği,
2- Bir meclis kurulduğu,
3- Hakkında bazı iddialarda bulunulduğu, fakat bunların hiç birisinin sabit olmadığı, lâkin ancak Allah ile istiğâse edilir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile (başka bir manada değil de), ibâre manası ile bir istiğâse ile istiğâse edilmez, Ancak O’nunla, Allah’a tevessül ve teşeffu’ edilir, dediği anlatılmaktadır.
Buradaki “ويتشفع به” ne demekti?
VEHHABİKERLER CEVABINIZ???
(İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihaye, XIV, 47; 107’inci sene geçti, başlığının altında Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye. 3. baskı Beyrut/1987.)
Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , ,

Vehhabilerin itirafi ve bu itirafla akidelerine vurduklari darbe!!

Değerli kardeşlerimiz,Vehhabilerin akidelerinin yanlişliğini sahih kaynaklar işiğinda belgelemeye devam ediyoruz.Kendilerinin sihhatini kabul etmek zorunda kaldiklari hadisin kendi akidelerine nasil darbe vurduğuna kendiniz şahit olacaksiniz.

:وعن أبي هريرة قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول

.”والذي نفس أبي القاسم بيده، لينزلن عيسى بن مريم إماما مقسطا وحكما عدلا، فليكسرن الصليب، ويقتلن الخنزير، وليصلحن ذات البين، وليذهبن الشحناء وليعرضن المال فلا يقبله أحد، ثم لئن قام “على قبري فقال: يا محمد، لأجبته

Ebu Hüreyre rivayət ediyor ki:Peygamberden(s.a.s) böyle duydum: Ebül-Kasimin canı elinde olana and olsun, İsa ibn Meryem adaletli və bilgili haliffe olarak zühur edecek. O, haçı mahv edecek, domuzları öldürecek, fikir ayriliklarini(mezhepleri) ve tepkileri aradan kaldıracak. Ona para teklif edilecek, ama o kabul etməyecek. Sonra İsa (a.s) benim mezarımın yanında dayanacak ve diyecek: “YA MUHAMMED!” ben de ona cevap vereceğim.

(Müsned Ebu Yala, c.11, s.462, №6584)

İbni Hacer El Heysemi diyor ki:
.قلت: هو في الصحيح باختصار

.رواه أبو يعلى ورجاله رجال الصحيح

(Bu hadisi) Ebu Yalə rivayət etmişdir, ricalları Sahihin ricallarıdır.

(Hafiz Heysemi, Mecmeuz-Zevaid, c.8, s.144 (387), №13813)

Bu kitabdakı rivayetlərin senedlerini tahkik eden vehhabi mühaddis Hüseyn Salim Esed senedinin SAHİH olduğunu kaydetmişdir.

Ayni zamanda, bu hadisi İbn Hacer el-Askalani kendisinin “Metalibul-Aliye” kitabında rivayət etmiş ve sihhati hakkinda sükut etmişdir.
(İbn Hacer el-Askalani, Metalibul-aliye, c.13, s.13, №4628)

Sad b. Nasir eş-Şezeri diyor ki:

Hadis sahihdir, ravileri sikadir

Digər bir Ehli-sünnet alimi ed-Diye el-Makdisi de kendisinin “Tuhfetul-Makdisiyye” kitabında bu hadisi nakletmişdir:
Və hədisden sonra diyor ki:
أخرجه أبو يعلى في مسنده (4/1552) بإسناد جيد.

Ebu Yala kendi “Müsned”inde rivayət etmişdir, senedi ceyyiddir (güclüdür).

(el-Makdisi, Tuhfetul-Makdisi, c.1, s.52)

Vehhabilerin Şeyhlerinden Albani hadisi kaydetdikdən sonra itiraf ederek yazıyor:

سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم : فذكره . قلت : و هذا إسناد جيد رجاله كلهم ثقات رجال الشيخين غير أبي صخر – و هو حميد ابن زياد الخراط – فمن رجال مسلم وحده

Hadisin senedi ceyyiddir (güclüdür), bütün ravileri sağlamdir, (ayni zamanda)sahiheynin (Buhari ve Müslimin) ravileridir. Ebu Sahr – o, Humeyd b. Ziyad el-Harraşidir, yalniz Müslimin ravisidir.

(Silsilet el-ehadis es-Sahiha, c. 6, s. 236)

ayni zamanda hadisin sahih olduğunu (Silsilet el-ehadis es-Sahiha, c. 6, s. 524 ) bildirmiştir

Şimdi sormak istiyoruz,Ey Vehhabiler İsa(a.s) size göre (haşa) Müşrikmi oldu?!!!!???

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İbnü’l-Cevzî(ra) ve Tevessül!!

İbnü’l-Cevzî (v. 597/1200) bakın neler diyor:(sonuna dikkat)!!

“Mü’minlere Öğüt”[1] isimli eserinde şöyle diyor:

İlk çocukluğumda, devamlı oruç tutup, namaz kılmakla zahitlerin izinde gitmeye özenmiştim. Bana yalnızlık sevdirildi. Gönlüm hoş, ferasetim gâyet keskin, ibadetsiz geçen her saniyeye üzülen, bütün zamanımı ibedetle değerlendirmeye çalışan bir insan oldum.

Bu duruma bir çeşit ünsiyet ve alışkanlık ile münacaat hazzı olmuştu. Beni vaaz etmeye meylettirdi. Tabiatım oraya yönelince, o eski hazzı kaybetmeye başladım, sonra başka bir taraf beni kendine çekmek istedi, henüz o güzel haletimin etki etmesi sayesinde, şüpheli şeylerin korkusundan onlarla haşır neşir olma, onlarla yemekten kendimi koruyordum. Sonra “yorumlama” fikri oluşuverdi.

Mübah şeyleri kaygısızca almaya başladım. Neticede, önceleri bulmuş olduğum nur ve sukuneti kaybettim. Halkın içine karışmak kalbime zulmeti celbetti. O nur büsbütün kayboluncaya dek kaybettiklerime olan hasret ve özlemim, meclisimdeki insanları endişelendirdi.

Onlar tövbe edip ıslah oluyorlar, ben ise kendi başıma, eli boş, iflas etmiş olarak çıkardım meclisten.

Bu hastalığımdan ızdırabım çoğaldı, nefsimi terbiye edemedim. Bazı salih kişilerin kabrine gidip, onları aracı yapıp, düzelmem için duâ ettim ve Mevlânın lutüf ve inâyeti, nefsimin istemesine rağmen, beni halvete cezbetti. Bundan bazen gönlümü geri döndürdü, kapmış olduğum hastalığı bana gösterdi. Gaflet hastalığından uyandım. 

Burada, İbn Cevzî’nin Mü’minlere öğüt eserini türkçeye çeviren şahıs dipnotta:

İbn Cevzî gibi büyük, değerli bir âlimin, nasıl mezarlığa gidip sâlihlerin kabri başında Allah (Celle Celâluhû)’tan duâ istemeyi mübah görebilmiş anlayamıyorum? diyor.

[1] İbnü’l-Cevzî, Saydu’l-Hatır-Müminlere Öğüt, Tevhid yayınları s. 99-100. baskı: 1998

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.