Kabirde Kuran okunur!!

KABIRDE KURAN OKUNMAZ DİYENLER ŞÖYLE DİYOLAR

Hayatı boyunca defalarca kabirleri ziyaret eden Allah Resulü s.a.v, kuran okumamıştır ve ümmetine de böyle bir şey tavsiye etmemiştir. Resulullah tan okunacağına dair bir haber bize ulaşmamıştır .Diyorlar

Kur’an ölüler için değil, diriler için inmiştir! (36/Yâsin, 70).

CEVAP:

Bu acıkca bir yanlış ve eksık bilgilendirmedir çünkü Resululah tan kabirlerde kuran okumamızı tavsiye eden sahih ve zayıf hadisler var. Okunmaz diyenlerin elinde yoruma muhtaç olmadan ellerinde açık ve net kuran okumayın diye ayet , sahih veya zayıf bir hadsis delil yok iken böyle söylemelerini anlamak çok zor

1. Konuyla İlgili Hadisler ve Tahricleri

Gerek Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gerekse sahâbeden ölülere Kur’ân okunabileceğine dair pek çok hadis nakledilmiştir. Bu rivâyetlerin hem isnad hem de metin açısından incelenmesi ve kaynak değerlerinin ortaya konması gerekmektedir:

a) Ma’kıl b. Yesâr (Radıyallahu Anh) Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

“Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz.”
Ebû Dâvud, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 4; Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyl, s. 58 (h.no. 1074)

Tayâlisî (v. 204/819), Ebû Ubeyd (v.224/839), İbn Ebî Şeybe (v.235/849) ve İbn Hanbel (v.241/855) gibi kütüb-i sitte öncesi muhaddislerin eserlerinde yer alan bu hadisi, sünen sahipleri de rivâyet etmişlerdir.

Hadisin sekiz ayrı mütâbii vardır. Fakat hadisi, sahâbeden sadece Ma’kıl b. Yesâr’ın rivâyet etmiş olması ve beşinci tabakaya kadar bu durumun devam etmesi, söz konusu rivâyetin ferd-i mutlak ya da bir başka ifâdeyle garîb-i mutlak olduğunu göstermektedir. Beşinci tabakada iki râvi vardır: Abdullah b. el-Mübârek (v.181/797) ve Yahya el-Kattân (v.198/813), İbn Hıbbân (v.354/965) dışındaki muhaddislerin tamamı hadisi Abdullah b. Mübarek tarikiyle rivâyet etmişlerdir.

-Heysemî, hadisin râvîlerinin, sahihin ricalinden olduğunu söyleyerek, isnâda sahih hükmü vermiştir.
(Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, c, VI, s. 314. İbn Hanbel, aynı hadisi üç ayrı tarikla rivâyet etmiş, bunlardan birinin isnadında meçhul bir râvi kullanmıştır. İşte Heysemî, bu tariki zayıf olarak addetmiştir.)
-Ayrıca sünenlerde yer alan hadisin, hadisin tamamı değil bir bölümü olduğuna işâret etmiştir.
(Heysemî, age., c.VI, s. 314. Taberânî ve İbn Hanbel, bu hadisi başka bir hadisin içerisinde tahric etmelerinin dışında müstakil olarak da rivâyet etmişlerdir.)
-Hadisi rivâyet eden Ebû Dâvûd, hadisin hükmü hakkında sükut etmiştir. Hakkında sükut ettiği hadislerin sâlih olduğunu bizzat kendisi söylediğinden ona göre hadis, delil olmaya elverişlidir.
(Ebû Dâvûd, Risâletü Ebî Dâvûd ilâ Ehl-i Mekke, s: 38.)
– Hâkim (v.405/1014) de aynı şekilde sükut etmiş ve Zehebî (v.748/1347) de ona katılmıştır.

Diğer taraftan İbn Kattân (v.628/1230), üç açıdan hadisin muallel olduğunu ileri sürerek, hadisi zayıf addetmiştir
(İbn Hacer, Telhîsu’l-Habîr, c: II, s: 650, İbn Kettân’dan naklen.)
Ona göre hadisin illeti; bazı tariklarında mevkûf bazılarında ise merfu olarak rivâyet edilmiş olması, Ebû Osman ve babasının meçhulü’l-hal olması ve isnadında ızdırâp bulunmasıdır. Dârakutnî’nin de (v.385/995) İbn Kattân’ın kanaatinde olduğunu ve hadisin isnâdını zayıf olarak gördüğünü Ebû Bekir İbnül Arabî (v.543/1148) nakletmiştir
(İbn Hacer, age., c.II, s. 650)

Hâkim, Yahya b. Saîd el-Kattân ve başkalarının hadisi mevkûf (bir sahâbe sözü) olarak rivâyet ettiklerini ama Abdullah b. el-Mubârek’in, hadisi merfû (haberin Hz. Peygamber’e dayandırılması) olarak kabul ettiğini ve doğrusunun da bu olduğunu söylemektedir.
(Hâkim, c.I, s. 753)

Aclûnî de (v.1162/1749) hadisin merfû olduğunu belirttikten sonra İbn Hıbbân’ın hadisi sahih kabul ettiğine dikkat çekmiştir. Bütün bu söylenenleri, birlikte değerlendirdiğimiz ve biraz sonra vereceğimiz hadislerin şahitliğini de göz önünde bulundurduğumuz vakit hadisin hasen olduğu kanaati ağır basmaktadır. Nitekim Şevkânî’nin vardığı sonuç da budur.
Hadisin ifâde ettiği anlam üzerinde de muhaddisler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn Hıbbân (354/965), hadisi tahric ettikten sonra şu açıklamada bulunuyor: “Hz. Peygamber’in “ölünüze Yâsîn sûresini okuyunuz” sözünden kastettiği kişi, ölüm döşeğinde / ölüm sarhoşluğunda olan kişidir. Yoksa O, ölünün üzerine Kur’ân okunmasını kastetmiş değildir.”
(İbn Hıbbân, c. V, s.3 (h.no: 2991))

Hadisi rivâyet eden musanniflerin bir kısma bu rivâyeti, muhtadar/ölüm sarhoşluğunda olan kişiye yapılabilecek işlemlerle ilgili bablarda ele alırken diğer bir kısmı da istirca’dan sonra bu hadise yer vermişlerdir.
(İbn Mâce, Cenâiz, 4; İbn Hıbbân, c. V, s.3)

Ebû Dâvud, bab başlıklarında belli bir sıra takip etmiş ve istirca/innâlillâh ile “ölünün üzerini örtmek” bablarından sonra söz konusu babı açmıştır. Dolayısıyla Ebû Dâvud, hadiste ifâde edilen mevtâ kelimesinden, ölmek üzere olanların değil ölmüş olanların kastedildiği kanaatindedir. Hadisin zâhirî anlamı da zaten bu yöndedir.
Şafiî fakihlerinden İbn Rif’at (v.710/1310) ve Muhıbbu’t-Taberî de (v.694/1295) hadisin zâhirî anlamını alarak ölüden kastedilenin, ruhu bedeninden ayrılan kimse olduğunu ve hadisin, ölmek üzere olan kimselere hamledilmesinin hiçbir dayanağının olmadığını ileri sürmüşlerdir.
(İbn Hacer, Telhîsu’l-habîr, c. II, s. 650; Şirbînî, Mugni’l-Muhtac, c. II, s. 5)

Sonuç olarak “Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz” hadisi her ne kadar bir tek sahabîden rivâyet edilmişse de bu hadisin ifâde ettiği anlamda üç ayrı sahâbeden başka hadisler nakledilmiştir. Şahid olarak zikredilen bu hadislerin her üçü de zayıftır. Fakat zayıf olmaları bunların tamamen işe yaramadığı anlamına gelmez. Zira hiç kimse bunların uydurma olduğunu söyleyememiştir.
Aksine bu hadisler, bu konunun aslının olduğunu gösterirler. Fakat hadisin metninden elde edilen anlam sarih değildir. Mevt kelimesinin hakikî anlamı ölmek, yok olmaktır. Ruhunu teslim eden kişiye meyyit denir. Dolayısıyla hadisteki lafız, ölüler hakkında nasstır.
Ve bu anlamı almaya hadisin metninde bir engel söz konusu değildir. Diğer taraftan ölmek üzere olanlara da i’tibârı mâ yekûn (geleceğin nazarı dikkate alınması) tarikıyla meyyit denilebilmektedir.

-Abdulhak el-İşbîlî (v.582/1186), İmâm Kurtubî (v.671/1273), Tîbî (v.743/1342), Münâvî (v.1031/1622) ve Abdurrahmân el-Bennâ (v.1378/1958) gibi muhaddisler, hadisin hem ölmek üzere olanlara hem de rûhunu teslim etmiş olan ölülere ihtimalli olduğunu söylemişlerdir.
(Kurtubî, et-Tezkira, c.I, s.102; Abdulhak, el-Âkıbe, s.255. Münâvî, Feydu’l-kadîr, c.II, s.65)
-İmâm Nevevî (v.676/1277) ise, muhtadarın yanında Kur’ân okumanın müstehap olduğunu söylerken, bu hadisi zikretmektedir
(Nevevî, el-Mecmû, c.V, s.115,116)
– Şafiî fakihlerinden Muhibbu’t-Taberî (v.694/1295) ve İbn Rifât’ın (v.710/1310), hadiste kastedilenin ölmüş bulunanlar olduğu ve hadisin muhtadara hamledilmesinin hiçbir dayanağının olmadığı şeklindeki görüşlerine İbn Hacer de (v.852/1448) katılmıştır
(İbn Hacer, Telhîsu’l-habîr, c.II, s. 650)
San’ânî (v.1186/1772) ise, bu yöndeki diğer rivâyetlerle birlikte değerlendirildiği vakit, hadisin muhtadara hamlinin daha doğru olduğu kanaatindedir.
-Şevkânî de (v.1250/1834) Muhibbü’t-Taberî ve İbn Rif’at gibi düşünerek hadisteki lafzın ölüler hakkında nass olduğunu, bu lafzın ölmek üzere olanlara taşınmasının ise mecaza girdiğini ve hakikati terk edip mecaza gitmenin bir karineye ihtiyaç duyduğunu söyleyerek hadisten anlaşılması gerekenin hakikat olduğunu ifâde etmiştir
(Şevkânî, Neylü’l-evtâr, c.IV, s.22)

Fakat bu mecazdır. Mecaza gitmek için bir karine gerekir ki, o ka¬rine de Ebû Zer hadisinde mevcuttur.

Ebû Zerr el-Gıfârî (r.a) ile Ebu’d-Derdâ (r.a), Rasûl-i Ekrem’den şu rivâyette bulunmuşlardır:
“Ölen/ölmek üzere olan birisinin yanında Yâsîn okunursa, Allah onun halini hafifletir. ”
(Şevkânî, Neylü’l-evtâr, IV, 52.)

O halde “Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz” hadisini, ölmek üzere olanlara hasretmek yerine her iki anlama da şâmil kılarak hem ölmek üzere olanlara, hem de ölmüş bulunanlara Yâsîn okunabileceği şeklinde olabilir

Şevkânî, söz konusu münakaşaya yer verdikten sonra şu değerlendirmeyi yapar:
“Hadisin lafzı ölüler hakkında açıktır (nass). Onun, ölmek üzere olan diri kimseye (muhtazar) şümulü mecazdır. Mecâza ise ancak bir karine (delil, ipucu) olması halinde gidilir. Cemaat halinde ölünün yanında veya kabri üzerine Yâsîn okumak ile mescitte veya evinde Kur’an’ın tamamını (hatim) veya bir kısmını ölü için okumak arasında bir fark yoktur.
(Şevkânî, İrşâdü’s-sâil, s. 46)

b) Abdullah b. Ömer’den (Radıyallahu Anh) rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“İçinizden birisi öldüğü zaman onu durdurmayın ve onu kabrine koyma konusunda acele ediniz. Sonra da içinizden birisi, ölünün başucuna durarak Fâtiha sûresini, ayak ucunda da Bakara sûresinin sonunu okusun.”
(Taberânî, c.XII, s. 340 (h.no. 13613); Beyhâkî, Şuabu’l-imân, c. VII, s. 16 (h.no. 9294).)

Merfû’ olarak rivâyet edilen bu hadisin isnadını Heysemî, (1) seneddeki Yahya b. Abdullah el-Bâbülettî’nin (v.218/833) (2) zayıf olduğu gerekçesiyle zayıf olarak nitelendirmiştir. Söz konusu bu râvinin yanında seneddeki Eyyûb b. Nehîk de aynı şekilde cerhedilmiştir. (3)

(1)Heysemî, Mecma’uz-Zevâid, c.III, s. 47
(2)Yahya b. Bâbülettî (v.218/833), Evzâî’nin (v.158/775) torunudur. Görmediği halde Evzâî’den semâ yoluyla rivâyette bulunmasından dolayı cerhedilmiştir. İbn Hacer’in bu zâta zayıf demesi de sırf bu sebebe müsteniddir. Bkz. Buhârî, et-Târihu’l-kebîr, c. VIII, s. 288 (trc. No. 3027); Mizzî, Tehzibü’l-kemâl, c. XXXI, s. 411 (trc. No. 6862); İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, s. 593 (trc. No. 7585). İbn Hıbbân da aynı sebepten dolayı bu râvîyi “Mecrûhîn”ine almıştır. Fakat aynı yerde, “Bu râvî tek başına hadîs rivâyet eder ve bu rivâyeti de sikâ râvîlerin rivâyetine muhâlif olmaz ise ya da muvafık olursa bu şekilde rivâyetine i’tibar edilir.” diyerek zayıflığın derecesini açıklamıştır. Bkz. Hıbbân, El-Mecrûhîn, c. III, s. 127.
(3)Buhârî, Eyyûb b. Nehîk’i Târîh’ine almış ama herhangi bir hüküm vermemiştir. İbn Ebî Hatim bu zât hakkında Ebû Zür’a’nın münkeru’l-hadis dediğini naklettikten sonra kendi görüşünün de aynı yönde olduğunu ifâde etmiştir. İbnü’l-Cevzî de aynı kanaattedir. Fakat İbn Hıbbân, söz konusu râvîyi

Fakat bu iki Ravi’nin hakkında söylenenleri hep birlikte düşündüğümüzde isnadın zayıflığının, yesîru’d-da’f olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Tebrîzî (v.737/1136), Beyhakî’nin bu hadisi tahric ettikten sonra şöyle dediğini nakletmektedir: “Doğrusu bu hadis mevkûftur”
(Tebrîzî, Mişkâtu’l-Mesâbih, c.III, s. 388 (h.no. 1717).)

Fakat Beyhakî’nin hadis hakkında söylediği şeyi bu anlamda anlamak mümkün değildir. Çünkü Beyhakî:
لم يكتب الا بهذا الاسناد فيما اعلم وقد روينا القراءة الممكورة فيه عن ابن عمر موقوفا عليه
“Bildiğim kadarıyla bu hadis, yalnızca bu isnadla yazılmıştır. İçinde söz konusu kırâatın geçtiği hadis, İbn Ömer’e mevkûf olarak bize rivâyet olunmuştur.
(Beyhakî, Şuabu’l-İman, c.VII, s. 16 (h.no. 9294))
Şeklinde zayıf bir görüş bildirmiş ve kuvvetli olanını tahric etmiştir. Zira mevkûf dediği rivâyeti, temrîd edâtıyla söyleyerek isnadını da vermemiştir.
Bu cümleden çıkarılması gereken anlam, bu hadisin mevkûf olduğu değil, ayrıca hadisin mevkûf olarak varid olduğudur. Zira İbn Ömer’in (Radıyallahu Anh) aynı lafızlarla fetvâ vermesi mümkündür. Çünkü onun böyle anlaşılmasını gerektiren başka hadisler vardır.

Sahâbeden Leclâc (Radıyallahu Anh) (120/738) oğluna vasiyette bulunurken şöyle demiştir:
“Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezarıma koyduğun zaman şöyle söyle: Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâh. Sonra da üzerime top¬rak atarak onu düzle. Daha sonra ise başucumda Bakara sûresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Zira ben Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) böyle dediğini duydum.”
(Taberânî, c.XIX, s. 220, 221 (h.no.491); İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, c. XXXXX, s. 292 (trc. No. 5848); Beyhakî, c.IV, s. 56.)

Heysemî (v.807/1405) hadisin isnadındaki râvîlerin ta-mamının sikâ olduğuna hükmetmiştir. Hadisin ricâlinden yalnızca Abdurrahman b. Atâ üzerinde tereddüt edilmiş ama İbn Hıbbân bu zâtı Sikat’ına almıştır. Tirmizî’nin de kendisinden hadis aldığı bu râvi hakkında İbn Hacer, makbûl derken İbn Ebî Hatim ve Zehebî gibi âlimler ise tercemesini vermekle yetinmişler, herhangi bir hüküm vermemişlerdir. İsnatta başka da bir illet tespit edilmiş değildir. Şu halde bu isnad, hasen derecesindedir. Yahya b. Mâîn (v.233/847) de bu hadisi delil olarak kabul etmiştir.

Cenaze namazında Fâtiha sûresinin okunacağına dair Talha’dan (Radıyallahu Anh) şöyle bir hadis nak¬ledilmek¬tedir:
عن طلحة قال: صليت خلف ابن عباس على جنازة فقرأ بفاتحة الكتاب، قال : لتعلموا انها سنة.
Talhâ’dan (Radıyallahu Anh): “Abdullah b. Abbas’ın (Radıyallahu Anh) arkasında bir cenaze namazı kıldım ve O, Fâtiha sûresini okudu. Sonra da onun sünnet olduğunu öğrenin diye, böyle okudum” dedi
(Buhârî, Cenâiz, 65; bab hadis 1335 Ebû Dâvud, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, )

Hadisi rivâyet eden muhaddislerin bu hadisin bulun-duğu bölüme verdikleri isim, Buhârî’nin باب قراءة بفاتحة الكتاب على الجنازة = Cenaze namazında Fâtiha sûresini oku-mak babı, şeklinde vermiş olduğu isimden farklı değildir. İmâm Tirmizî, hadise hasen sahih hükmünü verdikten sonra birçok sahâbe ve tabiîn uygulamalarının bu yönde olduğunu ve Şafii, Ahmed ve İshâk gibi âlimlerin de bu hadisle amel ettiklerini ama Sevrî ve Kûfelilerin hadisi almadıklarını ilave etmektedir.
Abdurrezzâk da Tirmizî gibi İbn Mes’ud (Radıyallahu Anh) başta olmak üzere pek çok sahâbe ve tabiînin söz konusu uygulamadan yana olduklarını aktarmaktadır. (Abdurrezzâk, c. III, s. 489)
Beş ayrı sahâbîden gelen konuyla ilgili rivâyetler isnad yönünden problemsizdir.
Cenaze namazı, Allah’ı övme, Hz. Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) salavât getirme ve ölü için de duâ etmek olarak telâkki edilmektedir.
(Begavî, Şerhu’s-sünne, c.III, s. 247. Hanefî, Şafi’i, İshâk, Nehâî ve Sevrî gibi âlimlerin kanaati bu yöndedir.)

Zaten rükûsuz ve secdesiz olması onun, diğer namazlardan farklı olduğunu gösterir. Cenaze namazı bizzat ölmüş olan kişiye kılınır. Bu namazın ön şartı cenazenin vukuudur. Sırf ölü için kılınan bir namazda Kur’ân okunması anlamlıdır. İster duâ anlamında olsun, isterse Kur’ân’dan bereketlenme manasında olsun, bu uygulamanın ölüye Kur’ân okunabileceğine dair bir hüccettir.

Sahâbeden Ebû Hâlid (Radıyallahu Anh) rivâyet edilmiştir ki, “Ey yavrum ben öldüğüm zaman üzerime toprağı biraz tümsekli bir şekilde ört. Sonrada Bakara’nın başını ve sonunu başımın yanında oku. Zira ben Rasülullah’tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) söylerken işittim.”
Bunu Taberânî Mu’cemi Kebiri’nde sahih bir isnadla rivâyet etmiştir. Hafız Heysemî Mecma’uz Zevaid’inde bu hadisin râvîlerini güvenilir bulduklarını söylemişlerdir. Hadisin başka şahitleri de vardır.
(Allâme Muhaddisin Muhammed Bin Ali, en-Nimevi Âsaru Sunen ve Haşiyesi Et-Taliku’l-Hasen, s. 338)

İmâm Suyûtî, el-Câmî adlı eserinde Hallâl’in şöyle bir rivâyette bulunduğunu belirtmektedir.
عن الشعبى قال: كانت الانصار اذا مات لهم الميت اختلفوا الى قبره فيقرؤن له القرآن
Tabiîn’den İmâm Şâbî (109/727): “Medineliler, içle-rinde birisi öldüğü zaman, sık sık onun kabrini ziyaret eder-ler ve onun için Kur’ân okurlardı.” demiştir. Suyûtî bu haber için herhangi bir isnad vermemiştir.
(Suyûtî, age., s. 403 (Hallâl’in el-Câmî’inden naklen.))

Hanbelî âlimlerinden Ebû Bekr el-Hallâl, el-Câmî lî ulûmi’l-Müsned min mesâili Ahmed b. Hanbel ya da es-Sünen adlı yirmi cildi bulduğu söylenen eserine İbn Hanbel’in tüm fetvalarını imkanları nisbetinde bir araya getirmiş ve hadis fetvâsı kitabı niteliğindeki bu eserinde Suyûtî’nin bildirdiğine göre, söz konusu haberi rivâyet etmiştir. Sözün sahibi olan Şa’bî için onu tanıyanlar: “Zamanın en büyük sikâ, fakîh, ve muhaddisidir. İbn Abbâs kendi zamanında ne ise Şa’bî de aynı konumdadır” diyerek beşyüz kadar sahâbeyi gören Şa’bî’yi övmüşlerdir.
(Hatîbü’l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, c. V, s. 112 (trc. No. 2522); Kettânî, er-Risâletü’l-Mustatrafe (çvr: Özbek, Hadis Literatürü) s. 398 (dipnot, 5).)

Şa’bî’nin bu sözünü, benzer lafızlarla İbn Ebî Şeybe de rivâyet etmiştir. Buna göre Şa’bî şöyle demiştir:
كانت الانصار يقرؤن عند الميت بسورة البقرة
“Medineliler, ölünün yanında Bakara sûresini okurlardı.”
(İbn Ebî Şeybe, c.II, s.445)

Bu haberin isnadında Hafs b. Ğıyas ve Mücâlid b. Sa’d vardır ki, bunlardan birincisi sikâ,(Mizzî, Tehzîbü’l-kemâl, c.VII, s.56 (trc.no. 1415)) ikincisi ise makbûldür. (İbn Adiyy, el-Kâmil, c.VIII, s. 168 (trc.no.1901); Mizzî, Tehzîbü’l-kemâl, c. XXVII, s.219 (trc.no.5780))
İbn Adiy, Mücâlid’in Şa’bî tarikıyla yaptığı rivâyetlerin sâlih olduğunu söylemiştir. Bu isnadla haber hasendir.

Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediği nakledilmektedir:
اذا دخلتم المقابر اقرؤا آية الكرسى ثلاث مرار (قل هو الله احد) ثم قل اللهم ان فضله لاهل المقابر
“Kabristana girdiğinizde Âyetülkürsî ve üç defa İhlâs sûresini okuyarak şöyle duâ edin: Allah’ım! Onun ecrini şu kabir halkına ulaştır.
(İbn Kudâme, age., c.II, s.424; Kurtubî, et-Tezkira, c.I, s.96.)
başka bir rivâyette ise
“Fâtiha sûresini, Muâvizeteyn ve İhlâs sûrelerini okuyunuz. Sonra da bunu kabir halkına bağışlayınız. Çünkü o ölülere ulaşır.” buyurmuştur. (Kurtubî, age., I/96)

Sonuç olarak ölülere Kur’ân okunabileceğini gösteren pek çok merfû’ hadisten, istidlale elverişli olan iki hadisi açıkladık. Bunların dışında ölülere Kur’ân okumanın bir sahâbe uygulaması olduğunu gösteren rivâyetler de vardır. Tahricini yaptığımız sahâbe fetvâları ve tabiînin sahâbe hakkındaki gözlemleri bunu göstermektedir. Dolayısıyla hadis açısından konu yeni değildir. Yani ölülere Kur’ân okuma uygulamasının, sonradan ortaya çıkmış bir bid’at olarak değerlendirilemeyeceğini düşünüyoruz. Çünkü aslı vardır. Resulullah okuyun demiştir.!

Categories: Kabir ve ruh, Kabirde kuran okumak

Yazı dolaşımı

Yorumlar kapatıldı.

WordPress.com'da Blog Oluşturun.