Posts Tagged With: imam gazali

Şefaat

Hüccetü’l-İslam İmam Gazall, şefaat inancı konusunda ölçü niteliğinde önemli izahlarda bulunmuştur:

“Şefaat beklentisine girmek suretiyle takvayı terk edip isyana dalmak, bir hastanın akrabasından olan bir hekime itimad ederek kendisini tehlikelere atmasına benzer. Zira tabi b, her hastalığı de­ ğil, bazı hastalıklan tedavi edebilir. Artık tabibe bel bağlayarak, hastanın zararlı yemekleri yemesi caiz olmaz. Çünkü tabib her hastalığa müdahale edemez. İşte Peygamber ve salihterin yakın­ larına ve mensupianna yapılacak şefaati de bu şekilde anlamak gerekir. Bu idrak ve anlayış, korku ve sakınma duygusunu bir an bile ortadan kaldırmaz. Nasıl kaldırsın, peygamberden sonra en
hayırlı halefi sahabe-i kirarn olduğu halde, onlar bile toz-toprak olmayı temenni etmişler, ahiret korkusundan dolayı birer hay­van olmayı istemişlerdir. Halbuki bunlar, kalpleri temiz, amelleri güzel, takva sahibi olgun insanlardır. Mahza kendilerine mahsus olarak Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından cennetle müjdelendikleri halde, sırf peygamberimizin şefaatine bel bağlamamışlar; korku
ve haşyeti bir an olsun kalplerinden çıkarmamışlardır. Kaldı ki, sohbet ve öncülükte onlar gibi olmayan, onların seviyesine hiç­bir zaman ulaşamayanlar, nasıl şefaate güvenebilirler?
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, III/332.]

“Bil ki, bir kısım müminlerin cehenneme girişi gerçekleşince, Yüce Allah, lütfu ve merhametiyle peygamberlerin, sıddiklerin, hatta alimlerin, salihterin ve Allah katında ameli iyi ve itibarlı olan herkesin onlara şefaatte bulunmasını kabul eder. Bu kimseler,
ailesine, akrabalarına, arkadaş ve tanıdıklarına şefaat edebilirler. Bu nedenle onların katında kendin için bir mevki (rütbe) edin­ me konusunda hırslı ol. Şöyle ki: Kesinlikle hiçbir insanı küçük görme. Zira Allah Teala, velilerini kulları arasında gizler. Belki
de senin gözünün tutmadığı ve hoşlanmadığın kimse Allah’ın ve­ lisidir, bilemezsin ki!. Bir de asla hiçbir günahı küçümseme! Zira Yüce Allah, gazabını kendisine karşı işlenen günahlar içinde giz­ler. Bilemezsin, belki de Allah’ın gazabı senin önemsemediğin o
günahtadır. Hiçbir itaat ve iyiliği de küçük görmeyesin; zira Allah, rızasını o iyilik içinde gizlemiş olabilir. Velev ki, bu amel güzel bir kelime, veya bir lokma, ya da iyi bir niyet olsa da.”
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, IV/476.]

“Bilmiş ol ki; her Müslüman Resul-i Ekrem’in şefaatini bekler. Asıl olan akrabası da bunu öncelikle bekler. Fakat müttakilerden olup, Allah’ın gazabına uğrayanlardan olmamak şarttır. Allah Teala, gazaplandığı kimseye şefaat izni vermez. Zira günahların bir kısmı vardır ki, Allah’ın mekrini, gazabını icab ettirir. Bu hususta şefaate izin verilmez. Bir de, şefaat saye­sinde afvolunacak günahlar vardır, afvolunmayacak günahlar vardır. Mesela, dünya hükümdarlarının yanmda işlenen suçlar:
Bir kimse hükümdar nezdinde ne kadar itibarlı olursa olsun, onun şiddetle gazap ettiği hususlarda şefaatçi olmaya kalkışamaz. Öyle suçlar vardır ki, affettirme cesareti bile kimsede görülmez. Günahlarda da hüküm böyledir. Öyle günahlar var ki, bunlara
şefaat yapılamaz ve şefaat ile cezanın önüne geçilemez.”
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, lll/331.]

Büyük mutasavvıf ve müfessir Haris el-Muhasibi ise, şefaat konusundaki kanaatini kısaca şöyle ifade etmiştir: “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), yakınlarına şefaat edeceğine göre, aynı şekilde her salih insan da akrabalarına şefaatte bulunacaktır. Ancak, Allah’ın gazap ettiği kimselere hiçbir peygamber veya başka birinin şefaat etmesine izin verilmemiştir. Görmez misin ki, Allah, melekleri hakkında “Onlar ancak Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat ede­bileceklerdir” buyurmuştur?”
[Ebu Abdullah el-Haris el-Muhasibi, er-Riaye li hukukıllah, s.364. ]

Categories: Şefaat | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mutlak içtihad!!

Imam Münavi, Camiussağir üzerine yazmış olduğu Şerh-i Kabir’ inde şöyle demiştir: Allame ibni Hacer-i Heytemi şöyle ifade etmiştir: ”imam Süyuti ictihad edebileceğini iddiaya kalkınca, o asrın alimleri ayaklandılar, hepsi bir ağızdan atışa geçtiler ve ashabın iki gruba ayrıldığı mes’elelerden kendisine süal açtılar. Şayet ictihadın en aşağı mertebesi bulunan fetva verme ictihadına sahip ise, bunlara cevap vermesini istediler ve: Bu vecihlerden racih olanı, müctehidlerin kaideleri üzerine söyle”dediler. imam Süyuti, bazı meşguliyetleri sebebiyle bunlara bakamadığını ileri sürüp, süalleri cevapsız bırakdı.

Şihab demişdir ki: “ictihadın en düşük derecesi olan fetva vermenin zorluğunu düşün! O zaman mutlak ictihad iddiasına kalkan zavallının durumundaki şaşkınlık ve fikrindeki bozukluk kendiliğinden ortaya çıkar. Bu iddia, kör yürüyüşünü andırır. Gözü zayıf bulunan bir devenin, kah oradan, kah başka bir yerden atlamasına benzer. Kim mutlak ictihad fikrini tasavvur ederse, şu zaman insanlarından birisine bu sıfat ve salahiyeti nisbet etmekte Allah’tan utansın.

Ibni Salah ve buna tabı olan kimseler, “Üçyüz seneden beri, ictihad kesikliğe uğramışdır” dediler. ibni Salah, altıncı hicret asrında yaşamıştır. Onun yaşadığı devre göre, ictihadın ardı üçyüz yıldan beri kesilmiş olursa, ibni Hacer’in yaşadığı onuncu asra nisbetle bu müddet altıyüz seneye yükse[miş olur. Şu anda, bin seneye yakın bir zamandan beri, ictihadın arkası kesilmiş olmaktadır.

Zira biz. Hicri 14. asrın 1 7. yılında bulunuyoruz. Bu sene, “Huccetullah alel Alemin” adlı kitabın telif edildiği yıldır. ibni Salah, bazı usul alimlerinden “imam Şafiinin asrından sonra müctehid-i mutlak yokdur” dediklerini nakil etmektedir. Bahr sahibi, “Şafii nasları kaybolsa, göğsümden doldururum” demişdir. Bu gibi alimler ictihada ehil olmazlarsa, onların ibare ve ifadelerini anlayamayan bir takım kimselerin mutlak ictihada salahiyetleri nasılolabilir?

Şafii mezhebine mensup bulunan imam Rafii’den naklen “Envar”da şöyle denilmektedir: “Halk, bu gün müctehid bulunmadığı fikrinde ittifak etmiş gibidir.” Şam havallsinin değerli alimi ibnü Ebiddem, ictihadın şartlarını sıraladıktan sonra şöyle demiştir: “Bu şartların, zamanımızdaki alimlerden bir şahısda bulunması düşünülemez. Bu gün bir müctehid-i mutlakın mevcut olması şöyle dursun, kendi imamının ictihadlarında sözleri muteber görülebilecek “Müctehidün fil-mezheb” bile yoktur. Bu nedir? Allah’ın, halkı ictihadtan aciz bırakması ve zamanın (böyle alimler yetişdirmekten) kesitdiğini ve kıyametin yaklaştığını kullarına ilanından başka bir şey değildir.
Şeyh’ul-ashab ei-Kaffal diyor ki: “Fetva iki kısımdır: Biri ictihad şartlarını kendisinde toplayan kimsenin fetvasıdır ki, bu kaabiliyette kimse bulunamaz. ikincisi, hak mezhebierden birine intisap edip, bu mezhebi öğrenmek ve bu sahada mezhebin usülünden hiçbir şey müstesna kalmamak üzere ihtisas sahibi olmaktır. Bir vak’adan sorulduğunda, nassı biliyorsa soran arkadaşına cevap vermek; şayed nas yoksa, mezhebinin usülü üzerine ictihadda bulunmakdır. Bu kabilden bir fetva sahibi, kibrit-i Ahmer den daha azdır.

Kadri yüksek, mezheb sahasında söz sahibi, Kaffal’in sözü bu olunca, asrımızın alimleri nasıl müctehid olurlar? Kadı Hüseyin, Füranl imamülharemeyn Abdülmelik’in babası Abdül-ilah, Seydalanl Büşenci hep onun yetiştirdiği alimlerdir.Bu zatlar ve Ebü Hamid  azali’nin talebeleri vefat edince ictihad yolu kesilmiş oldu. Onların gayesi, mezhebin hükümlerini aktarıp anlatmak ve onu korumaya çalışmaktır. Şu zamanda dünya bu kırattaki alimlerden boşalmış durumdadır.

Huccetül-islam imam Gazali, asrında müctehid bulunmadığını ihya’da sarahatle şöyle ifade etmektedir: “Kendisinin ictihad rütbesi bulunmayan kimseye gelince, -ki her asrın insanının hükmü budur-mezhebinin hükmünü nakl ederek fetva verir. Şayet mezhebinin bir zayıf noktası açığa çıkarsa onu terk etmez.”

EI-Vasit’de de şöyle demektedir: ” Kadı’da aranan ictihad şartları, asrımızda bulunmaz hale gelmiştir.”

Kim bu bahisde genis olarak bilgi öğrenmek isterse ‘Vasit’ e baş vursun ve ibni Kaası m’ın · “Cemu’I-Cevami” haşiyesine, lbni Hacer’in fetvasına ve Şeyh Muhammed’übnü Süleyman’ül-Kürdl’nin fetvalarına, ilim adamlarının usül-i fıkıh kitaplarına müracaat etsin. Bu kitaplarda; “Mutlak ictihad” müsadesi şöyle dursun, ictihadın kesildiğine dair hüküm bulacaktır.

Allame Kürdi diyor ki: Asırlar öncesinden beri ictihadın son bulduğuna dair Fahr-i Razi ve imam Rafii ile imam Nevevi’nin hükümleri şöyledir:

“Bu gün halk, ictihadın son buldugunda ve muctehıd bulunmadığında icma yapar gibi ittifaka varmışlardır.” ictihad derecesine ulaşmayan kimse sahih bir hadis gördüğü zaman ona muhalefet yapmaya nefsi cömert davranmaz ise bu kimsenin uygulayacağı hüküm, müctehidlerden fikir aldığı kimseyi inceleyip, bu mevzuda onu taklit etmektir. Imam Nevevı, Ravdatu t-Talıbın adlı eserinde söyle ifade etmektedir: “ictihad derecesine ulaşmayan bir kimsenin kitap ve sünnetten hüküm çıkarmaya kalkışması caiz değildir.”
Ictihadın zorluğunu anladınsa bu takdirde; bir kısım ilim talebesinin, kendilerinin, “Mutlak ictihad” derecesine ulaştıklarını, kitap ve sünnetten dini hükümler çıkarmaya ehliyet sahibi bulunduklarını, dört imamdan birini taklit etmeye ihtiyaçları olmadığını; yetişdikleri mezhebi terk edip, islami mezheblere karşı sakat düşünceleriyle itiraz ettiklerini ve “Biz bir takım adamların reyleriyle amel edecek değiliz” demelerini ve buna benzer gurur ve cehalet ehline yakışan ifadeler kullanmalarını da anlamış olursun. Bu iddialar, şeytanın vesvesesinden ve nefsani bir davaya kapılmaktan doğar. Bu kimseye böyle sözleri konuşturan amil, kıt akıllı ve dini sahada zayıf olması, nefsani hareketlere ve cahilliklere razı olmasıdır. Katmerli ayıpları, bu hallerinin üzerine dürülmüş ve vesvese, ahmaklık ve utanmazlıklarından doğan istekleri açığa çıkmış bulunmaktadır. Allah’ın gadabına uğramaları ve kullarının bu kimselerden hoşlanmaması sebebiyle arzuları kursaklarında kalmıştır. Halka rezil olmuşlar ve hicve uğrayarak istihzaya maruz kalmışlardır.

“Kimin nefsi cahilse, başkasının re’yini kendisinden daha düşük takdir eder.”

Avamdan bazı insanlar gördüm, Kur’an-i Kerim ve Sahih-i Buhari’den şer’i hükümleri çıkarabileceklerini iddia ediyorlardı. Cehalete ve sapıklığa bakınız! Aman kardeşim, böyle laflar etmekten sakın. Bu gibi ahmaklar ile toplantıya katılmaktan da çekin. Kendi mezhebine sahip ol, dört imamdan hangisini dilersen onu taklit et. Fakat bu taklidin, dilediğin şekilde hareket etme ruhsatı ve dini hükümlerde mezhebierin telfıki şeklinde olmasın. Zira hiçbir imam telfik’e müsaade veren bir söz söylememiştir. Bu fikir memnudur.

Bir kaç hadis, biraz Arabca ve ancak orta derecede bir bilgi öğrenmişlerdir . . . Bunlara “Alim” ünvanının takılması, ancak bu asırda görülebilmektedir. Bununla beraber, bu kimseler ile dini hükümlerde ictihad etme derecesi arasında polis ile devlet reisi arasındaki kadar büyük bir açıklık mevcuttur. Lakin bu zavallılar; gafletleri, akıllarının azlığı ve kendilerini beğenmeleri sebebiyle, noksan ve hataları belli olduğu halde, bunda olgunluk bulunduğunu zannederler. Şeytan, bu yalan davada ehliyetleri varmış gibi fikirlerini onlara süslü gösterir. ictihada yeltenmeyi, “Takvaca hareket etmek ve dini sahada araştırma yapmaktır” diye yutturmaya uğraşır. Dinlerinin selameti için müctehidlerden birini taklit etmeyi caiz göstermez ve hiçbir kimsenin aracılığı olmadan dinlerinin hükümlerini kitap ve sünnetden çıkarmak gerektiğini telkiyn eder.

[Yusuf Nebhani, Şevahidü ‘l-Hakk, sayfa 20-23]

Categories: Ictihad/hüküm çıkarmak, Sahih hadis benim mezhebimdir sözün izahı | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bid’at hakkinda alimler!!

Harmala dedi ki, ben İmam Şafiinin şöyle dediğini duydum :
Bid’at iki türlüdür:

Övülen Bid’at ve Makbul olmayan Bid’at. Sünnete uyan herşey makbuldur, uymayan herşey makbul değildir.

Delil olarak ise Ömer bin Hattabın cemaatle kılınan Teravih Namazıyla ilgili “Bu ne güzel bidattır” sözünü gösterdi

[ Ebu Nuaym, Harmala dan Ebu Bekir Ajjurinin silsilesiyle Hilyet-ül Evliyadan rivayet etti. (9:121 #13315=1985 baskı 9:113)
Ebu Şâma, El-Bâis alâ İnkâr el-Bid’a vel-Hevâdis te aktardı (Riyad 1990 baskı sayfa 93) , İbni receb – câmi-ul ulum vel hikem (sayfa 267 = Zuhayli baskısı 2:52 = Arna’ut baskısı 2:131 sahih.), İbn Hacer – Fethul Bari (1959 baskısı 13:253) , el-Turtuşi – el-Hevadis ve el-Bid’a (sayfa 158-159) , el Şevkâni – el Kavli el Mufid fi Adillat el İctihad ve el-Taklid (1347/1929 baskısı, sayfa 36) , Ömer’in (r.a) sözü ise İmam Malikin Muvatta’sında ve Buhari’nin Sahihinde rivayet ediliyor.]

El Rabi dedi ki, İmam Şafii şöyle dedi :

Sonradan çıkmış meseleler iki türlüdür:
Birincisi Kur’an, Sünnet, Sahabe’nin sözlerini ve icmayı çiğneyen Bid’at : Bu delalet Bid’atidir.
Diğer türlü Bid’atler ise bu bahsedilenleri çiğnemediği için iyidir ve suç sayılmaz. Ömer(r.a) Teravih namazı hakkında “Bu ne güzel Bid’at” buyurmuş ve bu önceden olmayan birşeydir ama yukarda bahsedilenleri çiğnememektedir.

[Beyhakinin Mezkel ve Menakib El Şafii kitabında El Rabi’den rivayet edildi (1:469) İbni Teymiyye Dar Taarud’da Sahih olduğunu sööyledi. El akl ve’l Nakl (sayfa 171) ve Beyhaki aracılığıyla İbni Asakir Tabyin Kazib el Müfteri’de (Kevseri baskısı sayfa 97) , Zehebi tarafından siyer’de bahsedildi (8:408), İbn Receb tarafından Camiul Ulum ve hikemde bahsedildi (sayfa 267.-Zuhayli baskı 2:52-53= Arnaut. Baskı 2:131 sahih) ve İbn Hacer – Fethul Bari (1959 baskısı 13:253) ]

İmam Gazali Kur’an mushaflarına noktalar eklenmesi bahsinde dedi ki :

Bir çok sonradan çıkmış mesele güzeldir. Teravih cemaatiyle ilgili söylendiği gibi. Bu Ömer’in (r.a) Bid’atları arasındaydı ve güzel bir bid’attı. Suç olan bid’at, sünnete muhalif olan veya sünneti değiştirmeye yol açandır.

(El Gazali İhya Ulumiddin (1:276))

((( buraya eklemeler zamanla gelecektir insallah))) 

Categories: Bid'at kavramı | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mezhebin gerekliliği!!(2)

Mezhebsizlerin özelliklerinden hatırımıza gelenlerden bazılarını sıralayıp, onları tanımaya devam edelim. Bunlar “Mezheb taassubu” tabirini çok kullanırlar. (AŞAĞIDA ARAPÇA YORUM YAPMIŞ KARDEŞİMİZ DE AYNI ÖZELLİĞİ İLE BU ÇALIŞMAMIZI DESTEKLER NİTELİKTEDİR)
“İçtihad kapısı açık” diyerek, yanlış görüşlerini içtihad gibi takdim ederler.
Mezhebleri birleştirmeye kalkıp, hangi mezhebteki hüküm akıllarına yatarsa onunla amel etmeye çalışırlar.
“Peygamberden, evliyâdan yardım istemek şirktir” derler, tevessülü inkâr ederler. Şefaati kabul etmezler. “Ölüye kurân fayda vermez” derler. Kabir suâlini, kabir azâbını inkâr ederler. “Kuran bize yeter” diyerek, Sünneti bile yeri geldiğinde mezhebsizlik kaidesini takviye amaçlı olarak kabul etmezler.
Bir kısmı Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in mîrâcını, bir kısmı da mûcizeleri ve kerâmeti inkâr ederken, diğer bir kısmı ise Ashâb-ı Kirâm’ın çoğunu kötüleyip, sebbeder (söğer)ler. “Cennete girmek için Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e inanmak şart değil” diyerek, Hıristiyan ve Yahudiler’in de Cennete gireceği iddiasında bulunurlar. İşlerine gelmeyen birçok Hadîs-i Şerife, uydurma damgasını vururlar.
Asırladır tüm İslam âleminde kitapları okutulan, fetvâları kabul gören ve Müslümanların daima baştâcı ettiği mezheb imamları başta olmak üzere, pek çok hakîki İslâm âliminin aleyhinde fütursuzca konuşurlar.

Rabbim i’tikatlarımızı muhafaza buyursun, bu tehlikeli tâifenin şerrinden cümlemizi emin eylesin.
Meseleyi anlatırken buna genel olarak “mezhebsizlik” diyoruz, ama aslında “Mezhebsizlik” diye bir şey yoktur. Zira mevcut mezheblerden herhangi birini kabul etmeyenlerin dahi bir mezhebleri olmak zorundadır. Bu, ya yeni bir mezhebtir, ya da mevcut mezheblerin içtihadlarından toplanmış karma bir oluşumdur. İşte bizim burada ağırlıklı olarak bahsettiğimiz “Mezhebsizlik” budur. Hem hiç bir mezhebi tanımayıp, hem de mezheblerin hükümleri arasından birtakım hükümleri alarak, karmakarışık bir mezheb oluşturmaktır. Buna da “telfik” denir ki, telfîk ittifakla bâtıldır.

Peki TELFİK nedir?
İki veya daha fazla mezhebin birbirine zıt olan hükümlerini, belli bir hâdisede bir araya toplayarak, yeni bir uygulama şekli ortaya koymaktır.
Bu duruma Dinî nikâh akdinden misal verecek olursak: Hanefî mezhebinde, bir kadının nikâh akdinin sahih olması için velisinin izni şart değildir. Ama diğer mezheblerde velinin izni şarttır. Malikî mezhebinde, şahitlerin nikah akdinde hazır olmaları şart değildir. Fakat diğer mezheblerde şarttır. Mehir konusu ise; Şafiî ve Hanefî mezhebinde nikah akdi yapılırken mehrin zikredilmesi şart değildir, ama Malikîlerde bu şarttır. Şimdi, nikah yapacak olan erkek ve kadın, bu dört mezhebin işlerine gelen hükümlerini alarak; kızın velisinden izin almadan, şahit olmadan ve mehir zikretmeden nikah akdi yapacak olsalar, bu nikah GEÇERSİZDİR.
Bu hüküm, bir nevi zina edebilmek için takdir edilen bir meşrûiyet kılıfıdır. Çünkü dört mezhebin birbirine zıt olan hükümleri, nikah işinde toplanmış ve mezheblerin hiç birine uyulmamıştır.
KENDİLERİNE GÖRE HADİS İ ŞERİFLERİ TOPLAMIŞ VE SAHİH OLANLARINI ALMIŞLAR.
Yani bu durum; ineğin başını, filin hortumunu, devenin gövdesini alıp, hilkât garîbesi bir hayvan meydana getirmeye benziyor.
Bunlar güya mezheb kabul etmiyorlar, ama hangi mezhebin hükmü işlerine geliyorsa, o hükmü alıp ona göre hareket ediyorlar. Bu ne perhiz, bu ne turşu…
Meseleyi daha iyi anlamak için basit bir misal daha verecek olursak; malumunuz Hanefî mezhebinde kan akması abdesti bozar, Şâfiî mezhebinde ise bozmaz. Kadın elinin erkeğe değmesiyle Şâfiî mezhebinde abdest bozulur, Hanefî mezhebinde ise bozulmaz. Şimdi, bir kimse abdestliyken bir yeri kanadığında, “Şâfiî mezhebine göre abdestli sayılırım” diyerek namaz kılsa, ama biraz sonra da hanımının elinden tutsa ve “bu sefer de Hanefî mezhebine göre abdestli sayılırım” dese, bu câiz olmaz.

Peki “kendi mezhebimizden başka bir mezhebe hiçbir zaman uyamaz mıyız?” derseniz, ELBETTE UYABİLİRİZ. Mezhebler bizim için rahmettir. Bir kimse zarûret ve ihtiyaç olunca, diğer üç mezhebden birini taklid edip, ona uyabilir. Fakat bu durumda şuna dikkat etmek lazımdır; bir işi bir mezhebe göre yaparken, o mezhebin, bu işin sahîh olması için bildirdiği şartlar nelerse, bunların hepsini yapmak lâzımdır. Bu şartlardan biri yapılmazsa, o iş sahîh olmaz.

Bir ibâdeti yaparken bir kısmını şu mezhebe göre, diğer kısmını da başka mezhebe göre yapmak, aslında MEZHEB İMAMLARINI CAHİL MENZİLESİNE İNDİRMEKTİR. Şöyle ki; mezheblerden istediği hükmü alıp, karma bir hüküm ortaya çıkaranlar, filhakîka “şu meselede şu imamın söyledikleri doğru, diğerleri yanlış. Bu meselede ise falan imamın içtihadı doğru, diğerlerinki yanlış.” demek istemiş oluyorlar.
Bir nevi, mezheb imamlarını karşılarına oturtup, hangisinin içtihadlarının doğru, hangisinin yanlış olduğuna bunlar karar vermiş oluyorlar. Bu ne büyük bir haddi aşmak, ne büyük bir kendini bilmezliktir.
HİÇBİR MEZHEB İMAMI DİĞERİNE REDDİYE YAPMAMIŞ VE BİRBİRLERİNİN İCTİHADINA HATA DEMEMİŞLERDİR.
Mezheb imamlarının her biri ayrı bir usül ve metoda göre, Kur’an ve Sünnetten hüküm çıkartıp ortaya koymuşlarken, bu mezhebsiz tâife hangi ilmîliği ispatlanmış bir metoda göre, “filan mezhebin şu hükmü yanlış, bu hükmü doğru” diyebiliyorlar.

Fütursuzca…! selef âlimlerini ve mezhebleri karalayan, mezhebsizlik mezhebine mensup bu gayr-i samîmi güruh, “bence” diyerek söze başlayıp, bu güne dek gelmiş geçmiş pek çok Ehl-i Sünnet âliminin söylediklerini, yazdıklarını rafa kaldırmaya çalışıyorlar. Aslında böyle bir tavırla mezhebleri reddetmek, mezheblerin üzerine oturduğu “Kur’an ve Sünnet telâkkisini”de reddetmek anlamına gelir ki bu, Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin ifade ettiği gibi, insanı dinsizliğe götürür neûzübillah…
Kim ne derse desin dört mezhebin imamı olan, ilmin ve takvânın zirvesindeki o dev şahsiyetler; Allahın rızasını gözeterek gecelerini gündüzlerine katmışlar, on binlerce meseleyi Kur’an ve Sünnet ışığında çözüp, dinî hükümleri ortaya koymuşladır. Bir Müslüman bu mezheblerden hangisine uyarsa uysun, hak bir mezhebe intisab etmiş ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yolundan yürümüş olur.
Huccetü’l-İslâm İmâm-ı Gazâlî dahil pek çok ulemâ, uygun gördükleri bu dört hak mezhebten birine girmiş ve o mezhebin hükümleri mûcibince amel etmişlerdir. Hâl böyleyken, enâniyetleri kendilerini istilâ etmiş günümüz çakma müçtehidlerine kanıp, mezheb düşmanlarının safında yer alanlara da, acımaktan ve duâ etmekten başka yapacak bir şey yoktur.

Mevlâ Teâlâ, Ehl-i Sünnete ve Ehl-i Sünnet âlimlerine, her dâim pervasızca saldıran bu şaşkınlar şürekâsının fitnesinden cümlemizi muhafaza buyursun. Ehli Sünnet i’tikadından bizleri zerre kadar ayırmasın. Selâm hidâyete tâbi olanlara…

bu konuda paylaşımlara ALLAH U TEALA’NIN izni ile devam edeceğiz, tek ricamız bu bilgileri bütün mümin kardeşlerimize yaymanızdır..

Categories: Mezhebe bağlılık, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Dört mezhepten birini takip etme!

Ibnül Hümâm, (Tahrîr-ül-üsûl) kitâbında ve Ibnül-Hâcib,(Muhtasar-ül-üsûl) kitâbında ve (Dürr-ül-muhtâr)da, (Bir isi bir mezhebe göre yapmaga basladıkdan sonra, bu isi ve buna baglı olan isleri yapmaga devâm ederken, bu mezhebi taklîd etmekden vazgeçmenin memnû’ oldugu sözbirligi ile bildirilmisdir) denilmekdedir!!

[Osmân ibni Hâcib-i Mâlikî, 646 [m. 1248] de Iskenderiyyede vefât etdi.] (Bahr-ür-râık)da (Imâm-ı a’zamı taklîd edenin,hep hanefî mezhebine tâbi’ olması vâcibdir. Zarûret olmadıkça,baska mezhebe göre is yapması câiz degildir. Büyük âlim Kâsımın bildirdigi gibi, bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhebden ayrılmasının câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir) diyor!! [Kâsım bin Katlûbüga Mısrî hanefî 879 [m. 1474] de vefât etdi.]

(Müsellem-üssübût) kitâbında diyor ki, (Mutlak müctehid olmıyanın, âlim de olsa, bir [mutlak] müctehidi taklîd etmesi lâzımdır). Bu kitâbı Muhibbullah Bihârî Hindî hanefî yazmıs, 1119 [m. 1707] de vefât etmisdir.]

Imâm-ı Abdülvehhâb-ı Sa’rânî (Mîzân) kitâbının yirmidördüncü sahîfesinde diyor ki, (Ayn-ül-ülâya yükselmemis bir âlimin,dört mezhebden birini taklîd etmesi vâcibdir. Taklîd etmezse, dogru yoldan sapar. Baskalarını da sapdırır).

Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr)ın ikiyüzseksenüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Âmînin mezheb degisdirmesi câiz degildir. Diledigi bir mezhebi taklîd etmesi lâzımdır). Âmî, müctehid olmıyan demekdir.

Ibni Hümâm “rahmetullahi aleyh”, (Tahrîr) kitâbında diyor ki,(Bir kimsenin, taklîd etdigi mezhebi, ya’nî ona uygun is yapmaga basladıgı mezhebi terk etmesinin câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir)!!

Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-yı se’âdet) kitâbında,emr-i ma’rûfu anlatırken buyuruyor ki, (Taklîd etmekde oldugu mezhebe uygunsuz is yapmaga, hiçbir âlim câiz dememisdir)!!

Her mezhebde mubâh olanları, kolay olanları arasdırıp, bunları yapmaga, mezhebleri (Telfîk) denir. Böyle yapan, fâsık olur. Sa’îd bin Mes’ûdün (Tahâvî serhi) bunu iyi anlatmakdadır.

Categories: Mezhebe bağlılık, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.