Posts Tagged With: mezhepsizler

Imam Nevevi ve teravih

“Teravihin rekat sayısı hakkında alimlerin görüşleri bölümü:
Mezhebimize (Şafilere) göre teravih, vitr haric 10 selamla (2 rekatdan bir) olmak suretiyle 20 rekatdir. Bu 5 “terviha” demekdir. “Terviha” 2 selamla 4 rekatdir. Mezhebimizin görüşü budur. Ebu Hanife ve eshabı, Ahmed, Davud ve başkalarının görüşü de boyledir. Kadi İyad bunu alimlerin cumhurundan nakl etmişdir.El Esved bin Yezidin 40 rekat teravih, 7 rekat vitr kıldığı rivayet edilmişdir. Malik demiştir: Teravih 9 “teraviha”dır, bu da vitr haric 36 eder. Malik Medinelilerin böyle etdiklerini delil olarak getirmişdir. (Malikin diger delili ise budur) : Nafiden boyle rivayet edilmişdir: İnsanların Ramazanda 3’ü vitr olmak uzere 39 rekat teravih kildiklarını gördüm. Ashabımız (Şafiler) Beyhaki ve digerlerinin sahih isnadla sahabi olan Saib bin Yezidden – Allah ondan razı olsun – rivayet etdiyi bu hadisi delil getirmişler:
“Onlar (sahabiler) Ömer bin El Hattap – Allah ondan razı olsun – zamanında Ramazanda 20 rekat teravih kılardılar ve bu namazda 200 ayet okurdular. Osman zamanında ise namazın ağırlığından/uzunluğundan dolayı asalarına tutunardilar.” Ayni zamanda Yezid bin Rumandan böyle dediği rivayet edilmişdir: “İnsanlar (sahabiler) Ömer bin El Hattap – Allah ondan razı olsun – zamanında 23 rekat teravih kılardılar”. Bunu Malik “El Muvatta” eserinde Yezid bin Rumandan rivayet etmişdir. Bu hadisi Beyhakide rivayet etmiştir.Fakat Hadis mürseldir. Çünki, Yezid bin Ruman Ömeri görmemiştir. Beyhaki dedi: Bu iki rivayet, onların 20 teravih 3 vitr kıldığı şeklinde uzlaştırılir. Beyhaki ayni zamanda Ali’den – Allah ondan razı olsun – teravihin 20 rekat olduğunu rivayet etmişdir. Medinelilerin tatbikatına gelince ashabımız (Şafiler) bunu boyle açıkliyorlar: Onların boyle etmesinin sebebi budur ki, Mekkeliler her iki “terviha” arasında bir tavaf edip, 2 rekat namaz kılıyordular. Beşinci “terviha”dan sonra tavaf etmezdiler ve Medineliler de onlarla musavi olmak isterdiler. Boylece, her tavaf yerine 4 rekat kilardilar ve 16 rekat ilave etmiş olurdular.Ilave olarak da 3 rekat vitr kılardılar ki, bu toplamda 39 rekat olardı.”

Kaynak: Muhyiddin En Nevevi: El Mecmu: 3/527 Mektebetul Irsad

Categories: Teravih | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ölülerin işitmesi

Hanbeli alimlerinden Zeynuddin İbn Recep(736-795 h/1335-1393 m) Ehli Sünnet alimlerinin ekserisinin görüşünün ölülerin duyduğu yönünde olduğunu şöyle söylüyor:

وقد وافقَ عائشةَ على نفْيِ سَماعِ الموْتى كلامَ الأحياءِ طائفةٌ مِن العلماءِ , ورجَّحه القاضي أبو يَعْلى مِن أصحابِنا في كتابِ الجامعِ الكبيرِ له
واحتجّوا بما احتجَّتْ به عائشةُ , وبأنه يجوز أن يكونَ ذلك مُعْجِزةً مُختَصّةً بالنبي صلى الله عليه و سلم دونَ غيرِه ,وهو سَماعُ الموتى كلامَه
وفي صحيحِ البخاري قال قتادةُ : أحياهم اللهُ تعالى يعني أهلَ القَلِيبِ حتى أسمعَهم قوْلَه توْبيخًا وتصغيرًا ونَقْمةً وحَسْرةً ونَدَمًا
وذهَب طوائفُ مِن أهلِ العلمِ – وهم الأكثرونَ – , وهو اختيارُ الطبري وغيْرِه , وكذلك ذكَره ابنُ قُتيْبة وغيرُه مِن العلماءِ , وهؤلاء يحتجُّون بحديثِ القَلِيبِ

“Alimlerden bir grup “ölülerin dirilerin sözlerini duymadığı” mevzusunda Aişeye – Allah ondan razı olsun – uygun görüş bildirmişler (yani ölülər duymaz demişler).
Bu görüşü ashabımızdan(Hanbelilerden) Kadı Ebu Yala kendisinin “El Camiul Kebir” kitabında tercih etmişdir.
Bu görüşdeki alimler Aişenin – Allah ondan razı olsun – getirdiği delili getirmişler.Aynı zamanda bunun – ölülerin onun konuşduğunu duymasının- sadece Nebiye- sallallahu aleyhi ve sellem– mahsus bir mücize olmasının caizliğine istidlal etmişler.
Buharinin sahihinde Katade şöyle diyor: Yüce Allah onları – yani Kalib kuyusuna atılanları – diriltdi ki, böylece sözünü onlara kınama, alçaltma, kısas, gam güsse ve pişmanlıq için duyursun.

(Ölülerin duyacağını söyleyen) İlim ehlinden diğer bir grup – bunu söyleyen alimlerin ekserini oluşturuyor, Aynı zamanda bu İmam Taberinin ve diğerlerinin seçdiği, İbn Kuteybə ve diğer alimlerin zikr etdiği görüşdür – kendi görüşlerine delil olarak “Lalib kuyusuna atılanlar” hakkında hadisi hüccet olarak ireli sürmüşlerdir…”

Kaynak: İbn Recep: Ehvalul Kubur ve Ehvalu Ehlihe ilen Nuşur: 133

Categories: Ölüler işitir-Ruh ölmez | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Ictihadda isabet edene/etmiyene verilen ecir hakkinda

Şafi fakihlerinden Siracuddin İbnul Mulakkin (723-804 h/1323-1401 m) hadisi ( ictihad edip isabet edene 2 ecir, hata edene 1 ecir hadisi) şerh ederken diyorki:

وهذا إذا كان العالمُ متبحِّراً في العلم بنفسه يرى نفسَه أهلاً لذلك , ويراه الناسُ
فأما المقصِّر فلا يسوغ له أن يدخُلَ نفسُه في شيءٍ مِن ذلك , فإن فعَل هلَك

“Eger alim ilimde kendiliyinde derinlesmis, kendini bu işin (ictihadin) ehli görüyorsa, insanlarda onun oyle olduğunu düşünüyorsa o zaman hadisde denildigi gibidir.
Yetersiz (muctehid olmayan) olan kimseye gelince, onun kendinisinin bu gibi işlere girmesi caiz degildir. Eger girerse helak olur!”

[Siracuddin İbnul Mulakkin: Et Tevdih: 33/134]

devami gelecek biiznillah

Categories: Ictihad/hüküm çıkarmak | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Şefaat

Hüccetü’l-İslam İmam Gazall, şefaat inancı konusunda ölçü niteliğinde önemli izahlarda bulunmuştur:

“Şefaat beklentisine girmek suretiyle takvayı terk edip isyana dalmak, bir hastanın akrabasından olan bir hekime itimad ederek kendisini tehlikelere atmasına benzer. Zira tabi b, her hastalığı de­ ğil, bazı hastalıklan tedavi edebilir. Artık tabibe bel bağlayarak, hastanın zararlı yemekleri yemesi caiz olmaz. Çünkü tabib her hastalığa müdahale edemez. İşte Peygamber ve salihterin yakın­ larına ve mensupianna yapılacak şefaati de bu şekilde anlamak gerekir. Bu idrak ve anlayış, korku ve sakınma duygusunu bir an bile ortadan kaldırmaz. Nasıl kaldırsın, peygamberden sonra en
hayırlı halefi sahabe-i kirarn olduğu halde, onlar bile toz-toprak olmayı temenni etmişler, ahiret korkusundan dolayı birer hay­van olmayı istemişlerdir. Halbuki bunlar, kalpleri temiz, amelleri güzel, takva sahibi olgun insanlardır. Mahza kendilerine mahsus olarak Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından cennetle müjdelendikleri halde, sırf peygamberimizin şefaatine bel bağlamamışlar; korku
ve haşyeti bir an olsun kalplerinden çıkarmamışlardır. Kaldı ki, sohbet ve öncülükte onlar gibi olmayan, onların seviyesine hiç­bir zaman ulaşamayanlar, nasıl şefaate güvenebilirler?
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, III/332.]

“Bil ki, bir kısım müminlerin cehenneme girişi gerçekleşince, Yüce Allah, lütfu ve merhametiyle peygamberlerin, sıddiklerin, hatta alimlerin, salihterin ve Allah katında ameli iyi ve itibarlı olan herkesin onlara şefaatte bulunmasını kabul eder. Bu kimseler,
ailesine, akrabalarına, arkadaş ve tanıdıklarına şefaat edebilirler. Bu nedenle onların katında kendin için bir mevki (rütbe) edin­ me konusunda hırslı ol. Şöyle ki: Kesinlikle hiçbir insanı küçük görme. Zira Allah Teala, velilerini kulları arasında gizler. Belki
de senin gözünün tutmadığı ve hoşlanmadığın kimse Allah’ın ve­ lisidir, bilemezsin ki!. Bir de asla hiçbir günahı küçümseme! Zira Yüce Allah, gazabını kendisine karşı işlenen günahlar içinde giz­ler. Bilemezsin, belki de Allah’ın gazabı senin önemsemediğin o
günahtadır. Hiçbir itaat ve iyiliği de küçük görmeyesin; zira Allah, rızasını o iyilik içinde gizlemiş olabilir. Velev ki, bu amel güzel bir kelime, veya bir lokma, ya da iyi bir niyet olsa da.”
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, IV/476.]

“Bilmiş ol ki; her Müslüman Resul-i Ekrem’in şefaatini bekler. Asıl olan akrabası da bunu öncelikle bekler. Fakat müttakilerden olup, Allah’ın gazabına uğrayanlardan olmamak şarttır. Allah Teala, gazaplandığı kimseye şefaat izni vermez. Zira günahların bir kısmı vardır ki, Allah’ın mekrini, gazabını icab ettirir. Bu hususta şefaate izin verilmez. Bir de, şefaat saye­sinde afvolunacak günahlar vardır, afvolunmayacak günahlar vardır. Mesela, dünya hükümdarlarının yanmda işlenen suçlar:
Bir kimse hükümdar nezdinde ne kadar itibarlı olursa olsun, onun şiddetle gazap ettiği hususlarda şefaatçi olmaya kalkışamaz. Öyle suçlar vardır ki, affettirme cesareti bile kimsede görülmez. Günahlarda da hüküm böyledir. Öyle günahlar var ki, bunlara
şefaat yapılamaz ve şefaat ile cezanın önüne geçilemez.”
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, lll/331.]

Büyük mutasavvıf ve müfessir Haris el-Muhasibi ise, şefaat konusundaki kanaatini kısaca şöyle ifade etmiştir: “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), yakınlarına şefaat edeceğine göre, aynı şekilde her salih insan da akrabalarına şefaatte bulunacaktır. Ancak, Allah’ın gazap ettiği kimselere hiçbir peygamber veya başka birinin şefaat etmesine izin verilmemiştir. Görmez misin ki, Allah, melekleri hakkında “Onlar ancak Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat ede­bileceklerdir” buyurmuştur?”
[Ebu Abdullah el-Haris el-Muhasibi, er-Riaye li hukukıllah, s.364. ]

Categories: Şefaat | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mevlid(devamı)

İmam Celaleddin Suyûtî(Rahimuhullah), Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutlamak, neden vefatına üzülmekten önce geldiğini anlatıyor (aynı günde vefat edip, doğmuştur):

Peygamber Efemdimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumu bizim için bir lütuftur, vefatıda bizim için üzücüdür. Şeriat lütuf verildiğinde sevinip Allah’a şükretmemizi emrediyor, belaya da sabredip gizlememizi emrediyor. Bunun için şeriat bize bir çocuğun doğumunda akika kurbanını kesmemizi emrediyor, bu Allah’a şükretmemizin bir işaretidir. Fakat ölümde bir kurban kesme emri yoktur, hatta yas tutmak bile caiz değildir. Bundan dolayı şeriattın emri üzere, bir müslüman Rebiül Evvel ayında, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumuna sevinmesi lazım. [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 54-55]

Şeyhülislam ve muhaddis, İbni Hacer Askalanî

Şeyhülislam ve muhaddis, İbni Hacer Askalanî’ye, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğum gününde onu anmak hakkında ne düşündüğünü sordular, şu şekilde cevap verdi:

Peygamber Efendimizi (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğum gününde anmak, ilk üç asrın takva sahibi müslümanlarının yapmadığı bir icattır. Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) anılması, salih ve batıl özellikler taşıyabilir. Eğer Peygamberiz (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) anıldığında, salih ve şer’an uygun bir şekilde anılır, ve batıl bir şekilde anılmazsa, bu noktalara dikkat edilirse, o zaman bu icat, takdire değer bir icattır, bu noktalara dikkat edilmezse, o zaman bu takdir edilmez bir icattır. Bu konuda bir sahih hadis dikkatimi çekti: Peygamberimiz(sav) bir gün medineye gitti, ve orada yahudilerin, Muharrem ayının 10’unda oruç tuttuklarını gördü’ [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 63] [Birdahaki sayfada devam ediyor]

Ve onlara niye oruç tuttuklarini sordu, onlar da: “Allah bu günde firavunu boğdu ve Musa’yı (aleyhi’s-selam) kurtardı, Allah’a şükretmek için bu günde oruç tutuyoruz” dediler. Bu bize, belirli bir günde, Allah’ın bizlere verdiği nimet ve bizleri bir beladan kurtardığından dolayı, o günde bunu kutlamanın caiz olduğunu gösterir. Kuran okuyarak, oruç tutarak veya sadaka vererek kutlanılır. Böyle bir gün (aşûre) kutlanırda Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumu kutlanmaz mı? Buraya bakarak aşûre gününü kutlamanın caiz olduğunu görüyoruz, yukarıdaki olayı görmezden gelenler aşûreyi kutlamanın caiz olmadığını sanarlar, bazıları da bu günü yılın başka bir gününe taşıdılar. [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 64]

Başka bir hadise bakarak mevlidin caiz olduğunu gördüm (yukarıdaki, aşure hakkındaki hadisten başka). Beyhaki’de, Enes’in (radiallahu anhu) naklettiği hadiste, Peygamberimiz (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) buyurduki: “Peygamberimiz kendisine peygamberlik geldikten sonra, kendisi için bir akika kurbanı kesti”. Dedesi Abdulmuttalib, doğumundan 7 gün sonra bir akika kurbanı kestiği söyleniyor, ve akika tekrarlanmaz. Bundan dolayı Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) kurbanı kesmesinin nedeni şükürdür, ümmetinin şerefi içindir. Bizimde onun doğumunu kutlamamız önerilmiştir, O’nun doğumuna şükretemek için, kardeşlerimize yedirerek, salih amel işleyerek ve sevinerek. Bu hadis önceden bahsedilen hadisi doğruluyor (Pazartesi peygamberimizin doğum günüdür ve peygamberlik yıldönümüdür). [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 64-65]

İmam Şemseddin ed-Dimeşkî şöyle yazdı:

Ebu Leheb’in cehennem azabı her Pazartesi günü hafifletirler, çünki o Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutladı ve o günlerde kölesi olan Sevbe’yi (radiallahu anh) azad etti. Ebu Leheb’in ebedî kalacağı yer cehennem olmasına rağmen, ve Tebbet sûresi onun hakkında inmesine rağmen, onun azabı her Pazartesi günü hafifletiliyor. Buraya bakınız ve ömrü Peygamberimizi överek geçen bir müminin durumunu düşününüz. [ Mevridu’s-Sadi Fi Mevlidi’l-Hadi, İmam ed-Dimeşkî ve ayrıca İmam Suyuti’nin Hassanu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 66]

Rebiülevvel’in Bereketi, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) hürmetinedir, bu ümmet ne kadar salatü selam getirir ve sadaka verirse, okadar mükafaatlandırırlar. [ Fatawa al Azizi 1:123]

Molla Aliyyu’l-Kari (rahimehullah), Şerhu’l-Miskat’ın yazarı ve hanefi âlimi:

Allah şöyle buyurdu: Aranıza sizden olan bir resul geldi(9:128), burada Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) aramıza geldiği günü kutlamaya bir işaret var, bunun için bu günde Allah’a şükür etmek için zikretmek gerek. Mübah olan semâ ve çalgı muhabbetten dolayı Mevlid’in bir parçası olabilir, bunun hiçbir sakıncası yoktur. [Molla Ali Kari, Al Mawlid an Nabi, s. 17]

Büyük müfessir ve sufi İsmail Hakkı (rahimehullah) buyurdu ki:

Mevlid-i şerifi kutlamak, Peygamberimize (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) en büyük övgü/muhabbet gösterme sekillerinden birisidir, caiz olmayan durumlardan sakınıldığı müddetçe. İmam Suyûtî (rahimehullah) buyurdu ki: Peygamberimiz’in doğum yıldönümünde sevinmek bizim için müstehabtır. [Rûhul beyan tefsiri, Cild 9, s. 52]

Mevlana Abdulhay Luknevi (rahimehullah) buyurdu ki:

Eğer Ebu Leheb gibi bir kafir, Peygamberimizim (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutladığı için ödüllendiriliyorsa, o zaman Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutlayıp onun için sevinen bir müslümanın makamı tabiki yüksek olur, İbn Cevzi ve Şeyh Muhaddis Hak Delvi’nin bahsettiği gibi. [Abdulhay, Mecmua el fetavâ, Cild 2, s. 282]

Categories: Mevlid | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Peygamber (S.A.V.)’İn Hadis Yazımına Müsaade Etmesi

 

Hadisleri inceleyenlerin bildiği gibi Peygamber (S.A.V.)’in hadis yazımını emreden, kısmen de buna müsaade eden pek çok hadisi vardır. Bu hadisler toplamı itibariyle manevî tevatür derecesine varmaktadır. Bununla beraber Peygamber (S.A.V.)’den hadis yazımını nehyeden birkaç hadis de varid olmuştur.

Ancak günümüz bazı müslüman yazarlan ve oryantalistler nezdinde sadece nehiy hadisleri yaygınlık kazanmış görünmek­tedir. Hadislerin yazımını emreden ve buna müsaade eden ha­disler çok olmasına rağmen göz ardı edilmektedir. Bu hadisler muteber kaynaklar da hiç yer almamış gibi davramlmaktadır. Kanaatimce bu durum iki nedene dayanmaktadır:

1. Hadislerin yazımını nehyetme, [tabiatıyla] daha dikkat çekici olduğundan nehiy hadisleri yayılmış ve meşhur olmuştur.

2. Mezkur yazarların temellendirip pekiştirmek istedikleri bir takım emellerden dolayı nehiy hadisleri daha fazla bilinir olmuştur.

Aşağıda her iki grup hadisleri zikrederek, bunlar arasında nasıl bir telif yapılacağını gösterdik.

Önce birinci grup hadisleri arzedelim:

1. Ebu Hureyre der ki: “İbni Amr hariç Allah Rasûlünün ashabmdan hiç kimse benim kadar hadis toplamış değildir. Zira o yazıyor, ben ise yazmıyordum.[1]

2. Abdullah b. Amr b. As şöyle der: “Allah Rasûlü’nden duyduğum  herşeyi yazıyordum.   Kureyşliler beni yazmaktan nehyedip, şöyle dediler: ‘Her şeyi yazıyorsun. Halbuki Allah Rasûlü de bir beşerdir. O da rıza ve öfke halinde konuşur.’ Bundan dolayı Peygambere durumu bildirinceye kadar yaz­mayı bıraktım. Allah Rasûlü’ne durumu bildirdiğimde parmağıyla ağzını göstererek şöyle buyurdu: ‘Yaz, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki bu ağızdan hakktan gayrisi çıkmaz.[2]

3. Ebu Hureyre şöyle rivayet ediyor: Ensardan bir adam şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü senden bir hadis duyuyorum da bu hoşuma gidiyor; fakat onu ezberleyemiyorum.” Allah Rasûlü “sağ elinden yardım dile” diyerek yazmasını işaret etti.[3]

4. Allah Rasûlü’nden şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebu Şâh için yazınız.” Ebu Şâh, Allah Rasûlü’nün Mekke’de îrâd et­tiği hutbeyi dinleyince “Ey Allah’ın Rasûlü bunu benim için ya­zınız.”diye istekte bulunur. Allah Rasûlü de sözkonusu emri verir.[4]

5. Hz. Aişe Allah Rasûlü’nün hastalığında kendisine şöyle buyurduğunu  naklediyor:   “Bana  pederin ve  kardeşin  olan Ebubekr’i çağır ki, bir şeyler yaz[dır]ayım. Zira ben herhangi bir isteklinin temennide bulunup ‘ben bu işe daha layıkım.’ deme­sinden korkuyorum. Oysa Allah ve müminler Ebubekir hariç herhangi birinin buna kalkışmasına müsaade etmez.[5]

6. İbni Abbas der ki; Peygamber (S.A.V.)’in ağnsı artınca şöyle buyurdu: “Bana kürek kemiği ve divit ya da tahta ve divit getirin. Size sayesinde asla dalâlete düşmeyeceğiniz bîr şey yazayım.[6]

7.  Peygamber (S.A.V.)’in bazı kral ve yöneticilere mektup­lar yazdığı tarihî bakımdan sabittir.

8. Peygamber (S.A.V.)’in emri üzerine zekatla ilgili hü­kümler, zekata tabi mallar ve zekatın miktarı iki sayfayı doldura­cak şekilde detaylı bir tarzda yazılıp, emir ve valilere gönderilmistir. Bu yazı Ebubekir es-Sıddık (r.a.) ve Ebubekir b. Amr b. Hazm’ın evinde muhafaza edilmiştir.[7]

9. Vâil b. Hucr memleketi Hadramevt’e dönmek istediği zaman Allah Rasûlü (S.A.V.), içinde namaz, oruç, faiz, içki v.b. şeylerle ilgili hükümler bulunan bir mektup (kitab) verir.[8]

10. Emîru’l-Müminin Ömer b. el-Hattâb, ashaba dönüp kadına kocasının diyetinden bir pay verilip verilmeyeceği konu­sunda Allah Rasûlü’nün bir uygulamasının olup olmadığını so­runca   Dahhak  b.   Süfyan  kalkıp  şöyle   dedi:   “Evet,  Allah Rasûlü’nün mektubunda bu konu açıklanmaktadır.[9]

[1] Buharı, İlm, 39, hadis nr: 113; Tirmizî, Menâkıb, 110, hadis nr 4094′ Dârimî, 483

 

[2] Ebu Davud, İlm, 3, hadis nr: 3641; Ahmed, el-Müsned, 2/162; Hâkim; el-Müstedrek; Darimî, Men Rahhasa fi Kitabeti’1-İlm, 484

 

[3] Tirmizi, İlm, 12, hadis nr: 2803 Tirmizî, hadisi rivayet ettikten sonra şöyle der: Bu hadis, münkerdir.

 

[4] Buharı, İlm, 39, hadis nr: 112; Buharı, Lukata, 7, hadis nr: 2434; Ebu Davud, İim, 3, hadis nr: 3644

 

[5] Müslim, Fezâİlu’s-Sahâbe, 1, hadis nr: 6131

 

[6] Buharı, Cizye, 2, hadis nr: 3168; Müslim, Vasiyye, 5, hadis nr: 4209

 

[7] Darekutnî, Zekât, 2/113-117; Ebubekir’in sahifesini Buharî, Zekatu’l-Ganem adlı babta (33, hadis nr: 1454) rivayet etmiştir. Ancak Buharî’de bu yazının Peygamber (SAV) döneminde yazıldığına dair bir açıklama yoktur. Bu mektubu Hz. Ebubekir’in Enes’e yazdığı ve içindekileri Allah Rasûlü (S.A.V)’e isnad ettiği kaydedilmektedir.

 

[8] Taberanî, el-Mucemu’s-Sağir, 242

 

[9] Darekutnî, 2/485

Kaynak: Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 94-96.

 

Categories: Dinimizin kaynakları | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Vehhabiliğin tarifi!!( Yusuf Nebhani )

ibni Teymiyye ile onun sakat görüşlerine uyan ve davranışları cihanda kötü bir mesel haline gelenlerin peşine takılmayasın. ibni Teymiyye, bid’atlara bulanmış talebelerin, müslümanların mezheplerine istiğaseyi; Peygamber Efendimiz (S.A.V.) diğer peygamberler ve salihleri ziyaret için sefer yapmayı men edip, muhalefette önderi olmuştur.
Aldatılmış ve başı boş bırakılmış bu kimselerin adeti, yaldızlı laflar etmektir. Maksatlarının dine yardım, ümmetin hidayetine çalışmak, islama ve müslümanlara hizmet etmek olduğunu söylüyorlar. Bu davranışları, kandırılmış bazı ilim talebesinin hoşuna gitmiş ve uzun bir zaman geçmeden onların, dışı yaldızlı laflarını duymuş ve yazılarını mütalea etmiş, neticede onlardan biri olup çıkmışlardır. Bu fitnecilerin adeti, kandırdıkları kimseleri, bazı alimierin eserlerindeki kalem sürçmelerini araştırıp bulmaya çalışmak, sonra da ortaya çıkarıp halka hitaben “Bakın, falan fıkıh alimi kitabında şöyle söylüyor” diyerek ona itirazda bulunmaktır.
Bunu yaparken, sadece o alime değil, onun şahsında fıkıh alimlerinin tamamına ve hatta mezhep büyüklerine itirazlarda bulunmaktır.
Mesela, bir mu haddisin müstehcen ibaresini görseler, onu nakl edip, hem ona hem de diğer muhaddislere itirazlar yağdırırlar. Bir sofınin vuzüha ermemiş bir sözünü görürler, ona ve diğer sefilere ağıza alınmayacak laflarla saldırırlar. Tefsirlerin birinde mevzü bir hadis veya israiliyyata dair bir kıssa görüverseler, o müfessir ile birlikte diğer tefsir alimlerine çirkin sözlerle hakaret ederler.
işte, alimiere karşı onların davranışı! Hayret edilecek şeydir ki, bir çok islam şehirlerinde onlardan bazı kimseler vardır. Sanki şeytan, onların kalbierine bu sapıklıkları, bir anda üfleyivermekte ve bazı haberleri birbirine ulaştırıp yetiştirme hususunda bir kısmı diğerine yardımcı olmakta; tek mezhebin adamlarıymış gibi davranmaktadırlar. Hakıkatte onların mezhebieri yoktur…….

Dinleri, laf ebeliği; maharetleri, tereddüt ve evham peşine takılmaktan ibarettir. Bunlardan her birine hakim olan kanaat, kendisinin bizzat imam olduğu ve müslümanların mezheb imamlarını taklit etmeye muhtaç olmadıkları fikridir.

istedikleri sapıklık ve arzuladıkları yegane şey, bir mes’ele bulup çıkarmak, onunla avam tabakasını tereddüt içine düşürüp şaşırtmak ve din imamlarına itirazlarda bulunmaktır. Geçmiş asırdaki bir alime ait kalem sürçmesine tesadüf etseler, hemen bu asrın ilim adamlarını uyarmaya kalkarlar. Bakarsın ki onu herkese yaymaya çalışırlar. islam alimleri -bilfarz- o şahsı zemmetmeye kalksalar, bu defa o şahsı medh etmeye koyulurlar.

ibni Teymiyye, bu hareketleri sebebiyle, doğrudan ayrıldı ve her yönden ayıplan ma sahasına girmiş oldu. Sen; hak􀼕rete uğramış bu kimseleri, ibni Teymiyye’nin fikirlerini yaymaya son derece düşkün olarak göreceksin. içinde onun fikirleri bulunan kitapları en uzak şehirlere varasıya kadar ulaştırmaya çalışırlar. Maksatları, doğru yoldaki kulları saptırmaktır. Onlar, iyi bir iş yaptıklarını sanmaktadırlar.

[ Yusuf Nebhani, Şevahidü ‘l-Hakk, sayfa 36-37 ]

Categories: Ibn Teymiyye, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Mutlak içtihad!!

Imam Münavi, Camiussağir üzerine yazmış olduğu Şerh-i Kabir’ inde şöyle demiştir: Allame ibni Hacer-i Heytemi şöyle ifade etmiştir: ”imam Süyuti ictihad edebileceğini iddiaya kalkınca, o asrın alimleri ayaklandılar, hepsi bir ağızdan atışa geçtiler ve ashabın iki gruba ayrıldığı mes’elelerden kendisine süal açtılar. Şayet ictihadın en aşağı mertebesi bulunan fetva verme ictihadına sahip ise, bunlara cevap vermesini istediler ve: Bu vecihlerden racih olanı, müctehidlerin kaideleri üzerine söyle”dediler. imam Süyuti, bazı meşguliyetleri sebebiyle bunlara bakamadığını ileri sürüp, süalleri cevapsız bırakdı.

Şihab demişdir ki: “ictihadın en düşük derecesi olan fetva vermenin zorluğunu düşün! O zaman mutlak ictihad iddiasına kalkan zavallının durumundaki şaşkınlık ve fikrindeki bozukluk kendiliğinden ortaya çıkar. Bu iddia, kör yürüyüşünü andırır. Gözü zayıf bulunan bir devenin, kah oradan, kah başka bir yerden atlamasına benzer. Kim mutlak ictihad fikrini tasavvur ederse, şu zaman insanlarından birisine bu sıfat ve salahiyeti nisbet etmekte Allah’tan utansın.

Ibni Salah ve buna tabı olan kimseler, “Üçyüz seneden beri, ictihad kesikliğe uğramışdır” dediler. ibni Salah, altıncı hicret asrında yaşamıştır. Onun yaşadığı devre göre, ictihadın ardı üçyüz yıldan beri kesilmiş olursa, ibni Hacer’in yaşadığı onuncu asra nisbetle bu müddet altıyüz seneye yükse[miş olur. Şu anda, bin seneye yakın bir zamandan beri, ictihadın arkası kesilmiş olmaktadır.

Zira biz. Hicri 14. asrın 1 7. yılında bulunuyoruz. Bu sene, “Huccetullah alel Alemin” adlı kitabın telif edildiği yıldır. ibni Salah, bazı usul alimlerinden “imam Şafiinin asrından sonra müctehid-i mutlak yokdur” dediklerini nakil etmektedir. Bahr sahibi, “Şafii nasları kaybolsa, göğsümden doldururum” demişdir. Bu gibi alimler ictihada ehil olmazlarsa, onların ibare ve ifadelerini anlayamayan bir takım kimselerin mutlak ictihada salahiyetleri nasılolabilir?

Şafii mezhebine mensup bulunan imam Rafii’den naklen “Envar”da şöyle denilmektedir: “Halk, bu gün müctehid bulunmadığı fikrinde ittifak etmiş gibidir.” Şam havallsinin değerli alimi ibnü Ebiddem, ictihadın şartlarını sıraladıktan sonra şöyle demiştir: “Bu şartların, zamanımızdaki alimlerden bir şahısda bulunması düşünülemez. Bu gün bir müctehid-i mutlakın mevcut olması şöyle dursun, kendi imamının ictihadlarında sözleri muteber görülebilecek “Müctehidün fil-mezheb” bile yoktur. Bu nedir? Allah’ın, halkı ictihadtan aciz bırakması ve zamanın (böyle alimler yetişdirmekten) kesitdiğini ve kıyametin yaklaştığını kullarına ilanından başka bir şey değildir.
Şeyh’ul-ashab ei-Kaffal diyor ki: “Fetva iki kısımdır: Biri ictihad şartlarını kendisinde toplayan kimsenin fetvasıdır ki, bu kaabiliyette kimse bulunamaz. ikincisi, hak mezhebierden birine intisap edip, bu mezhebi öğrenmek ve bu sahada mezhebin usülünden hiçbir şey müstesna kalmamak üzere ihtisas sahibi olmaktır. Bir vak’adan sorulduğunda, nassı biliyorsa soran arkadaşına cevap vermek; şayed nas yoksa, mezhebinin usülü üzerine ictihadda bulunmakdır. Bu kabilden bir fetva sahibi, kibrit-i Ahmer den daha azdır.

Kadri yüksek, mezheb sahasında söz sahibi, Kaffal’in sözü bu olunca, asrımızın alimleri nasıl müctehid olurlar? Kadı Hüseyin, Füranl imamülharemeyn Abdülmelik’in babası Abdül-ilah, Seydalanl Büşenci hep onun yetiştirdiği alimlerdir.Bu zatlar ve Ebü Hamid  azali’nin talebeleri vefat edince ictihad yolu kesilmiş oldu. Onların gayesi, mezhebin hükümlerini aktarıp anlatmak ve onu korumaya çalışmaktır. Şu zamanda dünya bu kırattaki alimlerden boşalmış durumdadır.

Huccetül-islam imam Gazali, asrında müctehid bulunmadığını ihya’da sarahatle şöyle ifade etmektedir: “Kendisinin ictihad rütbesi bulunmayan kimseye gelince, -ki her asrın insanının hükmü budur-mezhebinin hükmünü nakl ederek fetva verir. Şayet mezhebinin bir zayıf noktası açığa çıkarsa onu terk etmez.”

EI-Vasit’de de şöyle demektedir: ” Kadı’da aranan ictihad şartları, asrımızda bulunmaz hale gelmiştir.”

Kim bu bahisde genis olarak bilgi öğrenmek isterse ‘Vasit’ e baş vursun ve ibni Kaası m’ın · “Cemu’I-Cevami” haşiyesine, lbni Hacer’in fetvasına ve Şeyh Muhammed’übnü Süleyman’ül-Kürdl’nin fetvalarına, ilim adamlarının usül-i fıkıh kitaplarına müracaat etsin. Bu kitaplarda; “Mutlak ictihad” müsadesi şöyle dursun, ictihadın kesildiğine dair hüküm bulacaktır.

Allame Kürdi diyor ki: Asırlar öncesinden beri ictihadın son bulduğuna dair Fahr-i Razi ve imam Rafii ile imam Nevevi’nin hükümleri şöyledir:

“Bu gün halk, ictihadın son buldugunda ve muctehıd bulunmadığında icma yapar gibi ittifaka varmışlardır.” ictihad derecesine ulaşmayan kimse sahih bir hadis gördüğü zaman ona muhalefet yapmaya nefsi cömert davranmaz ise bu kimsenin uygulayacağı hüküm, müctehidlerden fikir aldığı kimseyi inceleyip, bu mevzuda onu taklit etmektir. Imam Nevevı, Ravdatu t-Talıbın adlı eserinde söyle ifade etmektedir: “ictihad derecesine ulaşmayan bir kimsenin kitap ve sünnetten hüküm çıkarmaya kalkışması caiz değildir.”
Ictihadın zorluğunu anladınsa bu takdirde; bir kısım ilim talebesinin, kendilerinin, “Mutlak ictihad” derecesine ulaştıklarını, kitap ve sünnetten dini hükümler çıkarmaya ehliyet sahibi bulunduklarını, dört imamdan birini taklit etmeye ihtiyaçları olmadığını; yetişdikleri mezhebi terk edip, islami mezheblere karşı sakat düşünceleriyle itiraz ettiklerini ve “Biz bir takım adamların reyleriyle amel edecek değiliz” demelerini ve buna benzer gurur ve cehalet ehline yakışan ifadeler kullanmalarını da anlamış olursun. Bu iddialar, şeytanın vesvesesinden ve nefsani bir davaya kapılmaktan doğar. Bu kimseye böyle sözleri konuşturan amil, kıt akıllı ve dini sahada zayıf olması, nefsani hareketlere ve cahilliklere razı olmasıdır. Katmerli ayıpları, bu hallerinin üzerine dürülmüş ve vesvese, ahmaklık ve utanmazlıklarından doğan istekleri açığa çıkmış bulunmaktadır. Allah’ın gadabına uğramaları ve kullarının bu kimselerden hoşlanmaması sebebiyle arzuları kursaklarında kalmıştır. Halka rezil olmuşlar ve hicve uğrayarak istihzaya maruz kalmışlardır.

“Kimin nefsi cahilse, başkasının re’yini kendisinden daha düşük takdir eder.”

Avamdan bazı insanlar gördüm, Kur’an-i Kerim ve Sahih-i Buhari’den şer’i hükümleri çıkarabileceklerini iddia ediyorlardı. Cehalete ve sapıklığa bakınız! Aman kardeşim, böyle laflar etmekten sakın. Bu gibi ahmaklar ile toplantıya katılmaktan da çekin. Kendi mezhebine sahip ol, dört imamdan hangisini dilersen onu taklit et. Fakat bu taklidin, dilediğin şekilde hareket etme ruhsatı ve dini hükümlerde mezhebierin telfıki şeklinde olmasın. Zira hiçbir imam telfik’e müsaade veren bir söz söylememiştir. Bu fikir memnudur.

Bir kaç hadis, biraz Arabca ve ancak orta derecede bir bilgi öğrenmişlerdir . . . Bunlara “Alim” ünvanının takılması, ancak bu asırda görülebilmektedir. Bununla beraber, bu kimseler ile dini hükümlerde ictihad etme derecesi arasında polis ile devlet reisi arasındaki kadar büyük bir açıklık mevcuttur. Lakin bu zavallılar; gafletleri, akıllarının azlığı ve kendilerini beğenmeleri sebebiyle, noksan ve hataları belli olduğu halde, bunda olgunluk bulunduğunu zannederler. Şeytan, bu yalan davada ehliyetleri varmış gibi fikirlerini onlara süslü gösterir. ictihada yeltenmeyi, “Takvaca hareket etmek ve dini sahada araştırma yapmaktır” diye yutturmaya uğraşır. Dinlerinin selameti için müctehidlerden birini taklit etmeyi caiz göstermez ve hiçbir kimsenin aracılığı olmadan dinlerinin hükümlerini kitap ve sünnetden çıkarmak gerektiğini telkiyn eder.

[Yusuf Nebhani, Şevahidü ‘l-Hakk, sayfa 20-23]

Categories: Ictihad/hüküm çıkarmak, Sahih hadis benim mezhebimdir sözün izahı | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

EHL-I SÜNNET’IN VEHHABILERE REDDIYESI: Bir kaç kaynak !!

 

( IZAH : Faydalandığımız eser Ingilizce olduğu için ve sadece alimlerin isimleri ve kitap isimlerini verdiğimiz icin Türkceye cevirmeye gerek duymadık. Sadece ingilizcede izah edilmiş yerlerde çeviri yaptık. Bu kitaptaki listeye kendimizde Bera’atü’l-Eş’ariyyîn kitabından eklemeler yaptık(cizgi altında).
Bera’atü’l-Eş’ariyyîn daki eklemeler fazla değil, çünki çoğu zaten istifade ettiğimiz diğer eserde mevcut.

1) Ata’Allah al-Makki:
al-sarim al-hindi fil `unuq al-najdi

2) Al-`Amrawi, `Abd al-Hayy, and `Abd al-Hakim Murad (Qarawiyyin University, Morocco):
Al-tahdhir min al-ightirar bi ma ja’a fi kitab al-hiwar3) Al-Azhari, `Abd Rabbih ibn Sulayman al-Shafi`i :
Fayd al-Wahhab fi Bayan Ahl al-Haqq wa man dalla `an al-sawab.

4) Al-Dahesh ibn `Abd Allah, Dr. (Arab University of Morocco),
Munazara `ilmiyya bayna `Ali ibn Muhammad al-Sharif wa al-Imam Ahmad ibn Idris fi al-radd `ala Wahhabiyyat Najd, Tihama, wa `Asir

5) Dahlan, al-Sayyid Ahmad ibn Zayni (d. 1304/1886) :
1- al-Durar al-saniyyah fi al-radd ala al-Wahhabiyyah ;
2- Fitnat al-Wahhabiyyah;
3- Khulasat al-Kalam fi bayan Umara’ al-Balad al-Haram

6) al-Dajwi, Hamd Allah:
al-Basa’ir li Munkiri al-tawassul ka amthal Muhd. Ibn `Abdul Wahhab

7) Shaykh al-Islam Dawud ibn Sulayman al-Baghdadi al-Hanafi (1815-1881 CE):
1- al-Minha al-Wahbiyya fi radd al-Wahhabiyya ;
2- Ashadd al-Jihad fi Ibtal Da`wa al-Ijtihad

8) al-Habibi, Muhammad `Ashiq al-Rahman:
`Adhab Allah al-Mujdi li Junun al-Munkir al-Najdi

9) Al-Haddad, al-Sayyid al-`Alawi ibn Ahmad ibn Hasan ibn al-Qutb Sayyidi `Abd Allah ibn `Alawi al-Haddad al-Shafi`i:
1-al-Sayf al-batir li `unq al-munkir `ala al-akabir ;
2- Misbah al-anam wa jala’ al-zalam fi radd shubah al-bid`i al-najdi al-lati adalla biha al-`awamm

10) Al-Hamami al-Misri, Shaykh Mustafa:
Ghawth al-`ibad bi bayan al-rashad

11) Al-Hilmi al-Qadiri al-Iskandari, Shaykh Ibrahim:
Jalal al-haqq fi kashf ahwal ashrar al-khalq

12) Al-Husayni, `Amili, Muhsin (1865-1952):
Kashf al-irtiyab fi atba` Muhammad ibn `Abd al-Wahhab.

13) Ibn `Abd al-Latif al-Shafi`i, `Abd Allah:
Tajrid sayf al-jihad `ala mudda`i al-ijtihad.

14) Ibn `Abd al-Wahhab al-Najdi, `Allama al-Shaykh Sulayman (Abdulvehhab’ın abisi):
al-Sawa’iq al-Ilahiyya fi al-radd ‘ala al-Wahhabiyya.

15) Ibn `Afaliq al-Hanbali, Muhammad Ibn `Abdul Rahman:
Tahakkum al-muqallidin bi man idda`a tajdid al-din.

16) Ibn Dawud al-Hanbali, `Afif al-Din `Abd Allah:
as-sawa`iq wa al-ru`ud.

17) Ibn Ghalbun al-Libi also wrote a refutation in forty verses of al-San`ani’s poem in which the latter had praised Ibn `Abd al-Wahhab.(kirk beyitlik bir kasideyle,San’ani’nin Abdulvehhabi medhettiği şiiri’in reddi) It is in Samnudi’s Sa`adat al-darayn and begins thus( es-Semnudi’nin Saadet ed-Dareyn kitabinda geçmektedir):

Salami `ala ahlil isabati wal-rushdi
Wa laysa `ala najdi wa man halla fi najdi
[My salutation is upon the people of truth and guidance
And not upon Najd nor the one who settled in Najd]
(Doğru ve isabetli yolda olanın üzerine selâmım olsun. Necd ile Necid’de olanların üzerine olmasin)

18) Ibn Khalifa `Ulyawi al-Azhari:
Hadhihi `aqidatu al-salaf wa al-khalaf fi dhat Allahi ta`ala wa sifatihi wa af`alihi wa al-jawab al-sahih li ma waqa`a fihi al-khilaf min al-furu` bayna al-da`in li al-salafiyya wa atba` al-madhahib al-arba`a al-islamiyya.

19) Kawthari al-Hanafi, Muhammad Zahid:
Maqalat al-Kawthari.

20) Al-Kawwash al-Tunisi, `Allama Al-Shaykh Salih: his refutation of the Wahhabi sect is contained in Samnudi’s volume(vehhabilere yaptigi reddiye es-Semnudi’nin eserinde geçmektedir): “Sa`adat al-darayn fi al-radd `ala al-firqatayn.

21) Khazbek, Shaykh Hasan:
Al-maqalat al-wafiyyat fi al-radd `ala al-wahhabiyyah.

22) Makhluf, Muhammad Hasanayn:
Risalat fi hukm al-tawassul bil-anbiya wal-awliya.

23) Al-Maliki al-Husayni, Al-muhaddith Muhammad al-Hasan ibn `Alawi:
1-Mafahimu yajibu an tusahhah ;
2-Muhammad al-insanu al-kamil

24) Al-Mashrifi al-Maliki al-Jaza’iri:
Izhar al-`uquq mimman mana`a al-tawassul bil nabi wa al-wali al-saduq.

25) Al-Mirghani al-Ta’ifi, `Allama `Abd Allah ibn Ibrahim (d. 1793):
Tahrid al-aghbiya’ `ala al-Istighatha bil-anbiya’ wal-awliya .

26) Mu’in al-Haqq al-Dehlawi (d. 1289):
Sayf al-Jabbar al-maslul `ala a`da’ al-Abrar.

27) Al-Nabahani al-Shafi`i, al-qadi al-muhaddith Yusuf ibn Isma`il (1850-1932):
Shawahid al-Haqq fi al-istighatha bi sayyid al-Khalq (s).

28) Al-Qadumi al-Nabulusi al-Hanbali: `AbdAllah:
Rihlat

29) Al-Qazwini, Muhammad Hasan, (d. 1825):
Al-Barahin al-jaliyyah fi raf` tashkikat al-Wahhabiyah.

30) Al-Qudsi:
al-Suyuf al-Siqal fi A`naq man ankara `ala al-awliya ba`d al-intiqal.

31) Al-Samnudi al-Mansuri, al-`Allama al-Shaykh Ibrahim:
Sa`adat al-darayn fi al-radd `ala al-firqatayn al-wahhabiyya wa muqallidat al-zahiriyyah.

32) Al-Saqqaf al-Shafi`i, Hasan ibn `Ali, Islamic Research Intitute, Amman, Jordan:
1-al-Ighatha bi adillat al-istighatha wa al-radd al-mubin `ala munkiri al-tawassul
2- Ilqam al hajar li al-mutatawil `ala al-Asha`ira min al-Bashar
3- Qamus shata’im al-Albani wa al-alfaz al-munkara al-lati yatluquha fi haqq ulama al-ummah wa fudalai’ha wa ghayrihim…

33) Sayf al-Din Ahmed ibn Muhammad: Al-Albani Unveiled: An Exposition of His Errors and Other Important Issues(Albani’nin hataları ve onemli hususlardaki yanlışlarının tanıtımı)

34) Al-Shatti al-Athari al-Hanbali, al-Sayyid Mustafa ibn Ahmad ibn Hasan, Mufti of Syria:
al-Nuqul al-shar’iyyah fi al-radd ‘ala al-Wahhabiyya.

35) al-Zahawi al-Baghdadi, Jamil Effendi Sidqi (d. 1355/1936):
al-Fajr al-Sadiq fi al-radd ‘ala munkiri al-tawassul wa al-khawariq .

36) Al-`Azzami, `Allama al-shaykh Salama (d. 1379H):
Al-Barahin al-sati`at.

[ El-Zehavi’nin eserinin ingilizce tercümesinden alıntıdır: ‘Selefi’ Hareketine Karşı Ehl-Sünnet Doktrini; Tercüme eden: Şeyh Hişam Muhammed Kebbani ]

——————————————————————————————————————————

37) Allame Tahir Sünbül:
El-Intisarü’l-Evliyâi e;-Ebrar

38) Mısırlı Seyyid Mustafa el-Bulaki, San’ani’nin Ibn Abdulvehhab’ı medhettigiği kasidesini meşhur bir kasidesiyle redetmiştir. Saadet ed-Dareyn de bu kaside zikredilmiştir ve yüzyirmialtı beyittir. Birinci beyitin meali şöyledir:

Hamde lâyık ve sahib olanın hamdiyle başlarım. Halkın yardımyla değil, Hakk’ın yardımıyla hidayet dilerim.

39) Seyyid Tabatabaî el-Basri de, San’ani’nin Ibn Abdulvehhab’ı medhettiği kasidesini, bir kaside ile reddetmiştir. O kasidenin birçok beyitleri yine “Saadet ed-Dareyn “ kitabinda zikredilmiştir. Ki o kaside San’ani’nin Ehl-i Sünnet ve necat olan cemaatın fikrine dönmesine sebep oldu. Sanani sonra şöyle der: Necdi hakkında söylediğim kasideden pişmanım. O fikirden geri döndüm.

40)Eş-Şeyhü’l-Müşrifi:
Isharü’l-Ukûk Mimmen Menea’et-Tevessüle bi’n-Nebiyyi ve’l-Veliyyi es-Sadûk.

41) Şeyh Mustafa el-Hammami el-Mısri:
Gavsü’l-Ibad bi-Beyani’r-Reşad

42) Dimaşklı Şeyh Ata el-Kesm:
El-Akbalü’l-Mardiyye alâ el-Vehhabiyye.

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s.584-587]

Categories: Vehhabilik(tarih-hadis-alimler) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İMAM AZAM(R.A) MÜDAFAASI:”İMAMİ EZVAİ(R.A) İMAMİ AZAMİN(R.A) VEFAT HABERİNE SEVİNDİMİ”..!?

Bu başlık altında tabiinin büyük âlimlerinden Evzaî’ye, Ebû Hanîfe’nin ölüm haberi geldiğinde ne söylediği ile ilgili rivayeti ele alacağız.
İbn Rızk> İbn Selâm> Hasan b. Ali>Ebû Tevbe > Seleme İbn Külsüm. “Ebû Hanîfe’nin ölüm haberi Evzaî’ye geldiğinde, ‘elhamdülillah, o, İslamı adım adım tahrip ediyordu’, dedi.”(Hatîb, Tarih Bağdat, cilt 13, sayfa 398.)

SENEDİN İNCELENMESİ:
.
Senetteki İbn Rızk, hicri 412 yılında vefat etmiştir. İbn Selâm’ın ismi Ahmed b. Cafer’dir. Hicri 278 ile 365 yılları arasında yaşamıştır. Hatîb el-Bağdâdî, kendisinden kitabında hadis uyduran bir yalancı olarak bahsetmektedir.(Hatip,Tarihi Bağdat,cilt 4,sayfa 59)
Ebbâr’ın ismi, Ahmed b. Ali’dir. İbn Hazm, Ebbâr hakkında meçhuldür ifadesini kullanmıştır.(İbn Hacer, Lisânü’l-Mizân , cilt 1, sayfa 231.)
Seleme b. Külsüm ile ilgili olarak Darekutnî, “yanılması çok” demiştir.(Darekutnî, el-Ilel,sayfa 23; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, cilt 4,sayfa 136.)

Rivayetimiz senet açısından kabul edilebilecek durumda değildir. Çünkü senet içerisinde hadis uyduran, çok yanılan ve meçhul olan raviler bulunmaktadır. Buradan hareketle, Ebû Hanîfe’nin vefatı üzerine Evzai’nin söylediği iddia edilen ifadelerin sahih bir dayanağının olmadığını söyleyebiliriz. Evzai, Şam’ın fakihidir. Ebû Hanîfe ile aynı yıllarda biri Şam’da, diğeri Kufe’de yaşamışlardır. Birbirleriyle karşılaşılıncaya kadar Evzaî, Ebû Hanîfe hakkında menfi düşüncelere sahiptir. İki büyük âlim, Mekke’de karşılaşmışlardır.
İbnü’l-Mübârek’in söylediği bazı meseleleri müzakere ettiler. Ebû Hanîfe, bu meseleler hakkındaki görüşlerini açıklamıştır. Ayrıldıktan sonra Evzaî, Abdullah b. Mübârek’e (181/803), “doğrusu ben bu zatın ilminin çokluğuna, aklının üstünlüğüne hayran kaldım. Ona gıpta ettim. Allah’tan af dilerim, ben onun hakkında yanılıyormuşum. Sen ondan ayrılma. O, benim duyduklarımdan çok farklı demiştir.(el-Heytemi, İbn Hacer, Hayrâtü’l-Hısân, s.33)

Buradan, Evzaî’nin görüşme öncesi hayatında imam hakkında farklı düşündüğü ortaya çıkmaktadır. Daha önceki düşünceleri ve söyledikleri hakkında Allah’tan af diliyor. Bu kişinin, Ebû Hanîfe’nin vefat haberini duyduğunda rivayetimizde geçen ifadelerini kullanması mümkün değildir. Aktarmış olduğumuz rivayetin hem senet, hem de metin açısından kabul edilemeyeceğini göstermektedir.

Categories: Mezhep imamımız Ebu Hanife(ra) | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.