Posts Tagged With: imam kevseri

Ibn Abdilber ve Akaid bahsi (1)

SELEFÎ-VEHHABÎLER İBN ABDİLBER’İN, KENDİ SAFLARINDA YÂNİ  MÜCESSİM AKİDESİ ÜZERE OLDUĞUNU İDDİA EDİYORLAR. BU KONUYA AÇIKLIK GETİRELİM İNŞAALLAH.

Şeyh İbn Abdilber, icmalen birçok meselede Ehlisünnet’e muvafıktır. Ona verilebilecek en güzel unvan; zahirî bir muhaddis ve gereğince derinlemesine akaid ilmi almamış olan bir fakihtir. Bu yüzden onun sözlerinde, Ehlisünnet’e uygun olan ve ya Ehlisünnet’e muhalif olan şeyler görebilirsiniz. Özellikle İstiva konusu ve Allah u Teâlâ’ya mekân isnad etme konusu ve bu konularla alakalı olan benzerî meselelerde. İbn Abdilber’in sözlerini okuyan kişi onun sözlerinde çelişkiler ve karışıklıklar görebilir fakat ona açıkça MUCESSİM diyemez ve de İbn Teymiyye ile tamamen uyumlu bir âlimdir diyemez. Bilakis İbn Teymiyye ile aslî konularda muhaliftirler. Örneğin; İbn Teymiyye: ”Allah u Teâlâ için ‘İNTİKAL’ fiilini kullanır”. İntikal demek; yani bir mekândan başka bir mekâna geçmek, buna misal; İbn Teymiyye’nin, Allah u Teâlâ’nın Arş’tan inip dünya semasına inmesi, sözü gibi. Bu konuda İbn Teymiyye ile İbn Abdilber muhaliftirler. Aynı şekilde İbn Teymiyye’ye zıt olarak, havadislerin (yaratılmışların) Allah u Teâlâ’nın zatına hulul ettiğini de İbn Abdilber söylemiyor. İbn Abdilber’in İstiva konusundaki sözü İbn Teymiyye ile muvafık olmayıp tamamen zıttır. Fakat ilk MUCESSİM’LER olan, Ebu Ya’la ve İbn Kudame’nin sözleriyle uygunluk gösterebilir. Genel olarak şunu söyleyebiliriz; bu tür akaid konularında İbn Abdilber’in sözleri çelişkili ve karışık sözlerdir ve bu sözlere itimad edilmez. Birazdan sözlerini sizlere nakledip aradaki karışıklık ve çelişkileri dile getireceğiz inşaALLAH.

İbn Abdilber hakkında en mükemmel ve en isabetli görüş; Allame Muhakkik Zahid el-Kevserî’nin görüşüdür. İbn Abdilber hakkında söylediklerini size özet olarak nakledeceğiz inşaALLAH: sözleri birbiriyle çelişkilidir ve sözleri bazı mucesimlerin sözleriyle karışmıştır. Çünkü İbn Abdilber, kendi bölgesinde bulunan diğer alimler gibi, sahih ve sağlam bir akide dersini öğrenmek için doğu ulemasına gidemedi. Onun bu durumu, İmam Ebi’l Velid el-Baci hariç, İbn Ebi Zeyd ve onun gibilerinin durumu gibidir. Onun sözlerindeki çelişkinin bulunması ve el-Bacî’nin kelamının düzgün ve sağlam olmasının sebebi budur. Şu genellemeyi yapabiliriz: İbn Abdilber, tam anlamıyla bir Mücessim değildir, ona kayıtsız bir şekilde Mücessim demek doğru değildir. Ondan sadır olan sözlerin hepsine göre kayıtlı bir şekilde Mücessim denebilir. Bu durum, birazdan da size açıklayacağımız İbn Abdilber’in ”et-Temhid” adlı kitabındaki sözlerinden zahiren anlaşılan durumdur.    Sözlerimizi destekleyici olarak İbn Abdilber’den bazı nakiller yapacağız inşaALLAH. İbn Abdilber’in sözlerinin çelişkili olduğu ve akaid konusunda kökleşmiş bir derin bilgiye sahip olmadığını dile getiren sözleri: Nuzul hadisinin şerhinde söylediği söz (3/277, İhyaut-Turas Baskısı) 276. sayfada İstiva’nın manası hakkında diyor ki: ”bir cemaatin dediğine göre burada, Allah u Teâlâ’nın yedi semalar üstündeki semada Arş’ın üstünde olduğuna dair delil vardır.” Sayfa 277’de ise; ”İstiva lugatta (sözlükte) bilinen ve açık olan bir şeydir. Bir şeyin üstünde olmak, ondan yüksekte olup yukarısında olmak ve oraya yerleşmek yani mekân edinmektir. …. Ebu Ömer: İstiva, yukarıda olup orayı mekân edinmektir.” Mutezile’ye cevaben ise şöyle demektedir: ”Mutezile’nin delili eğer bir mekânda olsaydı, mahlûkatların O’nda tesiri olurdu. Çünkü mekânın kendisini kuşattığı (ihata ettiği) ve mahlûkatların kendisini içine aldığı varlık gerekli ve bir mana ifade eden bir varlık değildir. Çünkü Allah u Teâla kendi yarattığı hiçbir şeye benzemez.”   (Burada İbn Abdilber’in bahsettiği mesele; Allah u Teâlâ vacib-ul vucudtur. Vacib-ul vucud olmazsa olmaz demektir. Bu durumda mekânın kendisini kuşattığı varlık vacib-ul vucud olamaz. İbn Abdilber’in sözünün manasını anlamayanlar için açıkladık)
Sonra şöyle demiştir: ”Müslümanlar demiş ki; bizden herhangi bir akıl sahibi mekânsız var olan bir varlığı tasavvur edemez. Çünkü bir mekânda olmayan yok demektir.”   Bu İbn Abdilber’in hatasıdır, Allah u Teâlâ’ya mekân isbat ediyor. Onun, İstiva istikrar (mekân edinmek) manasındadır demesi âlimlerin de belirttiği gibi hiçbir şekilde doğru olmayıp lugata da uygun değildir. Ama İbn Abdilber’in kabul etmediği ve İbn Teymiyye ile muhalif olduğu, mahlûkatların Allah u Teâlâ’nın zatına hulul etme, hal değiştirme ve Allah u Teâlâ’nın bir yerden bir yere intikal etme meselesini kabul etmemesi hak ehline Ehlisünnet’e uygundur. Bu da sayfa 280’de bulunmaktadır: ”İntikal (yer değiştirme) ve hal değiştirmesi, bu tür sözleri Allah u Teâlâ’ya kullanmak imkânsızdır.” Aynı şekilde İbn Abdilber’in, Allah u Teâlâ’nın cisim olmadığını ve hareket etmekten münezzeh olduğunu ”intikal”i kabul etmediğini söylediği sözleri de sahihtir. Aynı sayfada şöyle diyor: ”Allah u Teâlâ’nın cisim ve cevher (bölünmeyen en küçük yapı birimi) olmadığı kesinleştikten sonra, gelmesi ve yer değiştirmesi de gerekmez.”

Evet değerli kardeşlerim; çok kısa ve öz bir şekilde İbn Abdilber’in sözlerindeki çelişkileri görmeniz için yeterli birkaç delil. Lakin İbn Abdilber için kayıtsız bir şekilde MÜCESSİM denemez! İbn Abdilber’in Ehlisünnet’e muhalif olan sözleri kesinlikle yanlıştır ve kabul edilemez. Aynı şekilde İbn Teymiyye’nin etbaı (onun yolunda gidenler) olan Mücessimler kalkıp da İbn Abdilber’in sözlerini kendilerine delil olarak gösteremezler. Çünkü İbn Abdilber, birçok aslî meselelerde İbn Teymiyye’ye muhalefet etmiştir. Hareket ve yer değiştirme (intikal) gibi konularda Selefî-Vehhabîler’e ve onların şeyhi olan İbn Teymiyye’ye tamamen muhaliftir ve onlarla muvafık değildir. İbn Abdilber bu konularda çelişki ve karışıklık merkezidir. Allah’a şükürler olsun ki, İbn Abdilber’in bu konu dışındaki hemen hemen bütün sözleri Hak Ehli Ehlisünnet’e uygundur. Biz de âcizane, bu konu hakkında bildiğimiz kadarıyla cevap verdik. Siz de İbn Abdilber’in kitaplarını okursanız, bazen Ehlisünnet’e o kadar yakın olduğunu görürsünüz ki isteseniz dahi onu normal Ehlisünnet âlimlerinden ayırt edemezsiniz. Bazen de karışık ve çelişkili olarak görebilirsiniz onu, fakat ona direk ve kayıtsız bir şekilde Mücessim diyemezsiniz. Bu çelişkilerin de tek sebebi, Allame el-Kevserî’nin de buyurduğu gibi, İbn Abdilber’in akaid ilmindeki yetersizliği ve akaid ilmini itkan edememesindendir.

Categories: Istiva/tevil | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mutlak içtihad!!

Imam Münavi, Camiussağir üzerine yazmış olduğu Şerh-i Kabir’ inde şöyle demiştir: Allame ibni Hacer-i Heytemi şöyle ifade etmiştir: ”imam Süyuti ictihad edebileceğini iddiaya kalkınca, o asrın alimleri ayaklandılar, hepsi bir ağızdan atışa geçtiler ve ashabın iki gruba ayrıldığı mes’elelerden kendisine süal açtılar. Şayet ictihadın en aşağı mertebesi bulunan fetva verme ictihadına sahip ise, bunlara cevap vermesini istediler ve: Bu vecihlerden racih olanı, müctehidlerin kaideleri üzerine söyle”dediler. imam Süyuti, bazı meşguliyetleri sebebiyle bunlara bakamadığını ileri sürüp, süalleri cevapsız bırakdı.

Şihab demişdir ki: “ictihadın en düşük derecesi olan fetva vermenin zorluğunu düşün! O zaman mutlak ictihad iddiasına kalkan zavallının durumundaki şaşkınlık ve fikrindeki bozukluk kendiliğinden ortaya çıkar. Bu iddia, kör yürüyüşünü andırır. Gözü zayıf bulunan bir devenin, kah oradan, kah başka bir yerden atlamasına benzer. Kim mutlak ictihad fikrini tasavvur ederse, şu zaman insanlarından birisine bu sıfat ve salahiyeti nisbet etmekte Allah’tan utansın.

Ibni Salah ve buna tabı olan kimseler, “Üçyüz seneden beri, ictihad kesikliğe uğramışdır” dediler. ibni Salah, altıncı hicret asrında yaşamıştır. Onun yaşadığı devre göre, ictihadın ardı üçyüz yıldan beri kesilmiş olursa, ibni Hacer’in yaşadığı onuncu asra nisbetle bu müddet altıyüz seneye yükse[miş olur. Şu anda, bin seneye yakın bir zamandan beri, ictihadın arkası kesilmiş olmaktadır.

Zira biz. Hicri 14. asrın 1 7. yılında bulunuyoruz. Bu sene, “Huccetullah alel Alemin” adlı kitabın telif edildiği yıldır. ibni Salah, bazı usul alimlerinden “imam Şafiinin asrından sonra müctehid-i mutlak yokdur” dediklerini nakil etmektedir. Bahr sahibi, “Şafii nasları kaybolsa, göğsümden doldururum” demişdir. Bu gibi alimler ictihada ehil olmazlarsa, onların ibare ve ifadelerini anlayamayan bir takım kimselerin mutlak ictihada salahiyetleri nasılolabilir?

Şafii mezhebine mensup bulunan imam Rafii’den naklen “Envar”da şöyle denilmektedir: “Halk, bu gün müctehid bulunmadığı fikrinde ittifak etmiş gibidir.” Şam havallsinin değerli alimi ibnü Ebiddem, ictihadın şartlarını sıraladıktan sonra şöyle demiştir: “Bu şartların, zamanımızdaki alimlerden bir şahısda bulunması düşünülemez. Bu gün bir müctehid-i mutlakın mevcut olması şöyle dursun, kendi imamının ictihadlarında sözleri muteber görülebilecek “Müctehidün fil-mezheb” bile yoktur. Bu nedir? Allah’ın, halkı ictihadtan aciz bırakması ve zamanın (böyle alimler yetişdirmekten) kesitdiğini ve kıyametin yaklaştığını kullarına ilanından başka bir şey değildir.
Şeyh’ul-ashab ei-Kaffal diyor ki: “Fetva iki kısımdır: Biri ictihad şartlarını kendisinde toplayan kimsenin fetvasıdır ki, bu kaabiliyette kimse bulunamaz. ikincisi, hak mezhebierden birine intisap edip, bu mezhebi öğrenmek ve bu sahada mezhebin usülünden hiçbir şey müstesna kalmamak üzere ihtisas sahibi olmaktır. Bir vak’adan sorulduğunda, nassı biliyorsa soran arkadaşına cevap vermek; şayed nas yoksa, mezhebinin usülü üzerine ictihadda bulunmakdır. Bu kabilden bir fetva sahibi, kibrit-i Ahmer den daha azdır.

Kadri yüksek, mezheb sahasında söz sahibi, Kaffal’in sözü bu olunca, asrımızın alimleri nasıl müctehid olurlar? Kadı Hüseyin, Füranl imamülharemeyn Abdülmelik’in babası Abdül-ilah, Seydalanl Büşenci hep onun yetiştirdiği alimlerdir.Bu zatlar ve Ebü Hamid  azali’nin talebeleri vefat edince ictihad yolu kesilmiş oldu. Onların gayesi, mezhebin hükümlerini aktarıp anlatmak ve onu korumaya çalışmaktır. Şu zamanda dünya bu kırattaki alimlerden boşalmış durumdadır.

Huccetül-islam imam Gazali, asrında müctehid bulunmadığını ihya’da sarahatle şöyle ifade etmektedir: “Kendisinin ictihad rütbesi bulunmayan kimseye gelince, -ki her asrın insanının hükmü budur-mezhebinin hükmünü nakl ederek fetva verir. Şayet mezhebinin bir zayıf noktası açığa çıkarsa onu terk etmez.”

EI-Vasit’de de şöyle demektedir: ” Kadı’da aranan ictihad şartları, asrımızda bulunmaz hale gelmiştir.”

Kim bu bahisde genis olarak bilgi öğrenmek isterse ‘Vasit’ e baş vursun ve ibni Kaası m’ın · “Cemu’I-Cevami” haşiyesine, lbni Hacer’in fetvasına ve Şeyh Muhammed’übnü Süleyman’ül-Kürdl’nin fetvalarına, ilim adamlarının usül-i fıkıh kitaplarına müracaat etsin. Bu kitaplarda; “Mutlak ictihad” müsadesi şöyle dursun, ictihadın kesildiğine dair hüküm bulacaktır.

Allame Kürdi diyor ki: Asırlar öncesinden beri ictihadın son bulduğuna dair Fahr-i Razi ve imam Rafii ile imam Nevevi’nin hükümleri şöyledir:

“Bu gün halk, ictihadın son buldugunda ve muctehıd bulunmadığında icma yapar gibi ittifaka varmışlardır.” ictihad derecesine ulaşmayan kimse sahih bir hadis gördüğü zaman ona muhalefet yapmaya nefsi cömert davranmaz ise bu kimsenin uygulayacağı hüküm, müctehidlerden fikir aldığı kimseyi inceleyip, bu mevzuda onu taklit etmektir. Imam Nevevı, Ravdatu t-Talıbın adlı eserinde söyle ifade etmektedir: “ictihad derecesine ulaşmayan bir kimsenin kitap ve sünnetten hüküm çıkarmaya kalkışması caiz değildir.”
Ictihadın zorluğunu anladınsa bu takdirde; bir kısım ilim talebesinin, kendilerinin, “Mutlak ictihad” derecesine ulaştıklarını, kitap ve sünnetten dini hükümler çıkarmaya ehliyet sahibi bulunduklarını, dört imamdan birini taklit etmeye ihtiyaçları olmadığını; yetişdikleri mezhebi terk edip, islami mezheblere karşı sakat düşünceleriyle itiraz ettiklerini ve “Biz bir takım adamların reyleriyle amel edecek değiliz” demelerini ve buna benzer gurur ve cehalet ehline yakışan ifadeler kullanmalarını da anlamış olursun. Bu iddialar, şeytanın vesvesesinden ve nefsani bir davaya kapılmaktan doğar. Bu kimseye böyle sözleri konuşturan amil, kıt akıllı ve dini sahada zayıf olması, nefsani hareketlere ve cahilliklere razı olmasıdır. Katmerli ayıpları, bu hallerinin üzerine dürülmüş ve vesvese, ahmaklık ve utanmazlıklarından doğan istekleri açığa çıkmış bulunmaktadır. Allah’ın gadabına uğramaları ve kullarının bu kimselerden hoşlanmaması sebebiyle arzuları kursaklarında kalmıştır. Halka rezil olmuşlar ve hicve uğrayarak istihzaya maruz kalmışlardır.

“Kimin nefsi cahilse, başkasının re’yini kendisinden daha düşük takdir eder.”

Avamdan bazı insanlar gördüm, Kur’an-i Kerim ve Sahih-i Buhari’den şer’i hükümleri çıkarabileceklerini iddia ediyorlardı. Cehalete ve sapıklığa bakınız! Aman kardeşim, böyle laflar etmekten sakın. Bu gibi ahmaklar ile toplantıya katılmaktan da çekin. Kendi mezhebine sahip ol, dört imamdan hangisini dilersen onu taklit et. Fakat bu taklidin, dilediğin şekilde hareket etme ruhsatı ve dini hükümlerde mezhebierin telfıki şeklinde olmasın. Zira hiçbir imam telfik’e müsaade veren bir söz söylememiştir. Bu fikir memnudur.

Bir kaç hadis, biraz Arabca ve ancak orta derecede bir bilgi öğrenmişlerdir . . . Bunlara “Alim” ünvanının takılması, ancak bu asırda görülebilmektedir. Bununla beraber, bu kimseler ile dini hükümlerde ictihad etme derecesi arasında polis ile devlet reisi arasındaki kadar büyük bir açıklık mevcuttur. Lakin bu zavallılar; gafletleri, akıllarının azlığı ve kendilerini beğenmeleri sebebiyle, noksan ve hataları belli olduğu halde, bunda olgunluk bulunduğunu zannederler. Şeytan, bu yalan davada ehliyetleri varmış gibi fikirlerini onlara süslü gösterir. ictihada yeltenmeyi, “Takvaca hareket etmek ve dini sahada araştırma yapmaktır” diye yutturmaya uğraşır. Dinlerinin selameti için müctehidlerden birini taklit etmeyi caiz göstermez ve hiçbir kimsenin aracılığı olmadan dinlerinin hükümlerini kitap ve sünnetden çıkarmak gerektiğini telkiyn eder.

[Yusuf Nebhani, Şevahidü ‘l-Hakk, sayfa 20-23]

Categories: Ictihad/hüküm çıkarmak, Sahih hadis benim mezhebimdir sözün izahı | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.