Posts Tagged With: albani

Tevessül (Peygamberimiz hayatta iken)

عن عثمان بن حنيف رضى الله عنه : أن رجلا ضرير البصر أتى النبي صلى الله عليه و سلم فقال: ادع الله لي أن يعافيني فقال: إن شئت أخرت لك وهو خير، وإن شئت دعوت. فقال: ادعه. فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويصلى ركعتين، ويدعو بهذا الدعاء: “اللهم إني أسألك، وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة يا محمد! إني قد توجهت بك إلى ربي فى حاجتي هذه لتقضى اللهم فشفعه في.

Osman b. Huneyf (Radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır:

Âmâ (gözleri görmeyen) bir adam, birgün Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelip şöyle dedi:

— Ya Resûlullah! Gözlerim görmüyor, duâ edin benim gözlerim iyi ol­sun. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

— İstersen duâ edeyim, istersen sabret, ama sabretmen senin için daha hayırlıdır” buyurdu. Âmâ gözlerinin görmemesinin kendisine çok ağır geldiğini ve açılması için duâ etmesini istedi. O zaman Peygamber Efendi­miz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Öyleyse git, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra şöyle duâ et: “Allah’ım! Rahmet Peygamber’in Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Şu hacetimin yerine getirilmesinde, ey Muhammed ben seninle Rabbi’me yöneldim. Ya Rabbi! Onu benim hak­kımda şefâatçi kıl!”

Osman b. Huneyf (Radıyallahu anh) şöyle diyor:

Bu zat gitti, biz daha Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın huzu­rundan ayrılmamıştık ki tekrar geldi, baktık ki gözleri iyi olmuştu. [1]

Hadisin isnâd değeri hakkında Tirmizî (v. 279/892) şöyle demektedir: “Bu, hasen-sahih-garib bir hadistir; biz onu yalnız Ebû Ca’fer el-Hatmi (el-Medeni) tarikinden bilmekteyiz.”

“Ebû İshak, bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir” diyen İbn Mace (v. 275/885), Resul-i Ekrem’in, gözlerinden dert yanan sahâbiye, abdestten sonra iki rekat namaz kılmasını emrettiğini de zikretmektedir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel’in (v. 241/855) rivâyetinde, “Adam (söyleneni) yaptı ve şifa buldu” ifâdesi mevcuttur.

Hâkim (v. 405/1014), rivâyetin sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de ona muvafakat etmektedir.

Buhârî, Et-Tarîhu’l-Kebîr[2], Tirmizî, Câmi’, ed-Deavât sonları. Tirmizî, hadîsin sahîh olduğunu da söyledi.[3] İbnü Mâce, Sünen, Salâtül-Hâce. İbnü Mâce bu rivâyeti sahîh bulmuştur.[4] Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle[5]

Ebû Nüaym, Ma’rifetü’s-Sahâbe Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve[6] ve baş­kaları. Şâhid getirildiği yerlerin dışında, aralarındaki birtakım küçük farklılıklarla berâber bir çok hadîs hâfızı bu rivâyetin sahîh olduğuna hük­metmiştir. Sonrakilerin birçoğu hâric, Tirmizî, İbnü Hibbân, Hâkim, Taberânî, Ebû Nüaym, Beyhakî[7] ve Münzirî onlardandır.[8] Kezâ, İbnü Huzeyme, Sahîh’inde.[9] Hâkim, Müstedrek’inde.[10]


Peygamberin Duâsı İle Tevessül Diyenlerin Görüşü

Tevessülü kabul etmeyenlerin hadis âlimlerinden Elbânî, bu hadisin sahih olduğunu, Peygamberimizin zâtı ile değil, duâsı ile tevessülün var olduğunu söylüyor.

Âmâ olan sahâbi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sadece ken­disine duâ etmesi için geldi. “Allah (Celle Celalühü)’a duâ et de gözlerimi iyileştirsin!” diye duâ etmesi bunu gösteriyor. Yani O, Allah’a (Celle Celalühü), Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın duâsı ile tevessülde bulunmuştur. Çünkü o kimse biliyordu ki, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın duâsı, diğerlerinin duâsına nazaran daha çok kabule layıktı.

Burada “Allah’ım onu hakkımda şefâatçi kıl!” manası, “Allah’ım onu hakkımdaki şefâatini kabul buyur!” anlamındadır. Yani “onun, gözlerimi bana tekrar geri vermene dair duâsını kabul et!” demektir. “Beni de, onun hakkında şefâatçi kıl!” demesi, yani “Onun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bana şefâatini kabul etmen için yaptığım duâyı kabul et!” Bu da, “Onun bana gözlerimi iade etmen hakkında yapacağı duâyı kabul et!” anlamına gelir.

Eğer o gözleri görmeyen kişinin amacı, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Resûlullah’ın yanına gelerek ondan duâ istemezdi, buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup “Allah’ım! Nebinin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneli­yorum. Sana yalvarıyorum. Bana şifa verip gözümü açmanı istiyorum.” diye duâ ederdi. Fakat o bunu yapmadı.[11]

Niçin? Çünkü bir Arap’tı ve Arap dilinde tevessülün ne anlama geldi­ğini çok iyi anlıyordu. Biliyordu ki, bu duâyı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessül ettiği insanın adını anar.

Duâ ve Zat’ı ile Tevessül Diyenlerin Görüşleri

Bu hadis, onlarca hadis hafızına göre sahihtir. Tirmizî, İbn Hibbân, Taberânî, Ebû Nuaym, Beyhakî ve Münzirî bunlardandır.

Bu hadiste hem Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zatı ile hem de duâsı ile tevessül vardır. Evet, Peygamberimizden duâ isteniyor, o da duâ ediyor. Esas mühim nokta; o sahâbeye öğretilen duânın şu kısmıdır: “Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve selem) ile sana yöneliyorum.” Burada, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bulunmadığı bir mekândan ses­lenme vardır.

Burada, “ey Muhammed ben senin ile Rabbi’me yöneldim (bi nebbiyyike)” denmiş, “Peygamberin duası ile” denmemiştir.

Hafız Munavî diyor ki: Bi nebiyyike sözündeki “be” harfi istiâne (yar­dım talep etmek) içindir. “Peygamberin ile” derken “Peygamberinin duası ile” demedi. Araplarda kesin olan akli veya sabit olan nakli bir delil yok ise, bir sözü zahirine hamlederler. Ve asıl olan sözün zahiridir.

Ey Allah! Senden istiyorum ve sana peygamberin rahmet peygamberi ile yöneliyorum derken, yani peygamberin zatı ile yöneliyorum, sonra ey Muhammed! diyor. Arap dilinde “ey Muhammed’in duası” sözü doğru değil­dir. Ey Muhammed! dedi. Bir kimsenin gelip de, “ey Muhammed’in duası” demesi sahih değildir. Ona denir ki; bu cümle sahih değil. “Ya Muham­med!” deyince, Resûlü’nün zatı kastedilir.

İmam Ahmed de, bunu böylece anlamıştır. Kendi zamanında yaşayan Safvan b. Süleyman hakkında sorulunca ne dedi? Safvan öyle bir zattır ki, onun sözüyle yağmur talep edilir. Ve onun anılmasıyla gökten yağmur dü­şer. İşte bu faziletli insanlarla tevessüldür.

İmam Mirdavî “el-Hanbelî el-İnsaf fî ma’rifeti’r-râcih mine-l-hilâf” ki­tabında diyor ki:

Ahmed b. Hanbel dedi ki: Yağmur kesilince dua edene, Peygamber’le tevessülde bulunması müstehabdır. Demek ki Peygamber’in duasıyla teves­sül eder. Bu Peygamber’in duası sözleri merduttur, reddolunmuştur.

Ahmed b. Hanbel (v. 241/855), zat ile tevessülü kabul ediyor; mezhe­bi­nin görüşü de bu yöndedir. Mensek adlı eserinde de yazılıdır. Ayrıca Elbânî’nin Tevesseül adlı eserinin 62. sayfasında Ahmet b. Hanbel’in teves­sülü kabul ettiğini yazıyor. İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasının, Efen­di­miz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in saçıyla tevessülde bulunduğunu; onu öp­tüğünü ve içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söyle­miştir.[12]

Âmâ olan sahâbe, kendisine öğretilen sözlerle duâ etmeyip, yalnız Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun için duâ etseydi, duâ ile tevessül olmuş olurdu. Zat ile tevessülü kabul etmeyen Elbânî, Tevessül adlı eserinin 108. sayfasında “Nebin Muhammed ile sana yöneliyorum” sö­zünü şöyle yorumlamıştır;

“Sana Nebin Muhammed’in duâsı ile tevessülde bulunuyorum”. Biz de: “Sözde asıl olan zâhirdir ve hakikattir” kâidesinden hareketle, mecâza gitmek bir yorumdur, bu yorum da delilsiz olmaz, deriz.

Hâlbuki Elbânî, Tevessül adlı eserinin 106. sayfasında 45. dipnotta, zat ile tevessül hakkında hadisi yorumlamak batıldır, demişti. Daha sonra da, 110. sayfada “Eğer o kör sahabi hadisi, olduğu gibi zâhirine hamledi­lirse, bu Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın zatına tevessüldür” Fakat bu ifâdeyi kendisinden sonra gelen “Allah’ım! Onu bana şefâatçi kıl, beni de ona şefâatçi kıl!” cümlesi iptal edip, anlamsız kılar.

Öyleyse, geriye bu cümle ile ondan önceki cümlenin arasını bulmak kalıyor, diyor. Elbânî yorum yapılmadığı takdirde, bu hadis için zat ile te­vessül olduğunu kabul ediyor. Ama sonra yine bir yorum getirerek kabul etmiyor.

Elbânî: Daha sonra esneklik göstererek şöyle diyor: “Âmâ adam, ger­çekten Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zatı ile tevessülde bulun­duysa, bu tevessül çeşidi, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e has bir hüküm olur. Diğer peygamberler ve sâlih zatlar bu hükme dâhil olmazlar. Bu Allah’ın son Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e verdiği hasletler­dendir.

Nitekim bu görüş Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm’dan nakledilmiştir. [13] Yani Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın zatı ile tevessülü kabul ediyorlar.

Bizde diyoruz ki: Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm, bu ha­disi, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in duâsı ile yorumlamayıp, zatı ile tevessül olarak yorumlamış ve Peygamber ile tevessül yapılacağı hük­münü vermişler iken, Elbanî’nin hadiste duâ ile tevessül varmış gibi yo­rumlar yapmasının bir anlamı kalmaz. Elbanî’nin ifade ettiğ gibi, Ahmed b. Hanbel ve İzzeddîn b. Abdisselâm, Resûlullah’ın zatı ile tevessül var deyip, bunu kabul etmelerini delil olarak alırız.

İTİRAZ

İmam Ahmed ve İz b. Abdusselam’ı delil gösterip, onların Nebi (aleyhisselam)’ye has olabileceğini söylediği bir şeyi herkese tamim ede­rek, gelmiş geçmiş bütün günahları affedilmiş, cennette olduğunu cezmet­tiğimiz beşerin en hayırlısıyla, akıbetlerinin ne olduğunu bile bilme­diğimiz başkalarını kıyas etmeyin.

CEVAP

Biz yalnızca İz b. Abdusselam’ı delil göstermedik ki geride tevessül konu­sunun başında da görüleceği üzere mesheb imamlarından sizin itibar ettiği­niz bir çok alimin zat ile tevessülü kabul ettiklerini gösteren kaynak­ları verdik((Bu kaynaklari bloğumuzun TEVESSUL konusuna girip bulabilirsiniz)). Siz bunların bir kısmına hiç cevap vermediniz tevessülü kabul eden Ebû’l-Ferec b. el-Cevzî gibi , bir kısmına hata etmiş, bir kısmına şahsi görü­şüdür dediniz, bir kısmının da sözünü tevil ederek tevessülü kabul eden bu alimleri görmezden gelerek kendinizi ve başkalarını yanıltmaya çalıştınız.

İz b. Abdusselam yalnız Resulullah ile tevessülü kabul ediyo. Siz Resulullah ile bile olsa tevessülü kabul etmiyorsunuz.

Biz de deriz ki: Savunduğunuz birçok fikirlerin kaynakların olarak gös­ter­diğiniz yukarıda adı geçen sizin ve bizim İtibar ettiğimiz âlimler, sizin bidat dediği bir ameli zat ile tevessülü kabul ediyorlar. Siz ise kabul etmiyosunuz. Biz bu hadisteki âmânın yaptığını sizin yorum ve zanlarınza göre deyil yukardaki alimlerin anladığı şekilde zat ile tevessül olarak görü­yoruz.

İTİRAZ

Eğer o gözleri görmeyen kişinin amacı, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Resûlullah’ın yanına gelerek ondan duâ istemezdi, buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup “Allah’ım! Nebi’nin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneli­yorum. Sana yalvarıyorum. Bana şifa verip gözümü açmanı istiyo­rum.” diye duâ ederdi. Fakat o bunu yapmadı.[14]

Niçin? Çünkü bir Arap’tı ve Arap dilinde tevessülün ne anlama geldi­ğini çok iyi anlıyordu. Biliyordu ki, bu duâyı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessül ettiği insanın adını anar.

CEVAP

Evet, o gözleri görmeyen zat, bir Arap’tı. Âmâ tevessülün ne anlama geldiğini ve Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Allah katında değerini biliyordu. O’na gidip kendisi için duâ etmesini isteyerek, câiz olan tevessül çeşitlerinden birini yaptı.

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de, ona öğrettiği duâ şek­liyle, câiz olan tevessüllerden diğerini tatbik ettirdi öğretti. Yani; Peygam­berimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ona öğrettiği şekilde, kendi evine gidip Efendimiz’in olmadığı o mekânda, onun adını anarak duâ etmesini söyledi. Görmek istemeyene dağı gösterseniz görmez. İşte sahabe sizin dediğiniz gibi evinden Resulullah’ın olmadığı yerden seslenip onun adını alarak dua etmiş niye görmüyor sunuz bunu.

Yukarıdaki âmâ hadisinin sonunda Bir hâcetin olursa bunun gibi yap.” ziyade  vardır.

İbnu Ebî Hayseme Târîh’inde (İbn-i Teymiyye’nin Kâide fî’t-Teves­sül­’ünde olduğu gibi:106) şöyle dedi:

حدثنا مسلم بن إبراهيم ، ثنا حما بن سلمة أنا أبو جعفر الخطمي عن عمارة بن خزيمة عن عثمان بن حنيف رضي الله تعالى عنه

أن رجلاً أعمى أتى النبي (ص) فقال : إني أصبت في بصري فادع الله لي قال : ((اذهب فتوضأ وصل ركعتين ، ثم قل : اللهم إني أسألك واتوجه إليك بنبيي محمد نبي الرحمة يا محمد إني أستشفع بك على ربي في رد بصري اللهم فشفعني في نفسي وشفع نبيي في رد بصري ، وإن كانت حاجة فافعل مثل ذلك )) . اهـ .

Bize Müslim İbnu İbrâhîm tahdîs etti. (O), bize Hammad İbn-u Se­leme tahdîs etti (dedi. O) bize Ebû Ca’fer el-Hatmî Umâre İbn-u Huzeyme’den haber verdi (dedi. O) Osmân İbnu Huneyf (Radıyallahu anhu)’ten:

Bir adam Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ye geldi ve gözüme bir kör­lük isabet etti; benim için Allah’a dua et dedi.

O da şöyle buyurdu: “Git abdest al ve iki rekat namaz kıl; sonra da ‘Ey Allahım!.. Muhak­kak ki ben, Nebîm rahmet Nebîsi Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneli­yorum!.. Ey Muhammed!.. Muhakkak ki ben, gözümün bana geri verilmesi hususunda seninle Rabbime mürâcaat edip şefâat isti­yorum!.. Ey Allah’ım!.. Beni kendim için şefâatçi yap. Nebîmi gözümün geri ve­rilmesinde şefâatçi yap. Bir hâcet olursa bunun gibi yap.”

Bu ziyâdeyi, İbn-ü Ebî Hayseme, Târîh’inde Sahîh bir senetle rivâyet etti.

İbnü Ebî Hayseme’nin Senedi: Müslim İbnü İbrâhîm, Hammâd İbnü Se­leme’den, O, Ebû Ca’fer el-Hatmî’den, O, Umâre İbnü Huzeyme’den, o da, Osman İbnü Huneyf’den….

Gerek İbn-ü Teymiyye, gerekse Elbânî, şu isnâdın râvîleri için zayıf­tırlar, diyemiyorlar. Yalnız, Hammâd, Şu’be’ye zıt rivâyet yaptı. Dolayısıyla sağlam bir râvî olan Hammâd, kendinden daha sağlam olan Şu’be’ye ters rivâyet etmiştir; “rivâyeti, şâz olduğundan zayıf bir rivâyet hâline gelmiş­tir” mealinde sözler söylüyorlar.

Derim ki (Mahmud Saîd el-Memduh) : Bu son derece sahîh bir senet­tir.

İTİRAZ

Hammâd İbn-u Seleme, sika, hâfız ve yüce bir dağdır. Bununla bera­ber metindeki bir ziyadenin bulunmasıyla ki o, Hammâd İbn-u Eleme’nin rivâyet etmekte tek kaldığı ‘hâcet olursa bunun gibi yap’ fazlalıktır illetli görülmüştür. Bu, (Hammâd’ın) Şu’be’den rivâyette tek kal­dığı bir ziyâde’dir. O yüzden şâz oluyor.

CEVAP

Bu iddiâya verilecek cevâp şudur: Şüphesiz ki, sikanın ziyadesi, hadîs’in aslını ortadan kaldırmak veya onda kendinden daha sika olanın rivâyetine bir tür muhâlefet bulunmadığı müddetçe makbûldür. Hâcet olursa bunun gibi yap‘ sözü hadîsin aslını ortadan kaldırmamaktadır veya ona muhalif olmamaktadır; aksine ona tamamen uymaktadır. Çünkü aslı umum ve hadîs’in ve hangi vakitte olursa kullanılmasıdır.

Hammâd’ın hata etmesi, hiçbir hücceti bulunmayan mücerred bir zandır. Bu hususta en çok denilebilecek olan, bunun bir sıkanın ziyadesi olduğu, onda hiçbir münafaat çeşidinin bulunmadığı, dolayısıyla tereddüt­süz olarak makbûl olduğudur.

Müteşedditleri (tenkidde son derece şiddetli davrananları) tebkît için diyoruz ki:

Eğer bu ziyâde sahîh değilse, o zaman evlâ olan sikaların ziyâdesinin şâz hadis babından olmasıdır. Tevfîk ancak Allah iledir…

Bu Hâfız, İmâm Ebû Hâtim İbnu Hibbân “es-Sikât”da (1/8) Hammâd İbnu Seleme’nin rivâyette tek kaldığı bir ziyade üzerinde şu sözleri söy­lemektedir:

“Bu lafızda Hammad İbnu Seleme tek kalmıştır. O sika ve emniyet edilen bir ravîdir. Bize göre sikalardan gelen ziyâde lafızlar makbûldür. Çünkü bir topluluğun bir şeyi dinlemek için bir şeyhe gelmesi, sonra da onlardan birine o şeyden bir kısmının gizli kalması ve itkanda onun gibi veya ondan daha aşağıda olan birinin onu ezberlemesi olabilecek bir şey­dir.” (Bitti.) Bu söz, iyice akledilmesi gereken sağlam bir sözdür.

Tenbîh:

Burada makamın bir açıklamadan boş bırakılması yaraşmaz ki o da şu­dur: Hammad İbnu Seleme’nin sadece bir raviye -ki o Şu’bedir- muhalefeti iddiasıyla bu ziyadeyi reddetmekte süratle koşuşturan Elbânî’yi bir başka yerde Hammâd İbnu Seleme’nin bir topluluğa muhalefet etmesini kabûl ederken bulacaksın.

O, Sahîha’sında (1/203) şu ifadeleri kullanıyor:

“Hammâd İbnu Seleme cemâata (topluluğa)[15] muhâlefet etti… Muhte­meldir ki; cemâatin ezberlemediğini” (Elbânî’nin Sözü Bitti.) Hevâdan (Nef­sin şiddetli arzu ve sevdâsından) Allah’a sığınırız…

Buna göre Hammâd İbnu Seleme’nin rivâyetinin ziyadesi onun inkârı için kitap yazan Elbânî’ye varıncaya kadar sâbittir. Ve’l-hamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn…

Şâyet bir hâcetin olursa, tekrar böyle yap!

İbn Teymiyye ve mezhebini taklit eden Elbânî ve yollarında gidenler, bu sahih ziyâdeden hiç mi hiç hoşlanmıyorlar. Çünkü bu, tevessülün her zaman dua isteme manasında olmadığını ve onun illa da dua ile olmayabi­leceğini göstermektedir.

Bu ziyâdeyi, İbn Ebî Hayseme, Târîh’inde Sahîh bir senet ile rivâyet etti. İbn Ebî Hayseme’nin senedi: Müslim b. İbrâhîm, Hammâd b. Se­leme’den, O, Ebû Ca’fer el-Hatmî’den, O, Umâre b. Huzeyme’den, O da, Osman b. Huneyf’den…

Gerek İbn Teymiyye, gerekse Elbânî, şu isnâdın râvîleri için zayıftır­lar, diyemiyorlar.

İTİRAZ

Şu’be ve Ravh b. Kâsim, Hammâd’tan daha hâfızdır.

CEVAP

Öyle olsa ne olur? Hammâd sikadır. Sika’nın/sağlam bir râvînin (ken­dinden daha sağlam olanın rivâyetine ters olmayan) ziyâdesi de makbûldür. Burada ise zıtlık yoktur. Öyleyse mesele kalmaz.

İTİRAZ

Lafızların değişikliğinden dolayı, rivâyet mana ile olmuş ola­bilir.


CEVAP

Bu sözünden anlaşıldığına göre, iddianda kesinlik yoktur. Demek ki, (olmayabilir) de. Üstelik mana ile rivâyet câiz olsa da, olmasa da, (metnin bir parçası olarak yapılan) ilâve câiz değildir.[16]

İTİRAZ

Bu ilâve Osman’ın kendi idrâcı/rivâyete ilâvesi ve sokuştur­ması da olmuş olabilir.

CEVAP

Bu İddianda da kesinlik olmayıp tereddüt vardır. Kaldı ki asıl olan (İdrâc)ın (olmaması)dır. (Olduğu) iddiâsı delîle muhtâcdır. Delîliniz de yok­tur. Şu hâlde davanız batıldır.

İTİRAZ

Bu ilâve sâbit olsa bile, bunda karşıtlar için hiçbir delil yok­tur. En fazla, Osman b. Huneyf, duanın bir kısmıyla dua edileceğini bazı­sıyla da dua edilmeyeceğini, zannetmiştir.

CEVAP

Bu ilâve, seni ve yandaşlarını bitiren bir hüccettir. Senin Osman’a ya­kıştırdığın ve iftirâ ettiğin şey, Nebî (aleyhisselamın) (âmâya dua ettiği) zannına dayanmaktadır. Hâlbuki zannın bâtıldır. Nebî (aleyhisselâm) ona dua etseydi, hâdiseye şâhit olan Osman b. Huneyf bunu nakle­derdi…[17] Bundan dolayı, Beyhakî, hadisten evvel, (âmâya, sabretmediği zaman, içinde şifâsı bulunan şeyi öğretmek hakkında gelen rivâyetler babı) başlı­ğını koydu. Dua ettiği kabûl edilse bile, bunu yaşarken yapılacak dua ile sınırlandırmanın bir dayanağı yoktur. Zîrâ Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’nin ahirete göçtükten sonra da, dünyadakilere dua ettiği sahîh ha­dislerle sâbittir.

Bekr b. Abdullah (Radıyallahu anh)’tan rivâyet edilen bir Hadis-i şe­rifte, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır, (sağlığımda bir takım işler) ya-parsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise, vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem, Allâh’a hamdederim, şer görürsem, Allâh’tan sizin için af dile­rim” [18]

Bu hadîs-i şerîfi, Bezzâr gibi bir hadîs hâfızı, Müsned’inde zikret-miştir. Hâfız Irâkî’nin oğlu “Bu hadîsin isnâdı çok iyidir” demiştir.

İTİRAZ

Bu ilâve, hadise terstir

CEVAP

Evet, size göre öyle. Lâkin hevâsına tapmayan âlimlere göre ise, ters değildir. Senin iddiâna göre, şu ilâve hadisten olmadığı hâlde Os­man b. Huneyf tarafından hadise sokulan bir ilâveydi. Osman b. Huneyf, hadise ters olacak bir ilâveyi ona sokuşturacak kadar, haşa cahil bir miydi demek istiyorsunuz.


[1] İbn Mace, İkame: 189; Ahmed b. Hanbel IV, 138; Tirmizî IV, 281-282; İbn Mace 1/313; Hepsi de Osman b. Huneyf yoluyla rivâyet etmişlerdir. Tirmizî bu hadis için hasen sahih, Ebû İshak, Hâkim ve Zehebî de sahih demiştir.

[2] İmâm Buharî, Et-Tarîhu’l-Kebîr (Dârü’l-Fikir): 6/209-210

[3] Tirmizî, Sünen: (H:3578)

[4] İbnü Mâce, Sünen:1/157, (H:1385), Dârü’l-Ma’rife.

[5] Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle (H:660),

[6] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/166,167,168

[7] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/167,

[8] İmâm Kevserî, Makâlât:389-390.

[9] İbnü Huzeyme, Sahîh… Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî:128, H:1008)

[10] Hâkim, Müstedrek: (1/526) Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî: 128, H:1008)”

[11] Elbânî, Tevessül, Türkçe Tercüme, 1. baskı 1995, s. 101, Guraba Yayınları.

[12] ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, XI, 212. (Ebû Bekir Sifil’in sitesinden)

[13] Elbânî, Tevessül, Arapça, s. 83, Tercüme s. 110. Mubarekfuri, Tuhfetul Ahvezi, 9/96

[14] Elbânî, Tevessül, Türkçe Tercüme, 1. baskı 1995, s. 101, Guraba Yayınları.

[15] “Cemâate muhalefet etti” sözü hatâdır. Aksine sika İmâm Fizârî “Aşretü’n-Nisâi” (sh:90) isimli eserinde mütâbeat etti. Sonra Ali İbnu Zeyd’ten yaptığı bir rivâyetle de Hammâd’ın kuvvetlenmekte olduğunu anlattı. Bu da hatadır. Ali İbnu Zeyd sanki hata ederek onu iki şekliyle rivâyet etti. Bir şekil Hammad’ın rivâyeti gibi, diğeri de ona muhaliftir. El-Müsned (6/182) Maksadım bu hatalara tenbîhte bulunmak değildir. Lâkin makssad Elbânî’nin ibâresini zikretmek ve Hammâd İbnu Seleme’nin ziyadesinin a’mâ hadîsinde kabûl edilmesinin daha evlâ olduğudur.

[16] Metnin tefsîri, takyîd, îzâh, tâ’mîm ve benzeri mâhiyette veya onunla alâkasız olarak râvînin sarfettiği sözlerin, hadîsden zannedilerek rivâyete eklenmesi şeklinde olan idrâc ise, evvelâ bir yanlışlık eseri olarak metne ilâve edilmişti. Bunun bilinerek veya bi lenlere aktarılmaya devâm edilmesinde ise zarar yoktur.

[17] Üstelik bir yandaki dua, öte yandaki tevessüle ve vesîle olmaya mâni’ de değildir.

[18] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, II, 194, İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Aliye, IV, 22 (no: 3853); Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII, 594, (no: 14250).

Aıntı: Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar 

Categories: Tevessül | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ölülere Kuran-ı Kerim’in sevabı ulaşır mı?

Kuran-ı Kerim’in ölüler için okunup, ruhlarına hediye edilmesi eğer sevap maksatlı olup bu iş karşılığında KARÎ’ (yani okuyan) para istemiyorsa; Hac ve Orucun sevabının ulaştığı gibi Kuran-ı Kerim’in de sevabı ölüye ulaşır.
İTİRAZCI:   ”Bu tür bir şeyi seleften kimse yapmadı ve Resulullah da (sallallahu aleyhi vesellem) onları böyle bir amele yönlendirmedi” derse Cevap: Bu soruyu soran kişi; Hac, Oruç ve Dua’nın sevabının ölüye ula…şacağına inanıyorsa ona şöyle denir: ”Bu ibadetlerin sevabı ile Kuran-ı Kerim’in sevabı arasındaki fark nedir? Ve selefin böyle bir uygulama yapmadıkları aleyhimizde bir delil olamaz! Peki, böylesi genel-umum bir olumsuzluk hükmünü (yani ölüye Kuran-ı Kerim’in sevabı ulaşmaz hükmünü) neye göre veriyorsunuz?”
İTİRAZ: Eğer cevaben derlerse: ”Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onları, ölülerine oruç tutmaya, hac yapıp sadaka vermeye yönlendirdi lakin Kuran-ı Kerim okumaya teşvik ettirdiğine dair bir nakil gelmemiştir”
CEVAP: Biz de deriz: ”Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara direk teşvik amaçlı bunları emretmedi, bilakis bu sorular soruldu diye cevaben onara şöyle, böyle yapmalarını buyurdu. Bir tanesi ölüsüne HAC yapmak için sordu ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona izin vermiştir. Başka birisi Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) ölüsü için ORUÇ tutabilir miyim diye sordu ve Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem) ona izin verdi. Bununla beraber dikkat edilecek nokta şudur! Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem)  bu soruyu soranların dışındakilere bu ibadetleri ölüleri için yasaklamadı, Ümmet-i Muhammed’ten olan herkes kendi ölüsü için Oruç tutabilir ve Hac yapabilir. Aynı şekilde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)  ORUÇ ile HAC dışındaki ibadetlere bir yasak getirmedi. Madem ortada umumî ve ya hususî bir yasak yoksa! O zaman, imsak ve niyetten ibaret olan orucun sevabının ölüye ulaşması ile zikir ve Kuran-ı Kerim kıraatinin sevabının ölüye ulaşması arasında ne fark vardır?

(Akidet-ut Tahaviyye Şerhi/ Ebul İzz el-HanefÎ/ Elbanî tahkikli)

Categories: Ölüye amellerin hediye ve arz edilmesi, Kabirde kuran okumak | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ibn Teymiyye’nin Allahı Arş’ oturtması ve yaninda peygamberimize yer bırakması !!

nehr mad
Ebu Hayyan el-Endülüsi “Nehr” adlı tefsir kitabında Allahü Teala’nın “Kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır”(bakara 255) buyurduğu ayet-i celilenin manasındaki demecinin sureti:

Şüphesiz cağdaşımız Ahmed b. Teymiyye’nin kendi el yazısıyla yazdığı “Kitabü’l- Arş” adlı kitabinda şöyle görüp okudum:

“gercekten Allah, Kürsü üzerinde OTURUYOR, O’nunla beraber oturacak kadar bir yer de Resulullah’a(sav) bırakmıştır”. Bu kitabı meydana çıkarmak için, et-Tac Muhammed b. Ali b. Abdülhak şöyle bir yöntem kullanmıştır: Güya, kendisinin de bu hususta aynı fikirde olduğunu Ibn Teymiyye’ye açıklamış ve o şekilde elinden kitabi almış. Biz de bu konuyu oradan okuduk.

—————————

Bu keşf ez zunun adli eserin 2. cildi 1438.sayfasinda ve Beraat’ul Eşariyyin eserin 403-404. sayfadada gecmektedir.

Zahid el Kevseri:

“es_Seyf-us-Sakil” üzerine yaptığı tefsirinde(s. 85), Ez-Zahid el-Kevseri İbn Teymiyye’nin bu sözlerinin atlanmasının(söylenmemesinden bahsediyor) mantığını açıklayarak, şöyle söyledi:

es-Sa’de nin editörü, Printing House bana onu çok çirkin bulduğunu ve islam düşmanları onu kullanmasın diye metinden çıkardığını söyledi. Ondan sonra eksiğini telafi etmek için ve müslümanlara olan samimiyetinden dolayı, benden onu buraya kaydetmemi istedi

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Alimlerin sufiler hakkındaki sözleri…

Ibn Kayyim el-Cevziye Medaric el-salikin’de, ve Ibn el-Cevzi Sıfat el-safva’sının “Ebu Haşim el-Zahid” başlıklı bölümünde, Sufyan el-Sevri’nin şöyle dediğini nakleder:

“Eğer Ebu Haşim el-Sufi olmasaydı, kişilikteki ikiyüzlülüğün en ince biçiminin varlığını asla idrak edemezdim…İlim öğrenmiş sufi, en iyi insanlar arasındadır.”
[Ibn Kayyim, Medaric el-salikin; Ibn el-Cevzi, Sifat al-safva ( Beyrut : dar el-kutub el-`ilmiye, 1403/1989].

El-Cuneyd’in hocası, el-Haris el-Muhasibi bir sufi idi. `Abd el-Kahir el-Bağdadi, Tac el-Din el-Subki, ve Cemal el-Din el-Isnevi,  tekrar tekrar “Aramızdan mutakallim (ilahiyatçı), fakih (hukukçu), sufi olanlar  El-Harith ibn Asad al-Muhasibi’nin kelam, fıkh, ve hadis kitaplarına dayanır(güveir, gönül ferahlığı bulur).” söyleminde bulunmuştur
[‘Abd el-Kahir el-Bağdadi, Kitab Usul el-Din p. 308-309; Tac el-Din Subki, Tabakat el-şafi`iye 2:275; Cemal el-Din el-Isnevi, Tabakat el-Şafi`iye 1:(#9)26-27].
El-Cuneyd el-Bagğdadi, dedi ki: ”Sufi, Peygamber(itteba’a tarik el-Mustafa)’nın yolunu izlemiş, hayatını ibadete adayarak ve zevklere dayanarak (kulluğun zevklerinden) bedensel zorluklara katlanmış,  ve  dünyaya dair ne varsa geride bırakmış, saflığın üzerine yün giyendir.”
[`Afif el-Din Ebu Muhammed `Abd Allah Ibn As`ad el-Yafi`i (d. 768), Naşr el-mahasin el-ğaliya fi fadl maşayih el-sufiyye ( Beyrut : Dar Sedir, 1975].

İmam Ebu Mansur `Abd el-Kahir el-Bağdadi dedi ki:

“Şunu biliniz ki Ehl el-Sunnet vel-Cema`at, 8 grup (insana) ayrılmıştır… 6. grup, dünyadan elini eteğini çekmiş sufilerdir ( el-zuhhad el-sufiyye), olayları(nesneleri) olduğu gibi görmüş ve bu nedenle uzak duran, deneyimleyerek öğrenmiş ve bu nedenle gerçekten önemseyen, Allah’ın takdirini(paylaştırmasın) kabul etmiş ve erişebilecekleri şeylerden razı olmuşlardır. Dinleri birliğin beyanı ve  teşbihin reddidir. Okulları(öğretileri) meseleleri Allah’a havale etme, O’na güvenme, O’nun emrine itaat etme, O’ndan gelenden hoşnutluk ve O’na olan tüm itirazlardan uzak durmaktır. “Böylesi Allah’tan armağandır, onu dilediğine lütfeder ve Allah’ın cömertliği sınırsızdır”.
[`Abd el-Kahir el-Bağdadi, el-Fark beyn al-firak ( Beyrut : dar el-kutub el-`ilmiyye, n.d.) 242-243].

Imam Fahr el-Din Razi şunları yazdı: “Sufilerin söylediklerinin özeti şudur ki, Allah’ın ilmine giden yol kendini arındırma ve maddesel bağlılıklardan el ayak çekmedir, ve bu mükemmel bir yoldur…Sufiler derin düşünce(tefekkür) ve benliğin maddsel tuzaklarla ilişiğinin kesilmesi ile çalışan bir halktır. İçsel benliklerinin tüm işlerinde ve davranışlarında sadece Allah’ın zikri ile meşgul olması için çabalarlar, ve Allah’a olan tutumlarının mükemmelliği ile tanımlanırlar. Doğrusu bunlar,tüm insan cemaatlerinin en iyileridir.”
[(Fahr el-Din el-Razi, I`tikadat firak el-muslimin s. 72-73].

Ehli Sünnetin mezheb imamlarından Muhammed bin İdris Eş Şafi (150–204 h/767–820 m) şiirlerinin birinde şöyle diyor:

فقيهاً وصُوفياً فكُنْ ليسَ واحداً * فإِنِّي – وحَقِّ الله – إِياكَ أنصَحُ
فذلكَ قاسٍ , لمْ يذقْ قلْبُهُ تُقىً * وهذا جَهُولٌ , كيفَ ذو الجهْلِ يصلُح ؟

“(Ayni zamanda) Sufi ve fakih ol! (sadece bunlardan) biri olma!
Hakikaten ben Allah için sana nasihat ediyorum
(Fakih olub, sufi olmayanın) kalbi katıdır, kalbi takvani tatmamişdir!
(Sufi olub, fakih olmayan) Çok cahildir! Cahil nasil salah üzre olur?

[Muhammed bin İdris Eş Şafi: El Cevherun Nefis fi Şiril İmam Muhammed bin İdris:Sayfa 46
Kahire: Mektebetu İbn Sina Yayinevi ]

Imam Ahmed bin Hanbel :

Muhammed ibn Ahmed el-Saffarini el-Hanbeli (d. 1188) Ğiza’ el-elbab li-şerh manzumat el-adab’ında Ibrahim ibn `Abd Allah el-Kalanasi’den Imam Ahmed’in Sufiler hakkındaki şu sözlerini nakleder: “Ben onlardan daha iyi insanlar bilmiyorum.” (el-Saffarini, Ğiza’ el-elbab li-şerh manzumat el-adab
(Kahire: Matba`at en-Nece, 1324/1906) 1:120).

el-Kasım ibn `Osman el-Cu`i :

el-Kasım ibn `Osman el-Cu`i Sufyan ibn `Uyeyne’den hadis aldı. Ez-Zehebi Siyar a`lem en-nubala’da onun hakkında şöyle yazar: “el-`Abdi, Kasım el-Cu`i olarak tanınır: Imam, örnek, evliya, Muhaddis… Sufilerin şeyhi ve Ahmed ibn el-Havari’nin arkadaşı.” [#506] (el-imam el-Kudva el-veli el-muhaddis Ebu `Abd el-Malik el-Kasım ibn ‘Osman el-`Abdi el-Dimeşki, Şeyh es-sufiyye ve rafik Ahmed ibn al-Havari,’urife bi al-Cu’i).

Imam Nevevi:

Şeyh el-Islam Imam Muhyiddin Yahya ibn Şeref el-Nevevi el-Makasid fi el tevhid ve el-`ibadet ve usul el-tasavvuf (“Birlik”ten  kasıtlar, ibadet ve kendini arındırmanın temelleri) başlıklı kısa tezinde şöyle yazar: Sufilerin yolunun belirteçleri 5’tir:

“insan içerisinde ve yalnızken Allah’ın varlığını kalbinde tutmakkonuşmasında ve davranışlarında Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)’in sünnetine uymak; insanlardan ve onlardan istemekten kaçınmak; az da olsa Allah’ın verdiğine kanaat etmek; her zaman meseleleri Allah’a bırakmak.” (El-Makasid: Imam Nevevi’nin İslam kitapçığı (Evanston: Sunnet Kitapları, 1994) s. 85-86).

Imam ayrıca Tasavvuf üzerine bir kitap yazmaya başladı, ama maalesef tamamlayamadan öldü. Kitabın başlığı: Bustan el-`arifin fi el-zuhd ve el-tasavvuf (sofilik ve kendini arındırmadaki ruhaniyetin bahçesi).(bkz. el-Nevevi, Bustan el-`arifin (Beyrut: dar el-kitab el-`arabi,1405/1985). ayrıca bkz: el-Mecmu: şerh el-Muhazzab. 20 vols. Kahire n.d. Reprint. Medine: el-Maktaba es-Selefiyye, n.d., 1.1718.

devamı   https://islamkalesi.wordpress.com/2013/03/07/alimlerin-sufiler-hakkindaki-sozleri-1/ 

Categories: Tasavvuf | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Albani ve senedleri bulamaması!(1)

“Muhaddis” Albani’nin ilmi yoksunluğu(bu konuda insallah daha baska paylasimlarda yapacaz)

Şeyh Sekkaaf dedi: “İlginç ve şaşırtıcı olan şu ki, Şeyh Albani kendi ilminin yokluğuna rağmen bir başa ve ya dolayı yolla bir çok büyük hadis alimlerinden yanlış nakil yapmış ve ya tamamen hesaba katmamışdır.O kendini değişmez(mağlup edilemez) menba gibi gosteriyor ve hatta “lam aqifala sanadih” yani “ben ravi zincirini bulamadım” ve başka bu gibi sözler kullanarak büyük alimleri taklid ediyor. Hatta o, en iyi hadis hafızlarını bile dikkatsizlikle suçluyor,halbuki kendisi bu hal ile bilinir.
Şimdi dediklerimizi ispat için bir kaç örnek:

-(Sayfa. 20 no. 1)
Al-Albani “İrva el-Ğalil,6/251,no.1847″( Aliden nakliile ilgili): “ben hadisin senedini bulamadim”

Şeyh Sekkaf diyor: “Gülünc! Eğer el-Albani İslam alimi olsaydi,bilirdiki bu hadis “Sunen el-Behyaki,7/121″de buluna bilir:”Abu Seyyid ibn Ebi Amarahtan rivayet olunuyor,dediki Ebu Abbas Muhammed ibn Yakub bize dedi ki,Abdal Hamid dedi ki,Ebu Usame Sufyandan,Salma ibn Kahilden,Muaviye inb Soayddan duydum ki, şoyle dedi: “ben bunu babamin Aliden olan kitabinda buldum(r.a)”

-(Sayfa. 21 no. 2 )
Al-Albani ‘Irva al-Ğalil, 3/283’de diyor: Ibn Ömerin hadisi: Öpmek caizdir,’ senedini bulamadim”

Şeyh Sekkaf diyor:”bu tamamen yalniş fikirdir.Bu tabii ki, de Şeyh ibn Teymiyye el-Misriyah’ın Fetvasinda(3/295) bildiriliyor:” Harb dedi Ubeydullah bin Muaz bize dedi ki,babam bana Soayddan o da Cubeladan nakletdi ki,o Ibni Omer(Allah ondan razi olsun) soyle dedigini duydu:”öpmek caizdir . Bütün bu raviler Teymiyyeye gore guvenilirdir.

-(sayfa. 21 no. 3 )
Ibn Mesudun hadisi (r/a): “Kuran yer yüzüne 7 lehçede indirilmişdir. Her ayetin açık ve üstü kapalı manası vardır ve her bir yasak açıkca bildirilmişdir. ”

Albani “Mishkat ul-Masabih, 1/80 no. 238″in köntrolünde belirtiyor ki,Mishkatın yazarı bir çok hadisi sonuçlandırarken “şerhu us-sünneden rivayet olunur” sözlerini kullanıyor, lakin o İlim ve Fedail Kuran bölümlerini incelerken bunu bulamadığını söylüyor!

Şeyh Sekkaf dedi: “büyük alim konuşmuşdur!! Herzamanki gibi yanılmıştır. Ben bu dolandırıcıya şunu söylemek istiyorum. Eğer gerçekden bu hadisi bulmak istiyorsa aşağıdaki başliğa baksın: ‘Al-Khusama fi al-Kur’an’ Şerh-us-sünne’de (1/262),ve Ibn Hibbandan Sahih”inde (no. 74), Abu Ya’ala Musnad’inde (no.5403), Tahavi Şerh el-Muşkil el-Athar’de (4/172), Bezzar (3/90 Keşf al-Esrar) ve Heytemi Majmua’l-Zevaid”de bunu bildirmişler (7/152) ve Bezzar, Abu Ya’ala ve Tabarani al-Evsat”de ravilerin güvenilir olduğunu bildirmişler.”

[Şeyh Sekkaf-Tanâkuzâtü’l-Albânî el-Vâdihati fî ma Vaka’a fî Tashîhi’l-Ahadîsi ve Tad’îfiha min Ahta’in ve Galtatin]

Categories: "Muhaddis" Albani | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

EHL-I SÜNNET’IN VEHHABILERE REDDIYESI: Bir kaç kaynak !!

 

( IZAH : Faydalandığımız eser Ingilizce olduğu için ve sadece alimlerin isimleri ve kitap isimlerini verdiğimiz icin Türkceye cevirmeye gerek duymadık. Sadece ingilizcede izah edilmiş yerlerde çeviri yaptık. Bu kitaptaki listeye kendimizde Bera’atü’l-Eş’ariyyîn kitabından eklemeler yaptık(cizgi altında).
Bera’atü’l-Eş’ariyyîn daki eklemeler fazla değil, çünki çoğu zaten istifade ettiğimiz diğer eserde mevcut.

1) Ata’Allah al-Makki:
al-sarim al-hindi fil `unuq al-najdi

2) Al-`Amrawi, `Abd al-Hayy, and `Abd al-Hakim Murad (Qarawiyyin University, Morocco):
Al-tahdhir min al-ightirar bi ma ja’a fi kitab al-hiwar3) Al-Azhari, `Abd Rabbih ibn Sulayman al-Shafi`i :
Fayd al-Wahhab fi Bayan Ahl al-Haqq wa man dalla `an al-sawab.

4) Al-Dahesh ibn `Abd Allah, Dr. (Arab University of Morocco),
Munazara `ilmiyya bayna `Ali ibn Muhammad al-Sharif wa al-Imam Ahmad ibn Idris fi al-radd `ala Wahhabiyyat Najd, Tihama, wa `Asir

5) Dahlan, al-Sayyid Ahmad ibn Zayni (d. 1304/1886) :
1- al-Durar al-saniyyah fi al-radd ala al-Wahhabiyyah ;
2- Fitnat al-Wahhabiyyah;
3- Khulasat al-Kalam fi bayan Umara’ al-Balad al-Haram

6) al-Dajwi, Hamd Allah:
al-Basa’ir li Munkiri al-tawassul ka amthal Muhd. Ibn `Abdul Wahhab

7) Shaykh al-Islam Dawud ibn Sulayman al-Baghdadi al-Hanafi (1815-1881 CE):
1- al-Minha al-Wahbiyya fi radd al-Wahhabiyya ;
2- Ashadd al-Jihad fi Ibtal Da`wa al-Ijtihad

8) al-Habibi, Muhammad `Ashiq al-Rahman:
`Adhab Allah al-Mujdi li Junun al-Munkir al-Najdi

9) Al-Haddad, al-Sayyid al-`Alawi ibn Ahmad ibn Hasan ibn al-Qutb Sayyidi `Abd Allah ibn `Alawi al-Haddad al-Shafi`i:
1-al-Sayf al-batir li `unq al-munkir `ala al-akabir ;
2- Misbah al-anam wa jala’ al-zalam fi radd shubah al-bid`i al-najdi al-lati adalla biha al-`awamm

10) Al-Hamami al-Misri, Shaykh Mustafa:
Ghawth al-`ibad bi bayan al-rashad

11) Al-Hilmi al-Qadiri al-Iskandari, Shaykh Ibrahim:
Jalal al-haqq fi kashf ahwal ashrar al-khalq

12) Al-Husayni, `Amili, Muhsin (1865-1952):
Kashf al-irtiyab fi atba` Muhammad ibn `Abd al-Wahhab.

13) Ibn `Abd al-Latif al-Shafi`i, `Abd Allah:
Tajrid sayf al-jihad `ala mudda`i al-ijtihad.

14) Ibn `Abd al-Wahhab al-Najdi, `Allama al-Shaykh Sulayman (Abdulvehhab’ın abisi):
al-Sawa’iq al-Ilahiyya fi al-radd ‘ala al-Wahhabiyya.

15) Ibn `Afaliq al-Hanbali, Muhammad Ibn `Abdul Rahman:
Tahakkum al-muqallidin bi man idda`a tajdid al-din.

16) Ibn Dawud al-Hanbali, `Afif al-Din `Abd Allah:
as-sawa`iq wa al-ru`ud.

17) Ibn Ghalbun al-Libi also wrote a refutation in forty verses of al-San`ani’s poem in which the latter had praised Ibn `Abd al-Wahhab.(kirk beyitlik bir kasideyle,San’ani’nin Abdulvehhabi medhettiği şiiri’in reddi) It is in Samnudi’s Sa`adat al-darayn and begins thus( es-Semnudi’nin Saadet ed-Dareyn kitabinda geçmektedir):

Salami `ala ahlil isabati wal-rushdi
Wa laysa `ala najdi wa man halla fi najdi
[My salutation is upon the people of truth and guidance
And not upon Najd nor the one who settled in Najd]
(Doğru ve isabetli yolda olanın üzerine selâmım olsun. Necd ile Necid’de olanların üzerine olmasin)

18) Ibn Khalifa `Ulyawi al-Azhari:
Hadhihi `aqidatu al-salaf wa al-khalaf fi dhat Allahi ta`ala wa sifatihi wa af`alihi wa al-jawab al-sahih li ma waqa`a fihi al-khilaf min al-furu` bayna al-da`in li al-salafiyya wa atba` al-madhahib al-arba`a al-islamiyya.

19) Kawthari al-Hanafi, Muhammad Zahid:
Maqalat al-Kawthari.

20) Al-Kawwash al-Tunisi, `Allama Al-Shaykh Salih: his refutation of the Wahhabi sect is contained in Samnudi’s volume(vehhabilere yaptigi reddiye es-Semnudi’nin eserinde geçmektedir): “Sa`adat al-darayn fi al-radd `ala al-firqatayn.

21) Khazbek, Shaykh Hasan:
Al-maqalat al-wafiyyat fi al-radd `ala al-wahhabiyyah.

22) Makhluf, Muhammad Hasanayn:
Risalat fi hukm al-tawassul bil-anbiya wal-awliya.

23) Al-Maliki al-Husayni, Al-muhaddith Muhammad al-Hasan ibn `Alawi:
1-Mafahimu yajibu an tusahhah ;
2-Muhammad al-insanu al-kamil

24) Al-Mashrifi al-Maliki al-Jaza’iri:
Izhar al-`uquq mimman mana`a al-tawassul bil nabi wa al-wali al-saduq.

25) Al-Mirghani al-Ta’ifi, `Allama `Abd Allah ibn Ibrahim (d. 1793):
Tahrid al-aghbiya’ `ala al-Istighatha bil-anbiya’ wal-awliya .

26) Mu’in al-Haqq al-Dehlawi (d. 1289):
Sayf al-Jabbar al-maslul `ala a`da’ al-Abrar.

27) Al-Nabahani al-Shafi`i, al-qadi al-muhaddith Yusuf ibn Isma`il (1850-1932):
Shawahid al-Haqq fi al-istighatha bi sayyid al-Khalq (s).

28) Al-Qadumi al-Nabulusi al-Hanbali: `AbdAllah:
Rihlat

29) Al-Qazwini, Muhammad Hasan, (d. 1825):
Al-Barahin al-jaliyyah fi raf` tashkikat al-Wahhabiyah.

30) Al-Qudsi:
al-Suyuf al-Siqal fi A`naq man ankara `ala al-awliya ba`d al-intiqal.

31) Al-Samnudi al-Mansuri, al-`Allama al-Shaykh Ibrahim:
Sa`adat al-darayn fi al-radd `ala al-firqatayn al-wahhabiyya wa muqallidat al-zahiriyyah.

32) Al-Saqqaf al-Shafi`i, Hasan ibn `Ali, Islamic Research Intitute, Amman, Jordan:
1-al-Ighatha bi adillat al-istighatha wa al-radd al-mubin `ala munkiri al-tawassul
2- Ilqam al hajar li al-mutatawil `ala al-Asha`ira min al-Bashar
3- Qamus shata’im al-Albani wa al-alfaz al-munkara al-lati yatluquha fi haqq ulama al-ummah wa fudalai’ha wa ghayrihim…

33) Sayf al-Din Ahmed ibn Muhammad: Al-Albani Unveiled: An Exposition of His Errors and Other Important Issues(Albani’nin hataları ve onemli hususlardaki yanlışlarının tanıtımı)

34) Al-Shatti al-Athari al-Hanbali, al-Sayyid Mustafa ibn Ahmad ibn Hasan, Mufti of Syria:
al-Nuqul al-shar’iyyah fi al-radd ‘ala al-Wahhabiyya.

35) al-Zahawi al-Baghdadi, Jamil Effendi Sidqi (d. 1355/1936):
al-Fajr al-Sadiq fi al-radd ‘ala munkiri al-tawassul wa al-khawariq .

36) Al-`Azzami, `Allama al-shaykh Salama (d. 1379H):
Al-Barahin al-sati`at.

[ El-Zehavi’nin eserinin ingilizce tercümesinden alıntıdır: ‘Selefi’ Hareketine Karşı Ehl-Sünnet Doktrini; Tercüme eden: Şeyh Hişam Muhammed Kebbani ]

——————————————————————————————————————————

37) Allame Tahir Sünbül:
El-Intisarü’l-Evliyâi e;-Ebrar

38) Mısırlı Seyyid Mustafa el-Bulaki, San’ani’nin Ibn Abdulvehhab’ı medhettigiği kasidesini meşhur bir kasidesiyle redetmiştir. Saadet ed-Dareyn de bu kaside zikredilmiştir ve yüzyirmialtı beyittir. Birinci beyitin meali şöyledir:

Hamde lâyık ve sahib olanın hamdiyle başlarım. Halkın yardımyla değil, Hakk’ın yardımıyla hidayet dilerim.

39) Seyyid Tabatabaî el-Basri de, San’ani’nin Ibn Abdulvehhab’ı medhettiği kasidesini, bir kaside ile reddetmiştir. O kasidenin birçok beyitleri yine “Saadet ed-Dareyn “ kitabinda zikredilmiştir. Ki o kaside San’ani’nin Ehl-i Sünnet ve necat olan cemaatın fikrine dönmesine sebep oldu. Sanani sonra şöyle der: Necdi hakkında söylediğim kasideden pişmanım. O fikirden geri döndüm.

40)Eş-Şeyhü’l-Müşrifi:
Isharü’l-Ukûk Mimmen Menea’et-Tevessüle bi’n-Nebiyyi ve’l-Veliyyi es-Sadûk.

41) Şeyh Mustafa el-Hammami el-Mısri:
Gavsü’l-Ibad bi-Beyani’r-Reşad

42) Dimaşklı Şeyh Ata el-Kesm:
El-Akbalü’l-Mardiyye alâ el-Vehhabiyye.

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s.584-587]

Categories: Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

SULTAN İBN KALAVUN’UN İBN TEYMIYYE HAKKINDAKİ EMİRNAMESİNİN SÛRETİ

«Rahman ve rahim olan Allah’ın’ adıyla… Bütün hamdler, her­hangi bir şeye benzemekten münezzeh ve herhangi bir şey kendi­sine eş olmaktan uzak olan Allah’a olsun. Nitekim Allahü Teâlâ, «Hiç bir nesne kendisine benzemez, gerçekten işitici, görücü ancak O’dur.» (Şûra, 11) diye buyurmuştur. Kitap ve Sünnetle amel etme­mizi emr ve ilham eylediği ve zamanımızda dinde şek ve şüpheyi or­tadan kaldırdığı için O’na hamdederim. İhlâsı nedeniyle (Kıyamet Günü) akıbetinin ve dönüş yerinin güzelliğini umut eden ve Allah’­ın «Nerede olsanız O sizinledir ve Allah ne yaptığınızı bilir.» (Hadîd, s.) -meâlen- buyurduğu âyet-i celileye dayanarak Yaradanı cihetten tenzih ederek, «Lâ ilahe illallah» (ondan başka hak bir ilâh bulun­madığına), O tektir, ortağı yoktur, diye şehadet ederim. Ve yine şe- hâdet ederiz ki, Efendimiz Muhammed’ O’nun kulu ve elçisidir. O Resulü ki, Allah’ın razı olduğu yola sülük edene kurtuluş yönünü göstermiş ve Allah’ın eserlerinde tefekkür etmeyi emr ile Zatın­da edilmesini yasaklamıştır. Allah, onun, âl ve ashabının üzerine salat ü selâm eylesin: O âl ve ashab ki, imanın alâmetleri onların himmetiyle yükseldi, bu dinin esaslarım onlarla, güçlendirdi ve on­ların vasıtasıyle haktan ayrılıp bid’atlara yönelen kimsenin çıkarttı­ğı yangını söndürdü.

Bundan sonra derim ki: Şer’î kaideler, yürürlükteki İslâmi ku­rallar, imanın ilmî rükünleri ve kabul edilen din mezhebleri bu di­nin esaslarıdırlar. Bunlar, dinde herkesin müracaat kaynaklandır. O yollara sülük eden kimse, büyük zafere ulaşır, onları terkeden kimse, şüphesiz elem verici bir azaba müstahak olacaktır.

İşte bu nedenle, bu esasların hükümlerinin muhafaza edilmesini ve devamını tekid etmek, bu ümmetin inancını ihtilâftan korumak, ittifak, şefkat ve rahmet terazisini doğru tutmak, bid’atten mütevellit fitneyi söndürmek, din ahkâmını parçalayan kimselerin top­lantılarını dağıtmak vâciptir.

Çağımızda İbn Teymiyye adlı kişi sözünü genişletip, cehâletiyle kelâmının yularını uzatmış, Allah’ın zat ve sıfat meselelerinden uygunsuz bir şekilde bahsetmiştir. Bâtıl kelâmında birçok münker şeyleri açıkça belirtmiştir. Sahabe ile tabiînin bahsetmeyip sükût ettikleri şeylere değinmiş, sâlihlerin ve bu ümmetin sembolü olan imamların bahsetmekten korundukları şeylerden bahsetmiş ve İs­lâm imamlarının inkâr ettikleri, âlim ve hâkimlerin hilâfına ittifak ettikleri meseleleri meydana çıkarmıştır.

Avam tabakasını aldattı ve çağındaki fâkihlere, Şam ve Mı­sır’daki büyük âlimlere muhalefet ettiği fetvalar çıkardı. Bunları, risâlelerine yazıp her yere gönderdi. O fetvaları, Allah’ın nâzil ey­lediği isimlerle adlandırdı. İşte, onun bu fetvâ ve risâleleri elimize geçip, kendisi ile müridlerinin sülük ettikleri ve açıkladıkları şeyle­rin beyanı bize ulaşınca, Allah kelâmının harf ve savt (ses) olduğu­nu, teşbih ve tecsim akidesini açıkça söylediği anlaşılmış oldu. Dolayısiyle bu büyük fitneden korkarak Allah’ın dinine yardım et­mek üzere ayaklandık ve bu bid’atı inkâr ettik. Onun memleketin­de bunların yayılması bize ağır geldi ve bâtıla inananların dedikle­rinden iğrendik. Allahü Teâlâ’nm buyurduğu, «İzzet sahibi olan Rabbini takdis et, onların vasıflarından…» (Saffat, 180) âyet-i celilesini okuduk. Zira Allah sübhanehu ve teâlâ Zatında, sıfâtında Ona denk ve benzer olacak her şeyden münezzehtir. «O’nu (Rabbi- nizi) gözler idrak edemez, O, gözleri idrak eder, O lütûf sahibidir, her şeyden haberi vardır:» (En’âm, 103) diye (meâlen) buyurmuş­tur. İbn Teymiyye’nin açıkça konuştuğu ve onun lâfızlarını işiten akıllı kimsenin, onun hakkında Allahü Teâlâ’ın «Umulmadık bir ­iş yaptın!» (El-Kehf, 73) diye (meâlen) buyurduğu âyeti okuduğu, bâtıl fetvâları Şam ve Mısır ülkelerimizde yayıldığı zaman, kendi­sini huzura dâvet etmek için emirnâmelerimizi gönderdik.

Akid ve hali ehli (imamet ve devlet işlerinde görevli) olan, tah­kik ve nakil sahipleri âlimlerden bir cemaat bize gelince, İslâm ka­dıları ve hâkimler, Müslümanların âlimleri ve din ile dünya âlim­leri hazır bulundular. Durumu müzakere etmek üzere, imamlar ile halktan, münazara ve itirazlar hususunda dirâyetli olanlardan mü­teşekkil bir cemaat huzurunda şer’i bir toplantı yapıldı. Kavillerine itimat edilenlerin dediklerine ve münker akidesine delâlet eden yazılarına göre, o meclisteki ulema ve halk nezdinde kendisine, isnat edilen tüm şeyler sâbit oldu. Meclis, onun kötü akidesini, inkârcı olarak kaleminden çıkan şeylerin şehâdetiyle hakkında Allahü Te­âlâ’ım buyurduğu, «Şahitliklerini yazacağız ve sorumlu olacaklar.» (Zuhruf, 19) âyetini okuyarak onu suçlayıp dağılmıştır. İşittiğimize göre, bu fetvaları için birçok defa yetkililerce kendisine tevbe etti­rilmiş ve dolayısıyla Şer’-i şerif cezasını te’hir etmiş, bu işten men edildikten sonra tekrar eski durumuna dönüp söz dinlememiştir.

İbn Teymiyye’nin bu suçu, Maliki mezhebinin hâkimi (kadısı) huzurunda sâbit olunca Şer’-i şerif onun fetvâ vermekten men edil­mesine hükmetti. İbn Teymiyye’nin, gittiği, bu bid’at yollara her hangi bir kimseyi sürüklemekten, onun itikadına tâbi olup, onun bu kavlini söylemekten, bu kelimelerine kulak vermekten, teşbih (Allah’ı başkasına benzetmekten) yolunda gitmekten, Allah için yu­karı ciheti olduğu hakkındaki konuşmasından, Allah’ın kelâmının harf ve savttan ibaret olduğunu söylemekten, tecsim (Allah’ın cisim olduğu) hakkinda konuşmaktan, akaidde doğru yoldan sapmaktan veya din imamlarının görüşünden çıkmaktan veya bu ümmetin âlimlerinin görüşünden ayrılmaktan veya Allah sübhanehu ve teâlâ’ın bir cihette olduğuna itikat etmekten nehiy eden ve bunu itikad eden kimsenin cezasının kılıçtan başka bir şey olmadığına da­ir emirnâmemizin yazılmasına da hükmettik.

Öyle ise, herkes bu sınırda durup haddi aşmasın! «Önce ve son­radaki iş, Allah’ındır.» (Rûm, 4). Hanbelîlerden herkes, din imam­larının inkâr ettikleri bu akideden (İbn Teymiyye’nin akidesinden), doğru yoldan saptıran şüphelerden dönmelidirler.  Allahü Teâlâ’nın emrettiği şeylerden, övülen iman ehlinin yollarına temessükden ayrılmamalıdırlar. Çünkü Allah’ın emrinden dışarı çıkanlar, şüphe­siz doğru yolu, kaybetmişlerdir. Bu gibi insanlara ceza olarak ezi­yetten başka bir şey olmayıp uzun zaman hapis edileceklerdir. Ha­pis ise, kötü bir yerdir.

Şüphesiz bizler, Dimaşk ve Şam diyarına ve bu yerlere yakın ve uzak yerlere şöyle bir resmî emir çıkardık: İbn Teymiyye’ye be­yan ettiğimiz hususlarda tâbi olanları şiddetle nehiy eder, onları kor­kutarak tehdit ederiz. Onu koyduğumuz yere (hapse) göndereceğiz. Onu ümmetin gözünden düşürdüğümüz gibi taraftarını da düşürü­rüz. Israr edip de onu müdafaa edenin, medreselerinden ve görev­lerinden azledilmelerini emrederiz. Onları rütbelerinden düşürece­ğiz. Onlar için ülkemizde hiçbir hüküm ve velâyet ve şâhidlik, ima­met, hattâ hiçbir mertebe ve ikame hakkı olmayacaktır. Zira biz bu bid’atçınm (İbn Teymiyye’nin) iddiasını ortadan kaldırdık ve Al­lah’ın birçok kullarını sapıttığı veya sapıtmaya yaklaştırdığı kötü akidesini iptal ettik. Hattâ o kötü akidesi yüzünden halkın çoğu doğ­ru yoldan saptılar ve yeryüzünde fesat çıkardılar. Hanbelîler de bu kötü fikirden dolayı şer’î sicil defterlerinde tesbit edilsin, tesbitten sonra bu resmî kayıtlar Malikî kadılara gönderilsin. Bu husustaki korkutmamızda haklı olarak insafa dayandık. Bu şerefli emir yazımız, ovada, şehirde ikâmet eden herkese de belâğatli ve kötü inanç­tan men edici olmak üzere câmi minberlerinde okunsun. Bu emir­namemiz, 705 H. Ramazân ayında yazılmıştır.»

İbn Teymiyye hakkındaki bu emirname hakkında, tâbilerinden «Uyûnü’t-Tevarih» adlı kitabın yazarı İbn Şakir’in dediklerini zik­rediyorum ki, kendisi İbn Teymiyye’nin tâbilerinden olduğu halde der ki: İbn Teymiyye, şafak vakti bir müezzin Mezenet El-Arus’ta, «Ey Allah’ın Resûlü! Sen benim vesilemsin», diye günahı ve düşkün­lüğü için Allah’a yalvararak bu şiiri okuduğunda, ona sen, Allah’a şerik koştun, demesi üzerine iyice dövüldü, öldürmeğe teşebbüs etti­ler. Sonradan tevbe ettirip, İslâmiyetini tecdit ettirip, öldürmekten vazgeçtiler.

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s. 391-395]

 

 

Categories: Ibn Teymiyye | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Kıtlık anında hz Aişe’ye yapılan şikayet ve sonrası!(TEVESSÜL)


İmâm Hafız Dârimî (v. 255/869), “Sünen” adlı eserinde “Allah’ın (celle celâluhû) Peygamberimize vefatından sonra verdikleri” başlığıyla açmış olduğu babta şöyle demiştir: “Ebû Nûman, Said b. Zeyd’ten, o, Amr b. Mâlik en-Nekri’den, o da Ebû’l-Cevza Evs b. Abdullah’tan şunu rivâyet etmiştir:

“Bir ara Medine’ye çok şiddetli bir kıtlık isabet etmişti. Herkes durumdan, Hazreti Âişe’ye şikâyetçi olmuşlardı. Bunun üzerine Hazreti Âişe: “Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gidin ve gökyüzü ile arasında bir engel kalmayacak şekilde çatısına bir pencere açın” diye tâlimat vermişti. Gidip aynen dediğini yaptık. Akabinde otlar yetişip, hayvanlar semizleşinceye kadar yağmur yağmıştı. Hayvanlardan bol bol yağ temin ettiğimiz için bu seneyi “yağ veren yıl” olarak anmaya başlamıştık.”

[Dârimî,sayfa 277 no.93; İbnü’l-Cevzî, el-Vefa (1534); Darimî, es-Sünen I, 56; Suyutî, Hasâis, II, 280; Nebhanî, Huccetullah, s.1090; Zürkanî, Şerhu’l-Mevahib, VIII, 801; Zübeydî, Tacu’l-Arus, XIII, 388; İbn Esir, en-Nihâye, III, 409; Behcetü’l-Mehafil, II, 129; Aliyyu’l-Karî, Mirkat, X, 290; Mişkatu’l-Mesabih, (5950); Mevahibu’l-Leduniye, II, 365; Cem’ü’l-Fevaid, (2086); Şevahidu’l-Hak, s.160; İbn Teymiye, Ziyaretu’l-Kubur, s. 32; İbn Merzuk, Berâatu’l-Eşarî, s. 357; Gımarî, İrgam, s. 24; İsmail b. Mahfuz, Mesaf, s. 187; Elbanî, Tevessul, s.178.]

———————

Elbanî bu hadiste zayıf dediği Said b. Zeyd’in bulunduğu başka bir hadiste Said b. Zeyd’in hakkında şunları söylemiştir:
“Hadisin isnadı hasendir. Ravilerinden hepsi de güvenilirdir. Said b. Zeyd hakkında söz söylenmiştir. Ama bu, onun hadisini hasen derecesinden aşağı düşürmez. İbnü’l-Kayyim de hadisin isnadının ceyyid olduğunu söylemiştir.”
[Elbanî, İrvau’l-Galil, V, 338.]

Hafız b. Hacer “Takrib”de, hadisin râvîlerinden Ebû Said Zeyd ve Amr b. Mâlik için “Güvenilir ama vehimlidir” ifâdelerini kullanmıştır.
Hadis âlimleri, İbn Hacer’in “güvenilir ama vehimli” ifadesinin, râvînin zayıf değil de, güvenilir ve sika olduğuna delalet eden ifâdelerden olduğunu belirtmişlerdir. “Tedribü’r-Râvî” de böyle zikredilmiştir
Buharî, (et-Tarihu’l-Kebir, III. 472), İmam İcli (Tarihu’s-Sikât s;184), Ebû Cafer ed-Darimî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Züra, İbn Hibbân, İbn Sa’d ve başkaları. Kim o başkaları? Mesela bazı sözde selefilerin sandığı gibi İbn Main onu zayıf değil, bizzat kendi eserinde Said b. Zeyd’i sika görmüştür[İbn Main, Tarih, II.199-Zehebî, Kaif I. 361]

Bu açık beyan karşısında Ukaylî’nin (v. 323/934) İbn Maîn onun hakkında “zayıftır” dediğine dair naklettiği bilgi[bkz: Duafâ, II, 105, 106] doğru olmasa gerekir. Eseri tahkik ederek neşreden Kal’acî da dip notta, Saîd b. Zeyd’in sika olduğunu, Nesaî dışındaki Kütüb-i Sitte müelliflerinin onun hadisleri tahriç ettiklerini söyler.

Elbani bu hadisi zayiflatma cabasindaki diger bir girisimide şöyledir:
Arîm diye bilinen Ebû’n-Nu’man Muhammed b. el-Fadl güvenilir bir ravi olsa da, ömrünün sonunda ihtilata uğramıştır. Bu haberi Darimî’nin ihtilat öncesi mi, sonrası mı, Arîm’den dinlediği bilinmemektedir.
[Elbanî, Tevessul, s. 140-141, Tercemesi s. 178-179.]

Hadisin senedinde adı geçen Ebû Nu’man, “Arim” lakaplı Muhammad b. Fazl olup, Buhârî’nin hocalarındandır. Hafız, “Takrib” adlı eserinde onun için: Sika/güvenilirdir. Fakat ömrünün sonlarına doğru bu hali değişmiştir” demektedir.

İbnu’s-Salah; Buharî ve Zühlî gibi muhaddislerin, Arîm’den aldıkları rivayetlerin ihtilattan öncesine aid olması gerektiğini laydetmektedir
[İbn Salah, Ulumu’l-Hadis, s. 356.]

Zehebî, İbn Hibbân’ın; “Arîm, ömrünün sonunda ihtilata uğradı ve ne rivayet ettiğini bilmeyecek kadar tegayyüre maruz kaldı. Bundan dolayı da, rivayetleri içinde çok sayıda münker hadis vardır…” şeklindeki sözlerini şöyle reddeder: “İbn Hibbân, ravi Arîm için hiçbir münker hadis gösterememiştir. Peki, nerede kaldı onun iddiası?!”
[Zehebî, Mizan, VI, 298; Leknevî, er-Re’fu ve’t-Tekmil, s. 279]

Zehebî, Ruvvatü’s-Sükati’l-Mutekellim’de der ki: “Arîm güvenilirdir, hüccettir. Sonradan ihtilata uğradı ise de, bunda zarar yoktur. Zira ihtilattan sonra söyledikleri bilinmiştir.”
[Zehebî, Ruvvatu’s-Sukati’l-Mutekellim, I, 162.]

Darakutnî ise: “Arîm’in ihtilatından sonra münker bir hadisi ortaya çıkmamıştır, o güvenilir bir ravidir”
[ Zehebî, Mizan, VI, 298; Tehzibu’t-Tehzib, IX, 358; Kitabu’l-Muhtelitin, I, 117; Zehebî, Tezkiratu’l-Huffaz, I, 301; Ebû Abdullah es-Salihî, et-Tabâkat, II, 35.]

el-A’laî de, İbn Hibbân’ın, Arîm hakkındaki sözlerine şöyle itiraz eder; “…Bu haddi aşmak ve aşırı gitmektir! Buharî, Ahmed b. Hanbel, Abd b. Humeyd ve birçok insan Arim’den hadis rivayet etmiş, Müslim onunla huccet getirmiştir. Darakutnî’nin; “İhtilatından sonra Arîm’in münker hadisi çıkmamıştır. O güvenilirdir” demesi, İbn Hibbân’ın sözünü reddetmektedir.”
[el-Alaî, Kitabu’l-Muhtelitin, I, 117.]

Kaldı ki Elbanî, hakkında ihtilaf edilen (muhtelifun fih) bir ravinin bulunduğu bir hadis için: “Hasen olması muhtemeldir’ diyebilmektedir
[Silsiletü’l-Ehadisi’s-Sahiha, IV, 354. senedi hakkında ihtilaf edilen İsa b. Cariye’nin bulunduğu hadis için aynı ifadeyi kulanır.]

Buyuk alim Meragi diyorki: Medineliler kitlik oldugu zaman kabri serifin bir tarafindan bir delik acmayi adet edindiler.

Buna ilavet Semhudi diyorki: Bugun bile boyle bir seyle karsilastiklari zaman,turbenin mubarek yüzü tarafina gelen kapisini acarlar ve orada toplanirlar.
[zeyni dehlan,degerli inciler, sayfa 62-63]

Bazıları bu rivayetin Hz. Ayşe -radıyallâhu anhâ-’ya kadar gelen ama Peygamberimize kadar dayanağı olmayan ‘mevkuf’ bir rivayet olduğunu iddia etmişlerdir. Bu rivayette anlatılanlar, Hz. Ayşe -radıyallâhu anhâ-’nın kendi görüşü olsa bile şu bilinmelidir ki Hz. Ayşe -radıyallâhu anhâ- alim olmasıyla şöhret bulmuş biridir. Bunun yanında söylediği bu amelin sahabenin diğer büyük âlimleri önünde gerçekleştirmiş olmalıdır. Bu rivayet ‘Mevkuf’ kabul edilse bile Hz. Ayşe, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefatından sonra bile ümmetine acıyarak onlara şefaat ettiğini, kabrini ziyaret edip ondan şefaat isteyene şefaat edeceğini, uygulayarak bizlere göstermiştir. Bu delili burada görebilmek bizim için fazlasıyla yeterlidir.
Milleti küfür ve sapkınlıkla itham etme meraklılarının yaygaralarına bakacak olsak, Hz. Ayşe -radıyallâhu anhâ-’nın bu hareketini şirk olarak kabul etmek gerekecektir ki bu asla mümkün değildir. Zira ne Hz. Ayşe, ne de bu hadiseye şahit olan diğer sahabiler şirki bilmeyen insanlar değillerdi.[Mefahim]

Categories: Tevessül, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

PEYGAMBERLER MEZARLARINDA DİRİDİRLER…!

Hamd Allaha Salat ve Selam Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve Şerefli sahabilerine(r.a) olsun

Sevgili kardeşlerimiz,Vehhabilerin içerisinde saygin şeyhlerinden El Albani “Silsilet el Hadis Sahihah” isimli kitabinda şöyle bir hadise yer vermektedir:

“Enes Bin Malik(r.a) nakletdi ki,Allah Rasülü(s.a.s) dedi:”Peygamberler mezarlarinda diridirler ve ibadet ederler”

(Silsilet el Hadis Sahihah,cilt 2,sayfa 187,hadis numarasi 621,El Marifiln Nesr yayinevi,Riyad)

Categories: Ölüler işitir-Ruh ölmez, Kabir ve ruh | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

VEHHABİ EL ALBANİNİN KİBRİ…!


Hamd Allaha,Salat ve selam onun Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve şerefli sahabilerine(r.a) olsun!

Değerli kardeşlerimiz,Vehhabiler nezdinde yüksek bir makama sahip Albaninin ne kadar kibirli olduğunu kendi kitaplarindan size sunacağiz.Gördüğünüz resim El Albaninin fetvalarinin toplandiği “Fetavai Albani” isimli kitabin 524-cü sayfasidir.Bu sayfada şu sözler geçiyor:

“Eğer ben Buharideki bir hadisin zayif olduğuna hüküm vermişsem, bu doğrudur ve böyle kabul edilmelidir.Birçok sebepten ötrü asla inkar edilmesi mümkün değildir ”

Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 4/36)

Categories: Vehhabi Fitnesi, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.