Hiçbir Kimseden Şefaat Kabul Olunmaz Ayetinin tefsiri!

“Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.”[BAKARA/48]

Ömer Nasuhî Bilmen Tefsiri:

Bu âyeti kerimedeki şefaatin reddi, kafirler içindir. Çünkü Kur’ân’ın bu hitabı onlara yöneliktir. Ve Allah’ın izni olmadıkça kimsenin şefaatte bulunamıyacağını bildirmektedir. Yoksa müslümanlar hakkında din büyüklerinin ve bilhassa Rasûlü Ekrem Efendimizin şefaatte bulunacakları naklen sabittir.

Tefhimu’l-Kuran Tefsiri:

Bu ayette İsrailoğulları, bozulmalarının asıl nedeni olan ahiret hakkındaki yanlış tasavvurlarına karşı uyarılıyorlar. Onlar, büyük peygamberlerin torunları oldukları için ebedî kurtuluşa ereceklerini sanıyorlardı. Bu nedenle de hak dini terketmişler ve günaha batmışlardı. Burada onlara kutsal ve değerli bir kişi ile olan ilişkileri ve onun şefaati sayesinde, yaptıkları kötü amellerin sonucundan kurtulamayacakları bildiriliyor. Bu nedenle onlara İsrailoğulları’na verilen nimet (Ayet 47) hatırlatıldıktan hemen sonra, kendilerinin de bu dünyada iken Ahiret’e inanmayan günahkâr insanlar gibi cezalandırılacakları haber veriliyor.

Tefsir’ül Münir:

Kabul olunmayacağı belirtilen şefaat, kâfirlerin şefaatidir. Müfessirler Yü­ce Allah’ın: “Bir de öyle bir günden korkun ki, kimse kimseye hiç bir fayda vere­mez, ondan herhangi bir şefaat da kabul olunmaz.” buyruğu ile kastedilen kimselerin her “kimse” değil, kâfirler olduğu üzerinde icmâ etmişlerdir. Müminlere gelince, Yüce Allah’ın izniyle şefaatin onlara faydası olacaktır. Çün­kü Yüce Allah: “Ve onlar ancak onun rızasına ermiş (mü’min)lere şefaat edebi­lirler.” (Enbiyâ, 21/28) diye buyurmuştur. Fasık bir kimse ise razı olunmuş bir kimse değildir. Yüce Allah’ın: “Onun nezdinde şefaat, kendisine izin verilenden başkasına fayda vermez.” (Sebe’, 34/23) buyruğuna gelince; şefaat eden kimse için yüce Mevlâ’nın irâde buyurduğundan dönüşü gibi bir husus, şefaatte söz konusu değildir. Şefaat, Yüce Allah’ın ezelden beri, şefaat edenin duasını kabul etmeyi irade buyurduğu ve böylelikle şefaat eden kimsenin üstün şerefini açığa çıkarmak dileğini gerçekleştirmekten ibarettir. Çünkü şefaat bir duadır. Şefa­atin kabul olunabileceğinin bilinmesinde, şefaate güvenerek dinin emir ve ya­saklarını önemsememek gibi bir aldanışa düşenleri haklı çıkartacak bir taraf yoktur. Çünkü ahirette hiç bir kimseye Allah’a itaat ve onun rızasından başka bir şeyin faydası olmayacaktır.

Esbâb-ı Nüzûl:

Müfessirlerin kaydettiklerine göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: İsrailoğul­lan: ”Bizler Allah’ın oğulları, dostları ve peygamberlerinin çocuklarıyız ve ba­balarımız bize şefaatçi olacaklardır.” diyorlardı. Allah Tealâ da onlara, kıyamet günü onlardan fidyenin de şefaatlerin de kabul edilmeyeceğini bildirdi. Bir rivayette de onların “Bizler Allah’ın dostu olan İbrahim’in evlâtlarıyız. O, Allah’ın rızası için kes­meye yatırdığı İshak’ın babasıdır. Bize şefaat eder ve bizi azâbdan kurtarır.” dedikleri belirtilmiştir.

Kuran Yolu Tefsiri:

Mu’tezile bilginleri bu âyete dayanarak âhirette günahkârlara şefaat edilmesinin söz konusu olmayacağını, ancak sadece sevaba müstahak olanlara mükâfatlarının arttırılması yönünde şefaat edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Ehl-İ sünnet bilginleri ise her iki durumda da şefaatin mümkün olduğunu, günahkâr kul­lara peygamberler ve Allah nezdinde itibarı yüksek olan diğer seçkin insanlar ta­rafından şefaat edilebileceğini savunurlar.Ancak Allah’ın izin vermediği hiçbir kimse şefaat edemeyecektir.Kur’an’m ilgili âyetlerinin üslûbundan, âhirette şefaat mümkün olmakla bir­likte bunun son derece sınırlı tutulacağı ve İnsanların şefaate bel bağlamadan, ken­di kurtuluşları için yine kendilerinin çaba göstermesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında insan için gerekli olan şey, zaman kaybetmeden tevhid inancına sarılarak, Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmek ve ahlâkını düzeltmek, geçmişteki günahlarından dolayı da tövbe etmektir. Çünkü gerek Kur’ân-ı Ke­rîm’de gerekse hadislerde içtenlikle yapılacak tövbelerin geri çevrilmeyeceğine dair çok açık ve kesin açıklamalar vardır. Kur’an*in şefaat konusundaki ümit kin­ci üslûbu, şefaat beklentisinin insanları dinî ve ahlâkî hayatlarında gevşekliğe sü­rüklemesinden; yine Kur’an’m tövbelerin kabul buyurulacağına dair çok net ve ümit verici ifadeleri ise, tövbenin kişiye hatalı inanç ve davranışlarını terkettirme-sinden, böylece düzeltici ve ıslah edici bir fonksiyon icra etmesinden ileri gelmek­tedir. İşte, peygamberlerinin kendilerine şefaat edeceklerine güvenerek İslâm’ı ka­bul etmemekte ve Hz. Muhammed’e inanmamakta direnen yahudileri uyarmakta olan bu âyet, aynı zamanda bütün insanlar ve müslümanlar için de bir ikaz anlamı taşımakta; insanın asıl kurtuluşunun, yanlışlardan dönmesine başta imanı olmak üzere, dünya hayatında kendisinin yaptığı hayırlı işlere bağlı olduğunu vurgula­maktadır.

Hak Dini Kuran Dili Tefsiri:

Mu’tezile bu âyete dayanarak, ahirette buyük günah işlemiş olanlara şefaat edilmeyi reddetmişlerdir. Fakat burada şefaatin kabul olunmaması özellikle kâfirler hakkındadır. Ve hitap küfürde ısrar edenlere mahsustur. Zira İsrailoğulları kendilerinin babaları ve dedeleri olan peygamberlerin her halde kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Bu âyet, bunu reddediyor. Yoksa diğer âyetler gelecektir ve hadisler de vardır ki, Allah’ın izniyle yine şefaat olur. Yasaklanmış olan şefaat herkesin kendiliğinden ve Allah’ın iznine bağlanmadan yapılacağı düşünülen şefaatlerdir. Şu halde kendiliklerinden şefaat edebilirler zanniyle peygamberlere ve velilere tapılmamalı, ancak Allah’a ibadet etmelidir ki, o istediğine her istediği zaman şefaat ettirir. Ve bununla beraber kıyametin başlangıcı öyle korkunçtur ki, o sırada şefaat da bahis konusu değildir. Herkes kazancıyla kalabilecektir ve bu âyet o zamanı anlatmaktadır.

Hulâsat’ül Beyân Fî Tefsîr’il Kur’ân:

Bu âyette şefaat nefyolunmuşsa da diğer âyetlerde ve ahâdîs-i nebeviyede enbiyanın ve ehl-i salâhın şefaat edecekleri suret-i katiyede beyan olunduğundan nefyolunan şefaat; kâfirler hakkın­da olup şefaati beyaneden nusûs-u celile ehl-i iman hakkındadır, Binaenaleyh; âyetler beyninde tenakuz yoktur. Zira; şefaat var­dır: Müminler hakkında. Şefaat yoktur: Kâfirler hakkında demek­tir. Kâfirlerin azapları kendi istihkakları icabı olduğuna işaret için, Vacip Tealâ zâlim olduklarını beyan buyurmuştur ki, azaplarına sebep kendi zulümleri demektir. Çünkü, kâfirler şefaate ehlolma-yan putlar ve saireden şefaat bekledikleri için şefaatten mahrum olacakları beyanolunmuştur. Çünkü şefaata ehlolmayan şeyden şefaat beklemek elbette hırmanı mucip olur. Beyzavi’nin beyanı veçhile bu âyette kâfirlerle murad; zekâtı terkedenler olmak ihtimali ağleptır. Zira; onlar zekâtlarını terkle hem kendi nefislerine hem de muhtaç olan fukaraya zulmettiklerinden şid­det tarikiyle onlara kâfir denmiştir ki. zekâtı terketmek kâfir âde­ti demektir. Gerçi furû-u a’mâlden olan zekâtı terketmekle bir kimse hakikaten kâfir olmaz, lâkin Allah’ın verdiği nimeti setre-dip şükrünü eda etmediği için kâfir denilmiştir ki. cezasının ağır olduğuna işaret olunmuştur. Hulâsa; fevt etmiş olduğu ibadatı tedarik mümkün olmayan yevm-i kıyamet gelmezden evvel merzuk olduğu rızıktan lâzım gelen mahalle infak lâzım olduğu ve infakı terkedenlerin zâlim oldukları ha âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

Ruhu’l-Furkan Tefsiri:

Nesefî ve Ruhu’l-Beyan tefsirlerinde zikredildiğine göre, Yahudiler: “Bizler Allah’ın dostu olan İbrahim’in evlâtlarıyız. O, Allah’ın rızası için kes­meye yatırdığı İshak’ın babasıdır. Bize şefaat eder ve bizi azâbdan kurtarır.” dediklerinde onlara reddiye olarak bu ayet-i celile indirildi. Şu bilinmelidir ki, bu ayet-i kerimedeki hükümler kafirler hakkındadır. Yoksa Allah’a kalbi selimle kavuşana malının ve evladının fayda vereceğine ve zerre kadar imanla ahirete gidenlere şefaat ve yardım olunacağına dair birçok delil vardır.

Categories: Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet, Şefaat | Etiketler: , , , , , , , ,

Yazı dolaşımı

Yorumlar kapatıldı.

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.