Mezhebe bağlılık

.. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu bulamamışlarsa? ayetin aciklamasi!

Mezhebe uyanlar birseyi savundugu zaman,mezhebime gore su soyledir boyledir, senin dedigin yanlis dendiginde,karsi taraf(mezhepsiz) cogu zaman(herkes degil) bu ayeti –(Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiği zaman, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu bulamamışlarsa?) getirerek mezhebe uyani susturmayi amaclarlar.. halbuki bu ayetler kafirler icin inmistir,ki bu getirilen ayetin devamina ve diger ayetlere bi bakalim..

yukardaki kullanilan ayetin devami:

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiği zaman, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu bulamamışlarsa? Kâfirlerin hali, bağırıp çağırmak dışında bir şey duymayan, yine de haykıran kişiye benzer. O kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için akledemezler.) [Bekara 170, 171]

diger ayetler:

-Kâfirler Allah’a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmez. Onlara, “Gelin Allah’ın indirdiği Kitaba ve Resule uyun” denildiğinde, “Atalarımızın yolu bize yeter” derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyse?) [Maide 103, 104]

-Putperestler, Hud peygambere dediler ki:
(Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın taptıklarını [putları] bıraktırmak için mi geldin? Eğer sözünde sadık isen, tehdit ettiğin azabı getir.) [Araf 70]

-Kâfirler, Peygamberlere dediler ki:
(Siz de bizim gibi bir insansınız. Siz bizi atalarımızın taptığı şeylerden [putlardan] döndürmek istiyorsunuz.) [İbrahim 10]
(Bu da aynen sizin gibi bir insandır. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah isteseydi, elbette [peygamber olarak] melekleri gönderirdi. Biz atalarımızdan böyle [bir Allah’a ibadet etmek diye] bir şey duymadık.) [Müminun 24]

-Hz. İbrahim putlara tapanlara dedi ki:
(Atalarınızın ve sizin neye taptığınızı şimdi gördünüz mü? Taptığınız putlar benim düşmanımdır. Dostum ancak âlemlerin Rabbidir.) [Şuara 75-77]
(Musa, kâfirlere apaçık mucizelerimizle gelince: [Kâfirler], “Bu uydurma bir sihirdir. Önceki atalarımızdan böyle [tek ilaha ibadet etmek diye] bir şey işitmedik” dediler.) [Kasas 36]
(Onlar [kâfirler] atalarını sapıklıkta buldular ve peşlerinden koşup gittiler.) [Saffat 69,70]

Bu ayetlerin goruldugu gibi MUCTEHID alimlerle hic bir alakasi yoktur.

Müslümanların ataları doğru yolda ise elbette uymak gerekir. Nitekim Yakup aleyhisselam, ölürken oğullarına sordu: (Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?) dedi. Oğulları dediler ki: (Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshakın ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz.) [Bekara 133]

Hz. Yusuf da dedi ki: (Atalarım İbrahim, İshak ve Yakubun dinine uydum.) [Yusuf 38]

ve bir hadisi serifle noktaliyalim insallah

Ahir zamanda bazıları, sizin ve ATALARINIZIN yolundan ayrılıp, sünnetimden uzak kalacaklar, onlardan uzak durun.) [Müslim]

Categories: Mezhebe bağlılık, Mezhep | Etiketler: , , , , , ,

Taklit nedir, mukallit kimdir?

Fıkıh terimi olarak taklit “başkasının görüşüyle deliline bakmaksızın amel etmek”tir. Buradaki ‘görüş’ kelimesi, müçtehidin içtihadını anlatır.

Bu tariften de anlaşılacağı gibi mukallit, içtihat seviyesine ulaşamamış kimsedir. Böyle kimseler (ki her dönemde toplumun ezici çoğunluğunu oluştururlar) kaçınılmaz olarak bir müçtehidi taklit etmek durumundadırlar. Zira hiç kimsenin Allah’ın dininde kendi heva ve hevesleriyle amel etmek gibi bir özgürlüğü yoktur!

Yüce Kitabımız’da, “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” (Nahl, 43) buyurulmuştur. Sahabe döneminden itibaren bu ümmetin çok büyük çoğunluğu, bilmediği konularda bilenlere (alimlere) sormak suretiyle amel edegelmiş, hiç kimse müçtehit alimlerin içtihatlarıyla amel ettiği, yani onları taklit ettiği için kınanmamıştır.

Son devirlerde ‘Kur’an’la amel’, ‘hadisle amel’ gibi sloganlarla ortaya çıkan bazı grupların, taklidi sakınılması gereken bir durum olarak gördüğü, hatta bazılarının işi daha da ileriye götürerek taklidi ‘şirk’ saydığı biliniyor. Gerekçe: Allah’ın dininde kulların görüşleriyle amel etmek! Oysa ayakları yere basan bir değerlendirme yapılacak olursa görülecektir ki, Kur’an ayetlerinin ve hadislerin tamamının olmasa da önemli bir kısmının içtihada açık bir yapısı vardır. Bu sahada içtihad etmiş olan mezhep imamları da, kendi şahsî/sübjektif görüşleriyle değil, Kur’an ve Sünnet’i anlama tarzlarıyla mezhep dediğimiz yapıya vücut vermişlerdir. Dolayısıyla bir kimse içtihat gerektiren konularda içtihat seviyesine ulaşmışsa kendisi içtihat edecek, ulaşmamışsa içtihat eden bir alimin delilli-dayanaklı görüşüyle amel edecektir. Bunun “şirk”le ne ilgisi olabilir?!

Meselenin şöyle bir boyutu daha var: İslâm tarihi boyunca mezhep kurmuş müçtehit alimlerin ortaya koyduğu ilmî birikim, mutlak içtihat seviyesine ulaşmamış da olsa mezhep alimleri tarafından sürekli bir faaliyetle geliştirilmiş, öncekilerin ilmî mirası katlanarak sonraki asırlara devredilmiştir.

Bunun en çarpıcı misalini Kur’an tefsirleriyle hadis ve fıkıh eserlerinin şerhleri oluşturur. Bir bütün olarak tefsir ve şerhler, devralınan mirası birkaç katına çıkararak sonraki kuşaklara aktaran eserlerdir. Söz gelimi İmam Mâlik rh.a.’in el-Muvatta isimli eseri tek ciltlik bir hacme sahiptir. Malikî mezhebi alimleri bu esere onlarca cilde ulaşan hacimlerde şerhler yazmışlardır. Sadece İbn Abdilberr, el-Muvatta üzerine üç ayrı çalışma yapmıştır ki, bunlardan et-Temhîd isimli şerh, 37 cilt halinde neşredilmiştir. Hanefî mezhebi ulemasından İmam Serahsî rh.a., toplamı birkaç cildi geçmeyecek olan Zâhiru’r-Rivâye kitaplarını (Hanefî mezhebinin, üçüncü imamı İmam Muhammed tarafından derlenen temel metinlerini) büyük boy 30 cüz halinde şerh etmiştir. Aynı durum hiç şüphesiz diğer mezhepler için de geçerlidir. Yazıyı fazla uzatmış olmamak için daha fazla örnek zikretmeyi gereksiz görüyoruz.

Dolayısıyla “mezheplerin kuruluş aşamasından sonra içtihat mekanizmasının çalıştırılmaz olması daha sonraki asırlarda müslümanların geri kalmasına sebep olmuştur” tarzında sloganvari değerlendirmelerin herhangi bir esasa dayanmadığını ayrıca belirtmeye gerek yoktur.

Taklitle ilgili bazı hususlar

Taklit seviyesinden yukarı çıkamamış olan (mukallit) kimsenin, bir meselede bir tek görüşü taklit etmesi gerekir; bir tek meselede farklı içtihatlar ile amel etmeye kalkarsa ortaya hiçbir alimin onaylamadığı karışık bir hüküm çıkar ki, buna ?teknik tabiriyle? ‘telfik’ (karma hüküm) denir.

Mesela mukallit olan kimse, abdestin hangi durumlarda bozulmuş sayılacağı noktasında bir tek mezhebin görüşüyle amel etmelidir. Mezhepler arasında abdesti bozan hususların bir kısmı ihtilaflı olduğu için bir durumda birini, diğer durumda öbürünü taklit etmesi doğru değildir. Ancak iki farklı meselede iki farklı mezhebin görüşleri ile amel edebilir.

Sık verilen örneği tekrarlayacak olursak: Hanefî mezhebinde vücuttan çıkıp dağılan kan abdesti bozar. Bir kimse abdestliyken vücudunun bir yerinden kan çıkıp dağılacak/akacak olursa, Hanefî mezhebine göre abdesti bozulmuş olur. Bu kimse bu dururumda “Ben Şafiî mezhebini taklit ediyorum. Şafiî mezhebinde vücuttan çıkan kan abdesti bozmaz” diyebilir. Bu kimse Şafiî mezhebine göre abdestlidir. Ancak aynı abdestle evlenmesi haram olmayan bir kadına (şehvetsiz olarak olsa bile) dokunduğu zaman Şafiî mezhebine göre abdesti bozulur. Bu kimse bu defa “Hanefî mezhebine göre kadına dokunmak abdesti bozmaz; dolayısıyla benim abdestim devam ediyor” diyemez. Çünkü bir önceki olayda Şafiî mezhebine göre abdestli idi ve ikinci olayda Şafiî mezhebi üzere devam eden abdesti, yine bu mezhebin hükümlerine göre bozulmuş oldu.

Ancak bu meselenin bir sakıncasına dikkat çekmemiz gerekiyor: Mezheplerin görüş ve içtihatlarını detaylı olarak bilmek herkes için ve her zaman mümkün olmaz. Zira bu, gerçekten zor bir meseledir. Bu bakımdan başka bir mezhebin içtihadıyla amel ediyorum derken yanlışlık yapmak her zaman için söz konusu olabilecektir. Fıkhî meselelerin, herkesin farkına varamayabileceği incelikleri vardır ki, onları ancak konunun erbabı bilir.

Dolayısıyla en sağlam ve tavsiyeye şayan olan, mezheplerin hükümlerini detaylı olarak öğrenmeye durumu müsait olmayan kimselerin bütün hükümlerde belli bir mezhebi esas almak ve onun içtihatlarıyla amel etmektir.

Ebu Bekir Sifil – Ictihad kapisini kim acar kim kapatir

Categories: Mezhebe bağlılık, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

Dört mezhepten birini takip etme!

Ibnül Hümâm, (Tahrîr-ül-üsûl) kitâbında ve Ibnül-Hâcib,(Muhtasar-ül-üsûl) kitâbında ve (Dürr-ül-muhtâr)da, (Bir isi bir mezhebe göre yapmaga basladıkdan sonra, bu isi ve buna baglı olan isleri yapmaga devâm ederken, bu mezhebi taklîd etmekden vazgeçmenin memnû’ oldugu sözbirligi ile bildirilmisdir) denilmekdedir!!

[Osmân ibni Hâcib-i Mâlikî, 646 [m. 1248] de Iskenderiyyede vefât etdi.] (Bahr-ür-râık)da (Imâm-ı a’zamı taklîd edenin,hep hanefî mezhebine tâbi’ olması vâcibdir. Zarûret olmadıkça,baska mezhebe göre is yapması câiz degildir. Büyük âlim Kâsımın bildirdigi gibi, bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhebden ayrılmasının câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir) diyor!! [Kâsım bin Katlûbüga Mısrî hanefî 879 [m. 1474] de vefât etdi.]

(Müsellem-üssübût) kitâbında diyor ki, (Mutlak müctehid olmıyanın, âlim de olsa, bir [mutlak] müctehidi taklîd etmesi lâzımdır). Bu kitâbı Muhibbullah Bihârî Hindî hanefî yazmıs, 1119 [m. 1707] de vefât etmisdir.]

Imâm-ı Abdülvehhâb-ı Sa’rânî (Mîzân) kitâbının yirmidördüncü sahîfesinde diyor ki, (Ayn-ül-ülâya yükselmemis bir âlimin,dört mezhebden birini taklîd etmesi vâcibdir. Taklîd etmezse, dogru yoldan sapar. Baskalarını da sapdırır).

Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr)ın ikiyüzseksenüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Âmînin mezheb degisdirmesi câiz degildir. Diledigi bir mezhebi taklîd etmesi lâzımdır). Âmî, müctehid olmıyan demekdir.

Ibni Hümâm “rahmetullahi aleyh”, (Tahrîr) kitâbında diyor ki,(Bir kimsenin, taklîd etdigi mezhebi, ya’nî ona uygun is yapmaga basladıgı mezhebi terk etmesinin câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir)!!

Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-yı se’âdet) kitâbında,emr-i ma’rûfu anlatırken buyuruyor ki, (Taklîd etmekde oldugu mezhebe uygunsuz is yapmaga, hiçbir âlim câiz dememisdir)!!

Her mezhebde mubâh olanları, kolay olanları arasdırıp, bunları yapmaga, mezhebleri (Telfîk) denir. Böyle yapan, fâsık olur. Sa’îd bin Mes’ûdün (Tahâvî serhi) bunu iyi anlatmakdadır.

Categories: Mezhebe bağlılık, Mezhep | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.