Posts Tagged With: ebu bekir sifil hoca

Kuran yeter iddiasi!

Muhakkak ki Zikr’i biz indirdik; onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 9) ayetinin, korunmuş tek din kaynağının Kur’an olduğunu anlattığını söyleyerek, başta Sünnet olmak üzere diğer şer’î delilleri yok sayan bir zihniyetin, modern zamanlarda İslâm Dünyası’nın muhtelif yerlerinde boy gösterdiğini görüyoruz.

Sadece Kur’an’ın 6 bin küsür ayetiyle sınırlı bir din anlayışının insanları nerelere getirdiğinin çarpıcı örnekleri, kendilerini Kur’âniyyûn/Kur’ancılar veya ülkemizdeki adıyla “Mealciler” tarafından ortaya konulmuştur.

En temel ibadet olan namaz konusunda bile Kur’aniyyûn arasında amansız tartışmalar yaşanmış, dudak uçuklatan namaz şekilleri ortaya çıkmıştır. Söz gelimi İnâyetullah Vezirâbâdî, namazın (sabah, güneş battıktan sonra ve yatsı olmak üzere) üç vakit olduğunu söylemiştir. Ona göre namazın kılınış şekli de şöyledir: Namaza giren kişi alçak bir sesle bir miktar Kur’an okur, sonra secde eder ve başını secdeden kaldırdığında namaz bitmiş olur.

Bir diğer Kur’aniyyûn mensubu Muhammed Ramazan, bu namaz tarifine şöyle bir tarifle itiraz eder: Üç vakit namaz vardır. Her namaz iki rekâttır. “İnnellâhe kâne aliyyen kebîrâ” diyerek tekbir aldıktan ve bir miktar Kur’an okuduktan sonra rükûya gidilir. Rükûdan kalkmadan secdeye varılır. Her rekâtta tek secde yapılır. Secde bittiğinde namaz da bitmiş olur.

Bir başkası (Ahmeduddîn) günde iki vakit namaz kılınacağını ve namazda kıbleye yönelme şartının bulunmadığını söylemiştir. (Bu zikrettiklerimiz ve daha fazla örnek için bkz. Hâdim Hüseyin İlâhibahş, el-Kur’âniyyûn, 366 vd.)
Ülkemizde de “Kur’an’dan başka din kaynağı yoktur!” diyenlerin horozdan kurban olacağı, 50 yaşından sonra oruç tutmayıp fidye verilebileceği, haccın senenin aylarına yayılarak yapılabileceği, kabir azabı, sırat, mizan, şefaat, miracın ve oruç kefaretinin olmadığı… gibi iddialar ileri sürdüklerini biliyoruz.

Sadece namaz değil, diğer temel ibadetleri de Sünnet’in rehberliği olmadan yerine getirme imkanından mahrum bulunduğumuz aşikârdır. Zekâtın hangi mallardan ne zaman, ne kadar ve kimlere verileceği, haccın nasıl yapılacağı, orucun vakti, orucu bozan ve bozmayan şeyler… gibi temel hususların hiçbirisini Kur’an’da bulamadığımız halde “Kur’an bize yeter” sloganını bayraklaştırmanın Ümmet-i Muhammed’i aidiyetlerinden uzaklaştırmaktan başka bir anlamı olabilir mi?

Aynı şekilde fıkhî içtihatları göz ardı ederek hadis-i şerifle amel etme iddiası da son derece yanlış bir tutumdur. Yukarıda Efendimiz s.a.v.’den gelen hadislerden nasıl hüküm çıkarılacağı konusunda belli bir birikim ve ihtisas sahibi olmak gerektiğini izaha gayret ettik.

Bugün ülkemizde ‘sadece ayet ve hadisle amel’ iddiasında bulunanların akla ziyan iddia ve uygulamalarını sayıp dökmek mümkün. Biz oraya girmek yerine, dinî hayatımızı oluşturan fıkhî hükümlerin mahiyetini, yani içtihadı ve buna bağlı diğer bazı kavram ve konuları açıklayalım.

Kaynak: Ebu Bekir Sifil – Ictihad kapisini kim acar

Categories: Dinimizin kaynakları, Ictihad/hüküm çıkarmak, Mezhep | Etiketler: , , , , , , ,

Taklit nedir, mukallit kimdir?

Fıkıh terimi olarak taklit “başkasının görüşüyle deliline bakmaksızın amel etmek”tir. Buradaki ‘görüş’ kelimesi, müçtehidin içtihadını anlatır.

Bu tariften de anlaşılacağı gibi mukallit, içtihat seviyesine ulaşamamış kimsedir. Böyle kimseler (ki her dönemde toplumun ezici çoğunluğunu oluştururlar) kaçınılmaz olarak bir müçtehidi taklit etmek durumundadırlar. Zira hiç kimsenin Allah’ın dininde kendi heva ve hevesleriyle amel etmek gibi bir özgürlüğü yoktur!

Yüce Kitabımız’da, “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” (Nahl, 43) buyurulmuştur. Sahabe döneminden itibaren bu ümmetin çok büyük çoğunluğu, bilmediği konularda bilenlere (alimlere) sormak suretiyle amel edegelmiş, hiç kimse müçtehit alimlerin içtihatlarıyla amel ettiği, yani onları taklit ettiği için kınanmamıştır.

Son devirlerde ‘Kur’an’la amel’, ‘hadisle amel’ gibi sloganlarla ortaya çıkan bazı grupların, taklidi sakınılması gereken bir durum olarak gördüğü, hatta bazılarının işi daha da ileriye götürerek taklidi ‘şirk’ saydığı biliniyor. Gerekçe: Allah’ın dininde kulların görüşleriyle amel etmek! Oysa ayakları yere basan bir değerlendirme yapılacak olursa görülecektir ki, Kur’an ayetlerinin ve hadislerin tamamının olmasa da önemli bir kısmının içtihada açık bir yapısı vardır. Bu sahada içtihad etmiş olan mezhep imamları da, kendi şahsî/sübjektif görüşleriyle değil, Kur’an ve Sünnet’i anlama tarzlarıyla mezhep dediğimiz yapıya vücut vermişlerdir. Dolayısıyla bir kimse içtihat gerektiren konularda içtihat seviyesine ulaşmışsa kendisi içtihat edecek, ulaşmamışsa içtihat eden bir alimin delilli-dayanaklı görüşüyle amel edecektir. Bunun “şirk”le ne ilgisi olabilir?!

Meselenin şöyle bir boyutu daha var: İslâm tarihi boyunca mezhep kurmuş müçtehit alimlerin ortaya koyduğu ilmî birikim, mutlak içtihat seviyesine ulaşmamış da olsa mezhep alimleri tarafından sürekli bir faaliyetle geliştirilmiş, öncekilerin ilmî mirası katlanarak sonraki asırlara devredilmiştir.

Bunun en çarpıcı misalini Kur’an tefsirleriyle hadis ve fıkıh eserlerinin şerhleri oluşturur. Bir bütün olarak tefsir ve şerhler, devralınan mirası birkaç katına çıkararak sonraki kuşaklara aktaran eserlerdir. Söz gelimi İmam Mâlik rh.a.’in el-Muvatta isimli eseri tek ciltlik bir hacme sahiptir. Malikî mezhebi alimleri bu esere onlarca cilde ulaşan hacimlerde şerhler yazmışlardır. Sadece İbn Abdilberr, el-Muvatta üzerine üç ayrı çalışma yapmıştır ki, bunlardan et-Temhîd isimli şerh, 37 cilt halinde neşredilmiştir. Hanefî mezhebi ulemasından İmam Serahsî rh.a., toplamı birkaç cildi geçmeyecek olan Zâhiru’r-Rivâye kitaplarını (Hanefî mezhebinin, üçüncü imamı İmam Muhammed tarafından derlenen temel metinlerini) büyük boy 30 cüz halinde şerh etmiştir. Aynı durum hiç şüphesiz diğer mezhepler için de geçerlidir. Yazıyı fazla uzatmış olmamak için daha fazla örnek zikretmeyi gereksiz görüyoruz.

Dolayısıyla “mezheplerin kuruluş aşamasından sonra içtihat mekanizmasının çalıştırılmaz olması daha sonraki asırlarda müslümanların geri kalmasına sebep olmuştur” tarzında sloganvari değerlendirmelerin herhangi bir esasa dayanmadığını ayrıca belirtmeye gerek yoktur.

Taklitle ilgili bazı hususlar

Taklit seviyesinden yukarı çıkamamış olan (mukallit) kimsenin, bir meselede bir tek görüşü taklit etmesi gerekir; bir tek meselede farklı içtihatlar ile amel etmeye kalkarsa ortaya hiçbir alimin onaylamadığı karışık bir hüküm çıkar ki, buna ?teknik tabiriyle? ‘telfik’ (karma hüküm) denir.

Mesela mukallit olan kimse, abdestin hangi durumlarda bozulmuş sayılacağı noktasında bir tek mezhebin görüşüyle amel etmelidir. Mezhepler arasında abdesti bozan hususların bir kısmı ihtilaflı olduğu için bir durumda birini, diğer durumda öbürünü taklit etmesi doğru değildir. Ancak iki farklı meselede iki farklı mezhebin görüşleri ile amel edebilir.

Sık verilen örneği tekrarlayacak olursak: Hanefî mezhebinde vücuttan çıkıp dağılan kan abdesti bozar. Bir kimse abdestliyken vücudunun bir yerinden kan çıkıp dağılacak/akacak olursa, Hanefî mezhebine göre abdesti bozulmuş olur. Bu kimse bu dururumda “Ben Şafiî mezhebini taklit ediyorum. Şafiî mezhebinde vücuttan çıkan kan abdesti bozmaz” diyebilir. Bu kimse Şafiî mezhebine göre abdestlidir. Ancak aynı abdestle evlenmesi haram olmayan bir kadına (şehvetsiz olarak olsa bile) dokunduğu zaman Şafiî mezhebine göre abdesti bozulur. Bu kimse bu defa “Hanefî mezhebine göre kadına dokunmak abdesti bozmaz; dolayısıyla benim abdestim devam ediyor” diyemez. Çünkü bir önceki olayda Şafiî mezhebine göre abdestli idi ve ikinci olayda Şafiî mezhebi üzere devam eden abdesti, yine bu mezhebin hükümlerine göre bozulmuş oldu.

Ancak bu meselenin bir sakıncasına dikkat çekmemiz gerekiyor: Mezheplerin görüş ve içtihatlarını detaylı olarak bilmek herkes için ve her zaman mümkün olmaz. Zira bu, gerçekten zor bir meseledir. Bu bakımdan başka bir mezhebin içtihadıyla amel ediyorum derken yanlışlık yapmak her zaman için söz konusu olabilecektir. Fıkhî meselelerin, herkesin farkına varamayabileceği incelikleri vardır ki, onları ancak konunun erbabı bilir.

Dolayısıyla en sağlam ve tavsiyeye şayan olan, mezheplerin hükümlerini detaylı olarak öğrenmeye durumu müsait olmayan kimselerin bütün hükümlerde belli bir mezhebi esas almak ve onun içtihatlarıyla amel etmektir.

Ebu Bekir Sifil – Ictihad kapisini kim acar kim kapatir

Categories: Mezhebe bağlılık, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

İçtihat nedir, müçtehit kimdir?

İçtihat: Sözlük anlamı itirabiyle “kişinin, zor ve meşakkatli bir işi yerine getirmek için bütün gücünü sarfetmesi” demektir. Fıkhî bir terim olarak ise bu kelime “fakihin, şer’î bir hükmün mahiyetini ortaya koymak için bütün gücünü sarf etmesi”ni ifade eder.

İçtihat için öngörülen şartları şu şekilde toparlayabiliriz:

Şer’î hükümleri bilme yollarını, bu hükümlerin kısımlarını, isbat yollarını, delalet şekillerini, şartlarını, mertebelerini, tearuz/çatışma durumunda tearuzun/çatışmanın nasıl giderileceğini, ahkâma ilişkin ayet ve hadislerin delalet ve sübut bakımından durumlarını, nâsih ve mensuh olanları ve üzerinde icma ve ihtilaf edilmiş olan konuları ve Arap dilini ve kıyası bilmek; insanların ve yaşadığı toplumun ahvaline vakıf olmak ve nihayet kişisel, toplumsal ya da siyasal herhangi bir yönlendirme/baskı altında bulunmamak, halktan, sermaye sahiplerinden ve siyasî yönetimlerden müstağni olmak… (M. Ebu Zehra, Usûlu’l-Fıkh, 381 vd., Vehbe ez-Zuhaylî, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, 2/1037.)

Bu sayılan şartları hakkıyla yerine getirmek, takdir edileceği üzere gerçekten son derece zor bir iştir. Kur’an, Sünnet ve hatta genel olarak din konusunda farklı telakkilerin, niyetlerin ve girişimlerin söz konusu olduğu, buna mukabil ilmî seviyenin genel olarak düşük limitlerde seyrettiği günümüzde, şahsında bu vasıfları toplamış bir kişinin bulunması aklen olmasa da adeten imkansızdır.

Şunu da ekleyelim ki, her mezhep içinde, mezhep imamından başlayarak aşağıya doğru sıralanan muhtelif seviyeler/tabakalar vardır. Mezhep imamının koyduğu ölçüler içinde içtihat eden ‘mezhepte müçtehitler’, yine aynı ölçüler içinde bazı meselelerde içtihada güç yetirebilenler ‘meselede müçtehit’ olarak isimlendirilir.

Bunların altında mukallit, yani mevcut içtihada uyan ulema gelir. Bunlar içtihat seviyesine ulaşamamakla birlikte, mezhep içi tercihlerde bulunabilecek durumdadırlar. Bunlara da ‘tercih ehli’, ‘temyiz ehli’, ‘tahriç ehli’ gibi ünvanlar verilir. Tabakâtu’l-Fukahâ tarzındaki eserlerde bütün bu mertebeler açıklanmıştır.

Ebu Bekir Sifil – Ictihad kapisini kim acar kim kapatir

Categories: Ictihad/hüküm çıkarmak, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da Blog Oluşturun.